Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Yâdımdaki Tatlar

polis_dergi_aralik_2013_int_039 polis_dergi_aralik_2013_int_040          Bugün mahzen-i yâdımı kurcalayıp tadı damağımda kalan günlerin üstündeki tozları şöyle bir silkeleyiverdim. Hafızamın tozlu raflarından çıkarabildiğim tatları kardeşlerle paylaştım. Sonra bunların sözde kalmayıp raflardan kâğıda taşınmasının onların yaşam ömrü bakımından daha sağlıklı olduğunu düşündüm. Ve birden aklıma üşüşen ilham kuşlarıyla birlikte kâğıdın kapısında kendimi buluverdim. İşte size yâdımdan birkaç tozlu yaprak…

          Pencere kenarındaki sırama tünediğim akşamlarda, şehri aydınlatma derdinde olan sokak lambalarının gözlerimi alan manzarasıyla büyülenirdim. Lambaların ateşe çalan sarı ışıklarının uzaktan uzağa yorgun günün üstüne çekilmiş yaldızlı bir çarşaf gibi önüme serildiğini hissederdim. Tek sıra halinde dizilmiş ışık servilerinin refakat ettiği yollarda arabaların farlarından fırlayan bakışlar nehrin yatağı boyunca akıp giderdi. O sıralarda ise aklım hep bu arabaların içiyle ilgilenirdi. Acaba içindeki insanlar nereden gelip nereye gidiyorlardı? Kim bilir kendilerine göre ne telaşları vardı? Apayrı hayatlar bir arabanın farıyla birlikte bakışlarımın yetiştiği yerin son noktasından gaiplere karışırdı. Sırama tünediğim bu demlerde bir yanımda böyle bir manzara arz-ı endam ederken diğer yanımda kendisini ellerime teslim etmiş kitaplar adeta beni tamamlardı. O pencere kenarında kitap okumanın zevki ise daha bir farklıydı. Kitaba daldığımda sanki pencereden semaya kanatlanacak gibi olurdum. Okur, okur ve yorulduğum sırada göz bebeklerimi pencerenin dışına kaydırır, onlara dinlenme fırsatı verirken manzarayı derinlemesine içime çekerdim. Bu dünyadan koparabildiğim eşsiz bir köşe haline gelen sıram, kitap ve manzarasıyla birlikte zihnime kazınmıştı.

          Güneşi uğurlamak için seçtiğim ön bahçede ise biraz hüzün koklardım. Yeşillikler arasına kondurulmuş bir banktı bu seferki tüneğim. Bazen yalnız, bazen dostlarla batmaya durmuş güneşin son ışıklarını yakalamaya çalışırdım. Bahar günlerinin yumuşaklığı gönlümde tatlı bir hava uyandırırken nedense burada hep hüzün soluklardım. Çünkü ayrılık hissi canlanırdı batan günle birlikte. Uzakta olmanın verdiği bir burukluk sarardı ruhumu. Yine dalardım manzaranın derinliklerine. Bakışlarımın uzanabildiği kadar tek tek tarardım her yeri. Bazen kendimle muhabbete dalar bazen de arkadaşlarla hemhal olurdum. İnsan orada neler düşünmüyor ki? Belki düşler kuruyor, hayaller çiziyor ya da günlük yaşanan hadiseleri geniş yorumlarla elden geçiriyor. İnsan orada, içinde biriken her şeyi batmakta olan güneşe yükleyip yolcu ediyor. Ben de aynen öyle yapardım. Günün çocuk sırtıma yüklediği yükleri, tünediğim o ön bahçeden batmakta olan güneşin sırtına boca ederdim. Belki de hüzünlenmek, her şeyi unutturuyordu insana bilmiyorum ama o yeşillikler arasında oturduğum her akşam rahatladığımı hissederdim.

          Ağır adımlarla ve bir yere varma gayesi gütmeden dolaşmak da benim için unutulmaz anlardandı. Özellikle yanıma kafama göre bir arkadaş bulunca bu yürüyüş hiç bitmesin isterdim. İnsan paylaşmayı arzuluyor. Bu yürüyüşlerde neler paylaşılmıyor ki? Yalnızca iki gölge birbirine ayak uydurarak adımları tüketmiyor, iki kalp el ele vermiş dostluk kuşağında renk renk kanatlarıyla pervaz ediyor. Bazen bu kafileye katılan kalplerin sayısının arttığı da olurdu. O zaman daha cümbüşlü geçerdi bu adımlama işi. Sanki bir düğün alayı geçiyor sanırdı karıncalar. Orada, semaya çıkan muhabbetler,  yüzlerdeki gülümsemeler, şen şakrak hareketler hiç unutulacak gibi gelmiyor bana. Tabii hep de sevinçli değildik canım. Dillerimizde kızgın kömür taşıdığımız demler de olurdu. O zamanlar ateş püskürürdük. Kendimizce öfkelenirdik işte. Onlar bile tatlı geliyor şimdi. Bir tarafım “hiç de gerek yokmuş” diyor ama onlar da tuzu biberi oluyor hayatın. Hepsi geçip bitince anlıyor insan.

          Tadı damağımda kalan o günleri özlüyorum. Zaman zaman hatırlıyorum ve içim sevinçle karışık bir hüzün duyuyor. Aslında o günleri çok sevmişim. Şimdi anlayabiliyorum. İçindeyken anlasam belki de bu kadar sevemezdim. Ama şu dersi çıkardım ki “her ânın kıymetini bilmeli insan”. Çünkü geçtikten sonra bir daha bulamıyor onu. “Keşke” demeye de gerek yok. Her an bir şey öğretiyor bize. Önemli olan onu anlayabilmek…