Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

TRAFİK HUKUKU VE CEZA REJİMİNDE BİLİNÇLİ TAKSİR KAVRAMI

 

                Baki ÖZER                                             Fatih VURSAVAŞ

          2.Sınıf Emniyet Müdürü                                       Komiser

    Trafik Araştırma Merkezi Müdürü           Trafik Araştırma Merkezi Müdürlüğü

 

III.Ceza Hukukunda Kast ve Taksir Kavramları

 

Ceza Hukukunda suçun manevi unsuru “kast” ve “taksir” olarak iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Ceza Hukukunda kusurluluğu açıklama bakımından gelişmiş iki teoriden biri olan psikolojik kusur teorisinde kusurluluk failin suçun objektif unsurları arasındaki psikolojik ilişki olarak görünmektedir. Bunun sebebi olarak ise, suç unsurlarının maddi ve manevi olarak ikiye ayrılmış ve failin sübjektif durumunun suçun objektif unsurları ile olan ilişkisi şeklinde açıklanmış olmasıdır (Jescheck,1988). Ancak psikolojik kusur teorisi kastı açıklayabilmektedir, ancak şuursuz (bilinçsiz) taksirde failin sorumluluğunun temelini izahta yetersizdir (Rittler, 1954). Psikolojik teori, kusurlulukta bilinçsiz taksiri bir kusurluluk şekli olarak açıklayamadığı iddiası üzerine,genellikle 1907’lerde normatif kusur teorisi ortaya çıkmıştır. Bu görüşe göre, kusurluluk birinin oluşturduğu kusurlu iradesi sebebiyle hukuk düzenince kınanmasıdır (Maurack vd, 1965).Taksirde ise fail kendisinden beklenen özeni göstermeyerek kusurlu irade oluşturmuştur (Bak. Önder,  260).

 

Kast, kusurlu iradenin tipik, hatta bir anlamda gerçek biçimini ifade etmektedir (Gallo,1964). Suç, kanunun bir emrinin ihlali olduğundan, bu emre karşı gelme veya isyan etme, ancak failin yasaklanmış fiili istendiğinde tamdır (Toroslu, 2001).

 

Kanunumuz 45. maddesinde “cürümlerde kastın bulunmaması cezayı kaldırır” demekte fakat kastla ilgili bir tarif vermemektedir. Kanunun bu ifade tarzının bazı sonuçları vardır. Bunlardan birisi cürümlerde kastın temel kusurluluk şekli olduğunu belirtmektedir. Böylece taksirli suçların kanunun açıkça gösterdiği hallerde cezalandırılabilir olduğu tespit edilmektedir. Esasen kastın bulunmaması halinde faile ceza verilmeyeceği 45. maddede gösterildikten sonra,”failin bir şeyi yapmasının veya yapmamasının neticesi olan bir fiilden dolayı o fiile ceza tertip ettiği ahval müstesnadır” derken, kanun, taksirli fiillerin ve netice sebebiyle ağırlaşan suçların da cezalandırılabileceği prensibini koymaktadır (bak. Önder, 261). Bu hüküm, bir yandan kastın aşılması suretiyle işlenen suçlardan dolayı failin cezalandırılmasına imkan verirken, öte yandan da taksir adı verilen kusurluluk esasına göre cezalandırma imkanını ortaya koymaktadır. Kusurluluğun ikinci türü olan taksir, istisnai bir nitelik taşır, yani bir fiilin taksirli şeklinin cezalandırılabilmesi için bunun kanunda açıkça öngörülmüş olması gerekir. Kanunumuz, 45. madde hükmü ile taksirli sorumluluğu, istisnai de olsa, kabul etmiş, ancak kast kavramı gibi bu kavramı tanımlamamıştır. (Toroslu, 2001)

 

Bazı kanunlar taksiri (İsviçre,18; Brezilya,15/II;Yunan, 28; Yugoslavya, 7/3; Avusturya,6; Küba,9) tarif etmekte hatta bunların bazıları şuurlu (bilinçli, öngörülü) ve şuursuz (bilinçsiz) taksir ayırımına da yaptıkları tarifler içinde yer vermektedirler. (Bak. Önder, 299)

