Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Trafik Kültür(süzlüğ)ümüz

polis_dergi_ocak_2014_025 polis_dergi_ocak_2014_026 polis_dergi_ocak_2014_027 polis_dergi_ocak_2014_028Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de trafik sorunu, başta sürücüler olmak üzere karayolunu kullanan herkesin ortak sorunudur. Günümüz dünyasında herkes, toplum hayatının bir gereği olarak, günlerinin önemli bir kısmını yoğun bir trafik ortamında geçirmekte ve risk altında yaşamaktadır. Bu riski en aza indirmek, kişisel sorumluluk bilinciyle kurallara uymada hassasiyet göstermeyi gerektirir.

Biz biliyoruz ki Avrupa ülkelerinde yerleşen Türklerin önemli bir kısmı, bir müddet orada yaşayınca o ülke vatandaşları gibi trafik kurallarına uymaya ve özellikle de hem şehirlerarası hem de şehir içi yollarda emniyet kemeri takmaya başladılar. Türkiye’deyken trafik kazalarına “kader” gözüyle bakıp, emniyet kemeri gibi hayati öneme sahip bir koruma tedbirini genellikle ihmal eden bu insanlara; acaba ne oldu da birden davranışları değişiverdi? Onların davranışlarını değiştiren şey sadece yakalanınca yüklü miktarda ceza ödeme korkuları mıydı? Yoksa okuldaki bir bilinçlendirme sürecinden dönen evladının, safiyane bir üslupla; “Anneciğim, babacığım, bize okulda öğrettiler, emniyet kemeri hayat kurtarıyormuş, sizleri çok seviyorum, buradaki insanlar gibi siz de taksanız ne olur? Demeleri ve onların hayatlarını önemsediklerini göstermeleri miydi?

Ben, ceza ödeme korkusu kadar, çocukların bu telkinlerinin de anne babalar üzerinde etkili olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle de, bildiğimiz klasik eğitimden farklı olarak, bilinçlendirme odaklı tasarlanacak, çocuklarımız ve gençlerimiz üzerinde doğrudan; yetişkinlerimiz üzerinde de dolaylı olarak davranış değişikliği meydana getirecek eğitimlere ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

Eskiden ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin göstergesi olarak; milli gelir düzeyi başta olmak üzere eğitim, sağlık, hukuk ve bilim alanında yaşanan gelişmeler ölçü alınırdı. Son yıllarda buna insana verilen değerin bir göstergesi olarak, trafik kültürünün de ilave edilmeye başlandığını görmekteyiz. Genel anlamda araç ve insanların trafikteki hal ve hareketleri olarak tanımlanan trafik kültürü; bize, insanın kendi hayatını ve sağlığını koruma ve kollama seviyesini; başkalarının hak ve hukukuna riayet etme seviyesini; hukuka ve kanunlara karşı saygı seviyesini; en önemlisi de kişi hürriyetinin sınırlarını bilme seviyesini göstermektedir.

Ülkemiz trafiğinin iyileştirilmesi için; yol yapımından yolların bakımına, sürücülerin eğitiminden trafiğe çıkacak araç sayısındaki düzenlemelere, caydırıcılık unsurunu kullanma adına hukuk alanındaki cezai yaptırımlara ve bu yaptırımların değişen ve gelişen şartlara bağlı olarak değiştirilmesine/geliştirilmesine kadar birçok alanda gerekli önlemler alınmasına rağmen hala istenen sonuçlar elde edilemiyorsa, burada ciddi bir sorun var demektir. Ben bu sorunun büyük oranda trafik kültürü edindirme sürecinden kaynaklandığını düşünüyorum. Eğer bu süreçte bir sorun olmasaydı, bugün bizim insanımız da trafik kurallarının gerekliliğine canı gönülden inanıyor ve uyuyor olacaktı.

Trafik kuralları keyfi değil, uzun deneme ve araştırmalar sonucu edinilen deneyimlerin ürünü olarak konulmuş kurallardır. Bu kurallar batı toplumlarında gelişmiş olabilir. Elbette ki öyle olacaktı. Çünkü onlar üç nesil öncesinden beri trafik ortamında yaşıyorlar. Yani onların trafik kültürü ta dedelerine dayanmaktadır. Bizim geçmişimiz ise büyük oranda kendimizle başlamış, babalarımızla bile değil.  Burada önemli olan trafik kurallarının kimler tarafından bulunduğu değil, bu kuralların insanlığın yararına olup olmadığıdır. Öyle ki kural ihlalleri sonucu yaşanan kazalar ve ölüm vakaları, bu kuralların insanlığın yararına olduğuna dair hiçbir şüphe bırakmamaktadır.

