Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Toplumları İçten Çürüten Üç Olgu

image002

Tarih boyunca tüm toplumlara musallat olmuş ve içten içe çürütme özelliği, o günden bu güne, devam ede gelen bu üç olguyu sıralayacak olursak şöyle bir görünümle karşılaşırız:

1)    Yalan

2)    Sözünde durmamak

3)    Emanete ihanet.

Bunları sırasıyla açmaya çalışacak olursak, karşımıza birinin diğerinden beter ve onulmaz yaralar açar nitelikte birer bela olduğu sonucuna varıldığı görülür. İsterseniz söze birincisinden başlayalım.

Türk Dil Kurumu yayını olan Türkçe Sözlükte yalan şöyle tanımlanmıştır: Yalan: Gerçeğe aykırı olup, aldatmak gayesi güdülerek söylenen söz. (T.D.K. Yayını. Sayı: 293. Ankara, 1969).

Diğer bir açıdan bakıldığında, Türkiye Kalkınma ve Dayanışma Vakfı tarafından kurulan TÜRDAV Basım Yayım Limitet Şirketi tarafından basılarak hizmete sunulan Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat adlı eserde yalan, kizbin karşılığı olarak tespit edilmiş, kizb ise şu ifadelerle tanımlanmıştır: “KİZB: Nifakın birinci alametidir. Âlem-i beşerin ahvalini (insanlık âleminin hal ve gidişatını) fesada veren, kizbdir. Nev-i beşeri (İnsan türünü) kemalattan (ilerlemekten) geri bırakan kizbdir. İşte bu sebeplerden dolayıdır ki; bütün cinayetler içinde tel’ine (lanetlemeye), tehdide tahsis edilen kizbdir.”

Görüldüğü üzere bu yaklaşım, başka söze gerek görmeyecek derecede net ve açıktır. Ama biz buna rağmen ve naçizane olarak yine de birkaç tespitte bulunmaktan kendimizi alamamış durumdayız. Bu itibarla söze şöyle devam etmek istiyoruz.

Yalan: Şimdilerde pembesiyle revaç bulan ve her ne hikmetse bu yakıştırmasıyla adeta hoş karşılanan bu belayı tanımayanımız yoktur. Bu baş belasıyla her zaman ve zeminde karşılaşır ve ceremesini çekeriz ama bir türlü ciddi tepki vermeyiz. Bu tatlı bela; aşkta, sevgide, saygıda, evlilikte, boşanmada, tanıklıkta, sanıklıkta ve şu an aklımıza gelmeyen daha nice olgu ve oluşumlarda mutlaka karşılaşılan bir beladır. Öyle bir bela ki, henüz gerçeği ile mukayese etmeye olanak sağlayacak her hangi bir ölçütü maalesef daha çıkmadı. Kıymet bakımından -daha- üstüne kimselerin çıkamadığı altının gerçeğini yalancısından ayıran ve kıymet derecesini ifade eden ayarını belirleyen ölçütü var eden insanoğlu; altının yarar sağlayan kıymetinden hiç de ehven olmayan zararına rağmen yalanın mihenk taşını bulma konusunda hiç mi hiç çaba göstermemiş gözükmektedir. Galiba her bir kimsenin işine geliyor da ondan olsa gerek. Bu ise, bu halin devam edeceğinin göstergesi olmaktadır.

Oysa yukarıda da değinildiği üzere, bu melanet her tür nifakın ve fesadın temel kaynağı durumundadır.

Her birimiz hayatımızın hemen her safhasında mutlak surette bu melun şeyle karşılaşmış ve hayal kırıklığına uğradığımız gibi bunun kaynağı olan kişiye en hafifinden olarak lanet dahi okumuşuzdur. Buna verilecek sayısız örnekler olduğunu, hemen hepimiz bildiği için işin bu tarafına girmeyeceğiz. Ancak İlâhî en son mesajın mümessili olan peygamberimiz Hz. Muhammed’den bir örnek vererek, insanoğlunu ilk günden bu güne, belalara sürükleyen bu melanet hakkındaki diyeceklerimizi noktalayacağız. Bir gün bir toplantıda bu konuda bir soruya muhatap olan o muazzez peygamber şöyle diyor: “Arkadaşlar, mümin/iman eden insan belki birçok günah veya suç işleyebilir ama asla yalan söylemez.” Tâ asırlar ötesinden haber aldığımız bu melanetin her bir kötülüğün ve dahi şerrin kaynağı olduğu bilgisine rağmen bundan vazgeçmiyor olmamız; gerek fert, gerek aile ve gerekse toplum olarak çürümeye devam edeceğimiz, izaha gerek göstermeyecek derecede aşikâr gözükmektedir. Temennimiz; çocuk, genç, ihtiyar, öğrenci ve öğretmen olarak hepimizin bu konuda daha da duyarlı olmasıdır. Gelelim Sözünde Durmamak meselesine.

