Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Din Konusunda Akıllara Ziyan Bir Açıklama Üzerine Birkaç Söz

Untitled-2

Hemen hepimizin günübirlik tanık olduğu üzere; muhtelif TV kanallarında, emekli veya halen görevli ve din konusunda uzman kabul edilen bazı konuşmacılar tarafından din konusunda halktan gelen sorulara cevaplar verildiği söz konusudur. 

Şunu peşinen söylemeliyim ki ben asla din konusunda uzman değilim ve dahi bu manada katiyen bir iddiam yoktur ve olamaz da. Ancak başta İslâm İnkılâbı olmak üzere günümüze kadar var olagelen inkılâplar ve buna paralel olarak sosyal alanda, ciddiyeti üzerinde halen aksi ispat edilememiş eserler üzerinde de, araştırmalar yaptım. En son İlâhî Mesajın tebliğinden ibaret olan dinimiz İslâm da bu cümleden sayılır. Bu vesileyle kendimi aşağıdaki sözleri sunmaya mazur görüyor ve bu beyanlarımdan, Diyanet İşleri Başkanlığını haberdar edebileceğim umudunu taşımaktayım. Zira aşağıda yer alacak husus, ciddi manada insanımızın inanç sıhhatini baştan aşağı allak bullak eder niteliktedir.

Geçtiğimiz mayıs ayının son haftasında yine böyle bir programda vatandaşımızın biri telefonla canlı yayına bağlanarak, kendisine ait bir binayı bir bankaya kiraladığını, bunun dinî açıdan bir sakıncası olup olmadığı hakkında sorduğu soruya cevap veren ilgili kişi “külliyen haram” diyerek, buna mutlaka bir çare bulması gerektiği mealinde bazı tavsiyelerde bulundu. 

Yine aynı programda, bir banka şubesinde güvenlik görevlisi olarak çalışan bir gencin, bu görevinden dolayı aldığı maaşının helal olup olmadığı konusunda yönelttiği soruya cevap veren aynı kişi, “daha temiz bir iş buluncaya kadar bugörevini yürütebileceğini, ancak daha temiz bir iş bulduktan sonra bu işindenayrılmasınınuygun olacağı” manada cevap verdiğini hayret ve ibretle izledim.

Tahmin edileceği üzere mesele, bankanın faizle iştigal ediyor olmasıdır.

Merakım sebebiyle, Diyanet İşleri Başkanlığı Fetva Kurulunu telefonla arayarak, muhatap olduğum kişiye konuyu enine boyuna anlatmak suretiyle onların konu hakkındaki düşüncelerini sordum. Oradan aldığım cevap bu kadar keskin olmamakla beraber pek net de değildi. Daha ihtiyatlı ve daha mantıklıydı. Bu manada kısmen de olsa sevindirici oldu.

Meselenin özüne gelinecek olursa: Faiz denen husus, Kur’ân’da yasaklanan bir fazlalık olarak Ribâ tabiriyle gündeme getirilmiştir. Ribâ olarak nitelenen bu husus; Bakara Suresinin 278, 279 ve 280 numaralı ayetlerinde düzenlenmiş olup; konunun, kişiler arasında bire bir cereyan eden ve günümüzde tefecilik olarak nitelenen ve dahi fakir insanların sömürülmesini engellemek maksadına yönelik olduğu söz konusudur. Nitekim bu hususu açıkça vurgulayan 280. Ayette mealen: “ Şayet borçlu zor durumdaysa, rahatlayıncaya kadar ona vade tanıyın! Eğer bilirseniz, borcu bağışlamak sizin için daha hayırlıdır” Denmektedir.   (Bkz; Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, Gerekçeli Meal-Tefsir, Düşün Yayıncılık,12.Baskı, Haziran 2011,İstanbul Matbaacılık). Kabul etmek gerekir ki o tarihlerde zaten banka diye bir kurum daha piyasada yoktu. Bu boşluğu ise devrin sermaye sahipleri kendi menfaatlerine göre düzenlemekteydi. 

Bu ve benzeri fetvalar sayesinde, yabancı uyruklu olup, adına sarraf denen bankerler Osmanlı döneminde Galata’da mesai yaparak halkı resmen sömürüyorlardı. Keza bu fetvalar sebebiyle o günün Müslüman sermayedarı maalesef bu işi yapmıyordu, yapamıyordu. Ve memleketin imkânları yabancının insafına terk edilmişti. Hatta “93 Harbi” diye Tarihte isim yapmış olan 1877 tarihli Osmanlı-Rus savaşında, Osmanlı hükümeti bu galata sarraflarından borç almak zorunda kalmıştı. Herhalde bu adamlar bu parayı babalarının hayrına Osmanlı Hükümetine vermemişlerdi. Ne kadar acı! 

