Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Atatürk’ün Liderlik Özelliklerinden Örnekler

polis_dergi_aralik_2013_int_019 polis_dergi_aralik_2013_int_020 polis_dergi_aralik_2013_int_021 polis_dergi_aralik_2013_int_022 polis_dergi_aralik_2013_int_023 polis_dergi_aralik_2013_int_024 polis_dergi_aralik_2013_int_0251. GİRİŞ

Genç ve hürken, düşlerim sonsuzken çevremdeki her şeyi değiştirmek isterdim, dünyayı bile. Yaşlanıp akıllanınca, dünyanın değişmeyeceğini anladım. Ben de düşlerimi azaltarak sadece memleketimi değiştirmeye karar verdim. Ama o da değişeceğe benzemiyordu. İyice yaşlandığımda artık son bir gayretle sadece ailemi, kendime en yakın olanları değiştirmeyi denedim. Ama maalesef bunu da kabul ettiremedim. Şimdi ölüm döşeğinde yatarken birden fark ettim ki, önce kendimi değiştirseydim, onlara örnek olarak ailemi de değiştirebilirdim. Onlardan alacağım cesaret ve ilhamla memleketimi daha ileri götürebilirdim.” Yukarıdaki ifadeler bir anıtmezar yazısıdır ve bize ‘hayatın gerçekliğini anlatır. Bu gerçeklikler içinde önemli bir gerçek vardır; o da ‘değişimdir.

Dünyanın tüm insanları tarafından sevilen, sayılan, yeryüzünün bütün halkları tarafından özenle takip edilen, örnek alınan özellikle geçmişteki liderler, birilerinin veya bir  şeyleri değiştirmenin yolunun kendi iç dünyalarını değiştirtmekten geçtiğini çok iyi bilirler. Onlar politikacı değillerdir; politika üstü devlet adamlarıdır, önderlerdir. Sadece bir topluluğu değil; tüm yeryüzü insanlarını düşünmüşler, bu uğurda erdemlilik mücadelesi vermişlerdir. Denilebilir ki, “Lider olan insan erdemli olan ve erdemlilik mücadelesi veren insandır.” Bu anlamlı mücadeleyi vermiş olan liderler zaman zaman horlanmışlar, kabul görmemişler, cefaya maruz kalmışlar, fakat yılmamışlar, pes etmemişlerdir. Bir şeyi değiştirmek için değişecek tek şeyin önce kendisi olduğunu bilen kişi gerçek liderdir. İç dünyalarını değiştiremeyen insanlar başkalarını değiştiremezler. Tüm bilgeler tarafından dile getirilen bir deyiş vardır: “Ancak kalpten çıkanlar kalbe gider; ağızdan çıkanlar bir kulaktan girer, diğer kulaktan çıkar”. İşte bir lider olarak Atatürk değişimin farkında olarak önce kendisini değiştirmiş, sonra memleketi sonra da dünyada değiştirici bir güce sahip olmuştur.

2. KISACA MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Mustafa Kemal Atatürk, çok yönlü ve üstün kişiliği olan bir liderdir. Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması’yla ortaya çıkan tehlikeli durumu ilk olarak görüp milletin dikkatini çeken odur. Mustafa Kemal, Amasya Genelgesi’nde, vatanın bütünlüğünün ve milletin istiklâlinin tehlikede olduğunu söyledi. Erzurum Kongresi’nde, millî sınırlar içinde vatanın parçalanmaz bir bütün olduğunu bütün dünyaya ilân etti. Kurtuluş Savaşı’nı bunun için başlattı. Bu konuda hiçbir taviz vermedi.

Vatan savunmasını her şeyin üzerinde tuttu. Sakarya Savaşı sırasında “Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz” diyerek bu konudaki kararlılığını gösterdi. Vatanı için her şeyini feda etmeye hazır olduğunu şu sözü ile açıkça ifade etmiştir: “Yurt toprağı! Sana her şey feda olsun. Kutlu olan sensin. Hepimiz senin için fedaiyiz. Fakat sen Türk Milleti’ni ebedî hayatta yaşatmak için feyizli kalacaksın”. Mustafa Kemal, vatanı ve milleti için canını feda etmekten kaçınmazdı. Daha Çanakkale savaşları sırasında Anafartalar grubu komutanı iken en ön safta savaştı. Bu savaş sırasında Atatürk’e bir şarapnel parçası isabet etmiş, fakat sağ cebinde bulunan saati kendisini ölümden kurtarmıştı. Sakarya Savaşı sırasında ise atından düşmüş ve kaburga kemikleri kırılmıştı. Buna rağmen cepheden ayrılmamış, savaşı sedye üzerinden yönetmişti. Mensubu olduğu Türk Milleti’ni sonsuz bir aşkla seven Mustafa Kemal Atatürk, milleti için her türlü zorluğa katlanmış ve kendini ona adamıştır. Onun “Ben, gerektiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk milletine canımı vereceğim” sözü, milletini ne kadar çok sevdiğini göstermektedir.

