Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Milli Mücadele ve Mustafa Kemal Atatürk IV

MİLLİ MÜCADELE VE MUSTAFA KEMAL ATATÜRK IV

 

barbaros h. aydın

Barbaros Hayrettin AYDIN

(E) 1. Sınıf Emniyet Müdürü

TEMÜD-DER Genel Başkanı

Sivas’ta bir toplantı yapılacağının ilanından sonra Anadolu’nun çeşitli bölgelerine, kendilerine ait kuruluşları devir alma bahanesi ile gelen işgal orduları subayları, valilikler ile temaslarında bir rahatlık içinde hareket ediyorlardı.

20 Ağustos 1919 tarihinde, Sivas Valisi Reşit Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği mesajında;Cizvit Papazları ile birlikte İstanbul’dan gelen Fransız Jandarma Müfettişi Mösyö Brunot ile aralarında geçen bir konuşmayı özetleyerek,  Mösyö Brunot’un kendisine;  “Eğer Mustafa Kemal Paşa Sivas’a gelir ve burada kongre yapmaya kalkışırlarsa, beş on gün içinde buralarının işgal edileceği yönünde kararının verildiğini kesin olarak biliyorum. İnanmazsanız, gerçekleştiğinde görürsünüz. O zaman vatanınızın felâketini hazırlayanlar arasına sizde girmiş olursunuz” dediğini, Dâhiliye Vekâletinden almış olduğu telgrafın da aynı nitelikte olduğunu bildirir.

Mustafa Kemal Paşa Sivas Valisi Reşit Paşaya verdiği cevapta; ”Verdiğiniz bilgilere ve yüksek düşüncelerinize özellikle teşekkürümü arz ederim. Mösyö Brunot ve arkadaşlarının bir gözdağı vermek için söyledikleri sözleri tamamıyla blöf olarak saydım. Sivas Kongresi’nin toplanması yeni bir mesele değildir; aylarca öncesinden dünyaca bilinen bir teşebbüstür” şeklinde Reşit Paşa’yı bilgilendirir ve rahatlatmak ister.

Mustafa Kemal Paşa bu görüşmeler sonrası, Sivas’ta toplanacak Kongreye iştirak etmek üzere 29 Ağustos 1919 tarihinde Erzurum’dan Sivas’a hareket eder. Devamını Nutuk’tan takip edelim.

“Amasya’dan Erzurum’a gelirken, Sivas’ta küçük bir hikâyeye konu olan olay hatırlarınızdadır (Ali Galip olayı) . Gariptir ki, Erzurum’dan Sivas’a giderken de buna benzer küçük bir durumla karşılaştık.

Erzincan’dan batıya hareket ettiğimiz günün sabahı, Erzincan Boğazı’nın girişine gelir gelmez, bazı Jandarma erlerinin ve subaylarının heyecanlı ve telaşlı bir şekilde otomobillerimizi durdurduklarını gördük.

Durumu açıkladılar : “Dersim Kürtleri ‘boğazı tutmuşlardır. Tehlike var. Geçilemez.”

“Bir subay, merkeze kuvvet gönderilmesini yazmış. O kuvvet gelince tertibat alacak, hücum edecek ve eşkıyayı püskürterek yolu açacakmış”.

“Pekiyi ama, bu eşkıyanın kuvveti nedir? Neresini nasıl tutmuş? Ne kadar kuvvet ve ne vakit gelecek?”

“Bu sorunlar çözülünceye kadar, geri Erzincan’a dönmek ve kim bilir nice günler beklemek gerekir. Bizim ise, işimiz pek aceleydi. Ben; Erzurum ile Sivas arasındaki yolu belli bir zamanda kat edip kararlaştırılan günde Sivas’ta bulunamazsak, şurada veya burada şu veya bu sebeple korkup kaldığım, Sivas’ta ve başka yerlerde duyulursa, panik başlayabilir, işler altüst olabilir düşüncesindeydim.

O halde karar? Tehlikeyi göze alıp yola devam etmek. Başka çaremiz de yoktu. Yalnız ufak bir tedbir almayı uygun buldum”.

“Hafif makineli tüfeklerle silâhlanmış olan fedakâr arkadaşlarımızdan birkaçını – şimdi bir alay komutanı olan Osman Bey ki Tufan Bey adıyla tanınmıştır. Bunların başında idi – bir otomobille kendi otomobilimizin önüne geçirdik. Sağdan soldan gelecek uzak mesafedeki ateşlere aldırış etmeyerek, otomobiller, şose üzerinde süratle ilerlemeye devam edecekler. Vurulan, ölen olursa, onlarla meşgul olunmayacak… Tam şose üzerinde ve yakınında, şoseyi kapamış olan eşkıyaya rastlanırsa, hepimiz otomobillerden atlayacağız ve bunlara hücum ederek yolu açacağız. Kalanlar tekrar kullanılabilir durumdaki otomobillere binerek ve süratle uzaklaşarak yola devam edecekler… İşte verilen emir de buydu. . “.

