Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Polisin Holiganizm ve Vandalizm Karşısındaki Durumu

 

image002

Bilindiği üzere, bu kavramların ikisi de Türkçe değil. İster istemez birçok kavram gibi Batı dillerinden dilimize geçmiş ve kullanımları bakımından en az her hangi bir Türkçe kavram gibi, biraz da bir türlü yenemediğimiz Batı özentisi sayesinde, çok rahat olarak günlük konuşmalarımızda mekân tutmuş iki kavramdır.

Kim ne derse desin mevcut fantezilerine rağmen bize göre bu her iki kavram, aslı ve esası bakımından “şehir eşkıyalığını” ifade etmektedir. Diğer bir ifadeyle, kendilerini daha tanıma fırsatı bulamadığımız günlerden önce bizdeki karşılıkları “serserilik” veya “başıbozukluk” idi. Kanaatimizce hak edilen tam karşılığı da bu olsa gerek.

Keza bilineceği üzere talan, tahrip ve saldırı işlerini kendilerine adeta meslek edinen bu gruplar, sosyo-psikolojik, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik mazileri bakımından her hal ve şartta daima polisin kaçınılamayan ilgi alanını oluşturmuşlardır. Ancak bu güruhun geçmişteki hal ve hareketleri daha çok bireysel eylemler şeklinde kendini gösteriyor olmasına rağmen, maalesef günümüzdeki hal ve hareketleri itibariyle genel kitleye orantıları açısından “uç gruplar” şeklinde ifade ediliyor olsalar da, fevkalade dikkat çekici bir görünüme sahip oldukları hususunun, asla göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünmekteyiz.

Biri diğerinin tamamlayıcısı durumunda olan ve hemen her platformda polisin günlük meşgalesini oluşturan bu grup; kırıp dökme, yakıp yıkmayı ifade eden ve maalesef bir pervasızlık içerisinde gündeme gelen ve daha çok “Vandalizm” şeklinde ifade bulan bu tavırlarının örneği veya öncesi, Tarih içerisinde “bar bar” (vahşi veya gayri medeni) tabir edilen kavimlerin göçü esnasında Vandallar ismiyle ün yapmış olan bir kavmin, yerleşik eski Roma ve Yunan Medeniyetine dair tüm eserleri kırıp dökme, tahrip ve talan etme eşkıyalığından kök aldığını kabul etmek gerekmektedir. Bunun bir benzerini de Moğol istilası sırasında kendi bölgemizdeki yıkım hareketi gösterilebilir. Deniyor ki, o tarihlerde ciddi bir kültür ve medeniyet kenti olan Bağdat’ta bu insanlar eliyle yapılan tahribat cümlesinden olarak kütüphanelerin talan edilerek birçok bilimsel eserin Dicle nehrine dökülmüş olması sebebiyle, Dicle nehrinin uzun süre mürekkep şeklinde aktığı söz konusu olmuştur. 

Şimdi meseleye bu noktadan bakıldığında, gerek Vandalların ve gerekse Moğolların yaptıkları tahribat, kendi kazanç ve kıymetlerine değil, asla emek vermedikleri ve kıymetlerinin farkında olsunlar veya olmasınlar bir başkasının kazanç ve kıymetlerinin tahrip ve talan edilmesi şeklinde olmuştur. Ama gelin görün ki, Vandalizm şeklinde ifade edilen günümüz tahribatları, bu yön ve yan itibariyle geçmişteki örnekleriyle asla örtüşmemektedir. Zira “Anti sosyal kişilik bozukluğu” şeklinde ifadeye konuyor olsa bile bize göre bu, resmen vatan hainliğidir. Zira kendi değerlerimizin hebası, bir başkasının eliyle değil, bizzat bizden birilerinin eliyle yok edilmesi şeklindedir. Yukarıda da değinildiği üzere gerek “Vandalizm” ve gerekse “moğolizm” şeklinde değinilen tahrip ve talanlarda, talan edilen kıymetler kendilerinin değil, bir başkasının kazanç ve kıymetlerinin tahrip ve talanı şeklinde olmuştur. Bu açıdan meseleye bakıldığında yukarıdaki “vatan hainliği” tespiti, bir yakıştırma değil tas tamam bir gerçeğin ifadesi olmaktadır. Ve ne yazık ki bu mesele adeta polisin “baş belası” halini almıştır. Tabii olarak malı ve serveti yok edilen kamu ve özel sektör için de aynı şekilde bir “baş belası” halini almıştır.

Bu güruh hakkında yaptığımız bu ihanet tespiti, eylemlerinin görüntüye getirilmesi sırasında ve bir de bazı medya organlarında ifade bulan ve akl-ı selim herkesi hayrete düşüren yaklaşımlardan kaynaklandığını belirtmek bu konudaki haklılığımızı pekiştirmek için önem arz etmektedir.

Binaenaleyh hemen her kesin dikkatini çeken ve İstanbul’un fethini bir zulüm olarakkabul edip bu düşüncelerini gizleme ihtiyacı duymaksızın kırmızı yazılarla bir duvara nakşettikleri bu yazının altında arz-ı endam ederek güya gösteri(!) yapıp, her tarafı yıkmak, tahrip etmek ve dahi yakmak ve kendilerine engel olmak isteyen polise, molotof bombalarıyla saldırmak ve millet malı olan polis araçlarını büyük bir kinin eseri görüntüsü veren hararetli davranışlarıyla yakmak ve tahrip etmek acaba daha başka hangi kavramla izah edilebilir.

