Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Suç ve Suçluya Dair Psikolojik Analiz

image002

(Suç Öncesi, Suç Sırası Ve Suç Sonrası)

Bir insanı tanımak için onu bütün olarak ele almak gerekir; yani bir davranışın ortaya çıkmasında kişinin biyolojik özelliklerinin, geçmiş yaşantılarının, o andaki içsel durumunun, içinde bulunduğu fiziksel ve toplumsal çevrenin etkisi vardır. İnsanın psikolojisi bunların birleşiminden oluşan bir bütündür. İnsan davranışı iklimden hormon düzeylerine kadar birçok kültürel ve kültürel olmayan faktörlerden etkilenir. Tabii ki başka koşullar da bunu etkileyecektir. Herhangi bir uyarıcı karşısında kişinin nasıl davranacağını(etki-tepki) kestirebilmek için bu etmenlerin tümü hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Kişiler aynı uyarıcılara, çeşitli nedenlerle farklı tepkiler verirler. Algılar, duyu organlarına gelen uyaranların anlamlandırılmasıyla oluşur. Bir davranışın normal ya da anormal sayılması zaman ve mekâna göre değişebilir. Suçlu davranışının temelinde değişik faktörler yatabilir. İnsan davranışlarını, ailesi ve toplumla olan ilişkileri de etkiler.

Suç,  yasalarda yazılı olan ve yapıldığında ya da yapılmadığında karşılığında cezai yaptırım/müeyyide uygulanan fiillerdir. Bunlar yasaklanmış, kanunun cezalandırdığı fiillerdir. Bu fiilleri işleyene suçlu ve bu kişinin suç işlemeden önce, suçu işlerken ve suç sonrasını da kapsayan süreçteki bütün davranışlarının psikolojisine suçlu psikolojisi denir.

Suçluluk psikolojisi daha çok bir suç işledikten sonra suçlu kişinin davranışlarında, yaşamındaki pişmanlıkları ve diğer davranışlarını kapsar. Bizzat suç işlememiş, ancak suçun işlenmesine bir şekilde sebep olmuş, önlem almamış, suç işlenirken gördüğü halde müdahale etmemiş, tanıklık yapmamış, ya da iftira atmış, tezvirat yapmış, sahte tanık olmuş… bu kişilerde de suçluluk duygusu oluşur.

Suçluluk konusunda pek çok sebebi bir arada düşünmek gerekir. Bunun için insanın iç dünyası, fiziksel, ruhsal yapısı ve içinde yaşadığı aile, oyun oynadığı sokak, okul, akran grubu, toplumsal çevreyi de içeren bir ortak etkiler alanı düşünülmeli ve bir suçu inceleyip çözerken bunlar da göz önünde bulundurulmalıdır.  

Suçun unsurlarına baktığımızda.

 .Kanunilik ilkesi, suçun kanunda yazılmış ve tanımı yapılmış olması gerekir.

.Maddi unsur ise fiilin(suçun) gerçekleştirilmiş olması gerekir.

.Hukuka aykırılıkta ise fiilin yapılmasına hukuk izin vermemesi anlaşılır.

.Manevi unsurda ise kusur, kasıt(plan) aranır.

Suç doğuştan mı?  deneyimle mi? eğitimle mi? Suç olgusunun sebeplerini, suçluluğun altında yatan nedenleri ve bunları etkileyen nedenleri bilmek gerekir.

Suç evrensel bir kavramdır, ekonomi, bilimsel araştırma, insan kaynağı gibi birçok alanda yer almaktadır. Suç ve suçluyla ilgili olarak hukuk, psikiyatri, psikoloji, kriminoloji gibi bilim dallarında bilim adamları araştırmalar yapmaktadır.

Psikoloji insan davranışlarının altında yatan sebepleri araştıran bilimlerden biridir. Suçta bir çeşit insan davranışıdır ve şiddetle beraber görülür.

Davranış, insan ve hayvanların gözlenebilen, ölçülebilen hareketlerinin tamamına denir. İnsanın gözle görülen davranışları ve bu davranışlara zemin hazırlayan gözle görülmeyen iç dünyaları ve dış dünyaları vardır. Psikoloji de işte bu iç ve dış dünyalarımızı inceler.

İşlenmiş bir suçu incelerken suçlunun davranışları, ailesi, çevresi, okul durumu, medeni hali ve bu süreçteki sorunları incelenir. Böylelikle suçlunun psikolojik profiline de ulaşılır.

