Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Emekliliğin Psiko-Sosyal Boyutu (5)

image002

              2. 3. Çalışma Ekonomisi

           Çalışma ekonomisi açısından bir ülkenin nüfusu işgücünde olanlar ve işgücünde olmayanlar şeklinde iki gruba ayrılarak incelenir. İşgücünde olanlar istihdam edilenler ile çalışmak istediği halde iş bulamayanlar yani işsizler iken, işgücünde olmayanlar, emekliler, çalışma yaşının altında bulunanlar, eğitim alanlar, kurumsal nüfus içinde yer alanlar (cezaevi, akıl hastanesi, ıslah ve bakım evleri vb.) ve iş aramaktan vazgeçenlerden oluşmaktadır (Biçerli: 49). İşgücünde olanlar ekonomik bir faaliyet içerisinde olmaları veya olmak istemeleri nedeniyle aktif nüfus ya da çalışma çağı nüfusu terimleriyle ifade edilir. Ülkelerin çoğunda aktif nüfusun belirlenmesinde yaş açısından bir alt ve üst sınır getirilmiştir. Buna göre çalışma çağındaki nüfus, temel zorunlu eğitimin tamamlanması ve en alt çalışma yaşı sınırı ile emeklilik için belirlenmiş en yüksek yaş sınırı yani 15-64 yaşları arasında kalanlardan oluşmaktadır (Lordoğlu, 2003: 39).

          Emeklilik, çalışma ekonomisi açısından bireyin ekonomik üretkenlik alanlarından uzaklaşmasını ifade etmekte ve “emekli kişi” ekonomik olarak aktif olmayan nüfus içerisinde yer almaktadır. Aksi bir ifadeyle emekliler bağımlı nüfusun bir bölümünü oluşturmaktadırlar. Ekonomi bilimine göre emekli kimse işgücü içerisinde yer almayan veya haftada birkaç saat ya da yıl boyunca birkaç hafta çalışan ancak artık işgücünden sayılmayan kesimi ifade etmektedir (Shanas, 1972:221). Genel olarak 15 yaş altı ve 65 yaş üstü grupta yer alanlar ekonomik bir faaliyete katılarak işgücü piyasasında yer almadıkları varsayımıyla, çalışanlara bağımlı kabul edilmektedirler. Yaş sınırlamasıyla belirlenen bağımlı nüfusun içinde piyasaya dönük faaliyette bulunmayan gönüllü kuruluşlarda ve sivil toplum örgütlerinde çalışan 65 yaş üstü emekliler ile ev kadınları örtülü olarak tüketici kabul edilirler (Lordoğlu, 2003: 41). 65 yaş öncesi emekliliği olanaklı kılan emeklilik yaşı ile ilgili düzenlemeler, çalışma çağında bulunmasına rağmen bireylerin iktisadi olarak aktif olmayan grupta yer alması sonucunu doğurmuştur. Aktif nüfus içinde yer alıp da erken emekli olmuş kişilerin, işgücüne katılma oranının düşmesi yönünde etki yaptıkları söylenebilir.

            Emekliliği birinci-asıl işinden ayrılma olarak da tanımlayanlar vardır (Shanas, 1972: 220). Emeklilik sonrası tekrar çalışma yaşamına dönerek kısmi ya da tam süreli çalışmayı tercih edenler açısından böyle bir tanımlamaya gidilmiştir. Bu durumda emekli olmasına rağmen kişi bağımlı nüfus içerisinde değil yine aktif nüfus içerisinde değerlendirilmektedir. Burada karşımıza çıkan ve dikkate alınması gereken önemli bir husus da emeklilerin emeklilik sonrası çalışmalarının kayıtlı olup olmadığıdır. Kayıt dışı çalışmaya ilişkin istatistiki verilerin yetersizliğinin yanında kayıt dışı çalıştığı tahmin edilenler içinde emeklilerin oranının ne olduğu da tam olarak bilinmemektedir. Daha önce de değinildiği gibi, ülkenizde sosyal güvenlik destek primi, emekli olup yaşlılık aylığı almaya hak kazananların tekrar hizmet akdiyle veya kendi hesabına çalışmaya başlamaları halinde, yaşlılık aylığını almaya devam ederek ödedikleri primi ifade etmektedir. Ülkemizde 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununa göre yürürlük tarihinden önce sosyal güvenlik destek primi ödeyerek halen çalışan (işçi, esnaf, memur) emeklilerin durumunda bir değişiklik olmayacak, emekli olduklarında sosyal güvenlik destek primi ödeyerek aylıkları kesilmeden başka bir işte çalışabilecektir. 01.10.2008 tarihinden sonra sigortalı olacaklar içinde ise bağımsız çalışanlar hariç, diğer statülerde bulunanlar yıllar sonra emekli olduktan sonra çalışırlarsa, emekli aylıkları kesilecektir.