Yine bu konuda verilebilecek örneklerden birisi de şu sözüdür: “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır”.

Millî Kurtuluş Hareketimizin, Mustafa Kemal Paşa gibi “askerî ve siyasî deha sahibi” seçkin bir önder tarafından yönetilmesi, milletimiz için eşsiz bir şans ve mutluluk olmuştur. Bu görüşümüzü vurgulayan yerli ve yabancı birçok otorite vardır. Nitekim Atatürk’ün yakın silâh arkadaşlarından merhum Ali Fuat Cebesoy, bir yazısında Atatürk’ü “Millî Lider” olarak niteliyor ve şöyle diyor:

“Şayanı şükrandır ki Mustafa Kemal gibi bir lider, Mütareke’nin çok karanlık günlerinde ortaya çıkarak milleti, her vatandaşın seve seve kabul edebileceği bir mefkure (ülkü) etrafında toplayabilmiş ve isabetli siyaseti ile vatan ve milleti kurtarmaya muvaffak olmuştur. Çok ıstıraplı bir milletin, çok harap olmuş vatanında kazanılan bu zaferi ebedileştirmeyi de üstüne almış olan büyük lider, zaferden sonraki inkılâplarda da bunu mümkün kılmıştır…” Atatürk, kendisi ile ilgili olarak, “millet” ve “önder” arasında bir kıyaslama yapılmasına karşı her zaman hassas davranmıştır. O, Türk Milletini her şeyin üstünde tutar. “Ne mutlu Türk’üm diyene!” özdeyişi, bu eşsiz Türk’ün büyük milletine karşı beslediği hayranlık ve şükran duygularının anıtlaşmış ifadesidir.

3. LİDERLER ETKİLEME GÜCÜNE SAHİPTİRLER

Etki; etrafımızdaki insanları isteyerek harekete geçirebilmektir. Kısacık bir tarifle liderlik nedir sorusuna vereceğimiz en güzel cevaplardan birisi, liderlik etkidir olacaktır. Etki, liderin bütün özelliklerini içine alan bir bütündür. Liderler iletişimleri ile etkilerler, liderler vizyon, misyonları ile, çalışmaları ile, takım ruhu ile, karizmatik kişilikleri ile vb. etkilerler.  Etrafımızdaki insanlarla, çalışanlarımızla etki gücünü kolaylaştırıcılığıyla bütünleşememişsek daha açık bir ifadeyle etkimiz konumumuzdan, baba, anne olmaktan, makam sahibi veya rütbe sahibi olmaktan kaynaklanıyorsa insanları gerçek manada etkileyemeyiz. Ve böyle devam ettiğimiz müddetçe hiçbir zaman da lider olamayız.

Askeri deha ve Anadolu’nun işgalden kurtulması için büyük bir risk ve sorumluluk alan lider asker. Gazi Mareşal M. Kemal ATATÜRK’ ün hiç hatırımdan çıkaramadığım bir hatırasını anlatmak istiyorum. Anadolu insanının var olma mücadelesi verdiği Çanakkale savaşı bütün şiddetiyle devam ediyordu. Sayı, silah ve mühimmatça çok üstün olan düşman kuvvetlerine karşı gelebilmek ve savaşı kazanmak mümkün görülmüyordu. Lider Komutan askerlerinin karşısına geçti ve “Askerlerim size savaşmayı değil ölümü emrediyorum” dedi. Mehmetçik liderinden emri tam almış ve ölüm tepesinde yerini almıştı.

