Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

43.3 NUMARA AYAKKABI

 

Kemal ÇELEBİ

Emekli Emniyet Müdürü

İlkokulu köyde, orta okulu ilçede bitirmiş, 1960 yılı Eylül ayında Polis Koleji yazılı sınavlarını kazanmış olarak  Ankara’ya gelmiş yol iz bilmeden sora sora  sora Anıttepe’yi bularak okula vasıl olmuş, Bolu ilinden gelen 8 kişiden tek ben sözlü sınavları kazanarak öğle saatlerinde doğrudan yemekhaneye alınmış ve ilk tulumba tatlısını tatmıştım.

Köydeki sade yaşantım, ilçede 20 lira aylıkla tutulmuş 1 odada 3 kişi kalarak orta okulu bitirişim, 3 yıl içinde 1 şapka, 1 kravat, 1 gömlek, 1 ceket, 1 pantolon ve 1 ayakkabı ile idare edişimi hiç mi ama hiç unutamam. Hele bana her girdiğim öğretmen okulu yatılı sınavlarına abimin kazanıp benim kazanamayışım, köyde ağabeyime yapılan övgü ve bana alaylı bakılması psikolojisi içinde koleje girişim büyük bir nimet oldu benim için. Düzce’nin ilk kolejlisi olma şerefi de bir yana.

Ben oldum olası cebir ve problem çözmeyi beceremedim, Bolu’daki yazılı sınav da matematik sorularını yapamamıştım. Tabi ki Koleje’de giremeyecektim. 3 yıldızlı biri gelip kağıdımı aldı evirdi çevirdi, “Hepsini yapmışsın, şu matematik sorularını neden yapmadın” diye sorunca, “Ben matematikten iyi değilim, orta okulu abim sayesinde bitirdim” dedim. Kendisi sınıfı dolaşırken her uğrayışında bir soruyu cevaplattırdı ve kağıdı verdim. Sonradan öğrendiğime göre Bolu Emniyet Müdürlüğü 3. Şube Şefi Başkomiser Cafer CAMBAZ imiş. Allah selamet versin çok büyük iyiliğini gördüm. Daima minnet ve şükranla anarım. Meslekte iyi ilişkilerimiz olmuştur.

Abim öğretmen okulundan çağırılmış, ben Düzce lisesine kaydolmuştum. Hiç sigara içmediğim halde, müdür yardımcısı tuvalette elinde sopa ile sigara içtim gerekçesiyle enseme şiddetli sopa darbesi indirince bende can havli ile kasığına tekme atarak okuldan kaçtım. Tabi ki bunun mazereti olamazdı. Babama anlatmak imkansızdı, evden kaçıp bir yerlerde fırıncılık gibi işçilik yapmalıydım. Bu düşüncelerle dalgın dalgın köy yoluna yönelmiştim. Mektuplarımızın geldiği bakkal EYÜP amca seslendi. “Kemal sana 3-4 gün evvel bir mektup geldi, mühim olmalı” dedi ve zarfı verdi. Bismillahla açtım sarı zarftan çıkan kağıtta, Bolu’daki yazılı sınavı kazandığım Eylül ayının …. Gününde Ankara-Anıttepe’deki Polis Koleji’nde hazır olmam yazılıydı. Allahım ne sıkıntılı anımda ne mutlu haber.

Doğruca köye çıktım, babam bana 50 lira verdi, ertesi günü Düzce’de bindim otobüse, 8 lira verdim 42 lira ile Ankara’ya geldim. Ankara’daki bir tanıdık vasıtası ile Koleje geldim sınavlara girdim 8 kişiden tek Bolu’ dan sözlüyü kazandım. Ve kolej talebesiyim. Yatakhanelere taksimde arta kalan 9 kişi ranzalı değil karyolalı yatakhaneye düştük. Pijama, havlu, bornoz, diş fırçası, diş macunu akla ne gelirse her şeyi vermişler, 577 Yüksel Tuncel, 578 Orhan Kaymaz, 579 Yalçın Çakıcı, 580 Mehmet Karaarslan, 581 Yusuf Uzar, 582 Seyfettin Arıkan, 583 Erdal Karakurdu, 584 Yılmaz Ünlüer, 585 Kemal Çelebi ve 586 Atilla Aytek, İlk yüz göz olan arkadaşlarız. Geçmişe bakarak çok mutluyuz, gelecekten ise henüz bir beklentimiz yok.