 

Taksirle ilgili olarak tartışma konusu yapılan bir başka sorun da, kusurlu davranışın, sadece şansa bağlı olan zararlı sonucun (ölüm, yaralanma gibi) gerçekleşip gerçekleşmemesinden tamamen bağımsız olarak mı cezalandırılacağı, yoksa zararlı sonucun ortaya çıkması halinde daha ağır şekilde mi cezalandırılacağı sorunudur. Her ne kadar kınanabilirlik, suç işleme yeteneği ve özel önleme yönünden davranışın büyük bir önem taşıdığında kuşku yok ise de, objektif esaslara dayalı bir ceza hukuku sistemi, basit bir taksirli ihlal ile zararlı sonuçlara neden olan taksirli ihlal arasında bir ayırım yapmak zorundadır (Toroslu, 2001)

 

Kanun koyucu, geleneksel anlayışa bağlı kalarak, taksirli suçların kasıtlı suçlardan daha hafif olduğu ve dolayısıyla daha hafif şekilde müeyyide altına alınmaları gerektiği görüşündedir. Ancak bu, özellikle kusurluluğa dayanan, buna karşılık taksirli suçlunun modern toplumdaki objektif ve subjektif tehlikeliliğini gözardı eden bir görüştür. Taksirli suçta, kasıtlı suçtakine nazaran, kusurluluk daha az ise de, failin sosyal tehlikeliliği zorunlu olarak daha az değildir (Toroslu,2001). Nitekim günümüzde taksirli suçlular, örneğin trafik suçluları çok defa herhangi bir kimseye karşı patlamaya hazır bir bombadan farksızdırlar (Bak.Önder 328).

 

Hukukumuz bakımından taksirden doğan kusurluluk ve sorumluluk belirlenirken bir ayrım yapılmamıştır. Bu nokta TCK’ nun 29’ uncu maddesi hükmü dikkate alınarak, iki sınır arasında ceza tayininde kusurun yoğunluğu gözetilerek ceza tayini suretiyle dengelenmektedir. Aynı şekilde, TCK’ nun 455 ve 459’uncu maddeleri son fıkraları uyarınca, kusur oranına göre cezadan indirim yapılmaktadır. Bu maddelerin uygulanmasında, 2 kişi de ölse 20 kişi de ölse ceza tayini yönünden kanunda açık bir ayrım bulunmamaktadır. Belirtilen eksiklik, iki sınır arasında ceza tayini suretiyle asgari sınırın aşılması, para veya tedbirlerden birine çevirme yahut çevirmeme, erteleme veya ertelememe ile halledilmeye çalışılmakta ise de, bu kez de takdire dayanan bu konularda farklı uygulamalara yol açıldığı görülmektedir (TBMM Araştırma Komisyon Raporu, 2001).

 

İş kazaları, trafik kazaları ve diğer meslek kazaları Türk Ceza Kanununun (455, 459)  maddelerine göre değerlendirilmektedir. Örneğin TCK’ nın 455/1 inci maddesiyle uygulama yapabilmek için tedbirsizlik, dikkatsizlik veya meslekte ve sanatta acemilik ya da nizamet, evamir ve talimata riayetsizlik  gibi kusurluluk hallerini belirtmektedir. Yasa, toplum için bir takım zararlı sonuçlar doğurabilecek hareketlerde bulunanların örneğin motorlu taşıt araçlarını kullananların vb. daha özenli, dikkatli, basiretli davranmalarını, başkalarının haklarına saygı göstermelerini ve gözetmelerini istemiş, bu nedenle bazı önemli taksirli hareketleri cezalandırmıştır. Öğreti ve uygulamada taksirin unsurları; a) Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması b) Hareketin iradiliği, c) Neticenin iradi olmaması, d) Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması,e) Neticenin öngörülebilmesi, şeklinde kabul edilmiştir. Yasa koyucu, taksirli suçların neler olduğunu tespit ve cezalandırırken, toplumda o anda yaygın olan ortak tecrübeye dayanarak belirli meslek grubunda çalışanları daha dikkatli olmaya zorlamıştır (Erol, 2000).