Ölüm tepesindeki manzarayı hatıratında anlatan İngiliz General şöyle diyecektir: “Hayret ediyorum. Ölüm tepesinde aramızdaki mesafe sadece 9-10 metre, tepenin bir tarafında biz diğer tarafında Türk askeri hücum emri verilince adeta kan gövdeyi götürdü. İnanılmayacak şekilde savaş cereyan ediyordu. Türk askeri düşman saydığı askerlere doğru ölümü hiçe sayan bir tavırla saldırıya geçiyor, 3-5 saniye sonra şehit oluyordu. Arkasındaki askerler asla tereddüt etmeden hücuma geçiyor, onlar da şehit oluyordu. Mermilerin sıcaklığını sinelerinde hissedeceklerini, öleceklerini biliyorlar, kendilerini ölümün kucağına seve seve atıyorlardı.”

Çünkü Mehmetçik tarihe Çanakkale Geçilmez diye yazdıracaktır. Bu yazının ancak şehit kanlarıyla yazılabileceğini bilen Mehmetçik, gelecek nesillerin özgürce yaşamalarına bedel, kendi hayatını feda ediyordu.

Liderin etkisi budur. Atatürk bir askerî lider olarak vizyonunun etrafında askerlerini öyle bir etkilemiştir ki tek bir Mehmetçik kalmayıncaya kadar belki şehit verilebilir ama Anadolu işgal edilemezdi. Liderdeki bu inanç ve kararlılık askere aynen etki olarak geçiyor.

4. LİDERLERİN YAŞAMA GAYESİ, VİZYON VE MİSYONLARIDIR

Selanikli sarışın Mustafa diyorlardı ona. Onun ise büyük bir rüyası vardı. İşgalden kurtarılmış, milli birlik ve beraberliği sağlanmış, çağdaş, demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti devleti.

Yaşamının gayesi için harekete geçti. Her rütbede askerle, siville, herkesle gizli gizli görüştü. Nihayet kararını verdi. Anadolu’ya geçti. Bu uğurda askeri unvanlarım, rütbelerim, geleceğim feda olsun dedi. Rütbelerini çıkarıp attı. Kalpleri vizyonuyla tutuşturan bir lider olarak bütün bir Anadolu’yu gezdi, dolaştı.

Vizyonu öyle güçlüydü ki; generaller etrafında emir eri oluyor, Anadolu insanı varını, yoğunu sonra da canını bu büyük vizyon etrafında feda ediyordu. Bu büyük vizyon sahibi sizin de bildiğiniz gibi Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’tü. Hayatını bu vizyona adadı. Anadolu insanının gönlüne; çağdaş, demokratik bir devletin sevdası öyle bir yerleşti ki dilerim gönlümüzden bu sevda hiç çıkmasın.

Liderler için vizyon, anayasadır. Her davranış, konuşma ve yaşayışları, gece gündüz rüyaları vizyonlarına uygundur. Liderlerin vizyonlarına uygun misyonları vardır. Liderler vizyonlarına ulaşmak için bu misyonlardan faydalanır.

5. LİDERLER İLETİŞİMİN GÜCÜNE İNANIRLAR

Büyük insanlar insanlık tarihinde nadiren görülürler. Onlar başarılarıyla parlar, eserleriyle kahramanlaşırlar. Öldükten sonra da efsane olurlar. Bu insanların başarıları, kişiliklerindeki bazı özellikler üzerine kuruludur: Cesaret, kararlılık, direnme, alçak gönüllülük, deha. Ama hepsinin başarısında etken olan önemli bir faktör vardır: Çevrelerindeki diğer insanlarla ve içinde yaşadıkları toplumun bireyleriyle yoğun ve olumlu iletişim süreçleri içinde bulunmaları.

Hem tek tek bireylerle hem de gruplarla iletişimi kapsayan bireyler arası iletişim, en yaygın ve gerektiği biçimde gerçekleştiğinde en etkili olabilen iletişim türüdür. Bir kişinin bireyler arası ilişkilerdeki niteliği ve başarısı, o kişinin yaşamının ve kişiliğinin kalitesini, içinde yaşadığı toplumdaki konumunu ve değerini belirler.