Trafik düzenine saygı; aynı zamanda ortak yaşam alanımız içindeki diğer insanlara da saygı demektir. Bir insan olarak başkalarına saygı, onların gözünde diğer bir insan olan bize saygı duyulmasını da sağlayacaktır. Saygının kaynağı elbette ki bir ahlak düzeninin en önemli erdemi olan insan sevgisidir. O halde insan sevgisi; diğer insanlara saygılı olmayı, gerektiğinde sabırlı olmayı, tahammül edebilmeyi ve hoşgörülü davranabilmeyi gerektirir. İşte bütün bunlara en çok da trafik ortamında ihtiyaç duymaktayız.

Tam da burada bir toplantıda Milli Eğitim Bakanlığı yetkilisinin bir başka üst düzey yetkiliden nakille anlattığı hikâyeyi anlatmadan geçemeyeceğim: Bir Japon Türk’ün evine misafir olmuş. Türkün misafirperverliğinden çok etkilenmiş. Sabah olunca ev sahibi Türk Japon misafirini arabasıyla gideceği yere bırakmış. Yolda giderken Türk’ün agresif davranışları, diğer sürücülere sataşarak araç kullanması Japon’u çok şaşırtmış. Durumu bir başka Türk dostuna anlatmış. Bu çelişkili durumun nedeninin ne olabileceğini sormuş. Türk dostu “Şaşıracak bir durum yok, gayet normal, çünkü bizim çok eskiye dayanan bir misafirperverlik kültürümüz var ama trafik kültürümüz için aynı şeyi söylemek mümkün değil.” demiş. Anlatan yaşanmış olay gibi anlattı ama ben başta hikâye dedim. Çünkü böyle bir şeyin kurmaca mı yoksa gerçekten yaşanmış mı olduğunu bilmiyoruz. Bu durumda olayın aslına değil faslına bakmak gerekir deyip devam edeyim.

Trafik kazalarını incelediğimizde, çoğu durumda gerçekten de insana saygı ve sevginin eksikliğini görürüz. Kendisine, yaşama, diğer insanlara saygısı ve sevgisi olmayan biri, hiç çekinmeden içkili araba kullanabilir. ‘Ben iyi bir sürücüyüm, kimseye zarar vermeden içkili de araba kullanabilirim’ diye düşünerek trafiğe çıkan kişi, her kim olursa olsun, bir insan olarak hem kendini tanımaktan yoksun, hem de ahlaki yönden özürlü biridir. Böyle birisi, diğer insanlarla, kurallara saygı temelli bir ilişkiye asla giremez. Trafiği oyun sanan, macera sanan, bilinçsiz, saygısız bir sürücünün, öfkesine hâkim olamayan, benliğinin esiri bir katilden hiçbir farkı yoktur. Bu gibiler ahlak bilincinden yoksun oldukları için, insanlara verdikleri zararın, yaptıkları kötülüğün çoğu zaman farkında bile değillerdir. Trafik ortamının merkezinde kendini gören, yaptıklarının diğer insanlara vereceği zararı düşünemeyen birisine, en hafifinden dense dense; “birlikte yaşamanın gerektirdiği ahlaki incelikten nasibini alamamış talihsiz” denebilir. Bu nedenden dolayı, trafik düzenini bir yönüyle o toplumun ahlaki düzeninin bir yansıması olarak görmek gerekir ve zaten günümüz dünyasında da öyle görülüyor.

Esasen trafik kurallarına uyma ile demokratik olma arasında da sıkı bir bağ vardır. Trafik kurallarına uymayanların, trafikte kurnazlık yaparak öne geçtiğini sananların, gördüğü her boşluğa girmeye çalışanların, bu davranışlarının temeline inildiğinde; demokrasiyi yeterince hazmedemedikleri, insan haklarına saygıda ve hukukun üstünlüğünü kabullenmede hala sorunlu oldukları görülecektir.

