Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Osmanlı’nın Budin Eyaletine (Macaristan’a) Gezi

polis_dergi_ocak_2014_040 polis_dergi_ocak_2014_041 polis_dergi_ocak_2014_042 polis_dergi_ocak_2014_043          Emekli olduktan sonra yurtdışı gezileri yapabilir miyim gayreti ve arayışı içine girdim. İmkânım elverdiği ölçüde bu niyetimi gerçekleştirdim de…

          Birinci gezimi Macaristan’a yani Osmanlı İmparatorluğu’nun “Budin eyaletine” yapmaya karar verdim. Piyasadan yaptığım araştırma sonunda bana uygun olduğunu düşündüğüm bir turizm firmasıyla bu geziyi yapmaya karar verdim. Budapeşte, Viyana ve Prag şehirlerini kapsayan 6 gece 7 gün sürecek gezi için, 7 Mayıs 2011 Cumartesi günü Macar hava yolları ile Budapeşte şehrine ulaştık.

          Ülkemize yakın oluşu ve bir zamanlar bize ait olması nedeniyle geziyi anlatmaya ”Tuna’nın incisi” olarak da tanımlanan Budapeşte şehrini ve çevresini tanıtmakla başlayacağım.

          BUDAPEŞTE:  11 Milyon nüfuslu Macaristan Cumhuriyeti’nin 2 Milyon nüfuslu başşehri. Şehrin ortasından dev gibi Tuna nehri geçmektedir ki bu nehirle ilgili ne marşlar, ne şiirler, ne türküler vardır dilimizde ve oralara olan hasret ve özlemimizi de yansıtırız bunlarda. Tuna nehri, 8 devlet, 4 başkent geçip 3.000 Km. yol kat ederek Karadeniz’e dökülmektedir. Nehirde yük ve yolcu taşımacılığı önemli yer tutmaktadır.

          Budapeşte Osmanlı’nın Budin adını verdiği Macarlar’ın Buda dediği Tuna’nın sağındaki kale şehir ile solundaki Peşte şehirlerinin köprüler ile birleştirilmesi sonucu tek şehir (Budapeşte) haline gelmiş.  Nehrin üzerinde toplam 10 köprü bulunmakta, bunlardan 4’ü gerçekten çok görkemli hele bir tanesi 18.yy.da hizmete açılmış olan köprü bizim Boğaz köprüsünü anımsatmaktadır.

          Budin ile tanışıklığımız, Kanuni Sultan Süleyman’ın 1526 tarihindeki Mohaç Savaşı ile başlamış, bu savaş çok kanlı olmuş 2,5 saat içerisinde 25 bin Macar askeri yok edilmiş, zaferden sonra Budin’i almışız.  Macarlar kaleyi geri almışlar nihayet 1541 yılında Macaristan’ı tümüyle Budin eyaleti adıyla Osmanlı’ya bağlı hale getirmişiz.  Yani 1526 Mohaç Zaferi, 1529 Kanuni’nin 1.Viyana kuşatması sonunda bu topraklar Osmanlı’ya ait hale gelmiş, 1683 tarihinde İkinci Viyana kuşatmasının bozgunla sonuçlanması sonrasında ise tamamen elimizden çıkmıştır, yaklaşık 150 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmıştır.

          Kaleye doğru çıkarken önce Gülbaba türbesini ziyaret ediyoruz.  Asıl ismi Cafer olan Gülbaba bir Bektaşi dervişi, 1532 yılında buralara Devlet tarafından görevlendirilmiş bir tekke kurmuş, yoksul halka yemek dağıtmış, onlarla kaynaşmış, dertlerini dinlemiş, görevi yerli Hıristiyan halka Osmanlı’yı, Türkler’i, Müslümanlığı sevdirmektirÇok da başarılı olmuştur. 1541 de şehrin alınışı sırasında şehit düşmüş, cenaze namazına Kanuni Sultan Süleyman bizzat katılmış ve bir türbe yapılmış anısına, sonra yenilenmiş türbe 1997 de Süleyman Demirel Macaristan’ı ziyaret ettiğinde burayı da ziyaret etmiş Gülbaba’nın bir heykelinin de konulmasını sağlamış, heykelde Gülbaba derviş kıyafeti ile sağ eli solda kalp hizasında tevazu içinde insanlara yardıma hazır vaziyette durmaktadır.

