Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Uzun Günlerde Oruç

polis_dergi_agustos_2013_baski_009 polis_dergi_agustos_2013_baski_010 polis_dergi_agustos_2013_baski_011           Bilindiği üzere, biz Müslümanların oruç tutmakla mükellef olduğu Ramazan ayı ay hesabına dayalı Hicri Takvime göre her yıl 10 gün önce gelmek suretiyle 33 yılda turunu tamamlamak suretiyle 12 ayın hemen her birini şereflendirmektedir. Tabii olarak oruç tutma mükellefiyeti bu deverasyon vesilesiyle bazen kısa günlü aylarda, bazen de uzun günlü aylarda Müslümanlarla buluşmaktadır. Hatırlayabildiğim kadarıyla Hicaz bölgesinde Ekvatora yakın olma hasebiyle gün ve gece eşitliği (ki bunun 12’şer saat olduğunu sanıyorum) sebebiyle uzun ve kısa gün kavramı pek söz konusu değildir. Ama buradan uzaklaşıldıkça gece ve gündüz farklılıklarının oluştuğu bir gerçektir. Bu cümleden olarak oruç tutmayı gerektiren bazı gündüzlerin neredeyse gecelerin iki katına ulaştığı görülmektedir. Dolayısıyla bu gibi günlerde oruç tutmak hayli zor olmaktadır.

          Peşinen söylemeliyim ki bu hususta söyleyeceklerimiz asla ahkâm kesme anlamında değildir ve olamaz da. Aksi halde haddimize olmayan bir söyleme tevessül etmiş oluruz ki bu, terbiye sınırlarını aşmak olur. Ancak tabi olmakla şeref duyduğum İslâm dininin bir bağlısı olarak yaptığım bazı araştırmalara dayalı bulunan fikirlerimi açıklamaya ise kendimi mezun addetmekteyim. Çünkü hüküm beyan etme salahiyetine sahip olanlara, affa mazhar ümidiyle denebilir ki, bu hususta var olan araştırmalara rağmen bu meseleye olumlu veya olumsuz olarak değinmede sanki fayda umulmadığı izlenimi söz konusudur. Gerçi bazı din görevlilerinin yetkilerini aşar mahiyette ve gayri resmi bazı beyanları söz konusu ise de; bu, vatandaşın inanç sıhhatini bozmaktan öte bir mana ifade etmemektedir.

          Tabiidir ki klimalı mekânlarda ve koyu gölgelerde oruç tutmak hangi mevsimde olursa olsun asla keyfe keder bir durum göstermez. Ancak ve lakin bu yılda olduğu gibi günlerin hem uzun hem de sıcak olmalarına rağmen nafaka peşinde koşmak mecburiyetinde olarak tarla ve bahçelerde gerek işçi ve gerekse çiftçi olarak çalışırken oruç tutmanın ne denli zor olduğunu, bunu yaşayan biri olarak, bu hususta hüküm beyan etme şansına sahip olan yetkililerimize hatırlatmakta yarar olduğunu düşünmekteyim. Belki kendileri, meseleyi sulandırmamak babında her hangi bir fetva vermek istememektedirler ama bu şekilde zorunlu olarak çalışan insanların büyük bir ekseriyeti gizli olarak, ancak çok az kısmı da açık olarak oruç tutmadıklarını belli etmekteler. Bu demektir ki bu meseleyi hafifsemek ciddi vebal taşımaktadır.

          Yüce Yaratıcının kulu için zorluk istemediği beyanına bakıldığında mutlaka buna bir açıklık getirmenin gerektiği kanaatini taşımak abesle iştigal olmasa gerek. Her ne hikmetse bu meseleye bir türlü parmak basmak istemeyen yetkililerin oruç için Kur’ân’î olmayıp “Zıhar” için söz konusu olduğu ayetle sabit olan “Kefaret” uygulamasını ise döne döne getirip oruç ibadetine dayatabilmekteler. Bu hususu, Din İşleri Yüksek Kuruluna yazılı olarak sorduğum sorularıma aldığım cevabî yazıdan bilmekteyim. Hâlbuki zıhar, İslâm öncesi Arap toplumunda var olan çok eşlilikte kadın eş aleyhine başvurulan ve kadını eşlikten tardetme anlamındaki bir eylem olup, bunun için söz konusu olan Kur’ânî bir cezayı getirip oruç gibi fevkalade kutsal bir ibadet için mükellef Müslüman’a dayatmayı; insanoğlunun aklını mutlaka kullanması sadedindeki Kur’ân’î bir hüküm paralelinde izah etmenin mümkün olamayacağı, bu konuda eser veren İslâm araştırmacılarının da vardığı ciddi bir kanaat olarak bizleri bu tür düşünceye sevk eder mahiyette bir sonuç olmuştur. Bu cümleden olarak, şu anda Diyanet İşleri Başkanı olan Sayın Mehmet Görmez’in çevirisiyle okuyucunun faydasına sunulan Musa Carullah Bigiyev’in Kitâbu’s-Sünne adlı eserinin 141. sayfasında :”Binaenaleyh hadlerde ve kefaretlerde kıyasa itibar edilmez” hükmü söz konusudur.[1]