           Emekliliğin istihdam ve işgücü piyasası açısından etkileri ülkelerin nüfus büyüklüklerine, demografik yapılarına ve işgücü talebi ve arzının yapısına göre değişiklik göstermektedir. Örneğin Belçika yaşlı çalışan istihdamının en düşük olduğu Avrupa ülkesidir ve zamanından önce emeklilik nedeniyle eğitim ve sağlık başta olmak üzere bazı sektörlerde işgücü arzının azalmasıyla işgücü sıkıntısı kendisini göstermeye başlamıştır. Çalışma yaşamından ayrılma ortalama yaşı 1969’da 62,4 iken, 1997’de 58,8’e düşmüştür.

              2.4. Sosyal Güvenlik

          “Sosyal risk” olarak adlandırılan olayların sonuçlarını onarma düşüncesine bağlı olan sosyal güvenlik politika ve sistemleri, bireylere ekonomik bir güvence sağlama amacı güder. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün Sosyal Güvenliğin Asgari Normlarına İlişkin 102 Sayılı ve 1952 tarihli Sözleşmesi “hastalık, analık, sakatlık, yaşlılık, iş kazası ve meslek hastalığı, ölüm ve işsizliği” sosyal riskler olarak belirtmiştir. Tüm sosyal riskler bireylerin ekonomik durumunu etkilerine gibi ortak bir özelliğe sahiptir (Güzel ve Okur, 1998: 2). Sosyal riskler; mesleki riskler, fizyolojik riskler ve sosyo-ekonomik riskler olarak üç kategoride değerlendirilmektedir (Tuncay, 1998: 6-7):

             Mesleki riskler: yapılan işle ve meslekle doğrudan ilgili olan iş kazaları ve meslek hastalıklarıdır.

           Fizyolojik riskler: Kişinin kendi bünyesinde meydana gelen hastalık, analık, maluliyet yaşlılık ve ölümdür. Geçici veya sürekli iş göremezliğe ve gelir kaybına yol açan bu riskler içerisinde yaşlılık bireyin emekliliğe hak kazandığı ve yaşlılık sigortası kapsamında edimlerden yararlandığı bir sürecin başlangıcını ifade eder.

             Sosyo-ekonomik riskler: Evlilik, çocuk sahibi olma, konut ihtiyacını içerir.

        Yaşlılık ekonomik açıdan gelir kaybına ve sağlık harcamalarının artması nedeniyle gider artışına yol açan ve toplumsal yönden sosyal güvenlik ihtiyacının en belirgin olarak kendini gösterdiği, en kapsamlı ve uzun bir sürece sahip olan sosyal risktir (Başterzi, 2006, 34). Bir sosyal risk olarak yaşlılık, yaşlanmaya bağlı olarak bireyin çalışma gücünü kısmen veya tamamen kaybederek, düzenli ve yeterli gelir getiren bir iş tutamaz veya kendi geçimini kendi gücüyle sağlayamaz hale geldiği biyolojik bir durumdur (Tuncay, 1998: 262).

           Yaşlılık yaşam boyu gelişimin doğal ve gelinmesi gereken son çağı olarak tanımlanırken, emeklilik bu durumdan doğan bir sonuçtur (Şakar, 1987: 21). Sosyal güvenlik açısından emekli olan birey aktif sigortalılıktan pasif sigortalılığa geçmektedir. Buna göre belirli bir yaşa gelen bireyler aktif çalışma yaşamından çekilerek emekli olmakta, yaşamlarını sosyal güvenlik sisteminin sağladığı güvence kapsamındaki edimlerle sürdürmektedirler. Yaşlılığın güvence altına alınmasının dayandığı düşüncelerden biri iş göremezliği nedeniyle meydana gelen gelir kayıplarını güvence altına almak, diğeri çalışma yaşamındaki uzun çalışma yıllarını ve topluma sağladığı ekonomik katkıları ödüllendirmektir (Tuncay, 1998: 6). Söz konusu güvence yaşlılık sigortası olarak anılmaktadır. Yaşlılık sigortasında kuşaklararası sosyal dayanışma, işgücü piyasasında aktif olan bir kuşağın kendisinden önce aktif olan ancak mevcut durumda çalışamayan yaşlı nüfusa gelir güvencesi sağlamak için yapılan kamusal harcamalara katılması anlamına gelir (Kapar, 2005: 6). Yaşlılık, sigortalanması gereken riski, emeklilik ise bu riskin gerçekleşmesi durumunu ifade ettiğinden riske karşı koruma yaşlılık sigortası, emeklilik sonucu bağlanacak aylık ise emeklilik aylığı olarak ifade edilmektedir. (Şakar, 1987: 22).

            5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda uzun vadeli sigorta dalları arasında düzenlenen yaşlılık sigortası edimleri; yaşlılık aylığı, toptan ödeme ve sağlık yardımlarıdır.