Sözünde Durmamak: Temelde bu da bir nevi yalandır. Bu da yalan gibi hemen her ortamda karşılaşılan bir kanserojendir. Hani atalarımız “söz namustur” demiş ama onların takipçileri olan bizlerin bunu pek ciddiye aldığı söylenemez. Bu melanet de, sosyal ilişkilerin hemen her kademesinde kendini gösterir. En sık rastlananı ise Fransızcası randevu olup, Türkçesi buluşma olan konuda sıkça karşımıza çıkar. Geç gelen veya gelemeyen hemencecik yalana başvurur. Sadece buluşmada mı böyle. Yüz bin kere hayır. Ticarette, siyasette, seçim ve sonrasında, işçi ve işveren ilişkilerinde, sendikacılıkta, dernekçilikte ve daha birçok muhtelif konuda toplumun sıkça karşılaştığı ve bu konuda olumsuzlukların vukuu halinde ciddi sonuçlar doğuran ülkesel aktivitelere girişildiği hepimizin malumudur. Burada muhatabın kişiliği her hal ve şartta önemlidir. Kişiseldeki ızdırap başkalarınca pek hissedilmez ama toplumsalda bazen yer yerinden oynar. Olan topluma, millete ve dahi milletin organize ettiği ve canı gibi hatta gözü gibi esirgediği devlete olur. Buna yol açanların bazen hiç umursamadıkları ise insanı kahredici niteliktedir. Bazen de “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali zeytinyağı gibi su yüzüne çıkıldığı görülür. Ve utanılmadan hak ve adaletten bahsedilir. İşin iç yüzüne vakıf olamayan insanlar ise o kişiye acımalarını dile getirir. Bu yetmiyormuş gibi yetkili ve görevlilere dil uzatılır. Hani olayın tamamını göremeyen kişilerin, polisin cop veya gaz veya basınçlı su kullanması önlemi ile ilgili olarak polise ateş püskürttüğü gibi. Gerçi bu misal konumuzla doğrudan ilişkili değil ama örnekleme bakımından cuk oturduğuna kaniyiz.

Esasen bu hususta milli bir yaklaşımımız vardır ki meseleyi tek sözcükle ifadeye koymaktadır: Döneklik. Bu tabiri gerçekten hiç kimse kabullenmek istemez. Ne var ki, menfaat maalesef insanoğlunu birçok sonuca duçar kılar. Bu sebepledir ki istensin veya istenmesin bu kötü sonuca maruz kalanların haddi hesabı yok gibidir. Oysa: “Menfaat bir sandalyeye benzer. Altınıza alırsanız sizi yüceltir. Aksini yaparsanız, yani kendinizi onun altına koyarsanız sizi küçültür” yaklaşımı; her bir düşünürün, karşısında şapka çıkardığı bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımın ilke edinilmesi halinde sanıyorum hoş olmayan o tabirden her birimiz kurtulur ve dahi işler de her alanda rayına oturur. Gelelim üçüncü sıraya yerleştirdiğimiz Emanet İhanet meselesine.

Emanete İhanet: Bu kavramın içinde iki önemli husus vardır. Birisi güven, diğeri hainlik. Bilineceği üzere emanet; emin, yani güvenilir bir kişiye, daha sonra aynıyla geri alınmak üzere bırakılan şeye denmektedir. Bu, eşya olabileceği gibi çocuk, hatta eş, taşınır ve taşınmaz her bir kıymet de olabilir. İhanet de keza bilineceği gibi; korunmak üzere teslim edilen her bir eşya ve dahi icabında kendi namusu gibi davranmak üzere kendisine teslim edilen insanlara karşı hainlik edilerek güveni hiçe saymak suretiyle kendi lehine ve keyfine göre hareket ederek asla umulmadık bir sonuç doğurması meselesidir. Adına ihanet denen olgunun toplumumuzdaki karşılığı-affa mazhar ümidiyle söylenecek olursa-namussuzluktur. Bu ise insanları parmaklıklar arkasına gönderecek mahiyette bir beladır. Ama gelin görün ki tüm bu melanete rağmen bu işin lanetlileri azımsanmayacak derecede mevcuttur. Ne yazık ki hemen her gün bu tür olgularla karşılaşılıyor olunmasına rağmen gerek fert ve gerekse toplum olarak ders çıkarmadığımız söz konusudur.

Konumuzun son sözü olarak denebilir ki, bu gün olduğu gibi geçmişte de insanoğlu bu üç melanetten bir türlü kurtulamamış ve onulmaz yaralar alarak çok elim sonuçlara maruz kalmıştır. Tarih, bu konuda hiç mi hiç ders çıkarılmadığına ciddi tanıklık etmektedir.

Gerek bireysel ilişkiler, gerek ailevi ilişkiler, gerek toplumsal ilişkiler, gerek ulus ve dahi uluslar arası ilişkiler bazında meseleye bakıldığında aynı sonuçların sinyalleri çok parlak olarak mevcuttur. Bunun her gün karşılaştığımız küçük örnekleri ise daha çok kişiler arası ilişkiler ile ailevi ilişkiler olmaktadır. Bu ilişkilerin ortaya koyduğu sonuçlar belki toplum nezdinde bazı esef sözleriyle geçiştiriliyorsa da unutulmamalıdır ki toplumsal olaylardaki olgu maazallah hiç de umulmadık sonuçlar doğurabilir. Dileriz her bir ferdimiz tüm bunları dikkate alarak, ciddi dalgalar arasında yol almakta olan Türkiye Gemisinin selameti için bu üç melanetten uzak kalıcı önlemler alır.

Boyumuzdan büyük laf ettiysek affola.