          Araştırıldığında görüleceği üzere; oruç, Bakara Suresi’nin 183, 184,185 ve 187. ayetlerinde detaylı denebilecek şekilde açıklanmış durumdadır. Burada bazı mazeretleler için nasıl davranılacağı da söz konusudur. Ancak orucu tutmada zorlanma hususunun meal yazanlarca ayet içeriğinde netleştirilmediği aşikârdır. Ne var ki bu hususta mesele, vakti zamanında sahabe arasında tartışılmış ve genel bir fikir birliği olmamasına rağmen Hz. Aişe ve İbn Abbas’a nispet edilen bir tespitte “onu tutmakta zorlanan” anlamında bir okuyuşla bir kanaate varıldığı söz konusudur.[2] Bu durumda tutulamayan oruç için fidye denen ve günümüzde bir fitre miktarı olarak belirtilen bir miktarın her bir gün için muhtaç kişilere verilmesi söz konusu edilmiş bulunmaktadır. Bu ve benzeri ciddi araştırma mahsulü tespitler Müslümanların ekseriyetinin malumudur. Buna rağmen Diyanet İşleri Başkanlığı adına vaaz ve hutbe irat edenler bu gibi hususları âdete halktan gizler gibidir. Bunun sebebi hikmetini anlamak mümkün değil. Oysa bu hal, halkın Diyanet’e olan güvenini iyiden iyiye sarsar görünümdedir. Diğer taraftan imsak vaktini belirleyen 187. Ayetin “beyaz iplikle siyah ipliği” ayırt edebilme vaktinin çok önceden başlatıldığı iddiaları ise daha başka bir zihin karıştırıcı ve aynı zamanda dikkat çekici bir husus olarak ortaya sürülmüş bulunmaktadır.

          Söz konusu ettiğimiz husus için daha başka ciddi ve bu güne kadar yetkili ağızların aksini söylemedikleri araştırmalar da vardır. Gerek yayınımızın sayfa hacmi ve gerekse böyle bir yazıda o gibi araştırmalara yer vermek pek mümkün olmamıştır. Esasen bu tür araştırma sahiplerinin dayandıkları kaynaklar reddedilebilir cinsten olmamasına rağmen bu yoğun emek ürünü çalışmalar resmi ilgililerce söz konusu edilmese de halkın büyük bir ekseriyeti bu emeklere itibar edip ciddi manada değer vermiş gözükmektedir. Buna rağmen yetkililerin bu hususu göz ardı ediyor görünmesi bu gibi araştırmaların cazibesini bir o kadar daha artırır gibidir. Unutmayalım ki bir zamanlar televizyona cephe açıp o sihirli kutuyu evine koymayanlarımız şimdilerde plazma türlerini seçmiş durumdadır. Demek ki gerçeklerin karşısında durmak, kendini selin önüne atmak gibi bir şey olmaktadır. Meseleyi biraz da bu açıdan değerlendirmenin ciddi yarar sağlayacağının kanaate değer olduğunu düşünmekteyiz.

          Konumuzu, “Uzun Günlerde Ruze” adlı eserinde detaylıca değerlendiren Musa Carullah Bigiyev’in bu eserini “Uzun Günlerde Oruç” adıyla okuyucunun istifadesine sunan Doç.Dr. Abdullah Kahraman’ın İz Yayıncılık, İslam klasikleri dizisi:35, İstanbul,2009 künyeli eserden bazı alıntılar yaparak sunumumuzu bitirmek istiyoruz:

          Müellif, Uzun Günlerde Ruze” adlı eserinin Mukaddime bölümünün ilk satırlarını: “Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez” (Bakara,185) ve “Allah dinde üzerinize zorluk kılmamıştır” Hac Suresi, 78) ayetlerine ayırarak söze başlamış bulunmaktadır.