          Emeklilik aslında modern endüstri toplumunun bir ürünüdür. Endüstri öncesi dönemlerde kişiler “emekli” olmazlar, yaşları ne olursa olsun çalışamayacak duruma gelene dek çalışmayı sürdürürlerdi. Emekliliğin sosyal güvenlik sistemi içerisinde kurumsallaşması kısa yaşam süresi ve ağır çalışma koşulları nedeniyle çalışanların erken yaşta fiziksel ve zihinsel kapasitelerindeki gerilemeye karşı bir tepki ve önlem olarak ortaya çıkmıştır (Szinovacz, 2003: 7). Yıllarca çalışan kişinin, yaşlılık riskiyle karşı karşıya kalması sonucunda artık çalışmak zorunda kalmaksızın ve başkalarına da muhtaç duruma düşmeden sosyal sigorta veya özel sigorta yoluyla aldığı yaşlılık aylığı ile geçimini sağlaması ve yaşamını sürdürmesi bir insan olarak en doğal hakkıdır (Akı, 2007: 3-4). Ülkelerdeki yaşlılık sigortası ve emeklilik aylığına ilişkin farklı düzenlemelere göre değişmekle birlikte günümüzde çalışanların çoğunluğu 55-65 yaşlarında emekli olmaktadır. Sosyal güvenlik açısından ideal emeklilik yaşının, ortalama yaşam süresinden, olası yaşam süresinin dolmasından önce aylık ödenebilecek sürenin çıkarılmasıyla bulunacak yaş olduğu kabul edilmektedir (Başterzi, 2006: 113). Sosyal güvenlik sistemi içerisinde sosyal sigorta emeklilik, malullük ya da sigortalının ölümü gibi durumlarda bireylere diğer maddi kaynaklarına kısmi bir ek gelir oluşturulacak biçimde düzenlendiğinden yaşlılık aylığı aslında ana gelir sağlamaktan uzaktır (Demirbilek, 2007: 141). Ancak ülkemizde emeklilerin çoğunun ücret seviyesinin düşüklüğü ve geçim şartlarının ağırlığı nedeniyle çalışırken tasarruf etme ve mal varlığına sahip olma olanakları bulunmadığından bu gelir dışında geçim kaynağı yoktur.

           2.5. Gerontoloji

          Yaşlanmanın ve yaşlılığın bilimi anlamına gelen Gerontoloji disiplinler arası bir bilim dalıdır. Gerontoloji yaşam süresinin uzaması ile birlikte son yıllarda giderek önem kazanan bilim dallarından biri olmuştur. Yaşlılıkta yaşam kalitesinin artırılması temel araştırma konularındandır. Bir insanın ne zaman yaşlı sayılacağı gerontoloji bilimi açısından belirsizdir. Yaşlanmanın insan üzerindeki biyolojik, ekonomik, sosyal, psikolojik etkilerini inceleyen gerontoloji bilimi yaşlıyı kendisine özgü sorumlulukları ve bunları gerçekleştirmede bazı uyum güçlükleri olan kişi olarak tanımlamaktadır (Büken ve Büken, 2003, 77). Bireyin biyolojik farklılıkları yanında sosyo-ekonomik ve kültürel çevreleri de yaşlı sayılmayı etkileyen faktörleri içerir.

       Genellikle emekliliğe ayrılmasından itibaren insanın yaşlı sayılması gerontolojide reddedilen bir yaklaşımdır. Gerçekten fiziksel ve zihinsel olarak zindeliğe ve iyi bir yaşam kalitesine ve doyumuna sahip 65 yaş üstü insanların varlığı dikkate alındığında, “emeklilik yaşı”nın yaşlılığı belirlemede geçerli bir ölçüt olduğunu söylemek güçtür (Er, 2009, 142). Yaşlılık emeklilikten çok daha geniş bir kavramdır. Emeklilik, yaşlılık döneminde gerçekleşen ve bireyin yaşamında ekonomik, sosyal ve psikolojik değişimler yaratan olaylardan biridir. Yaşlılık riski ile birlikte gerçekleşen emeklilik döneminde karşılaşılabilecek bedensel, ruhsal ve sosyal sorunların giderilmesi gerontoloji alanında yapılan araştırmaların katkısı büyüktür. Yaşlılıkta bireyin yaşadığı bilişsel becerilerdeki gerileme ile içe kapanma, benmerkezci davranış, geçmişe olan özlem gibi ruhsal değişimler yaşlanmanın sonuçlarıdır. Arda’nın (2005) şu sözleri yaşlılığın nasıl algılanması gerektiğine güzel bir örnektir: “Yaşlılık dünyanın pek çok yerinde zor zanaattır. Ama tıpkı gençlik gibi öğrenilebilir. Yeter ki yürek yeni tatlara, yeni renklere kapalı olmasın” .

         Toplumda yaşlı bireylerin sorunlarının toplumun diğer kesimlerinden ayrı olmadığı ancak kendine özgü bir takım özellikler ihtiva ettiği görülmektedir. Kendine özgü nitelikleri ile ayrıca ilgi ve duyarlılık gösterilmesi gereken yaşlıların haklarını koruma ve güvence altına almanın en önemli unsurlarından biri emekliliktir.  Bu bağlamda yaşlı hakları ulusal ve uluslararası düzenlemelerle koruma altına alınmakta, hukuk biliminde “yaşlılık hukuku” adı altında yeni bir disiplinin gelişmeye başladığı görülmektedir (Bkz. Yazıcı oğlu, 2009).