Suçlunun psikolojik profili suç öncesi, suç sırasında ve suç işledikten sonraki davranışlarının tamamının örüntüsüdür.

Riskli bir kişilik mi, değil mi?   

Suç işleme bir bakıma topluma, kurallara, kanuna… başkaldırıdır. Suçlu işlemiş olduğu suçuyla bizden biri olmadığını, toplumdan biri olmadığını tamamen karşı olduğunu “karşı” da, ötede bulunduğunu ve ötekileştirilmiş olduğunu göstermektedir. İçsel yaşantımız suç işlemede etkindir. Peki, içsel yaşantımız nasıl oluşur? 1- genetik, 2-aile, 3-çevre, 4-okul, 5-rol model, 6-eğitim(hangi işi yapıyorsa onun eğitimi ve eğiticisi, öğrenci-öğretmen, usta-çırak, anne baba-çocuk). İnsan aile, çevre, okul ve çevresi, akran grubu, etkileşim ve iletişimde bulunduğu diğer kişiler, usta çıraklık durumu ve zaman ile yaşı büyüdükçe kişiliği tamamlanır.  Ailede, çevrede, okul ve çevresinde suç işlenecek ortam ve suçta kullanılacak malzeme, alet var mı?

İnsanın içindekiler (duyguları, düşünceleri) dışarıdakilerle etkileşime ve iletişime geçince davranış meydana geliyor ve içindekiler dışarıya çıkıyor.

Çocukların, içinde yetiştikleri bir ortamı davranışlarında yaşamaları ve yansıtmaları çok doğaldır, “çocuk ailenin aynasıdır” sözü de aynı gerçeği vurgular. Kişinin kendine ve yaşama bakış tarzının temelleri çocuklukta atılır… Bireyin yaşamla kurduğu ilişkinin, kendisiyle kurduğu ilişkinin bir yansımasıdır.(cüceloğlu,2010)

“Çocuktan al haberi” sözü, burada çocuğun içinde yetiştiği ortamı onun davranışları yolu ile tanımamız anlamın da bir ipucudur.

Her suçlunun- ki aynı suçu işleseler bile- suç işlemesinin altında yatan neden(ler) farklıdır. Farklı kişilik örgütlenmeleri ve farklı suçlar, bunların benzerlikleri vb incelenmelidir. Burada hem kişilik örgütlenmesi ve hem de suçlunun içerisinde bulunduğu ruhsal durumun tespiti de önemlidir. Suçlunun suç işlemedeki nedenleri irdelenmelidir. Kişilik örgütlenmesi bir bütündür. Suçlu kişinin özellikleri her yönüyle bilinmeli ve değerlendirme ona göre yapılmalıdır.

Özellikle kadınlar çocuklarının yaramazlığını, inatçılığını ya da kendi isteklerinin çocuklarınca kabul edilmesi için ‘Bak seni polise veririm!,  bak polis amca kızar, hemşire iğne vurur sana!, yaramazlık yaparsan seni öcüye veririm, diline biber sürerim…’  gibi sözlü  korkutmalarla çocukları polis, iğneci hemşire ya da doktor  vb ile korkutarak hizaya getirir, yaramazlık yapmalarını engellemeye çabalar. Bu korkutucu terbiye ile çocuğun bilinçaltını kızan ve korkutan polis, iğneci hemşire, doktor, öcü korkusu ile doldurup besleriz. Çocuk kamera gibidir, gördüklerini,  duyduklarını yüreğine, beynine kaydeder. Bu korkutmalar yoluyla çocuğun yüreği ve beyni korkuyla ezilir ve titrer. Çocuk başına direnecek değil ya. Büyüyünce de bir hata yapan çocuk bu dış otoriteler karşısında gereksiz yere bir mahcubiyet ve utanç duyar.

İşte Ebeveynler küçükten beri çocukları dışarıdan(aile dışından) bir otorite ile korkutarak disipline etme ve eğitme yolunu tercih etmekte ve bu yolu kullanılarak çocuklar büyütülmektedir. Absürt bir çocuk eğitme hali. Bu anlamda ebeveynlerin eğitimi çok gerekli ve kaçınılmazdır.  Çocukluğu boyunca defalarca aynı korkutma sözlerini duyan çocuğun yüreğine ve bilinçaltına olumsuz polis imajı yerleşir ve adeta hipnoz edilmiş gibi olur. Bu tür sözler toplumda yaygındır. Hatta “Allah,  kur’an çarpar, Allah cezalandırır” gibi korkutmalar da sıklıkla kullanılmaktadır. Sanki toplumsal bir hipnoza tabi tutuluyoruz(Bilinçaltı=şuuraltı oluşturulması).  