          Söz konusu eserin 136.sayfasında: “Şâri’i Kerim’in şahadetine göre, insanı halden düşürecek derecede büyük meşakkati olan oruç, ibadet değil aksine günahtır”tespitinde bulunulduğu hususu daha da dikkat çekmektedir.

          Aynı sayfada: “ Oruca büyük güçlükle dayananların bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermeleri gerekir” (Bakara,184) tespitinde bulunularak: “Yani, orucu takatle, yalnız güçlükle ve zahmetle yerine getirebilenlere oruç farz değil, bilakis orucun yerine fidye vermek farz olur. Buradaki ‘yutikûne’ cümlesinin manası güçlükle, zahmetle ve meşakkatle eda edebilenler demektir” şeklindeki bir ifadeyle meselenin desteklendiği ayrıca gözlenmektedir.

          Bahse konu eserin 138. sayfasında ise müellif, bu beyanın aksini iddia ve ispata çalışan müfessirleri ise “müfessir takımı” olarak değerlendirdikten sonra, bunları “küçük fakat cesur ve gururlu” olarak nitelemektedir.

          Müellifin, yararlandığımız eserinin 142.sayfasının son paragrafı şöyledir: “ Ebu Nuaym’ın Müstahrec’inde ve İmam Beyhaki’nin Sünen’inde şöyle bir rivayet yer almaktadır: ‘Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde Medineliler ramazan orucunu bilmiyorlardı. Ramazan orucu farz kılınıncaya kadar her aydan üç gün oruç tutarlardı. Onlar ramazan orucunu çok buldular ve bu oruç onlara zor geldi. Onlardan oruca güçlükle dayanabilen bazı kimseler orucu terk edip (onun yerine) her gün bir yoksulu doyuruyordu. Onlara bu konuda ruhsat verilmişti’ Şayet bu rivayet sabit olursa, ‘oruca zorlukla güç yetirenlerin fidye olarak bir yoksulu doyurmaları gerekir’ ayeti, sizden kim ramazan ayını idrak ederse o ayda oruç tutsun’ ayetinden sonra nazil olmuş olup mensuh olma (hükmü kalkmış olma) belasından kurtulur”.

          1874 yılında Rostov şehrinde dünyaya gelip Kazan’da ilköğrenimine başlayıp, Buhara, Mısır, Hicaz, Hindistan, Şam, Çin, Afganistan, Finlandiya, Almanya, Türkiye, İran, Irak ve Japonya gibi memleketleri dolaşıp öğrenme ve araştırma yapan Musa Carullah Bigiyev’in İslâm dünyasının son yüz yılda yetiştirdiği bir şahsiyet olduğu hakkındaki kabullere bakıldığında, yukarıdaki tespitlerinin yabana atılacak türden şeyler olmadığını düşünmekteyiz.

Amacımız haddi aşan her hangi bir kasta dayalı olmayıp, oruç etrafındaki bazı söylem ve tespitlere dikkat çekmektir. Şayet sürçü lisan ettikse affola. Yüce Yaratıcının, bizleri bu ibadetin feyiz ve bereketine nail etmesi değişmeyen temennimizdir. Her kese selam ve sevgi.

KAYNAKÇA:

1)    Mustafa İslamoğlu; Hayat Kitabı Kur’ân, Gerekçeli Meal-Tefsir, Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2009.

2)    Musa Carullah Bigiyev; Kur’ân-Sünnet İlişkisine Farklı Bir Yaklaşım, Kitâbu’s-Sünne, Çeviri: Dr.Mehmet Görmez, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2009.

3)    Musa Carullah Bigiyev, Uzun Günlerde Ruze, “Uzun Günlerde Oruç” adıyla sadeleştiren ve yayına hazırlayan: Doç. Dr. Abdullah Kahraman, İz yayıncılık, İstanbul, 2009.


[1] Kur’ân-Sünnet İlişkisine Farklı Bir Yaklaşım, Kitâbu’s-Sünne, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2009.
[2] Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, Gerekçeli Meal-Tefsir, Düşün yayıncılık, İst.2009, s.64, 183. Ayet için dip not 4.