Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

ÇARŞAMBA BÜLTENİ “BİR ADIM ATIN

 

                                                                    Mustafa ALNIAK

                                                                      Şube Müdürü

                                                             Amasya Emniyet Müdürlüğü

                                                             Araştırma Geliştirme Grubu

        Hayattan ve kendinizden şikâyetçi olmak yerine, bugün kendiniz için küçük bir adım  atın. Yapmak isteyip de yapamadığınız ya da cesaret edemediğiniz bir şey yapın. Küçük başarılar, büyük başarılar için ilk adımdır. Gücünüz de var, yeteneğiniz de. Kötümser ‘Yapılamaz’ der. İyimser ‘Yapılabilir’ der. Motivasyona sahip kişi ise, ‘Yaptım’ der. Her sabah sizi motive edici mesajlar dinleseydiniz, zihniniz, yüreğiniz, ruhunuz coşku ve heyecanla dolsaydı, gününüz nasıl geçerdi? 

          Bir arkadaşınız, eşiniz veya patronunuz sizinle ilham veren, enerjinizi arttıran ‘Yapabilirsin! Başarabilirsin!’ mesajlarıyla dolu bir konuşma yapsaydı içinizdeki gerçek potansiyelinizi ortaya çıkarmak için içsel gücünüzü kim bilir nasıl kullanırdınız?

 
            Her şeyi yapabilme, her şey olabilme, yaşamınızın her boyutunu istediğiniz şekilde değiştirme gücünüz var.

           Bu yazıda düşüncelerinizi uyarmayı, yüzünüze tebessüm kondurmayı, yüreğinizi umutla, ruhunuzu coşkuyla doldurmayı amaçlıyorum.

         Bir turist ziyaret ettiği kasabanın yaşlı marangozuna sorar: “Bu kasaba neyiyle ünlüdür?’ Yaşlı adam yanıt verir. “Bu kasaba, dünyada gidebileceğiniz her yerin başlangıç noktasıdır. Buradan başlayarak istediğiniz her yere gidebilirsiniz.”

        Yaşlı adam ne kadar haklı. Oysa çoğumuz yaşamın zenginliğinin hazzına varabilmek için başka bir yerde olmamız gerektiğini sanıyoruz: Önce bir noktaya gelelim, özlem duyduğumuz şeylere kavuşalım, ondan sonra mutlu olmaktan bahsedebiliriz.

            Şimdi buradayız. Başka bir yerde ve zamanda olmamız imkânsız. Oysa, alacağımız kararları ‘eğer’ sözcüğü yönetiyor.

           Eğer üniversiteden mezun olursam mutlu olacağım… Eğer sevdiğim kişiyle evlenirsem mutlu olacağım… Eğer çok para kazanacağım bir işe girersem mutlu olacağım…

       Bu eğerler olduğumuz yerden başlamanızı engelliyor. Gücümüzü ve mutluluğumuzu baltalıyor. Şu anda başlangıç noktasındasınız. Dışarıdan kazanacağınızı sandığınız güç içinizde, burnunuzun dibinde.

            Filler nasıl eğitiliyor biliyor musunuz? Daha yavruyken, kalın bir zincirle hayvanın bacağı bir direğe bağlanıyor. Önceleri hayvan kaçmaya çalışıyor ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın ne zinciri koparabiliyor ne de direği yerinden oynatabiliyor. Fil yavrusu ayağında zincirle büyüyor ve kaçamayacağını kabulleniyor. Özgürlük kavramını yitiriyor. İşte bu noktada ayağındaki zincir çözülüyor ve yerine konulan ince bir halatla birkaç santimetre boyunda tahtadan bir çubuğa bağlanıyor. Fil, bu koşullarda kolaylıkla kaçabilecek olmasına rağmen olduğu yerde kalıyor. Çünkü hâlâ var olduğunu sandığı zincirini asla kıramayacağına inanıyor.