Korkutulduğumuz kişi ya da nesneyle baş başa kalınca ne yaparız? Örneğin ateş yakar bu bilgilendirme duyarak, görerek ve dokunup hissederek öğrenilip bilinçaltına yerleşir. Ateşe elimizi değemeyiz, değersek yakar, bu korkuyu gidermenin bir yolu da ateşi söndürmek yani yok etmektir. Suyu dökersiniz ve ateş söner. Peki korku nesnesi olarak bilinçaltımıza sokulan ve dışarıdaki otorite olan  kızan ve korkutan polis, iğneci hemşire, doktor.. Bunları ne yapacağız? Onları da mı yok edeceğiz? Korkudan doğan gizli huzursuzluk, güvensizlik ve kinin belirli bir zaman sonra önemli sonuçları olacaktır.

 Araştırma sonuçlarına göre çocuk doğduğundan sonra 2 sorunun cevabını aramaktadır.

 1-      Güvende miyim? 

 2-      Kabul ediliyor muyum?

 3-      Sahipleniliyor muyum?

Doğumu takiben kabullenilmeyen, cami ve hastanelere, otobüs durakları ve yol kenarları gibi yerlere bırakılan, terk edilen bebekler güvende değildir ve sahipsizdir; ta ki devletimizin koruması altına alınana kadar.

Freud’a göre insanın ruhsal hayatının temelini şuuraltı oluşturur. Şuuraltını meydana getiren çocukluktan itibaren var olan cinsiyet içgüdüsü ile benlik(ego) duygusu arasındaki çatışmada idin ego tarafından bastırılması, itilmesi ve birikmesidir. Bu birikme iç dünyamızda patlamaya hazır potansiyel(durul güç) bir enerji meydana getirir. Bu itilme niçin meydana gelmektedir? Libidonun, yani içgüdülerin amacı tatmin olmaktadır, çünkü bunlara hâkim olan zevk prensibidir. Zevklerimizi ne kadar ötelersek, bastırırsak yani engellersek bir gün mutlaka yaşanmak isterler. Libido, enerji, hayati bir hamledir ve sadece cinsel içgüdüyle sınırlı değildir.

İnsandaki saldırganlık içgüdüsü, kişiyi suç işlemeye iter, suç topumun koyduğu sosyal kurallara karşı gelmektir. Suç işleyen kişi, kolay yoldan işini halletmektedir. Hırsızlık, dolandırıcılık ve kaçakçılık gibi. Çalışmadan para elde eder. Ya da mahkemede hakkını aramak yerine karşı tarafa saldırır, yaralar, öldürür.

Suçlunun içindeki kin ve nefreti tetikleyen, ateşleyen ne?

Yani ateşleyici, tutuşturucu, ilk kıvılcım ne?

Suç işlemenin tek, basit bir nedeni yoktur. Bardağı taşıran son damla yani suç işlememek için kişinin artık kendini tutamaması halidir. Burada bardak beden, taşan ise öfkedir. “Artık dayanamıyorum, patlamak üzereyim…” derler. İnsanların “sabır ve tahammül sınırları”nı zorlamış, “o dayağı yemek” için elinden gelen her şeyi yapmıştır!..

Sabrın da bir sınırı vardır. Sabır eşiği yüksek kişilerde öfke birikmesi olur (sabırlı öfke), sabır eşiği düşük kişilerde ise saman alevi gibi en ufak bir olumsuzlukta bile öfke kabarması ve taşması birlikte görülür (duygusal öfke,dürtüsel öfke). Bu durumda öfke yaşanan süreçte bir sonuçtur, öfkenin altında yatan nedenler ise, hasetlik, kıskançlık, çekememezlik, megalomani tavır(kendini beğenme, büyüklenme ve gösteriş), gurur ve kibirli olmaktır.