          Budin kalesi şehre hakim bir tepede, kaleye 140 basamak merdivenle çıkılmaktadır.  Kalenin bulunduğu yere büyük ve gösterişli bir kilise inşa edilmiş durumda, bir Macar kralının at üzerindeki heykeli tam kale meydanında, gene buradaki bir manastır kalıntısının üzerine Budapeşte Hilton oteli yerleştirilmiş.  Kalenin 7 kulesi var, otağ şeklinde.  Etraf hediyelik eşya satan işyerleriyle dolu.

          Budin kalesini düşmana teslim etmeyip savaşarak şehit olan Budin eyaletinin son valisi Abdurrahman Abdi Arnavut Paşa’nın mezarını ziyaret ettik.  Mezar taşında Macarca “Török (Türk) Hodaldsag 70 yaşında şehit düştü. Kahraman düşmandı, rahat uyusun” yazısını okuduk.  Elbette Macarların bu asil davranışı (düşmanına kahraman diyebilmesi) bizi memnun etti ve duygulandırdı.

          Macarların eğlence ve yemek kültürünü tanımak amacıyla akşam şehrin 25 Km. kadar dışında, banliyösünde bulunan eskiden şarap mahzeni olan, her haliyle meyhanemsi bir havası olan taverna türü bir eğlence yerine gittik.  Macar Çigan müziği eşliğinde Macar halk dansları ve halk ezgilerinden örnekler izledik, hoş bir gece keyifli ve eğlenceli bir akşam yemeği oldu.  “Üsküdara giderken aldı da bir yağmur şarkısını da çok güzel çalıp söylediler.”  Yemekte Gulaş (Osmanlı’da kul aşı olarak biliniyor, dana eti, patates, havuçtan oluşuyor ve soslarla tatlandırılıyor), Hindi, tavuk eti ve de kaz ciğerli pilav ile tatlı vardı.  Lezzetli ve doyurucu bir yemekti.

          Şehrin tam merkezinde Kahramanlar meydanı olarak adlandırılan ve anıtlarla süslü yerine geldik.  En önde at üzerinde 7 insan heykeli, rehberimizin verdiği bilgiye göre Macarlar da bizim gibi Orta Asya’dan Karadeniz’in kuzeyinden geçerek 896 yılında buralara gelmiş ve vatan edinmişlerdi, 7 atlı heykel 7 kabile reisini temsil ediyordu ve ilk gelen bu 7 kabilenin 2’si Türk’dü.  Kahramanlar meydanı ve anıtının 1896 yılında bininci yıl anıtı olarak düzenlendiğini, anıtın yarım ay şeklinde düzenlenmiş 2 ayrı bölümünün olduğunu en üstte, sol tarafının en sağında 2 atın çektiği bir savaş arabası ve savaşçının olduğunu, sağ taraf kaidenin en solunda ise gene 2 atın çektiği araba ve üzerinde elinde defne dalı bulunan insan heykelinin barışı temsil ettiği, anıtın alt bölümünde gene Macaristan’ın en önemli, ismi bilinen 14 kralının heykeli olduğu bilgisini alıyoruz.  Gene burada anıtın önünde kahramanları temsil eden bir anıt mezarın olduğunu ulusal anıt olarak değerlendirildiğini ve kutlamaların ve anmaların burada yapıldığını öğreniyoruz.  Kahramanlar Meydanı gerçekten çok güzel, anıt çok görkemli…