Adı övgüyle anılan bütün insanlar gibi Mustafa Kemal Atatürk’ün başarılarının temelinde, onun çevresindeki insanlarla, halkıyla kurduğu yoğun iletişim süreçleri yatmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk üzerinde yaşadığı coğrafyanın, içinde yaşadığı toplumun durumunu anlama, halkın sıkıntılarını kavrama, onlara özgürlükleri için yapmaları gerekeni anlatma, halkı örgütleme, savaş stratejileri geliştirme, devrimler için zemin hazırlama, devlet yönetimi gibi konularda deha sahibi idi. Bütün bu alanları ustaca kavrayıp başarıya ulaşmasının temelinde ise, bireylerarası iletişimdeki dehası vardır. Çevremizdeki diğer insanlarla iletişim kurmak, hem insan olmanın bir gereği hem de bir toplumun bireyi olmanın zorunluluğudur. Bireylerarası iletişimde başarılı olabilmek ve amaçlanan hedefe ulaşabilmek; mesajın verileceği alıcıyı iyi tanımak, iletişim dillerini bilmek ve mesajları doğru kodlamakla mümkündür.

Mustafa Kemal Atatürk, bireylerarası iletişim dillerini kullanma ve mesajları kodlama konusunda bir uzman kadar bilgili ve deneyim sahibiydi. Ondaki bu üstün özellik büyük olasılıkla sıkı gözlem ve zihin sürecinin sürekli değerlendirme yapmasından kaynaklanmaktadır. Ancak Mustafa Kemal’in iletişim alanında gösterdiği uzman performansı, öncelikle mesajlarını vereceği halkını ve düşmanlarını çok iyi tanımasına bağlıdır.

İletişim süreçlerinde mesajın gönderileceği alıcının konumunun, özelliklerinin, yaklaşımlarının iyi bilinmesi, iletişim sürecinin sonucunu etkileyen birinci faktördür. Mustafa  Kemal’in iletişim konusunda gösterdiği başarı, bilgilerinin yanı sıra onun doğal yapısı, mizacı, aldığı eğitim, sahip olduğu kültür ve kişiliğiyle doğrudan ilgilidir.

Atatürk, sık sık memleketi dolaşan bir liderdi. Çiftçi ile, işçi, sanatkar, esnaf ile konuşur; memleketin derdini arar bulur, meclise getirir, milletvekillerinden, bakanlardan hesap sorardı. İşte böyle yurt gezilerinden birinde Orta Anadolu’da tarlasında çift süren bir çiftçi ile karşılaşmıştır.

– Kolay gele, bereketli ola ağa.

– Allah razı olsun bey

– Hayrola ağa, öküzün teki ne oldu?

– Devlete borcumuz vardı bey, icra kapımızı çalınca çaresiz kaldık, koca öküzü satıp

borcumuzu ödedik.

-“Sağlık olsun ağa” diyerek konuşmasını kısa kesmiştir.

Çiftçinin adı Halil Ağa idi. Atatürk’ün yanındakiler, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Salih Bozok, Kılıç Ali, Hüsrev Gerede, Emir Subayı Resuhi Bey, daha birkaç yakını vardı. Yürüyorlardı. Atatürk düşünceli idi. Salih Bozok’u yanına çağırdı. Salih, yarın sabah git, Halil Ağayı bul, bana getir. Benim kim olduğumu sorarsa, bizim bey seni bir kahve içmeye çağırıyor de.

Ertesi gün Salih Bozok, Halil Ağa’yı bulmuş Atatürk’ün yanına getirmiştir. Atatürk ayağa kalkarak; “Buyur Halil Ağa” deyip bir sandalye göstermiştir. Zamanın başbakanı İsmet İnönü de salonda bulunuyordu ve olanlardan habersizdi. Atatürk Halil Ağa’ya dönerek: “Halil Ağa, anlat şu vergi işini bir daha” demişti.

Halil Ağa, vergi borcunu, icrayı, satılan öküzünü tekrar anlattı. Atatürk kaşlarını çatarak, İsmet Paşa ve Şükrü Kaya’ya dönerek; “Arkadaşlar, biz İstiklal Savaşı’nı Halil Ağa’nın öküzünü icra yoluyla satalım diye yapmadık. Bu memlekette adaleti, vatandaşı böyle mi koruyacağız, gerekirse vergi borcu ertelenebilir. Köylünün çift sürdüğü öküzü elinden alınmaz.”

Halil Ağa “Sen Atatürk Paşamsın galiba, beni bağışla, kusur ettim” diye yalvaracak oldu.

Sana güle güle Halil Ağa, sen bizim gözümüzü açtın” diye Halil Ağa’yı ayakta uğurlamıştı. Atatürk Türk Köylüsünün borcu konusunda çok titiz davranmıştır.