Suç işlemede kişinin kendisi ve etkileşim halinde olduğu çevrenin, toplumun, kültürün etkileri vardır. Su konduğu kabın şeklini alır. Örneğin çevresinde, işyerinde, ailesinden dışlanan ya da buralara uyum sağlama sorunları yaşayan kişiler suç işlemeye daha meyillidirler ve bu kişilerin dışlanma ve uyum sorunu davranış bozukluğu/uygunsuz davranışları olduğu gibi bu dışlama da uygunsuz davranışları geliştirmeyle sonuçlanabilir. Yani toplumda kabul görmeyen ve çevresine uyum güçlüğü yaşayan bireyler suç işlemeye ve uygunsuz davranışlar geliştirmeye daha yatkın olabilmektedir. Yani dışlanma ve uyum sağlayamama, eğer tedbir alınmazsa bir suç işleme nedeni olabilir.

Suç ve suçluları incelerken yaşadığı çevre, göç var mı, yaşadığı çevredeki kişiler, bunlarla etkileşim ve paylaşım var mı, rol modeli kim, çocukluk, ergenlik, yetişkinlik, yaşlılık dönemleri nerelerde geçmiş, o zamanlarda yaşadığı veya/ ya da tanık olduğu bireysel ve toplumsal bir ya da birkaç olay var mı, travma var mı, haksızlığa uğramış mı, hakkını nasıl almak istiyor, kanun yoluna mı gidiyor yoksa kanunsuz yola mı gidiyor, suç işlemeyi hak kazanmada bir çözüm yolu mu görüyor eğer böyle görüyorsa suç devamlılık gösterir. Suçu bu saik ile mi işliyor, varoş ya da şehir merkezinde mi yaşamış ya da yaşamakta mıdır?

Çocuk suçlularda ailenin etkisi, çevrenin etkisi, okul ve okulun bulunduğu mahallin etkisi önemlidir. Çocuk suçluluğunda çocuğun sosyalleşmesi, sosyalizasyonu(toplumsallaşma süreci), eğitim ve denetimi önemlidir. Suçu önleyemezseniz bu kişi suçlu, gelecekte bir suç makinesine dönüşebilir.

Çocuk suçu ne için işliyor?

Fiziksel(açlık, susuzluk) ihtiyaçları için mi, duygusal ihtiyaçlar için mi, ailesini istismarını ifşa etmek için mi?

Yani çocuk suçu ne aracı olarak kullanıyor bunu anlamak lazım. Çocuklar suçu öğrenirler, suç aynı zamanda öğrenilen bir davranıştır. Suçlu davranışları ve altında yatan sebepleri araştırırken buna da dikkat edilmelidir.

Halk arasında adamda “deli kuvveti” var, sözü söylenir. Bunda söz konusu kişinin güçlü, kuvvetli olduğu anlatılmaktadır. Bu deli kuvvetinin oluşmasına baktığımızda kişi yediği gıdaların kalorisini vücudunda biriktirir, bunları cinsellik, spor, bedenen çalışma ya da zihnen çalışma gibi planı, hedefi gibi faaliyetleri olmadığından harcamaz. Deli deyip geçmemek lazım. Deli(akıl hastalığının zirve yapmış hali) olarak nitelendirilen bu kişilerin yaşlarının gereği yaşamaları gereken cinsel yaşam yoktur, bir işte çalışıp üretmeyi, kazanmayı, gelecekle ilgili tasa ve kaygıları, yaşam gaye ve meşgaleleri gibi enerjilerini harcayacakları herhangi bir fiziksel ve zihinsel aktiviteleri yoktur. Hal böyle olunca da yedikleri besinlerin verdiği enerji vücutta harcanmadan kalmakta, enerjileri daima kendilerindedir ve emsallerine göre çok daha güçlü olmaktadır.

Seri katillerde de buna benzer bir durum vardır. Bir insanın boğazını elle boğarak öldüren katilin el ve bileklerine baktığımızda halk dilinde “tokaç gibi” denilen kalın kaslı güçlü bilekler ve kavrayan sert elleri görürüz. Yine tecavüz olayında da mağdurelerin anlatımlarında saldırganın el ve bileklerinin yukarıda tarif edilen şekilde olduğunu görürüz. Mağdurun anlatımları ve olayın akışına bakarsak çok kallavi beden yapısı olan zebellah gibi bir erkeği bekleriz oysa bazen çok tersi bir erkek de olabilmektedir ve saldırganı görünce “buna mı gücü yetmemiş bir sıkımlık canı var” derler.  İşte saldırgandaki “deli kuvveti” olarak tarif edilen birikmiş enerjinin varlığı saldırı esnasında ortaya çıkmaktadır. Bu da saldırganı, normal insandan daha güçlü gösterir. Bu hem psikolojik hem de fiziksel bir güçlülük halidir. Saldırgan hedefine tam odaklanmakta ve kuvvetini hedefine tam aktarmaktadır.

