Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Türklerde İnsan Haklarının Serencamı

polis_dergi_mart_2013_032 polis_dergi_mart_2013_033 polis_dergi_mart_2013_034
Geçmiş devirlerdeki atalarımız, insanın ve tabiatta bulunan varlıkların birbirini tamamladıklarının farkına varmışlardır. Her canlıya, her varlığa ayrı ayrı değerler vererek saygı göstermişlerdir. İnsanla beraber bu varlıkların da devamına özen göstermişlerdir. Aynı düşünceler dini kültürümüzle de güçlendirilmiştir. Uygur şehirlerinin kalıntılarında, çeşitli dinlere ait tapınakların yan yana bulunması, yönetimin hakan etrafında boy beylerinden oluşan bir danışma meclisine dayalı olması, İslam’dan önceki toplumlarımızda insana karşı geniş bir hoşgörü ortamının varlığını ortaya koymaktadır. İslam’dan sonrada bu yapı istişare meclisi niteliğindeki Divan ile varlığını geliştirerek sürdürmüştür. Batı ortaçağ karanlığında mezhep kavgaları ile kendi dininin farklı mezheplerinden olanları, Kilisenin görüşü haricinde görüş ileri süren bilim adamlarını Engizisyon Mahkemelerinde işkence ile öldürüp yakarken Osmanlı dünyası Selçuklulardan devraldığı medeniyeti geliştirerek tüm insanlık için yararlı bir halde kullanmıştır. 1490’lı yıllarda İspanyolların Endülüs’teki katliamlarından Yahudileri Osmanlı gemilerinin gelerek kurtardığı tarihte bilinen bir gerçektir.

1990’lı yıllarda ortaya çıkarılan bir fermanda, da Fatih Sultan Mehmet’in 1463 yılında Bosnalı Fransiskenlere mal, can, inanç, seyahat ve istedikleri yere yerleşme hakkı ile başka ülkelerde bulunan yakınlarının da aynı haklardan yararlanma hakkının verildiğini görmekteyiz. Tarihimiz iyice araştırıldığı takdirde daha bunlar gibi insanlık tarihine örnek olacak çok güzelliklerin ortaya çıkacağına yürekten inanıyoruz.

Bir zamanlar batıdan önde olduğumuz insani değerleri ne yazık ki bizler çeşitli yozlaşmalar ile elimizden kaçırırken Batılılar bu değerlere sahip çıkmışlardır. Bugün tarihimizde önceden mevcut olan ve yabancısı olmadığımız bu insani değerleri çeşitli politik araçlarla bizlere kabul ettirmeye çalışılmaktadır.

Bugün İnsan Hakları olarak dile getirilen insani değerler yalnız Batı’nın değil tüm insanlığın ortak medeniyet tarihinin ortaya çıkardığı ortak değerlerdir. Dolayısı ile geçmişimize uygun düşen bu değerlere sırt çevirmemeliyiz, sahip çıkarak bütün insanlık ailesinin yararlanmasına çalışmalıyız. Bazı devletlerin veya kesimlerin kendi politik çıkarları için bu değerleri kullanmış olmaları bu değerlere karşı olumsuz bir tutum takınmamıza neden olmamalıdır.

Millet olarak tarihteki eski onurlu rollerimizi, içinde bulunduğumuz çağın gereklerine göre yeniden üstlenmek istiyorsak, İnsan Haklarına dayalı, Kamu Özgürlüklerini her bakımdan tanıyan bir demokratik rejim içerisinde yaşamak zorundayız.

Türkiye, tarihi ve kültürel temelinde yatan ilkelere bağlı kaldıkça ve onları içinde bulunduğu çağın ihtiyaçlarına göre geliştirdikçe, İnsan Hakları, Kamu Özgürlükleri ve demokrasi konusunda örnek olarak gösterilen bir konuma gelecektir. Herkes bu inancı paylaştığı zaman, aksaklıklar çok kısa bir süre içerisinde elbirliği ve hoşgörü içerisinde giderilebilir.