6. LİDERLER OKUYARAK DEVAMLI KENDİLERİNİ GELİŞTİRİRLER

Atatürk, çok ve çabuk okuyan, okudukları üzerinde düşünen bir insandı. Bu konuda, Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak da, anılarında şöyle yazıyor:

“Okumayı çok severdi. Genel bilgisini sürekli olarak artırmaya çalışırdı. Zengin bir kütüphanesi vardı. Okuması da, çalışması gibiydi eline aldığı kitabı, eğer ilginç buldu ise, bitirmeden bırakmazdı. Okuduğu kitaplarda, ileri sürülen temel fikirlerle, güdülen hedefleri açıklık ve isabetle tespit ve gayet iyi özetlerdi.” Bir gezi dönüşü sabahleyin trenden iner inmez, Köşk’e çıktım. Hizmetine bakanlara, ne durumda olduğunu sorduğumda, “iki gün, iki gecedir durmadan kitap okuyor” dediler. İzin alıp yanına girdiğimde: “Elime bir tarih kitabı geçti. Bilmem ne zamandan beri okuyorum” dedi. Yorulmadınız mı, Paşam? diye sorduğumda, “Hayır, yalnız gözlerim yaşarıyor. Onun da çaresini buldum. Birkaç metre tülbent aldırttım. İşte gördüğün gibi, parça parça kestirdim, ara sıra bunlarla gözlerimi kuruluyorum.”

Atatürk’ün kitap okumada dikkati çeken bir özelliği de okuduğu kitabın önemli bulduğu yerlerini, kendine özgü işaretlerle belirlemesi, satır altlarını, genellikle kırmızı ve mavi renkli kalemlerle çizmesi ve sayfa kenarlarına notlar almasıdır. Atatürk’ün okuduğu kitapların işaretli olan yerleri incelenerek, O’nun hangi yazarların eserlerini beğendiği veya hangi düşünceleri benimsediği konusunda bir değerlendirme yapılabilir. Fakat böyle bir değerlendirme yapılırken de, O’nun yaşamı boyunca okuduklarından, gözlemlerinden edindiği bilgilerden, büyük bir seziş yeteneği ve eşsiz dehası ile kendine özgü bir sentez yapabilen bir fikir adamı olduğu gerçeği, göz ardı edilmemelidir.

Daha öğrencilik yıllarında küçük harçlığından kitaplar aldığı bilinmektedir. Genç subaylık yıllarında askerlikle ilgili tercümeler yapmıştı. İleri rütbelerde Arıburnu ve Anafartalar Savaşlarını, 1927’de hacimli bir eser olan büyük Nutku üç ay içinde kaleme almıştı. Onun savaş sırasında bile ciddi felsefe ve tarih kitapları okuduğu görülmektedir. Devlet başkanı olduktan sonra, Çankaya’da 10.000 cildi aşkın bir kitaplık oluşturmuştur. Eline aldığı kitabı bitirinceye kadar okur, önemli gördüğü yerleri kırmızı-mavi kalemle işaretlerdi. İlgi duyduğu konularda yurt dışından kitaplar getirtmiştir. Kendisini en çok memnun eden hediyenin kitap olduğu bilinmektedir. Atatürk son zamanlarında özellikle dil ve tarih konuları ile yakından ilgilenmiştir. Bu konularda bilimsel çalışmalar yapılması için Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarını kurmuş birer akademi haline gelmelerini temenni ettiği bu kurumların yaşaması için, vasiyetnamesine özel hükümler koymuştu.

Elimizdeki belgelere dayanarak, Atatürk’ün geniş bir kültüre sahip olduğunu söyleyebiliriz. Atatürk, yaşamı boyunca okuduğu kitaplardan edindiği bilgiler ışığında, eşsiz dehası ile yaptığı sentezlerle, yüzyıllarca kara cahil olarak bırakılmış bir halktan, yeni bir Türk toplumu oluşturmuş, kurduğu Cumhuriyet’in temelini de kültüre dayandırmıştır. “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür”. Dünyada bir başka benzeri bulunmayan devrimlerini yaparken de hiç yanılmayışında, kuşkusuz, O’nun geniş kültürünün payı çok büyüktür.