İnsanların işlevselliğinin üç ana psikolojik boyutu vardır. Bunlar düşünceleri, duyguları ve davranışlarıdır. Bu üç alan birbiriyle ilişki içindedir, birinde olan bir değişiklik çoğu zaman diğer ikisinde de bir takım değişikliklere yol açar. Dolaysıyla insanlar bir olay hakkında düşünme biçimlerini değiştirirlerse, büyük bir olasılıkla bu olay hakkında ne duyumsadıklarını ve bu olaya karşı gösterdikleri davranışsal tepkilerini de değiştirirler. Davranışlarımızdaki değişiklikler benzer bir biçimde düşünme biçimimizde de değişikliklere yol açar.  Söz gelimi, yapmaktan koktuğumuz bir şeyi bir kez yaparsak artık ondan korkmayabiliriz(Köroğlu,2005). İlk suçu işleyen bir kişi 2. ve devamında suçları korkmadan işler ve artık bir defa yol açılmıştır yani korku duvarı bir kere yıkılmış bulunmaktadır(yol olmuştur)  ve devamı da gelecektir.

Öldürme (cinayet) olaylarına bakıldığında öldürülenlerin(maktül) yakınlarından aldığımız bilgilere göre genelde anti-sosyal kişilik bozukluğu özellikleri gösterdiğini, buna karşın öldürenlerin(katil) ise genelde narsisistik kişilik bozukluğu özelliklerini gösterdiklerini söylenebilir. Psikopatların düzenin kurallarına uymayan, sistemi bozan tipler olması nedeniyle düzenin sahipleri tarafından cezalandırılmaları olasıdır. Öldürme bir bakıma cezalandırma hatta en ağır cezalandırmadır.

Narsisistler  megaloman yapılarını korumak için, ona buna kafa tutan, sistemini bozan psikopatı öldürür. Psikopatlar çabuk öldürülen(genelde genç yaşta) tiplerdir. Güvenlik hizmetinde çalışan psikopatların ömrü ise çalışmayanlara göre uzundur. Meslektaş dayanışması(grup koruması, grup dayanışması), meslektaş koruması ve kanunlarla korunması kurumsal dayanışmayı bozmayalım, ayıp olur diye benzeri gerekçelerle onu savunması, bu sistem içindeki psikopatlara yaklaşmayı, ilişmeyi, yaptıkları kural ihlalinin hesabını sormayı ve cezalandırılmalarını güçleştirmekte hatta imkânsızlaştırmaktadır. Eğer bu meslektaş dayanışması ve güvenlik sistemi dışında olsalardı düzene kafa tutmalarının hesabı ve cezalandırılmaları çabuk olurdu. 

Suçluların davranışları ve bunların nedenlerini bilirsek bunların üzerine gidilirse bir sonraki suçun ya da suçların işlenmesini önleriz ya da önlemeye çalışırız.

İnsanlar kötü alışkanlıklara sahip kişiler olarak doğmadıkları gibi başlangıçta herhangi bir iyi alışkanlığa da sahip değillerdir. O halde, insan iyi veya kötü her türlü alışkanlıklarım çevresinden kazanmakta ve geliştirmektedir. İnsan iyi bir gözlemcidir. Çoğu kez çevresi tarafından kabullenilen ve çoğunluğun tasvip ettiği davranış ve hareketlere yönelir ve tasvip edilmeyenlerden de kaçınır. Şu halde, öğrenmede, insana çevresi iyi bir örnek olmakta ve onun davranışlarına rehberlik etmektedir  (Kesik, 2014). Yani başlangıçta suç ve suçlu yok, üstelik saf, temiz ve masumlar.

Toplumsal kurallar ve kanunların yanı sıra suçu önlemenin bir yolu da vicdan gelişimini sağlamaktır. Suçluyu olayın sonucuna göre değerlendirmenin yanında asıl değerlendirme olayı/suçu ortaya çıkaran nedenleri değerlendirmek, bilmek gerekir. Suçlu üzerine yapılan çalışmalarda bu esas alınmalıdır.