Şimdi vatandaşın sorularına bu acayip cevabı veren emekli müftümüzün bu beyanına göre bu bankalara hiçbir vatandaş binasını kiraya veremeyecektir. Peki,  % 99,5’u Müslüman olan bu ülkede kim binalarını bu banka şubelerine kiralayacaktır. Diğer taraftan güvenlik görevlisi gencimizin bankada sağladığı güvenlik görevi, söz konusu beyana göre kirli bir iştir ve mutlaka temiz bir iş için çaba sarf etmesi gerekmektedir. Bu fetvaya göre hiçbir Müslüman evladı buralarda görev yapamayacaktır. Peki, ille de bu işler için gayri Müslim birilerinin mi tedarik edilmesi lazım. Sayın müftümüz bu cevapları, kendinden fevkalade emin olarak verirken acaba işin bu yönünü hiç düşündü mü? Sanmıyorum. İşe sadece kendi bildiği ve şartlandığı pencereden bakıyor o kadar. 

Bu söylemimiz, faiz ve faizciliği savunduğumuz anlamına asla alınmamalıdır. Tabii ki faizi savunmak asla aklın yolu olamaz. Ancak mevcut uygulama, bu şekilde karşı koymaya asla uygun değildir. İslamiyet’in yer kürede neşv ü nema bulmasından bu güne kadar Müslüman dünya kendi ilkelerine göre ekonomik kurul ve kurallarını ihdas edememiş ve dolayısıyla diğer milletlerin kendilerince uygulamaya koyduğu ilkeleri ister istemez kabule mecbur olmuşlardır. 

Bırakınız ekonomik alan düzenlemesini, ibadet ve itaatte dahi birlik kurulamamıştır. Kimine göre kurban vacipken bir diğerine göre sünnettir. Birine göre abdestte ayak yıkamak farzken bir diğerine göre mesh etmek farzdır. Kimisi namaz kılarken alnının altına taş koyarken bir diğeri rükûdan doğrulurken ellerini havaya kaldırmaktadır. Kimileri sadece farz namazları eda ederken kimileri de “Dârül Harb”/Savaş Yeri yaklaşımıyla Cuma namazlarının kılınıp kılınmayacağını tartışmaktadır. Kimileri Cuma namazını iki rekât kılarken kimileri de bunu sekizle çarparak 16 rekâta çıkarmıştır. Diğer taraftan birileri de, adına recim denen ve insanı taşlayarak öldürmek anlamına gelen ceza, Kur’ân’î olmayıp Tevrat hükmü olduğu halde, daha hâlâ bunun neden icra edilmediğinin hezeyanlarını kusmaktadır. İşte buyurun cenaze namazına! Daha bu hususlarda dahi -o günden bu güne- birlik sağlayamayan bir toplum, nasıl ekonomik alan düzenlemesi yapabilir ki. Kaldı ki İlahî en son mesaj maalesef farklı ellerde ve farklı dillerde farklıca yorumlanmakta; bu ise mütedeyyin halkın inanç sıhhatini ciddi manada zedelemektedir. 

Ancak umut verici bir çalışma olarak Diyanet İşleri Başkanlığının, Yüksek İhtisaslı Personel yetiştirmek üzere dört yıllık İlahiyat Fakültesi öğrenimi üzerine üç yıl daha öğrenim veren uygulaması, bu yıl mezunlarını vermiş oldu. Dileriz bu yeni uzmanlar, iyi gitmeyen bu gidişe dur diyebileceklerdir.

Bu faiz meselesini, daha önceleri Diyanet İşleri Başkanlığı da yapmış olan Prof. Dr. Süleyman Ateş hoca, Kur’ân Işığında Soru ve Cevaplarla İslâm adlı 3 ciltlik eserinde, sıklıkla sorulan bu konudaki sorulara bu eserinin her bir cildinde mükerrer cevaplar vermektedir. Bu cevaplar arasından konumuzu özetleyen bir beyanını bahse konu eserin I.Cildinin 61 ve 62. sayfalarından alıntılayarak sözümüzü tamamlamak istiyorum: “Soru: Enflasyon oranında faiz caiz mi? Cevap: Bu sorunun özet yanıtı şudur: İslâm’da ribâ denen reel faiz haramdır. Faiz hadiste belirtilen altı şey üzerinden geçerlidir: Altın, gümüş, arpa, buğday, üzüm, hurma. İşte kendi değerlerini koruyan bu maddelerin ödünç verilmesi karşılığında alınan fazlalık (ribâ) haramdır. Zira bu maddeler değerlerini koruyan şeylerdir. Verilen bir altın, bir süre sonra yine verildiği zaman kadar iş görür. Fakat bu maddelere endekslenen (Peygamber zamanında var olmadığı için hadiste adı anılmayan) kâğıt paralar, özellikle bizim gibi kalkınmakta olan ülkelerin paraları istikrarlı değildir, her gün değerini yitirmektedir. 

