Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

KOSOVA’DA GURBET ÜZERİNE BİR DENEME

 

 

İsmail ÇAKIR[*] 

 

Gurbet dediğimiz nedir ki? Vatandan ayrı kalmak mı? Sevdiklerimizden, eşimizden, dostlarımızdan uzaklarda, bilmediğimiz diyarlarda, bilip de bilmenin ötesinde, anlayıp, biz olamadığımız denizler ötesi topraklarda olmak mı? Evet. Bunların hepsi ve bunlar gibi daha niceleri ‘Gurbet’ başlığı altında ele alınıp içerisi doldurulacak yada doldurulmaya çalışılacak kavramlar. Özlemin ötesinde özleme özlem duymak belki de. Yani efendim, insanlar adedince anlamı var bu gurbet denilen mefhumun.

Kosova’da bizler için bir gurbet. Yada biz öyle adlandırıyoruz. Eşimizle, dostumuzla helalleşip Ankara’dan uçağa binmeyle başladı gurbete yolculuğumuz. İstanbul’da bir mola. Ama hala Türkiye’de oluşumuzdan mıdır nedir diyarı gurbette teneffüs edilecek hava gibi gelmiyordu ve hala kimilerinin yüreğine düşmemişti ayrılığın burukluğu. Ve uçağa bindik… Gökyüzüne doğru yükselen bu ağır kuşla birlikte yükselen bir farklılaşma. Denizin üzerinde, gömülürken koltuklara, işte o an sardı bedenimi gurbet. İnce bir sızı yüreğimden tüm bedenime doğru; Tatlı ve fakat yakan bir sızı bu. Şimdi ne olacak? Diyarı gurbete doğru götürürken bu ağır çelik yürekli kuş bizleri, kadife kaplı yüreğinde acı ve heyecanlı bir yolculukta bineğimiz olarak yanımızda hatta yanında olmanın da ötesinde içindeyiz. ‘Gurbetin acısını çekene sor diyor sanki uğuldayan nefesiyle. Kaç seferdir ayrılmışım bu beldeden… Sayısı bana kalsın. Uğuldayan kulağındaki ses, ayrılışımın bir diğer namesi. Alışmak mı? Neye? Her seferinde geride hep birileri kalmıyor mu? Öyleyse değişen nedir ki? Alışmak öylemi? En çokta bundan korkuyorum aslında. Alışıp unutmak, unutup yok olmaktan. Alışınca aramıyor insan diyorsunuz ya. Aramak istediğim, özlemini duymak istediğim yarim yarenim var geride. Unutmak ha… Aslımı bıraktığım yerde, unutarak ihanet etmek yoktur neslimizde, beyim… Unutmak yada alışmak gözü korkanların işi, kolay olanı seçenin,  aslını unutanın, unutarak asılsız kalanların işi. İşte bu yüzden ayrı kalmaktan daha çok korkutansa beni, ayrılmayı, ayrılmanın acısını, gurbetin sızısını yani alışmamayı unutmak. İşte bu yüzden her uçuşumda uğuldar da bedenim, sizlere duyurur ıstırabımı bulutlar arasında her süzülüşümde. İşte o yüzden alışamamaya alışmaktır hedefim.’ dermiy di bilmiyorum koca tonajlı demir kaplı uçağımız. Ama ben olsaydım emin olur ki derdim.