İnsan psikolojisi büyüme ve gelişme dönemlerinde aile ve toplumdaki ahlaki, kültürel vb. değerleri içerir. Kişinin içselleştirdiği bu değerler onun kimliği ve kişiliğini oluşturmada işe yarar. Kimlik ve kişilik ise kişinin dışarıdan görünüşü ve tanınmasına ve tanımlanmasına yaradığı gibi kendini tanımasını da sağlar. Kişinin içselleştirmediği değerler dışarısında kalır ve bir anlam ifade etmez. Toplum ve ailenin çok yüksek anlam,  nitelik ve nicelik yüklediği değerleri kişi içselleştirmezse onun için bir anlam ifade etmez. Bu içselleştirilen değerler kişinin motivasyon kaynağı da olur. Örneğin bir kişi para ile motive olurken diğeri milli bayrak ile motive olabilir. Bu tamamen içselleştirilen değerlere bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”  şeklinde bir atasözümüz vardır. İnsanın psikolojisinde “yaşatma” yönünün de gelişmesi gerekir. Buna bir anlamda “vicdan” denir. Vicdan gelişimi tamamlanmışsa yani aksama olmamışsa kişi sapma/suç davranışı göstermeyecektir. Vicdan gelişimi tamamlanmamışsa yani aksama olmuşsa kişi sapma/ suç davranışı gösterecektir, bu kaçınılmazdır. Bu aksama kişinin kişiliği ve kimliğinde de ortaya çıkmaktadır. Davranışlarımız ve bütün davranışlarımızın örüntüsü olan yaşantımız bir anlamda da kişiliğimiz ve kimliğimizdir. Kişi sapma/suç davranışı gösteriyorsa içselleştirilen değerler az demektir. Bu durum vicdan eksikliğine işaret eder. Vicdan eksikliği ise başkalarının haklarını yok sayma yani haksızlık etme ve yaşatmama gibi kişinin çıkarını düşündüğü eylemlerle kendini gösterir.  Diğerleri/ötekiler kişinin umurunda değildir ve ilgilendirmez de. Önemli olan kişisel çıkarıdır. Sapma/suç davranışı gösteren kişi için hırsızlık, öldürme, yaralama, gasp vb. normal bir olay olarak yapılırken, bize göre ise bunlar sapma/suçtur, günahtır, ayıptır, ya da şiddet davranışlarıdır. Bu tamamen içselleştirilen değerlere göre anlam kazanır ya da anlam ifade eder. Sapma/suç davranışı içselleştirdiği değerlerini değişik nedenlerle yitirmiş kişilerde de ortaya çıkabilir. Bu durumlarda ortalık gaspçı, psikopat, hırsız, katil, pedofili  vb ile dolacağı kaçınılmaz olacaktır. Sapmanın/suçun önüne geçilmezse bunlar(suç ve suçlular) toplumun yeni değerleri olur ve rol model yoluyla kişilerin psikolojisinde yer almaya başlar. Sapma/suç davranışını gösteren yani suç işleyen kişi açısından baktığımızda ise bir öğretmen ile bir doktor ya da bir mühendis ile işsiz ya da gazeteci ile polis arasında bir fark yoktur.

Olay yeri bizim kelimelerle ifade etmeye çalıştığımızdan daha çok bir anlatım, ifade etme ve yansıtma yapar. Bir resim tablosu vardır ve bu resim bize ne demektedir?  İşte bunu bizim anlamamız ve anlamlandırmamız gerekir

Her suçlunun kendine has bir suç işleme yol ve yöntemi vardır. Bu yol ve yöntem bir suçluyu diğerinden farklı kılar ve bizim de suçluları birbirinden ayırt etmemize yarar. Suç soruşturmacıları ve kovuşturmacıları buna İmza demektedir. Bu işaret suçlunun olay yerinde bıraktığı ve genel karakter taşıyan izidir. Bu işaret suçlunun psikolojisini ve kişilik yapısını tanımamıza yarar. Aynı zamanda işlediği suçlarda da ana karakterdir. İmza sizin kendinize has olup, sizin diğerlerinizden ayırt edilmenize yarar. Suçlu işlediği suçunda içindekini dışa yansıtmaktadır. Bunu suç yerindeki imzasından anlayabiliriz. Suçun yaşı yoktur, ancak suçlanmak için bir yaş sınırı vardır, insan hayatının her yaşında suç işleyebilir. Suçlunun imzası ile onun iç dünyasına uzanabilir, imzasını yorumlayabiliriz. İmzada kişinin iç dünyasındaki duygularını okuyabilmeliyiz.  Örneğin, her kasa hırsızının kasa patlatması/açması tekniği kendine hastır diğer kasa hırsızlarının tekniğinden farklıdır. Suçlular işledikleri suçlarla bir mesaj verir. Hırsızın elini kesmek, tecavüz etmek, cinsel organını kesmek, ağzına cisim sokmak, saçlarını kesmek… Bunlar suçlunun imzası olarak değerlendirilir ve önceden işlenmiş suçlarla uyumlarına bakılarak diğer suçlarla bir ilgisi, irtibatı, ilişkisi var mı o anlaşılmaya çalışılır;  suçlunun psikolojik profili, kişilik özellikleri tespit edilir ve kim tarafından işlendiğine yani faile ulaşmakta işe yarar.