          Dünya Turizm Kuruluşunca Budapeşte’nin en iyi ışıklandırılmış şehir olarak seçilip ilan edildiği bilgisini alıyoruz ve şehri gece görmek üzere 48 kişilik gurubumuzla Tuna nehrinde tekne gezisine çıkıyoruz, verilen kulaklıkları takıyoruz, Türkçe dahil 7 ayrı dilde bilgi veriliyor.  Gezi tam bir saat sürüyor.  Geçilen yerler, saraylar, nehir üzerindeki köprülerle ilgili bilgiler veriliyor, alkollü veya alkolsüz meşrubat eşliğinde çok hoş eğlenceli, bilgilendirici bir akşam oldu. Işıklandırma gerçekten harikaydı.  Bu gezi sırasında parlamento binasının 1902 yılında hizmete açıldığını, Avrupa’nın ikinci büyük parlamento binası olduğunu, binada bulunan merdivenlerin toplam uzunluğunun 24 km.yi bulduğunu, 1250 yılında Tatarların Macaristan’ı ve bu şehri talan ettikleriniçok sayıda insanı öldürdüklerini, 1838 yılında Tuna’nın taşarak şehrin hemen hemen tümünü yok ettiğini, Paris ve Viyana örnek alınarak bir dünya kenti olarak yeniden inşa edildiği, 200 yıl önce teknik üniversitenin sonra da Ekonomi Üniversitesinin kurulduğu, Türklerin 1550’li yıllarda 70 gemiyi yan yana getirerek Buda ile Peşte arasında ilk köprüyü oluşturduğu, Buda tarafında genellikle kralların, asilzadelerin, saraylarının bulunduğu, Macarların 1000’li yıllarda Hıristiyanlığı kabul ettiği bilgilerini alıyoruz.

          Budapeşte’nin 65 km. uzağındaki Estergon kalesini görme imkanımız oldu.  Estergon bizim için önemli bir isim.  Batı’ya doğru Osmanlı’nın yürüyüşünün son durağı, Kanuni’nin 1.Viyana kuşatması sırasında fethedilmiş, kalenin alınışının rehberin anlatışına göre ilginç de bir hikayesi var. Kanuni 20 bin kişilik ordu ile saldırıya geçmiş, kalenin arka tarafında Tuna nehri ve dik bir yamaç var, Macarlar bu nedenle arka bölümün sağlam ve tehlikesiz olduğunu düşünüp tüm güçleri ile karaya bakan bölümde savunmaya geçerler, bu arada ormanlık alandan kesilen ağaçlardan yapılan sallarla 5 bin askerimiz arkadan kaleye girer iki ateş arasında kalan Macarlar teslim olurlar. Estergon kalesi de ikinci Viyana bozgunu sonrası elimizden çıkar.

          Estergon kalesi Osmanlı’nın çekilişinden sonra kale olarak kullanılmamış, toprakla doldurulan kale zemini üzerine büyük bir katedral (bazilika) inşa edilmiş, dış görünüşü müthiş görkemli, içinde duvarlarındaki resimler insanı adeta büyülüyor.  Katedralin dünyanın dokuzuncu büyük katedrali olduğu ifade edildi.  Kalenin üst bölümünde birkaç şehit mezarını barındıran Türk mezarlığı, eteklerinde ise yıkık bir minare kalıntısı bulunmaktadır.  Kalenin müzesini gezdiğimizde çok sayıda antik eser, savaş aletleri, değişik kılıçlar, tabancalar, toplar gördük, 1850 li yıllarda burayı ziyaret eden Osmanlı padişahı Abdülaziz’in hatıra olarak bıraktığı süslü Osmanlı kılıcı da sergilenenler arasında…

          Müze girişinde sıra halinde dizili olarak duran kilise çanlarıyla ilgili de “İstanbul ile Estergon arasının 1300 Km. olduğu, buralara kadar o günün şartlarında ağır topların bazılarının taşınamadığı, bu nedenle Osmanlı’nın girdiği yerlerde bulunan kilise çanlarına el koyarak bunları top ve top mermisi dökümünde kullandığı“ bilgisini edindik.  İşte girişte duran bu çanların da yakın çevredeki kiliselerden Osmanlı’nın eline geçmesin diye sökülüp toprak altına gömülmüş çanlar olduğunu sonradan çıkarılarak müze girişinde sergilendiğini öğrendik.

