Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Hürriyet ve Mesuliyet

image002

Bilindiği üzere bu kelimelerin güncel söylenişi, özgürlük ve sorumluluktur. Günümüzdeki demografik hareketlerde daha çok özgürlük kavramının dile getirilmekte olduğu cümlemizin malumudur. Oysa onun sınırlarını çizer nitelikte olan sorumluluktan ise hiç mi hiç söz edilmemektedir. Hâlbuki biri diğerinin olmazsa olmazı veya birleşik ikizler durumundadır. Ne hikmetse buna rağmen ilki ön plana çıkarılmakta iken ikincisinin esamisi dahi ortalıkta yoktur. Bu ise-naçizane kanaatimize göre- bir başıboşluğun ifadesi olsa gerek.

Sanıyorum aşağıdaki tespitler bizi doğrulayacaktır.

Özgürlük sözcüğünün, Türk Dil Kurumu’nun Güncel Türkçe Sözlük adlı yapıtında şöyle tanımlandığını görmekteyiz: 1. Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu. 2. Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu, hürriyet.”

Bu anlayışın Tarih içindeki öncesinin, fevkalade mücadelelerle ancak kendisini kabul ettirebilmiş fikir beyanı noktasında oluştuğunu söylemek gerekir. Evveliyatı bu olan Özgürlüğün günümüzde: a. Tekil özgürlük ve b. Çoğul özgürlük şeklinde bölümleri olduğu gibi; a. İrade özgürlüğü b. İfade özgürlüğü c.Seyahat özgürlüğü d.Düşünce özgürlüğü e. Bireysel özgürlük f. Toplumsal özgürlük v.s. gibi kompartımanlara ayrıldığı da söz konusudur.

İlaveten şunu da söyleyelim ki, yukarıdaki bu ve benzeri kavramlar ve kategoriler Felsefi Özgürlük Nosyonu (Nosyon: Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki somut ve genel tasarımı, mefhum) başlığı altında tartışılıp değerlendirilen ve siyasal içerikli de olan önemli kavramlardır.  

Ama gelin görün ki tamamen hayra olan bu husustaki çabalar sayesinde ortaya çıkan bu serbestî; aşağıda, sorumluluk kısmında da değinileceği üzere, maalesef şerre kullanılır olmuştur ve ne yazık ki hâlâ olmaktadır. Gerek bu kavramdan ve gerekse sorumluluk kavramından ve dahi bunlara dair irade ve eğitimden yoksun olan ve çoğunluk olarak genç kitlenin ve kısmen de yaşlılıkta mesafe kat etmiş kimselerin ne hikmetse, bunu toplumun hak, hukuk ve huzurunu hiçe sayarak ve dahi toplumu cahil kabul edebilme cehaletleri marifetiyle huzur ortamını topluma zinadan edebilmekteler. Hep birlikte ve adeta düğün bayram seyir eder gibi gözlenmekte olan bu davranışlar, manevi olduğu gibi maalesef ondan beter türünden maddi de olmaktadır. Ve keza esefle söyleyelim ki toplumsal kural ve güvene önem veren halkın “ikâk-ı hak” niteliği taşıyacak olan davranışlardan kaçınıyor olması, maalesef bu güruha cüret kazandırdığı gibi güvenlik camiasının zaten zor olan işini bir kat daha artırmaktadır. Üzülerek kaydedelim ki tüm bu sorumsuzlukları, esas görev ve ödevi, halkı doğru ve tarafsız olarak bilgilendirme olan bazı görsel ve yazınsal organlar adeta bu aymazlığa çanak tutmaktadır. Geçmişte de görüldüğü üzere dileriz bu rüzgâr, ateşi kendi üzerlerine çevirmesin. Asla temenni etmeyiz ama o takdirde sığınakları, olaylara müdahale şeklini hem kasıtlı hem de çarpıtarak ve olayı başından koparmak suretiyle kendilerine göre tasarımlayarak haberleştirdikleri olayla kötülemek suretiyle pasifsize etmek istedikleri güvenlik güçleri olacaktır. Geçmişte (60’lı yılların sonu itibariyle) bu tür olaylara alkış tutan bazı akademisyenlerin maruz kaldıkları o vahim sonucu dileriz her kes ders olarak değerlendirir.

Tabiidir ki özgürlükler her bir türüyle hiç şüphesiz, bir halk idaresi demek olan ve demografiden kök olan demokrasilerin en büyük nimetlerinden biridir. Ancak kadir ve kıymeti bilinmek şartıyla. O şart ise sorumlulukla birlikte kullanmaktır. Aksi halde balıkların, içinde yaşadıkları suyu kirletmeleri gibi bir sonuç doğurur ki o da -bilineceği üzere- balıkların ölümlerine davetiye çıkarmış olmaları anlamına gelir.

Gelelim sorumluluk meselesine:

Sorumluluk, kişinin kendine ve başkalarına karşı yerine getirmesi gereken yükümlülüklerin zamanında ve yerinde yerine getirilmesi zorunluluğu şeklinde ifade bulmuş bir gerek olarak kendini göstermektedir. Konuya dair tespitlerde sorumluluk, Varoluşça Felsefe anlayışının en önemli öğesi olarak saptanmıştır. Buna göre sorumsuz insan daima başkası tarafından güdülen veya güdülenebilen kişi olarak kabul görmektedir.