Demokratik hukuk devletinde, şiddet içermeyen bütün inanç ve düşünce sistemleri ve bunlara dayanan hayat tarzları karşısında devlet, eşit mesafede durur. Siyasal karar alma yetkisi halkın demokratik usullerle seçilmiş temsilcilerine aittir. Sivil ve askeri bürokrasi halkın siyasi sorumluluk yüklediği hükümetlerin demokratik yöntemlerle belirlediği politikaların uygulanmasıyla görevlidir. Demokratik hukuk devleti düşüncesi, çoğunluk iradesinin mutlak egemenliği düşüncesiyle de bağdaşmaz. Seçime dayalı çoğunlukla iktidara gelenlerin bile, temel özgürlükleri ve hukuk devleti güvencelerini ortadan kaldırma hakkı yoktur.

Batı demokrasilerinin, hukuk devleti ve insan hakları açısından geçirmiş olduğu, feodal yapı ve insanlık tarihinde unutulmayacak acı izler bırakmış engizisyon mahkemeleri ve ortaçağ karanlığı dönemlerini özellikle bizim ülkemiz yaşamamıştır. Milletimiz kendine özgü sosyal kültürel yapısı ile gelir düzeyi ve sosyal statüye göre en alttakiler ve en üsttekiler arasında aşırı bir gerginlik ve sınıf ayırımcılığı yaşamamıştır. Bir Fransız İhtilali’nin oluşmasını sağlayacak olumsuz sosyal yapı zemini oluşmamıştır. Bu durum doğal olarak özgürlük ve haklar mücadelesi açısından Batı’daki gelişmelerden farklı bir yapı göstermesine neden olmuştur. Kısaca, İslam demokratik hukuk devletinin önünde bir engel oluşturmamıştır.

Türkiye’de demokratik hukuk devleti anlayışının yerleşmesi, farklı dünya görüşlerine veya sosyokültürel yapıya sahip kesimlerinin barışçı bir şekilde bir arada yaşayabilmelerinin ve ortak bir vatandaşlık anlayışının geliştirilebilmesinin ilk basamağını oluşturmaktadır. Bu nedenle siyaset ve kamu hayatı her birey ve guruba (şiddet içermemek şartıyla) açık olmalıdır.

Sonuç olarak hükümetlerimiz, hukuk devleti ve insan hakları konusunda Avrupa’daki gelişmeleri takip ederek Avrupa müktesebatını ülkemize kazandırılmasına çalışılmaktadır. Ancak bu yeniliklerin toplum hayatında uygulamaya dönüşe bilmesi, sırf yasal düzenlemelerle gerçekleştirilemez. Kanun uygulayıcıları da görevlerini bu gelişmelere uygun olarak yapmak zorundadırlar. En önemli diğer bir konu da vatandaşlarında eğitim yoluyla bilinçlendirilerek, kendisine verilen haklara sahip çıkarak benimsenmesinin sağlanmasıdır.

Terör örgütlerinin hedeflerinden birisi, devleti vatandaşlara karşı sert önlemler almaya zorlamaktır. Devlet sertleştikçe demokrasiden uzaklaşacak, vatandaşlara sağladığı hakları yavaş yavaş rafa kaldıracaktır. Demokratik ülkeler, terör örgütlerinin bu tuzağına düşmedikleri oranda ve diğer komşu ülkelerin desteklerini aldıkları ölçüde hem demokratik kalabilirler hem de terörle başarılı mücadele edebilirler.

Batılı değer ve kavramlarla ifade edildiği gibi, Türk milleti kendi hür iradesiyle; monarşiden meşruti monarşiye, meşruti monarşiden laik tek partili otoriter bir düzene, tek partiden çoğulcu demokrasiye geçmeyi bilmiş ve başarmıştır. Bu milletin kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de terör sorununu demokratik mücadele ile alt edebilecek güce sahip olduğuna inanıyor ve başarılı neticelerini görüyoruz. Yeni hazırlanmakta olan anayasanın insan hakları açısından evrensel ilkeleri içeren, kazuistik olmayan, çerçeve bir anayasa olması gerektiğine inanıyoruz. Böylece anayasa toplumsal gelişmelerin önünde bir engel olmayacaktır. Ortaya çıkan sosyal sorunlar, millet iradesinin ve milli egemenliğin temsilcisi olan TBMM tarafından yasal metinlerle pratik çözüme kavuşturulmuş olacaktır.