       Çoğumuzun yaşamı da çocukluğumuzda koşullandığımız düşünce, duygu ve inanç kalıplarının esaretinde sürüyor. Olağanüstü yetenekleriniz, olağanüstü gücünüz var ve kullanılmayı bekliyor. Eğer yapabileceklerinizin hepsini yapmış olduğunuzu görebilseydiniz çok şaşırırdınız.

            “Yapamam” deyip yapabileceklerinizi engellemeyin. Tek bir insan bile yapmak istediğinizi başarmışsa aynı güç sizde de var. Ne kadar hızlı koşabileceğinizi bilmek istiyorsanız, olimpiyatlarda en hızlı koşan insanı gözleyin, sokakta yürüyen insanı değil. Olimpiyat şampiyonu da bu başarıyı hak etmek için uzun süre kaslarını, bedenini, düşüncelerini eğitti. Ve yarıştan önce koçu motive edici sözler söyledi, değil mi? Binlerce tonu kaldırabileceği halde, gücünü bilmediği için tahta çubuğun esaretinde yaşayan fil gibi, kendinize empoze ettiğiniz sınırların farkında olun. Gücünüzün ve yeteneklerinizin farkında olduğunuzda, kendinize olan inancınız da artacaktır. Bu güçle dağları devirebilirsiniz. 

           Her şey olup bittikten sonra, “Bunu ben de yapabilirdim” dedi adam. Oysa önceleri, “Yapamam” diyordu. Sonra, “Belki yapabilirim” demeye başladı. “Peki bir deneyeyim” noktasına geldiğinde, biri ‘yapmıştı’ bile. Çünkü yapan bir kişi, en başından yapabileceğine inanıyordu. Başarılı insan yaratıcı ve üretkendir. Bir şeyi ancak ‘yaparak’ yapabilirsiniz, yapabileceğinizi düşünmek yetmez. 

          Başarılı insan başarının bir günde oluşmayacağını bilir. Adım adım hedefe yaklaşır. Ve hedefin de ötesine geçer. Sizi olabileceğinizin en iyisi olmaktan, istediklerinize sahip olmaktan ve yapabileceklerinizden alıkoyan ne? Tembellik mi? Risk alma korkusu mu? Başarısızlık korkusu mu? Başarı korkusu mu? Tüm bu korkular daha başlamadan bizi bitirir.

     

            “GENÇLİK”

           Gençlik hayatın belirli bir bölümü değildir.

           Gençlik bir akıl ve idrak durumu, bir irade derecesi, bir hayal gücü, heyecanın kudret ve dinçliği, cesaretin çekingenliğe, macera ihtiyacının, rehavete ve huzurlu bir yaşam sevdasına galebesidir.

           Sadece belirli birkaç yılı yaşamakla hiç kimse ihtiyarlamaz. Yıllar sadece deriyi buruşturur. Ruhun kendisini ise isteklerin, heyecanların, ideallerin yok olması buruşturur.

         Üzüntü, şüphe, kendine güvensizlik, korku ve ümitsizlik. İşte insanın başını önüne eğen ve ruhun gelişmesini tuzla buz eden o uzun yıllar asıl bunlardır.

         İster 70, ister 16 yaşında olsun, insanların ruhunda güzel şeylere bir aşk, yıldızlara ve yıldızlar kadar güzel olan şeye karşı tatlı bir hayranlık, olaylara karşı pervasızca bir meydan okumak, bundan sonra acaba ne olacak diye merak, içlerinde sevinç ve yaşama zevki vardır.

            Bir adam inançları kadar genç, şüpheleri kadar yaşlı;

            Kendine güveni kadar genç, korkuları kadar yaşlı;

            Ümidi kadar genç, üzüntüleri ve hayal kırıkları kadar yaşlıdır.

          Kalbiniz güzel şeylerden, sevinçten, cesaretten, dünyadaki ihtişam ve kudretten, insanlıktan ve sonsuzluktan ne kadar zevk duyarsa o kadar gençsiniz demektir.

           Kalbinize giden bağlar ne zaman kopar ve kalbinizin merkezi ne zaman kötümserlik karları, fenalığın buzları ile örtülürse işte o zaman ihtiyar oldunuz demektir.