           

TCK ve KTK’ nun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine İlişkin Kanun Teklifi İle Adalet Komisyon Raporuna (2000) göre, Türk Ceza Kanununun 455 ve 459. maddeleri, trafik kazaları için hazırlanmış özel maddeler olmayıp her türlü taksirli suçlarda kullanılan genel maddelerdir. Bir hekimin ihmali sonucu hastalığı artan ya da ölen bir hastanın durumu da, bir iş kazasında yaralanma olayı da, bir ateşli silahın yanlışlıkla patlaması sonucu meydana gelen bir yaralanma ya da ölüm olayı da bu madde kapsamında değerlendirilmektedir. Türkiye’de taksirle suç işleyenlerin sayısı, araç ve sürücü sayısı ile iş sahalarının olağanüstü artmasına koşut olarak hızla yükselmiştir. Özellikle trafik kazaları ve bu kazalarda ölen ve yaralanan insan sayısı dünya ölçülerinin çok üstüne çıkmış, bu suçu işleyenlere verilen cezalar; suçu önlemede yetersiz kaldığı gibi, kamu vicdanını ağır şekilde yaralar hale gelmiş ve toplumdaki adalet duygularını zedeleyecek boyutlara ulaşmıştır. Özellikle taksirli suçlarda uygulanan cezalandırma sistemi, toplumun isyan duygularını artırmıştır. Ağır kusurlu olanların dahi, ceza alsa bile, bu cezanın paraya çevrilebilir ve tecil edilebilir olması, toplumda suçun cezasız kaldığı izlenimini vermekte, suçu önlemek için bir yana adeta özendirmektedir (www.tbmm.gov.tr).

TBMM Araştırma Komisyon Raporuna (2001) göre, motorlu araçlarla işlenen ve öldürme ya da yaralama ile sonuçlanan trafik kazalarında bu suçlara ilişkin kusurluluk şekli, özellikle alkollü araç kullanılması sonucunda işlenen suçlarda kusurluluğun derecesini yeterince ortaya çıkarmamaktadır. Zira, uyuşturucu ve keyif verici maddeler ile alkollü araç kullanılması sonucunda işlenen eylemlerde, fiil ve sonuç arasında ortaya çıkan nedensellik değerine bağlı cezai yaptırımını, ceza hukukundaki klasik kusur teorisiyle açıklamak son derece güçtür. Çağdaş ceza kanunlarında, kusurluluğun bir türünü oluşturan ve taksirin daha da yoğunlaşmış şekli olan ‘bilinçli taksir’ kavramına Ceza Kanununda yer verilerek, faildeki tehlikelilik haliyle orantılı cezanın, genel ve özel önleme fonksiyonlarının gerçekleştirilmesi yönünde bir eğilim görülmektedir. Trafik Denetimine Bilimsel Yaklaşım (1999) adlı araştırmaya göre, trafik cezalarını caydırıcı olması konusu, trafik kazaları ile mücadele politikasının ana uğraşlarından biri haline gelmelidir. Uygulanan cezanın, ‘yeterliliği ve tahsil edilebilirliği’ caydırıcılığın temel unsurlarındandır.

Taksirin ne olduğunu tespit edebilmek için önce kasta yaklaşan üst sınırının belirlenmesi gerekir. Kast, bilmek ve istemek olunca, taksir için aranacak şartlar bilmek ve istemenin dışında olacaktır. Failde, unsurları bilmesi kastın varlığı için aranan bir şart olunca, bilgisizlik taksirin bilinçsiz taksir şeklini karşılar (negligentia). İstemek kastta ikinci unsur olunca, failin neticeyi istememiş olması taksirin ikinci şekli olan bilinçli taksiri tespit edebilmemize (luxaria) imkan verir (Bak. Önder 301).