          Müzenin terasından bakarken rehberimiz hoş da bir hikaye anlattı.  Kalenin hemen yanından Tuna akıyor çok geniş, çok güçlü, nehrin genişliği 400 m. civarında köprü yok o dönemde geçme imkanı da yok atalarımız nehir karşısında güzellere bakarak iç çekmişler  “Akma Tuna akma ben bir dertliyim – Yar peşinde koşan kara bahtlıyım — Akma Tuna akma, yare gideceğim, ah ciğerlerim delindi” şeklinde türküler yakıp söylemişler.

           Estergon’u gördükten sonra 30 km. kadar sonra yemekleri ve aşçıları ile ünlü olduğu söylenen Visegrat şehrine geldik, Rönesans isimli lokantada keman dinletisi eşliğinde şahane bir öğle yemeği yedik, bir fikir vermesi açısıdan menüyü aynen yazıyorum.  Kremalı ceylan çorbası, et menüsü (Hindi budu-dana biftek salata), Böğürtlenli, kremalı çikolata soslu kestane tatlısı, kırmızı şarap, beyaz şarap, su, kola, kahve.

          Macaristan büyük bir coğrafya, her taraf yemyeşil, genellikle hep ova, tarıma çok elverişli, ülkemize ithal edilen anguşlar (sığır cinsi) bu ülkeden.  Av turizmi gelişmiş, avcılar için ceylan yetiştiriyor, bir avcının yaklaşık 5 bin Avro bıraktığı söyleniyor.  Yemekleri çok lezzetli, damak tadımıza uygun.

          Çok çekmiş bir ülke, Osmanlı’dan sonra Avusturyalılar işgal etmişler, 1918 den sonra Cumhuriyet, İkinci Dünya Savaşı sonrası Sovyetlerce işgal edilmiş, 1956 yılında direnmeye çalışmış Rus tankları direnişi kırmış, 1600 Macar aydını katledilmiş.  Sovyetler’in dağılması sonucu özgürlüğüne kavuşup Cumhuriyet ilan etmiş. Türkler’e sempatik bakıyorlar.

          Kaldığımız oteller 4 yıldızlı otellerdi.  Bilindiği gibi genelde otel ücretlerine kahvaltı dahildir.  Öğle ve akşam yemeklerini ise kendin karşılıyorsun.  Genelde pizza, makarna veya McDonalds’da yesen bile bir öğün yemek 6-7 Avro yani 15TL civarında, bu nedenle sabah kahvaltısında grubumuzdan bazı arkadaşların özellikle de hanımların nasıl olsa parasız diye kendilerinin sonraki yemeklerini de sandviç yapıp peçeteye de sararak çantalarına koyduklarını gören garson yanlarına gelip “hayır hayır bırakın onları” dedi hatta çantalarını bile açtırdı. Bizim için biraz üzücü bir olayda olsa böylece ders alınmış oldu.

          Şehrin en merkezi yerinde, büyükelçiliklerin bulunduğu ana bulvarda bile Türk vatandaşlarımıza ait çok sayıda lokanta, dönerci, pizzacı, hediyelik eşya satıcısı gibi işyeri sahibi ve çalışanların olduğunu görmek çok sevindirici oldu.  Geleceğe ait umutlarımızı arttırdı.

          Özetle; Budapeşte, Avrupa’nın tarihi eserlerle dolu, modern ve çok görkemli bir kenti.  İmkanları ölçüsünde herkesin gezip görebilmesini diliyorum.

          Gelecek yazımızda tarihimizde önemli yeri olan Viyana ile yine Avrupa’nın önemli tarihi şehirlerinden Prag gezimizi aktarmaya çalışacağım.