            Ruhunuzu ihtiyarlıktan korumanız dileğiyle…

 

            “ENGEL”

           Yolumuzdaki engeller… Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş ve kendiside pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı? Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler; sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde kesenin olduğunu gördü. Açtı… Kese altın doluydu. Birde kralın notu vardı: “İçindeki altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir” diyordu kral.

      Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. “Her engel, yaşam koşullarımızı daha iyileştirecek bir fırsattır…”

            Engelleri  aşarak Anlamlı  ve  coşkulu  bir  yaşam  dileklerimizle…

            Amasya Çevik Kuvvet Şube Personeline Teşekkürler.

            İlimiz Lokman Hekim İşitme Engelliler Okulunun ihtiyaç sahibi 131 öğrencisine yapılan giyim yardımlarından dolayı kendilerini kutluyoruz.

   

           “KIRK PARANIN HESABI”

         “Bir gün hiç unutmam İsmet Paşa Köşk’e hem çok yorgun hem de çok sinirli gelmişti” diye anlatıyor Sabiha Gökçen… Gazi Paşa sormuş: “Hayır ola İsmet? Sende bir fevkaladelik var bugün. Ne oldu? Niye sinirlendin?” O gün, Türk Hava Kurumu’nun genel kurulu varmış. İsmet Paşa orda sinirlenmiş. Kurum Başkanı’na çıkışmış. Öyle ki Fuat Bulca görevinden ayrılmaya kalkmış. Gazi’nin sevdiği bir kişidir Fuat Bey, kurumu başarıyla yönettiğine inanmıştır. Gazi ısrarla sorar İsmet Paşa’nın neden sinirlendiğini. Yanıt şudur: “Hesaplarda kırk para oynuyor.”

            Kırk para! Yani bir kuruş. Yani bugünkü kuşakların bilmedikleri, duymadıkları bir para birimi o yıllarda (ki 1933’lerdir) bir kuruşa simit bile alınamaz, çünkü simit altmış paradır, yani bir buçuk kuruş… Türk Hava Kurumu’nun hesaplarında bir kuruşluk açık çıkmış. İsmet Paşa’yı öfkelendiren işte bu bir kuruşluk açık!

            İsmet Paşa, Gazi’ye durumu şöyle anlatır:

          “Bu bir kuruşun nereye gittiğini öğrensinler diye talimat vermiştim. Bulamamışlar. Bugünü de onunla geçirdik. Fuat Bey’in hassasiyetini anlıyorum, ama milletimiz ondan daha hassastır. Verdiği paranın nereye gittiğini behemahâl bilmek ister. İstifa, bu gibi hallerde en kolay yoldur. Ama kimseyi rahatlatmaz. Hatta söylentilere bile neden olur. Yurttaş bu parayı THK yükselsin diye veriyor.”

             Gazi, İsmet’e hak verir:

        “Haklısın. Kırk para günün birinde kırk lira, kırk lira da dört yüz lira olur. Bu giderek büyür halkın ağzında. Böyle kuruluşlara olan güveni sarsar. Biz Cumhuriyet’i kurarken böyle kırk paralara çok ihtiyacımız oldu.”

            Olayı nasıl çözümlemiştir İsmet Paşa? “Muhasebeciyi çağırttım. Memurları seferber ettim. Ve kırk paranın yanlışlıkla bir başka hesaba geçirildiğini bulup çıkardım. Bundan sonra da bu gibi hataları affetmeyeceğimi söyledim kendilerine”. Bizim milletimiz gerçekten de elindekini avucundakini verir. Ama verdiğinin doğru dürüst yerlere sarfedildiğini hem görmek ister, hem de buna inanmak ister… Bu güzel havayı ne kırk para uğruna, ne yüz para uğruna bozmaya kimsenin hakkı yoktur.

 

(1) Makamın 08.10.2001 tarih ve B.05.1.EGM.4.05.00.77.2001/002 sayılı onayları ile yayınlanmaktadır.

(2) Yayınlanmasını istediğiniz yazılar için Bilgi İşlem Şube Müdürlüğü ile irtibata geçiniz.