Makedonya havalimanına inince başladı gurbetteki yaşam. Çok bir şey anlamışta değildim bu diyardan. Sanki elleri varda bizim ele benzerdi derken, dili dilime benzeyen bir polisle karşılaştık pasaport kontrolünde. ‘Hoş geldiniz’i bizim gibi diyordu da üniformasının üzerinde bizim dilden olmayan harfler vardı. Bir çok anlayamadığımız tabela ve konuşmanın içerisinde bir o anlamıştı beni ve bir ona anlatmıştım kendimi. Geçişimizi onayladıktan sonra sıra gelmişti, gurbet ellerinde, açıkta bırakmasın diye yanımıza aldığımız eşyaların bulunduğu valizlerin sırtlanmasına. ‘Çok zor be kızan’ demişti yol arkadaşım, ‘çok zor bunları taşımak.’ Hem de ‘Üsküp’ten Kosova’ya’. İlk kez Yavuz Bülent Bakiler’le duyduğum bu ilişkilendirme şimdi tamda önümde ve de sırtımda yüklerle. Sayın Bakiler’in söylemlerinde ki bu iki şehrin atmosferi ta evvelinden celp ederken beni, şimdi elimde valizler aklımda sorular, bir yumak gibi bir birine girmişti. İşte bu anda, kapıda bizden olmayan ama bizi bekleyen bir ‘AĞABEY’ (Bizden olamayan derken kafilemizde bulunmayan demek istedim). Bizi bekliyordu işte. Hem de Makedonya’da. Karşılanmıştık işte. Yani yalnız değildik buralarda. Sırtım da kambur dediğim, ama haksızlık ettiğim valizlerimi koyunca UN kamyonuna derinden bir oh çektim. Yerleştirmiştim kamburu sırtımdan başka bir yere. Yerleşmiştim bende otobüsün içinde arkalarda bir yere.

Güneş, yolculuğumuz henüz bitmeden battı. Beklemedi yani bizleri. Demek ki daha önemli işleri vardı. Beklemeden giderken, yavaş yavaş ışık huzmelerini de ardından götürüvermişti ki, bizde Üsküp’ü geride bırakıp Priştina’ya doğru yola çıkmıştık. Savaştan yeni çıkmış bir memleket havasında gelmemişti bana Kosova. Ya ben savaşı bilmiyordum, yada savaşın acı gerçeklerine rağmen bu toprakların insanları kendini gerçekleştirme sevdasına düşmüşlerdi, güvenlik ihtiyaçlarını düşünmeden. Hatta biyolojik devamlılıklarını sağlamak için üretime geçmeden. Hava kararmış yol uzayıp ve hatta kıvrılıp gidiyordu, ben bunları düşünürken. Demek hayat, her şeye rağmen devam ediyordu da biz insanlar bu süreğenliği anlamada yetersiz kalıyorduk.

İşte gelmiştik diyarı gurbete, kargaları bol ova Kosova’ya. Ne yapacaktık şimdi. Nerede barınacak, nerede giderecektik ihtiyaçlarımızı? Gerçi iş başa düşünce paşalar dağa düşermiş. Düşerdik bizde elbet bir barınağa, ama nasıl? Sorumun cevabı pek yakında, otobüsten inince karşımda idi. Aslında bunları düşünmemi bile gereksiz kılacak bir yanıt oldu bu. Bir değil, iki değil birlerin yan yana gelmiş onbirleri, yüzonbirleri sıradağlar gibi oluşturmuş devrelerim bekliyordu bizleri. Oysa ki kimseye haber vermemiştim. Vermemiştim ama verseydim ancak bu kadar verebilirdim. Otobüsten inince karşıladılar bizleri. Bizleri bizim devrelerimiz, diğerlerini diğerleri. Ama herkesi karşılayan birileri. Bir dakika! Gurbette, yalnız, dili dişi yabancı insanlar… Kurguladıklarım bunlardı, yaşadıklarım değil. Aslında dostu, arkadaşı olmayan kurgulayacakları şeylermiş bunlar. Dostun varsa yanında uzaklar yakınlara dönüşür, gurbet, olur bir kavuşma. Bıraktığım birileri vardı Türkiye’de. Ama bulduğum buluştuğum dostlarım, kardeşlerim, arkadaşlarım, yoluna yol denilecek yoldaşlarım vardı yanımda. Elleri bizim ellere benzemişti şimdi, dilleri bizim dillere. Dilin ne önemi vardı, konuşan yürekler olunca. Kamyona bıraktığım kamburuma el atmadan atıldı bagajlara, vefaya anlam veren yandaşlarımca. Ve biz tekrar yoldayız. Barınma demiştim ya hani, sorunlar başlığı altında karaladığım, işte o muhite doğru gidiyoruz. Şu an okuduklarınızın sözcüklerle aktarılamaya çalışıldığı ‘Misafir Evine’ doğru. Misafir etmişlerdi bizleri, bizlerden daha önce buralarda misafir olan, arkadaşlarım. Sonradan öğrendim onları da misafir eden misafirperver ağabeylerimizin bu geleneği devam ettirdiklerini. Ve sonradan öğrendim mevcut kontenjanlar içerisinde bir tek Türk Kontenjanın böyle bir etkileşimle misyona başladıklarını. Bir tek Türk kontenjanında anlam kazandığını abi-kardeş ikilisinin. Kalma derdini düşünmeye fırsat kalmadan, kaldım misafir evinde. Eşyaları atınca kalacağım odaya, attım kendimi dışarıya; Ama arkadaşlarımın yanına. Barınacak yerden sonra bakılacak, bir midenin ihtiyacını karşıladı can yoldaşım, arkadaşım, her yolu beraber giderim dediğim yollarda kardaşım. Gönülün istediği sohbet de karşılanırken, çaylar katığımız olmuştu. Kahveyi bahane yapmıştık, devam eden sohbet, şahane. Derken müsaade istedik evin sahibi misafirperver aileden. Öyle ha deyince de kalkılmıyor ki. ‘lütfen biraz daha denilince boyunlar bükük, ‘hadi biraz daha o zaman’. O zaman da dolunca kalktık oradan ve geldik birkaç gecelik istirahatgahımıza.