Trafik, tüm insanlığın ortak sorunudur. Bu konu ile ilgili herkesin duyarlı olması gerekir. Bir bireyin trafik kurallarına kendisi uyarak sorunun çözümüne katkı sağlaması, en basit anlatımıyla, bir insanlık görevi olarak değerlendirilmelidir. Bu duyarlılığı oluşturabilmek ve trafik sorununa kalıcı çözümler üretebilmek için, ilgili kurum ve kuruluşlar ile sivil toplum örgütlerinin işbirliğine ve desteğine her zaman ihtiyaç duyulmuştur, bundan sonra da duyulmaya devam edecektir.

Okullarımızda, sürücü kurslarımızda trafik kuralları öğretiliyor, uygulaması gösteriliyor ya da biz öyle sanıyoruz. Sürücü belgesini alıp direksiyona oturan sürücülerimizin önemli bir kısmı maalesef, sanki o kurallar sadece sınavları geçmek için kendilerine öğretilmiş gibi davranıyor ve kuralları ihlal ediyorlar. Bu da trafik eğitimimizde bir eksiklik olduğunu gösteriyor. Demek ki insanımıza, trafik kurallarını yeterince benimsetememiş ve içselleştirmelerini sağlayamamışız demektir.

Yine sürücülerimizin önemli bir kısmının, ilginç bir gözü karalık-tevekkül ve inat karışımı bir yaklaşımla, emniyet kemeri takma gibi en basit bir güvenlik tedbirini almayı ihmal ederek adeta kadere meydan okuduklarını görüyoruz. Bugün hala ülkemizde, “Trafikte ölsem, demek ki yazgımda bu varmış”, “Kazada hayatını kaybetti, demek kaderi buymuş!” türünden söylemleri sık sık duymaktayız. Oysa yapılan araştırmalara göre, trafikte hayatını kaybedenlerin yarısından fazlası, eğer kemer takmış olsalardı, bugün hayatta olacaklardı. Kemerin nasıl bir güvenlik önlemi olduğu ispatlandığı halde, kemer takmadığı için araçtan fırlayarak hayatını kaybeden ya da sakat kalanlar için söylenecek söz bulamıyoruz.

“Önce deveni bağla, sonra tevekkül et” bir Peygamber buyruğudur. Hız kurallarını ihlal etme ve kemer takmama gibi tevekkül öncesi alınması gereken tedbirleri almadan, “Allah kerim” diyenlerin davranışlarının; ne akla, ne mantığa, ne de dini ölçülere göre kabul edilebilir bir yanı yoktur.

Trafik kazalarının en başta gelen nedeninin aşırı hız olduğu artık herkes tarafından bilinmektedir. Hızın aşırı oluşu; elbette ki yolun, arabanın ve trafiğin durumuna da bağlıdır. Peki, şartlar tamam olsa bile hız yapmaya, yolda slalom yaparak herkesi geçmeye gerçekten ihtiyaç var mı? Yarışa, teste, maceraya çıkmıyoruz ki, yolculuk yapıyoruz. Aşırı hız, aynı zamanda sürücünün de yolcuların da psikolojisini olumsuz etkiliyor. Özel merakı olanlar, otomobil yarışlarına katılabilir. Ama hiç kimse bunu yollarda denemeye kalkmamalıdır. Yolculuk amaçlı tasarlanmış trafik ortamında hız yapmaya, insanları germeye kimsenin hakkı yoktur. Trafikte herkesin; makul, ölçülü, itidalli, tedbirli olma ve insan hayatına değer verme sorumluluğu bulunmaktadır. Aksi davranışların; insan ve çevreye zarar vermeden tutun kul hakkına tecavüze kadar birçok hukuksuzluğu beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz. Bu da kanaatimce hem bu dünyada hem öbür dünyada hesap vermeyi gerektirir.

Sonuç olarak trafik kurallarına önce kendimiz uyalım, model insan, örnek insan olalım, diğer bir deyişle değişime önce kendimizden başlayalım. Ancak bu şekilde yetişen kuşaklar üzerinde tesirli olabilir ve trafik kültürümüzün gelişmesine katkıda bulunabiliriz. Aksi takdirde bizler de “Neden yapmadığınız şeyleri söylüyorsunuz.” ilahi ikazının kapsamı alanına girmiş oluruz…