7. LİDERLER UZAK GÖRÜŞ SAHİBİ OLARAK GELECEĞİ DOĞRU TAHMİN EDERLER

Atatürk’ün uzağı, görüş niteliğini iki örnekle vurgulamak isterim.

Birinci örnek olarak;

1932 yılında Atatürk ile, (sonradan II. Dünya Savaşında Amerika’da savaş kahramanı olarak nitelenen) General Mac Arthur arasındaki görüşme üzerinde duracağım. Bu görüşmeyi tarihî olarak nitelersem, konuyu abarttığım sanılmamalıdır. Çünkü bu görüşme, Atatürk’ün insanı gerçekten şaşırtan sezişleri ve doğru tahminleri ile doludur. 1951 yılında “Caucasus” adlı bir Amerikan dergisinde yayınlanan bu görüşmeye, dergi tarafından konulan başlık ‘Hayret Verici Siyasal Kehanetler’dir. Atatürk şöyle diyor: “Almanya, kısa sürede büyük bir ordu meydana getirebilecek ve İngiltere ile Rusya hariç, bütün Avrupa’yı işgal edebilecek yetenektedir… Savaşın patlaması 1940-1945’ten daha sonraya kalmayacaktır. Fransa, büyük bir askerî güç oluşturma yeteneğini kaybetmiştir, İngiltere artık, Adalar’ın savunması bakımından Fransa’yı hesaba katamaz… İtalya, Mussolini’nin yönetiminde, kuşkusuz önemli ölçüde yükselmiş ve ilerlemiştir. Mussolini gelecek savaşa katılmaktan kaçınırsa; İtalya’nın dış görünüşündeki büyüklüğün yarattığı tehditten yararlanarak barış konferansı masasında ana rollerden birini oynayabilir. Ama korkarım ki İtalya’nın bugünkü şefi, bir Sezar rolü oynamanın cazibesine dayanamayacak ve İtalya’nın bir askerî güç olmaktan çok uzak olduğu gerçeğini hemen ortaya koyacaktır… Amerika tıpkı geçen savaşta olduğu gibi, tarafsız kalmayacak ve Almanya, Amerika’nın savaşa katılması sonucu yenilecektir… Eğer Avrupa devlet adamları, ulusal alandaki bencil ve ayırıcı duygularını bir kenara atmazlarsa, temel siyasal sorunu tüm Avrupa’nın yararına olmak üzere içtenlik ve kararlılık ile çözüme bağlamaya çalışmazlarsa, korkarım ki yeni bir felâketten kaçınmak imkânsız olacaktır… Bugün, medeniyeti, hatta bütün insanlığı tehdit eder şekilde, doğuda yeni bir güç ortaya çıkmıştır. Bu korkunç güç, maddî ve manevî tüm kaynaklarını bir dünya ihtilâli için seferber ettikten başka, Avrupalılar ve Amerikalılar tarafından henüz bilinmeyen siyasî yöntemler de uyguluyor… Avrupa’da patlayacak savaşta zaferi kazanacak olan, İngiltere ile Fransa veya Almanya değil, fakat Bolşevik Rusya olacaktır…”.

 

İkinci örnek olarak;

Rusya’nın dağılacağını yıllar önce söylemişti. 1936 yılında bir gün, her zamanki gibi Çankaya’daki akşam yemeklerinde ülkenin sorunlarını konuşurken, masadakiler sık sık Paşam, Ruslar şöyle ileri adımlar atıyor, ekonomide, sanayide, askeri alanda şöyle başarılı oluyorlar diye anlatıyorlardı. Atatürk bunun üzerine yemeği bırakıp masanın üzerindeki içinde

meyvelerin bulunduğu tabağı alıyor ve yere atacakmış gibi yapıyor. Masadakilere: “Eğer bunu yere bıraksam kaç parça olur?” diye soruyor. “40 parça olurdu Paşam” diyorlar. “Hayır…” diyor Atatürk, soruyu yine tekrar ediyor, aynı cevabı alıyor. Bunun üzerine:  “Bilemediniz…” diyor. Ve devam ediyor: “Biraz sabredin… Yurtta Sulh, Cihan’da sulha sarılın.