Durulma (dinlenip kendine gelme süreci)  döneminde saldırgan harcadığı enerjiyi yeniden kazanma, biriktirme, depolama gibi faaliyetler vardır. Enerji depolanır, beden dinlenir, zindeleşir, psikolojik ve fizyolojik yorgunluğu (kas ve sinir yorgunluğu) gider, ve bir sonraki eylem için hayaller kurulup içinde bir istek uyandırıp planlar geliştirilir. Adı üstünde bir soluklanma, teneffüs, mola gibi bir süreçtir durulma dönemi.

Suç her zaman olacaktır. Her toplumda münafıklar, soytarılar, hainler, provokatörler, hırsızlar, gaspçılar, röntgenciler, katiller, pedofililer  gibi tekil kriminal kişiler vardır ve bundan sonra da olacaktır. Bu kriminal kişilerin yaptıkları olaylar nedeniyle toplumu hastalıklı olarak görmemek gerekir.

Ancak suç işlemekten caydırmak, suç işlenmesini önlemek(suçun önünü almak) ve suçluyu uslandırmak için eğitim, rehabilitasyon ve cezaları istisnasız uygulamak gerekmektedir hatta mecburidir. Bu bir zihniyet olmalı ve asla şahıslara bağlı kalmamalıdır.

Kaynakça:

– Atabek, E.(2014) erdalatak@superonline.com, Cumhuriyet Gazetesi.

-Bolat, Ö.(2014). ozgurbolat@hurriyet.com.tr

-Canter, D.(2011). Suç Psikolojisi,İmge Kitabevi, Ankara,çev:A. Dönmez,I.Çoklar Başer,M.Güler.

 -Cüceloğlu,D.( 2004 ).İçimizdeki Çocuk, İnsan ve Davranışı, Remzi kitabevi, İstanbul.

– Cüceloğlu,D.( 2004). İnsan ve Davranışı, Remzi kitabevi, İstanbul.

– Erdoğan, L.(2014) Yeni Akid Gazetesi.

-Doğan,Ö.(2007). Din Bilimleri, Editör, C.Tosun, A.Ü. Basımevi, Ankara.

-Erem, F.(1997). Adalet Psikolojisi, Adil yay.

-Femset Felsefe Grubu, (2013).  İstanbul.

-Fırat, E.(1982). Şahsiyet Gelişiminde Tövbenin Fonksiyonu(Doç. Tezi), Ankara.

-Giddens, A.(2008). Sosyoloji, Kırmızı Yay. İstanbul, Çev. Komisyon.

-Kesik, A(2014), Üst kademe Yöneticilik Ders notları, Ankara.

-Köroğlu,E.(2005).Düşünsel Duygulanımcı Davranış Terapisi, Hyb yay. Ankara.

-Levinson,H. 82008).Liderlik Psikolojisi, İşbankası yay.(çeviri.D.Tayanç) İstanbul

-Odağ,C.(1999).Nevrozlar-1, H. Odağ Psikanaliz ve psikoterapi vak.yay. İzmir.

-Öğel, K.(2009).99 Sayfada Uyuşturucu ve Gençlik, T. İş Bankası yay.İ stanbul.

-Topkara, M.(2011).İlişkilerin Psikolojisi, Karma Kitaplar,İ stanbul.

-Tüzün, E.(2006). Suçun Psikolojisi, Sabah’la Günaydın, Sabah Gazetesi.

-Yapıcı, A.(1997).İslamda Tövbe ve Dini Yaşayıştaki Rolü, Beyan Yay. İstanbul.

-Çocuk ve ergene yönelik şiddet  sempozym mayıs 2006, editör i.Çapan.aem kitap, Ankara.