Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Türkiye’nin Şer Cephesi

polis_dergi_temmuz_2013 (1)_009 polis_dergi_temmuz_2013 (1)_010 polis_dergi_temmuz_2013 (1)_011          Hatırlayabildiğim ilk günden bu güne, memleketteki arıları rahatsız eden sineklerin oluşturduğu şer cephesi, hiçbir zaman eksilmedi. Ve ne yazık ki eksilmeyeceğine dair ciddi sinyalleri ortalıkta boy göstermektedir.

Bir zamanlar bunlara anarşist denmekteyken şimdilerde aktivist yakıştırması yapıldığını görmekteyiz. Bu, tesadüf olmasa gerek. Bundaki meram, kendilerinin hiçbir zaman memleket ve millet hayrına olmayan mutat hal ve hareketlerini gizlemek ve bu sayede bulanık suda balık avlamak istekleridir.

İlginçtir, bu güruh, her fırsatta demokrasiden dem vurur oldukları halde asla demokrasinin sonuçlarını kabul etmezler. Halkı cahil, kendilerini arif göstermenin paranoyasına tutulmuş durumlarını ise âmâlar bile sezmiş durumdadır. Ama buna rağmen yıkmak ve yakmaktan ibaret olan Vandallıklarına pervasızca devam etmekteler.

Bu konuyu, mayıs ayı sonlarına doğru başlayıp haziran ayına taşmış bulunan İstanbul Taksim’deki Gezi Parkı düzenlemelerine bazı bahanelerle karşı çıkan ve bunu sıradan bir demokratik hak kullanımının ötesine taşıyarak meseleyi memleket sathına yayarak bundan nemalanmayı hedefleyen ve kanaatimizce sayıları hedeflerinin gerçekleşmesine yetemeyecek bir uç grubun söz konusu hareketleri için seçmiş olduk.

Görsel ve yazınsal medyadan öğrendiğimize göre, bu düzenlemeler için alınan karar belediye meclisinde oy birliği ile alınmıştır. Yani halk tarafından seçilmiş her bir siyasi partinin belediye meclisine seçilmiş temsilcilerinin imzaladıkları bir karar. Peki, bu demokrasi değil midir ki, bu demokrasi havarileri demokrasi bahanesi ve güya ağaç sevdasıyla bu huzur bozucu davranışlarını sürdürmekteler. Demokrasiyi kendilerinin egemenliği olarak kabul ettikleri zımnen ve direkt olarak artık anlaşılmış bulunan bu zevat-ı muhterem acaba hayatlarında bir tek olsun bir ağaca hayat vermişler midir? Asla. Zira bu iş akıl ve izan sahibi olmayı gerektirir. Vaziyete bakıldığında ise erdemliliğin iki temel öğesi olan bu hasletlerden yoksunluk, bu uç grubun değişmeyen özelliği olarak ortaya çıkmaktadır.

Memleketin, büyük bir beladan yani kendilerinin de şu veya bu şekilde içinde oldukları asla şüphe götürmeyen terörden kurtulmak üzere olan şu günlerde böyle bir tavır sergilemek tesadüf olmasa gerek.

Esas mesele ne gezi parkı ne de ağaçlar. Mesele 31 Mart Vak’ası’nın cereyan ettiği ve padişah II. Abdülhamit’in tahttan indirilişi senaryolarının, vakti zamanında organize edildiği Topçu Kışlası’nın sembolik bir anlamda restore ediliyor olmasıdır. O günkü olay irtica/ gericilik hareketi olarak nitelenmekte olduğu için, bu gün de irticanın hortlatılması bakış açısıyla meseleye bakıldığı asla gözden uzak tutulmamalıdır. Ama bize sorarsanız 31 Mart olayı başta Yahudiler olmak üzere tamamen dış güçlerin bir organizasyonuydu. Çünkü padişahın almakta olduğu tedbirler devletin düşmanlarını tedirgin ediyordu. Bu gün cereyan eden olaylar da behemehâl bu açıdan değerlendirilmelidir. Mesele öyle basit bir protesto hareketi değildir.

Dikkat edilirse aynı güruh, gösteri merkezi olarak ne hikmetse hep Taksim Meydanı bahanesine takılmaktadır. Taksim eski İstanbul için gerçekten büyük bir önemi haizdi. Zira burası İstanbul’un en yüksek yeri olduğu için şehir suyu buradan taksim edilirdi. Zaten bunun için o semtin adı Taksim olmuştur. Doğrudur, belki o gün bakımından Taksim’in İstanbullu için büyük bir önemi vardı. Ama bu gün için asla öyle bir stratejiden bahsedilemez. Peki, neden ille de Taksim. Tabi ki hır çıkarmak. Başka ne olabilir. Zira yetkililer daha güvenli ve daha elverişli meydanlar önerdikleri halde ille de Taksim demenin acep başka ne hikmeti ola ki! Efendim mesele üzüm yemek değil. Bağcıyı dövmek. Bu, bahse konu güruhun hep izledikleri yol olmuştur. Bükemedikleri bilekleri hep şu veya bu yolla kırmak sevdaları değişmez paranoyaları olmuştur. Kimseler şüphe etmesin, bundan sonra da olacaktır. Binaenaleyh bu, kendilerinin meslekleri olmuştur da ondan. Peki, bu izan ve akıldan yoksunluk sadra şifa getirir mi? Asla. Zira Yüce Yaratan’ın insanlara verdiği en kıymetli sermaye akıldır. Bunu yanlışa kullandığınız an başa bela gelir. Ve dahi “akılsız başın ceremesini ayaklar çeker” duruma mutlaka düşersiniz. Sadece kendinize değil kendinizle birlikte yakın ve uzak çevrenize de zarar veririsiniz.