Çünkü 60 yıl sonra Rusya 60 parça olacak. Bu nesil Bolşevik İhtilali yaptı. Kan kussa, kızılcık yedim der. Oğulları da babalarının istikametinde gider. Ama ondan sonraki nesil Rusya’yı 60 parçaya böler…” Şimdi Atatürk’ün bu sözleri söylemiş olduğu 1936 yıllarını şöyle bir hatırlayalım… Henüz daha II. Dünya Savaşı çıkmamış ve Rusya büyük bir güç olmamışken, bu sözler söylenmiştir. Yani inanılacak gibi değil ama 1936’da 1990’ları anlatmıştır. Bunun tek bir izahı olabilir. Bu normal şartlarda açıklanabilecek bir mesele değildir. Eğer Atatürk’ün geleceği görebilen “Üstün Sezme Gücü” olmasaydı, böyle bir kehanetti bulunabilmesi mümkün olamazdı… Gerçekten de Rusya’daki parçalanma, Atatürk’ün söylemiş olduğu gibi üçüncü nesilde meydana gelmiştir. Atatürk 1936 yılında Rusya’nın parçalanacağını söylerken ayrıntılı açıklamalarda da bulunmuştur: “Bu gün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bu gün Rusya’nın elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni dengeye ulaşabilir, işte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim, bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak… Dil bir köprüdür. İnanç bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz, bizim onlara yaklaşmamız gereklidir. Rusya bir gün dağılacaktır. O zaman Türkiye onlar için örnek bir ülke olacaktır” diyen Atatürk kehanetlerine şöyle devam eder: “Türkiye 21. Yüzyılı şekillendiren Avrasya için

bir kilit ülke konumundadır. Onlar bizi örnek alacaklardır”.

 

8. GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Milletimiz için dayanılması zor acı bir gerçek olmakla beraber bir 10 Kasım günü Atatürk de, her insan gibi öldü. Gerçekçi bir lider olan Atatürk bu durumu zaten, “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” diyerek belirtmişti.

 

Makaleyi M. Kemal ATATÜRK’ün düşünce ve sözlerinden derlediğimiz, geleceğin liderlerine nasihatleri ile bitirmek istiyorum.

 

  • Büyük olmak için:

Hiç kimseye iltifat etmeyeceksin

Hiç kimseyi aldatmayacaksın

Memleket için hakiki mefkure ne ise;

Onu görecek o hedefe yürüyeceksin.

Herkes senin aleyhinde bulunacaktır.

Herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır.

Önüne nihayetsiz manialar yığacaktır.

Fakat sen bunda mütehammil olacaksın

Kendini büyük değil küçük, zayıf.

Vasıtasız hiç telakki ederek

Kimsenin yardım etmeyeceğine kani olarak

Bu maniaları aşacaksın.

Bundan sonra; Sana büyüksün derlerse

Bunu söyleyenlere gülüp geçeceksin…

Ben kalpleri kırarak değil.

Kalpleri kazanarak hükmetmek isterim.

Zafer “Zafer benimdir diyebilenindir”.

* Ben, bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem; o işe neler engel olur, diye düşünürüm. Engelleri kaldırdım mı, iş kendi kendine yürür.

* Güçlükler karşısında yılmamak gerekir.

* Herhangi bir zorluk önünde kaldığım zaman benim yaptığım iş şudur: Durumu iyice belirlemek, sonra bu durum karşısında alınacak önlemlerin ne olduğuna karar vermek. Bu kararı bir kere verdikten sonra artık acaba yapayım mı, yapmayayım mı, diye kararsızlık göstermemek, duraksamadan kararı uygulamak ve başaracağıma inanarak uygulamak!

* Büyük kararlar vermek yeterli değildir. Bu kararları cesaret ve kesinlikle uygulamak

gerekir.

 

KAYNAKLAR

Mert, Yüksel ve Açıkgöz Cengiz, (2011): Atatürk’ün Liderlik Sırları, 7. Baskı, Ankara, Tutku Yayınevi.

Şahin, Abdullah, (2002): Yönetici Liderlik, Osmaniye, Yimtaş A.Ş.Ofset Matbaacılık.

(http://tarihsaati.blogspot.com/2008/01/1936-ylnda-bir-gnher-zamanki-gibi.html; Erişim Tarihi:05.11.2013)

(http://forum.webokur.com/konu/mustafa-kemal-ataturkunbasari-ile-ilgili-sozleri.11515/; ErişimTarihi:28.10.2013)

(http://kisiselbasari.com/ataturk%C2%B4un-sozleri.html;Erişim Tarihi:30.10.2013)