Gözler yarım, yolunda hatırı vardı hani. Yorgunluktu hatırın dillenişi, biraz dinlenmekti istediği. Gözler yarım, gözler yatakta. Beden arzuluyordu uykuyu. İzin vermek gerekti,dinlenebilsin diye. Değil mi ki onunda hakkıydı, vermeliydi o zaman verildiği gibi Sezar’ın hakkı Sezar’a. Uyku küçük ölüm… ama ihtiyaç. Olmazsa olmazlarından hayatın. Daha önümüzde günler vardı çalışılacak. Çalışmak  gerekti, hak etmek için rahatı. Vermek gerekti bedene istediği ve hakkı olanı. Cimri olmamak gerekti. Cimri olmadım bende. Dinlenmesine müsaade…

Ama yetişmek gerekti ilk ders göreceğimiz günün ilk saatine. Temsil ederken ülkemizi ve ülkemizin güzel evlatlarını gecikmemek gerekti. Oyantasyon başlamıştı. Kosova hakkındaki bilgilere geçmeden ‘Hoş geldiniz’ dediler, bu yaban illerde bizden sorumlu ağabeyler. Hoş bulmuştuk gerçekten. Denilebilecek en içten bir teşekkür. Sabah istirahatgahtan alıp akşam bırakan arkadaşlar hoş etmişlerdi bizleri. Ecdattan bir şeyler kalmış mı bu yaban ellerde diye sorarken kendime, kalanın olmadığını gördüm yada kalanı ben bu gözlerle göremedim. Ama Anayurdun bağrından gelen ağabeylerin, arkadaşların, kalmasını arzu ettiğimiz duyguları, düşünceleri ve tutumları tekrar getirdiklerini gördüm. Gördüm de duygulandım bu gönlü hoş, yürekleri hoş insanların yanında. Yabancılık çekmeye yabancı oldum. Aslında hiç muhatap olmadım. Her şey hazır ve nazırdı çünkü. Şu da olsa idi ne iyi olurdu diyebileceğim bir şey… Düşünüyorum ama bulamıyorum. Gördük ki bu bir gelenek ve gelenekler devamlılık arzederse hayatta kalır. Bu noktada bize düşense kaldığı yerden devam ettirmek. Devam ettirebilecek kabiliyette insanlarla beraber olmanın huzuruyla bizleri karşılayıp, her türlü ihtiyaçlarımızı düşünen büyüklerimizden devrelerimize kadar her kese teşekkürü bir borç biliyorum.

Her şey için ama her şey için çok teşekkürler.

Her şeyler gönlünüzce, gönlünüz sevdiklerinizle olsun. Yüreğinizden sevgi, günlerinizden umut ve yüzlerinizden tebessüm hiç ama hiç eksik olmasın. 

 

İsmail Çakır



[*] Komiser, Adana İl Emniyet Müdürlüğü