Deniyor ki sorumluluk, karakterin (Karakter: 1.Bir bireyin veya nesnenin kendine özgü yapısı, onu başkalarından ayıran temel belirti ve bireyin davranış biçimlerini belirleyen ana özellik, özyapı, ıra, seciye. 2.Üstün manevi özellik 3. Bireyin kendi kendisine egemen olmasını, kendi kendisiyle uyum içinde bulunmasını, düşünüş ve eylemlerinde tutarlı ve sağlam kalabilmesini sağlayan özellikler bütünüdür.) en önemli öğelerinden biridir. Sorumlu olan kişi kendi üzerine düşen görevleri ve işlevleri zamanında ve istenilen biçimde yerine getirmek zorundadır. Bu duygu, ya küçük yaşta doğal olarak var olan çevre dolayısıyla insanın içinde yer eder veya daha sonra dışarıdan verilen eğitimle oluşturulur. Yukarıda da değinildiği üzere sorumsuz insan daima başkaları tarafından güdülenir. Sorumlu insan ise, yapılması gereken bir iş veya eylemi zamanında yapabilmek için üstünlük ve önceliği ele alıp kendiliğinden harekete geçebilen insandır. (Not: Bu ve diğer bilgiler kısmen İnternetten alınmıştır.)

Şimdi bu yaklaşımlar ışığında, bizim özgürlükçülerin hareketlerine bakıldığında verdikleri görüntü itibariyle yaptıkları her bir eylemde karakterliliğin, dolayısıyla sorumluluğun esamisini görmek veya bulmak maalesef mümkün değil. Toplum bilimcilerin toplum psikolojisinin kişiyi bilinçsizliğe ittiği bilimsel yaklaşımı bir ölçek ise de, bizdeki özgürlük tutkunlarınınki bundan başka bir şey. Bunlar kendilerine göre bahaneler uydurarak organize olmak suretiyle Vandallık tabir edilen eylemleriyle gerek kamuya ait malları ve gerekse kişilere ait paha biçilmez malları acımaksızın kırmak, yakmak, yıkmak ve talan etmek suretiyle fevkalade bilinçlice hareket etmekteler. Ve ne yazık ki bunların hemen tamamı, bilimin en yükseğinden bilgi veren üniversitelerde-güya-eğitim görenler olarak bilinmektedir. Bu ise gelecek açısından oldukça düşündürücüdür. Her ne kadar bunlar uç gruplar olarak nitelenmekte iseler de, mevcut aksiyon, hiç de yabana atılacak cinsten gözükmemektedir. Zira büyük yangınları çıkaran etken, sadece bir kıvılcımdır.

Ne yazık ki, yukarıda özetlediğimiz hususta, eğitim öğretim veren kurumlarımızın en küçüğünden en büyüğüne kadar maalesef hiçbirisinde, kendilerine tevdi edilen çocuklarımıza ve gençlerimize özet cinsinden bile hiçbir bilgi verilmemektedir. Buna, çocuklarımın eğitimi ve dahi torunlarımın eğitimi münasebetiyle tanık olmuş bulunmaktayım. Oysa merhum Atatürk zamanında bizzat kendisinin kaleme aldığı kitaplarla Yurttaşlık Bilgisi dersi müfredatın en yoğun konuları arasında yer almaktaydı. Zaten demokrasi demek olan cumhuriyet de o mübarek zat tarafından adeta altın tepsi içerisinde bu topluma sunulmuştu. Ne var ki o zatın ebediyete uçmasından sonra işler savsak olarak yürütülmüş ve netice olarak hiç de hoş görüntüler vermeyen günümüze intikal edilmiştir. Ama bunun asla böyle gitmemesi lazım. Felaket telalığına soyunduğumuz sanılmamalıdır. Tarih, bu tür olay ve olguların kayıtlarıyla doludur. Bu tür hareketler birer toplumsal kanser niteliğindedir. Gecikmeye hiç tahammülü yoktur. Kanser gecikmelerinin ise ne denli elim sonuçlar doğurduğu ise cümlemizin malumudur.

Bu işlerde siber saldırı kokularının birçok zeminde var olduğunu dile getiren kaynakların bu yaklaşımı yabana atılacak cinsten yaklaşım olmasa gerek. Zira eskiden sömürü, sömürge seçilen yere vali, asker vesaire personel gönderilmek suretiyle yapılmaktaydı. Bu işin pahalı olduğu saptanınca da pozisyon değişikliği cihetine giderek uzaktan kumandayla, yani kendilerine hizmet edecek kişi ve ekipler ihdas ederek daha kârlıca ve adına emperyalizm denen yöntemle yapmaya başladılar.

Dikkat edilecek olursa artık sağa sola filolar gönderilmemektedir. Elektronik yöntemlerle ve kolayca egemen olunamayacak olan uzaydan, toplumlar arasına nifak tohumları serpilerek o toplumların aleyhine ve tabii olarak kendi lehlerine fitne fesat yoluyla işler çevirmek suretiyle geminin dümenini hep kendilerine göre yönlendirmekteler. Ben öyle inanıyorum ki gençlerimizin arasında asla azımsanmayacak miktarda adamların ajan provokatörleri mevcuttur. Bunu, mesleğe ilk girdiğim yıllarda Sayın Erdoğan Alıveren’in kumanda ettiği Ankara Toplum Polisi Müdürlüğünde oluşturulan ve o zaman 1.Şube olarak görev yapan İstihbarat Şubesi elemanlarıyla paralel olarak Ankara’daki üniversitelerde vuku bulacak olaylar hakkında bilgi edinme çabalarımızdan bilmekteyim. Aynı hava o günden asla farklı değil. Dileriz söz konusu ettiğimiz hususlarda, Gençlik ve onları yetiştirenler de meseleye bu açıdan bakarlar. Zira çok uzaklardan gelerek bizi Anadolu’da yok etmek isteyenler hâlâ yaşamakta ve emelleri ise asla değişmemiştir. Bunu görmemek ne mümkün!