Bu fevkalade çirkin yaklaşımı, Türkiye’nin yüksek sürümlü bir gazetedeki köşesinde ders verir mahiyette eleştiren bir yazarın da tespit ettiği üzere; hâlbuki Alparslan, yendiği Romen Diyojen’e esir muamelesi yapmamış ve korunması amacıyla emrine tahsis ettiği bir kuvvetle kendi memleketine yollamıştı. Alparslan’ın koruma görevli askerlerinin geri dönüşünden sonraki bu yolculuk esnasında Romen Diyojen’i yakalayarak gözlerine mil çektikten sonra kendi başına ölüme terk edenler Romen Diyojen’in kendi adamlarıydı. 

Şimdi tüm bu tespitler, acaba bizim bu kişiler hakkında yukarıda sözü geçen yaklaşımda bulunmamızı haklı kılmıyor mu?

Fevkalade ilginçtir ki bu tür yaklaşımlar, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün tüm yokluk ve çaresizliğe rağmen Anadolu insanını işgalcilerin zulmünden korumak için yaptığı çırpınışlar esnasında da vuku bulmuştur. Böyle bir güruhun düşmana sır sattıkları ve Kuvayı-ı Milliye aleyhine faaliyetlerde bulundukları, dönemin yazarları arasında önemli bir yere sahip olan Halide Edip Adıvar’ın filme çekilmiş romanlarından anlıyoruz. İşgal altındaki İstanbul’da keyif çatan ve bu esnada işgal kuvvetleri yetkilileriyle dirsek temasında bulunanların bu hal ve hareketlerini, Sodum ve Gomore adlı eserinde dile getiren Yakup Kadri Karaosmanoğlu‘nun buna benzer tespitleri acaba bu hususta bize bir fikir vermiyor mu? Demek oluyor ki o gün ki bedbahtlar maalesef bu gün de aramızda mevcutlar. Ne diyelim kader utansın.

Vaziyete bakıldığında, özellikle, polisin bu güruhla daha uzun süre cebelleşeceği “Perşembenin gelişi Çarşamba’dan bellidir” misali, kendini belli etmektedir.

Medeni dünya polislerinin belli başlı donanımlarıyla donatılan polisin bu teknik donanımlarıyla duruma müdahalesi dahi ne hikmetse belli odaklar tarafından ha bir eleştiriye uğramaktadır. O eleştirenlere, daha başka nasıl bir müdahale yapılmalıdırın sorusu mutlaka sorulmalıdır. Sorulsa dahi akılcı olmayan birçok cevap alınacağına hiç kimsenin şüphe ve tereddüdü olmamalıdır. Zira her tür saldırganlığı özgürlükle ifade eden bir zihniyetten başka bir şey beklenemez ve beklenmemelidir de!

Peki bu beyefendi ve hanımefendiler, sadece bir saatliğine polisin var olmadığı bir anda acaba sokakta gezmeleri veya evinde korkusuz ve huzur içinde bulunmalarının mümkün olup olmayacağını hiç düşündüler mi?!

Ne hikmetse sürekli özgürlük kalkanının arkasına saklanarak her türlü melaneti gündeme getiren bunlar, acaba kargaları dahi kendilerine güldürdüklerinin farkındalar mı? Zira özgürlük her insanımızın sahip olduğu bir nimettir. Ve her özgürlük bir başka özgürlükle sınırdaştır. Hukuki tespitlerin dışında arada hiçbir fiziki engel bulunmayan bu alanlara haksız olarak girmek ve çıkmak her hal ve şartta mümkün iken peki bu husus hiç düşünülmez mi? Tabii ki düşünülmelidir. Esasen bu mütecavizler bunun hem düşüncesi hem de farkındalığı içindeler. Ancak pervasızlıkları ile yüzsüzlüklerinin kendilerini gizlediğini sanarak, bu ham hayal içerisinde akıl almaz davranışlarına bir marifetmiş gibi devam etmekteler. Rast gele!

Son söz olarak genç meslektaşlarımıza, kendi haklarında uydurulan teraneye hiç aldırmamalarını salık veririz. Zira 1960’lı ve müteakip yıllarda sadece savunma aracı olarak kullandığımız ve kalkandan yoksun copu dahi hep tenkit edip durdular. Oysa yüzümüze tükürmeleri, galiz küfürlerle namus ve mukaddesatımıza saldırılırı, birkaç akl-ı selim gazeteci hariç, hiç kimse dile getirmiyordu. Ne zaman ki kendileri mağdur olunca o zaman polise sığınmalar oluyordu. Bu gün, asla dünden farklı değil. Hiçbir zaman moraller bozulmamalıdır. Bir gün gelecek siz de muhtemelen bizim gibi bu gününüzü yazacaksınız.

Bu kutlu ve o derce de onurlu olan hizmetinizde başarılar dileriz. Sizler doğru ve adil oldukça hiçbir bıçak sizi asla kesemez. En iyi ve başarılı günler sizin olsun. Kalın sağlıcakla.