Fiili hizmet olarak otuz yıldan fazla bilfiil çalıştığım meslekte edindiğim bilgi ve tecrübe, bunun hep böyle olduğuna tanıklık etmiştir. Bu gibi olaylarda, devlete ve millete düşman iç ve dış mihraklar bu güruhu alet olarak kullanmak üzere yedirip giydirerek ve dahi bindirerek kendilerince cephe edinilmiş ortama sürerler. Mesela, 1966’dan itibaren belli bir süre Toplum Polisi müdürlüğünü yapan Sayın Erdoğan Alıveren’in oluşturduğu istihbarat bürosunda çalıştığım bir sırada yegâne vasıtamız olan vosvagen minibüsle Bakanlıklardan Kızılay’a doğru inerken, o yıllarda Güven Park’ın hemen karşısında bulunan Amerikan Haber Merkezi’ne bir grup taraftan Molotoflu saldırıda bulunulduğu anonsunu alınca tesadüfen söz konusu yerin önünde seyir halinde olduğumuzdan hemen müdahale ederek bir kısmını yakaladık. Kendilerini büromuza götürürken tedbir olarak arabada üzerlerinde yaptığımız ilk aramada, mübalağasız olarak hemen hepsinin üzerinde Amerikan sigaraları çıkmıştı. Bu konudaki ” Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” kavlindeki sorularımıza, Anadolu’nun ücra köşelerinden okumak üzere kopup gelen o pırıl pırıl gençlerin yüzündeki mahcubiyet, elan gözümün önünde hazin bir tablo olarak durmaktadır. Ne yazık ki daha başka benzeri olaylara katıldıklarının tespiti üzerine savcılığa sevklerini müteakip bir kaçının tutuklandığı söz konusu olmuştu. Haydi buyurun cenaze namazına!? İşte güzelim Türkiye’nin upuzun hatta İmparatorluk döneminden beri devam ede gelen hal-i pür melali! Tabii ki bunlar tesadüf değil ve olamaz. Bunda, insanımıza anlattığımız birçok şeyin yanında mutlaka anlatmamız ve hatta benimseterek öğretmemiz gereken çok ama çok gerekli şeyleri anlatmadığımız gerçeğinin yatmakta olduğunu istisnasız olarak hepimizin kabullenmesi gerektiğini; bilmem izaha lüzum var mı?

Efendim devlet denen devasa yapının üç temel öğesi kabul görmüştür. Bunlardan birincisi ve olmazsa olmazı insan faktörüdür. Bu olmazsa devlet olmaz. Zira diğer canlıların devlet diye bir yapıları yok. Devlet kurarak yaşama, Yüce Yaratıcı’nın insana özgü kıldığı bir nimettir. Diğer iki öğe ise toprak, yani vatan ve egemenliktir. Tabiidir ki bu sonuncuların teminini de insanlar sağlar. Öyle ise insanımıza devleti iyi anlatmamız lazım. Bakınız bizim ilkokul öğrencilik yıllarımızda Yurttaşlık diye bir ders vardı ki öğretmenlerimiz bunu diğer derslere hep tercih ederek okuturlardı. Bizim kuşak bu gibi bilgilerle devşirildi. Şimdilerde böyle bir ders var mı bilmiyorum. Zira torunumun kitapları arasında böyle bir kitaba tesadüf edemedim. Bu ders, başka konularla birlikte mi anlatılmaktadır onu tespit ettiğimi söyleyemem. Dememiz şu ki, insanımız bu konuda mutlaka, ama mutlaka aydınlatılmalıdır. Ansiklopedik bilgiler tabi ki değerli. Ancak sıralama itibariyle öncelik alması pek akılcı olmasa gerek.

Anlatılanlardan öğrendiğimize göre meselenin toplumu zarara sokar bir niteliği olmasa gerek. Yukarıda da değinildiği üzere, belediye meclisinde meselenin enine boyuna tartışıldığı ve oy birliği ile karar alındığına rağmen böyle bir maceraya düşmenin akıllıca bir şey olduğunu söylemek pek değil hiç mümkün değil. Zira hizmet etmek üzere seçilenlerin oy çokluğu ile değil oy birliği ile aldığı karara binaen yapılan bir faaliyeti engellemeye çalışmak zihinleri fevkalade karıştırır bir içeriğe sahip gözükmektedir.

Güzelim Türkiye, maalesef entrikaların cirit attığı bir görünümden bir türlü kopmadı, kopmuyor, kopamıyor. Geçtiğimiz günlerde bir gazetecinin bir TV kanalında gözlere sokarcasına ve hakkında bangır bangır bağırdığı bir belge, dediklerimize örnek ibretlik bir belge idi. Bu belge, Demokrasi Şehitleri olarak nitelenen Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Poltkan merhumlarının asılması için yalancı şahitlere verilen rüşvetin belgesiydi. Adı geçen sayın gazeteci hodri meydan babında meseleyi dikkatlere sunduğuna bakılırsa demek ki Türkiye’de çok tehlikeli işler tezgâhlanmaktadır. Cidden korkmamak elde değil.

Batılı gazeteci ve entelektüellerin dem vurmaya çalıştıkları Türkiye Baharı sevdalıları dileriz akılları başlara devşirirler. Diyoruz ki etmeyin eylemeyin! Zaten dalgalar arasında boğuşarak yol almaya çalışan Türkiye gemisine zarar verecek şeylerden kaçınalım. Unutmayalım ki bu gemide hep birlikte bulunuyoruz. Bilmeliyiz ki batan geminin malları çok, ama çok ucuza satılmaktadır. Aklıselim sahiplerine cidden çok, ama çok ihtiyacımız var. Zira coğrafyamız oldukça cezp edicidir. Türkiye sevdalılarına selam olsun.