Yatılı öğrencilik, sabah mütaalası altı saat ders, akşam yemek öncesi ve yemek sonrası etütleri, sabah kahvaltısı, öğle yemeği, akşam yemeği, yat zili, sabah kalk zili, üst sınıfların taahkümü, hele sanki sınıfta kalmak meziyet imiş gibi, üst sınıftan kalanların kıdemli sıfatları ile böbürlenmeleri, mümessil seçilmeleri, haklı da olsan şikayet hakkının olmaması, şikayette bulunanın dayak yemesi gibi, sıkıcı sayılabilecek ortama rağmen, benim gibi çok çok imkansızlıklar içinden gelmiş biri için her şeye rağmen polis kolejinde bulunmak bir nimet ve Allah vergisi şeklinde algılanmıştır.

Hele tarih tekerrürden ibarettir. Atasözünü haklı çıkarırcasına Düzce lisesindeki sigara konusunun kolejde de tecelli etmesine ne denir? Bir akşam yat saatinde lavabo önünde dişlerimi fırçalamış, sakal tıraşımı olmuş, toparlanıp koğuşa giderken, iki üst sınıftan Turan Genç ile Hakkı Kaplan’ın “ ne yapıyorsun bu saatte tek başına burada, yoksa sigara keyfi mi yapıyorsun?” sorusuna ben sigara içmediğimi söylememe rağmen Hakkı Kaplan’ ın haksız yere iki tokat atmasını şikayet ettiğimde sınıflar amiri “ gelir gelmez şikayeti mi öğrendin” diyerek bir tokatını hala unutamam. Okuldaki şartlar ne olursa olsun köyümdeki dokuz nüfuslu ailenin ekonomik şartları yanında katlanır görünürdü ve şükürler olsun ki katlanarak bu günlere geldim.

Efendim sadede gelmek gerekirse konumuza geçelim… Bir gün sabah mütaalasında sınıflar amiri sınıfa gelerek, hepimize birer dosya kağıdı dağıttı. Bu kağıda sağ ayağımızı basarak kalemle ayak şeklimizi çizmemizi, bu ölçüye göre ayakkabı verileceğini söyledi, kağıtları topladı ve gitti. Ayrıca kağıda ad, soyad yazmamızı ve kaç numara ayakkabı giydiğimizin de yazılmasını istemişti. Çoğu arkadaşım ayakkabı numarasından haberi yoktu. Ben Ankara’ya gelirken ayakkabı alacaktım. Kunduracı 43 ya da 44 numaranın uygun olacağını   ayağıma 43 numaranın daha uygun olacağını söylemişti ben de buna göre gerekeni kağıda yazmıştım.

Birkaç gün sonra sınıflar amiri elinde bir kağıtla sınıfa girerek “ 585 Kemal Çelebi kimdir?” diye sordu. Bende kendimi göstererek ben olduğumu söylediğimde, “ülan senin için ayrı bir ayakkabı kalıbı mı yaptıracağız, ya 43 olur ya da 44 olur 43,3 de ne oluyor” deyince kendisi de dahil sınıfta bir kahkahadır koptu. Çünkü ben kağıda “ 43 küçük geliyor, 44 ise oldukça bol geliyor, 43,3 olursa uygun olur” diye yazmışım. O gün bugündür adımız 43,3 ‘e çıktı ancak zaman her şeyi unutturur ve bu da unutuldu gitti. Ne varki çok yakın arkadaşlar bir araya geldiğimizde anılar içinde 43,3 daima yad edilir.