Bu gün birine faraza bir milyar borç veren kişi, bir yıl sonra faiz haramdır deyip yine bir milyar alırsa, aslında en iyimser hesap ile verdiği paranın %55-60’nı kaybetmiş olur. Yani geri aldığı bir milyar, gerçekte 400-450 milyondur. O halde ödünç veren, parasını bir yıl bekletmek gibi bir iyilikten ayrı olarak %60 da ziyan etmiş olur. Faiz tersine çalışır.  Bu kez ödünç almış olan kimse, ödünç verenden faiz almış duruma gelir. 

Öyle ise bunu önlemenin çözümü nedir? Şudur: Ödünç veren kimse, verdiği parayı ya dövize veya ilan edilmiş bulunan resmi enflasyon oranına endeksleyerek verir. Diyelim ki bir milyar liranın bu günkü tutarı sekiz bin dolar veya Euro’dur. İşte borç alan kimseye derki: – Arkadaş sana vereceğim bir milyar, bu günkü kur üzerinden 8 bin dolar yahut Euro’dur. Yahut 100 altındır. Sen bana bir yıl sonra 8 000 dolar yahut Euro yahut 100 altın vereceksin. Yahut da resmi enflasyon miktarı olan %60 fazlasını vereceksin. İşte bu işlem en adil işlemdir. Aksi takdirde kimse ödünç para vermek istemez. Elbette hiç kimse 1 milyar verip bir yıl sonra 400 milyon almak istemez. Biz bu görüşümüzü tâ 1977 yılında İstanbul’da akdedilen II. Uluslararası Sîret Konferansında sunmuştuk. O zaman hayli tepki yanında takdir de toplamıştı ama şimdi vaktiyle bizi eleştirenler, böyle fetva vermektedirler. Çünkü konunun başka çözümü yoktur. Fakat yoksul bireylerden, resmi enflasyon oranının üstünde bir fazlalık almak, Kur’ân’ın yasakladığı haram ribâdır. 

Burada vurgulamak istediğim bir husus daha var. O da şudur: Paranın değer aşımı, bankadan veya yatırım için ödünç almış olandan alınmalıdır. Zorunlu bir ihtiyacını karşılamak için borç almış bir fakirden bu enflasyon oranındaki fazlalığı da almamak hatta borçlu ve eli çok darda ise borcu tamamen ona bağışlamak daha uygundur. Çünkü Kur’ân, bize bunu öğütlemektedir: “Eğer (borçlu) darlık içinde ise, bir kolaylığa çıkıncaya kadar beklemek (lazımdır). Eğer bilirseniz (verdiğiniz borcu, eli darda olan borçluya) sadaka olarak bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.” Bakara, 280). (Kur’ân Işığında Soru ve Cevaplarla İslam, Yeni Ufuklar Neşriyat, Bağlarbaşı-Üsküdar/İstanbul). 

Burada da görüldüğü üzere Kur’ân’ın yasakladığı husus, kişiler arası bire bir borç alıp verme konusundaki uygulamaya dairdir. Zira Kur’ân’ın bu hükmünün nazil olduğu dönemde daha mevcut olmayan banka sistemiyle uzaktan ve yakından ilgisini kurmak zaten mümkün değildir.

Ama birileri çıkar da İslâmî esaslara göre faizsiz bir bankacılık kurarsa ona da şapka çıkartılır. Ancak günümüzdeki güya İslâmî olduğu iddia edilen ve “kâr zarar bankacılığı” diye lanse edilen sistem bambaşka bir bankacılık olup, hile-i şer’iye yapılarak onlar da diğer bankaların yaptığı gibi para alıp satmaktalar. Hiç birisinin mal alıp satan ne ofisleri ne de antrepoları vardır. Ben buralara paralarını yatırıp da sızlanan ve hatta paralarını yitiren insanlara tanık olmuş biri olarak, bunların kimseye temettü dağıttığını ne gördüm ne de duydum.

Uzun lafın kıskası şu ki, Yüce Yaratıcı, Peygamberi eliyle bize tebliğ ettiği en son Mesajının en az 70 yerinde aklımızı kullanmamızı öğütlemektedir. Akıl denen nimeti ise tüm yarattıklarının içinden sadece bizlere armağan etmiştir. Ve aklını kullanmayanlar üzerine ise pislik/bela boca edeceği ihtarını da eklemektedir. Daha ne densin. Sürç-i lisan ettikse affola.

KAYNAKÇA: Kaynak olarak yararlandığımız iki eserin künyeleri metin içerisinde verilmiştir.