“Bu tedbiri ve bu tarzdaki hareketi yerinde ve emniyetli görmeyenler bulunabilir. Gerçi bu tarihlerde Elâzığ Valisi Ali Galip Bey’in Dersimde dolaştığı, bazı propaganda ve tertiplere giriştiği bilinmekte idiyse de, açıklayayım ki, ben, önce, boğazın gerçekten tutulmuş olduğuna inanmadım. Bunu İstanbul Hükümeti’ne hizmet edeceklerini tahmin ettiğim bazı kimseler tarafından, sırf beni geri dönmeye mecbur etmek için kurulmuş bir plân olarak kabul ettim. İkincisi, eğer Dersim Kürtleri boğazı tutmuşlarsa, bunların alabilecekleri tertibatın, uzak tepelerden yola ateş etmekten ibaret kalması bence çok muhtemeldi”.

“Özet olarak, yürüdük, boğazı geçtik ve 2 Eylül 1919 günü Sivas’a vardık. Halkın, şehrin çok uzaklarından başlayan büyük ve parlak gösterileriyle karşılandık.

3′ üncü Kolordu Komutanı olan Salâhattin Bey, Sivas’ta bulunuyordu. Vali Paşa ile birlikte, kongreye gelen temsilcilerin yerleştirilmesinde, Heyet-i Temsiliye için lise binasının ve kongrenin yapılacağı salonun hazırlanmasında, ayrıca her türlü tedbirin alınmasında, bir konukseverlik örneği verecek şekilde mükemmel çalışmışlardır”.

“Sivas Kongresi, 1919 Eylül’ünün 4’üncü Perşembe günü saat 14.00 de açıldı. Öğleden önce temsilciler arasında bulunan ve öteden beri şahsen tanıdığım Hüsrev Sami Bey yanıma gelerek şöyle bir haber getirdi: Rauf Bey ve diğer bazı kimseler Bekir Sami Bey’in evinde özel bir toplantı yapmışlar ve beni başkan yapmamaya karar vermişler. Arkadaşların, özellikle Rauf Bey’in böyle bir davranış içine girmesine asla ihtimal vermedim. Hüsrev Sami Bey’e itiraf edeyim ki, biraz ciddi olarak, böyle anlamsız sözleri bana getirmemesi uyarısında bulundum. Verdiği haberin aslı olmak imkân ve ihtimali bulunmadığını, arkadaşlar arasında, yanlış anlaşılmalara yol açabilecek sözler sarf edilmesinin doğru olmadığını da ekledim”.

“Efendiler, ben bu kongrede başkanlık meselesine önem vermiyordum. Başkanlığa, belki yaşlı bir zatın getirilmesinin uygun olacağını düşünüyordum. Bu maksatla, bazı arkadaşların da düşüncelerini yokladım. Bu arada, kongre salonuna girmeden önce koridorda Rauf Bey’e rastladım. Kimi başkan yapalım? Dedim. Rauf Bey, âdeta heyecanlı bir sesle, zaten söylemeye hazırlanmış olduğu o anda halinden anlaşılan bir tavırla ve keskin bir dille: Sen başkan olmamalısın. Dedi. Derhal Hüsrev Sami Bey’in verdiği haberin doğruluğuna inandım ve doğrusu üzüldüm. Gerçi, Erzurum Kongresi’nde de benim başkanlığımı sakıncalı görenler vardı. Fakat onların nasıl kimseler olduklarını belirtmiştim. Bu defa en yakın arkadaşlarımın aynı zihniyeti açığa vurmaları beni düşündürdü. Rauf Bey’e: Anladım, Bekir Sami Bey’in evinde aldığınız kararı bana bildiriyorsun dedim ve cevabını beklemeden yanından uzaklaşarak kongre salonuna girdim”.

“Kongrenin açılmasından sonra ilk söz alan bir yüksek zatın kongre zaptına aynen geçmiş olan şu konuşmasını dinledik:

– Efendim, şimdi tabiî başkanlık meselesi söz konusu olacak. Bendeniz başkanlığın birer gün veyahut birer hafta devam etmek üzere sıra ile yapılmasını ve üyelerin veya temsil edilen il ve sancak adlarının baş harfleri esas alınarak alfabe sırasına uyulmasını teklif ediyorum.

Efendiler, garip bir tesadüftür ki, bu teklif sahibinin temsil ettiği ilin adı elif (A) ile başladığı gibi, kendi adının ilk harfi de (A) ile başlıyordu. Ben davet sahibi sıfatıyla bir konuşma yaparak kongreyi açtıktan sonra, geçici olarak başkanlık makamında bulunuyordum.

– Buna neden gerek duyuluyor, efendim? Diye sordum.

Teklif sahibi: Bu şekilde işin içine Şahsiyat karışmamış olacağı gibi, eşitlik ilkesine uyulduğu için dışarıya karşı da olumlu bir etki yapmış olur dedi”.

“Efendiler, ben, vatanın, teklif sahibi ile birlikte bütün milletin ve hepimizin bir felâket çıkmazında bulunduğumuzu göz önüne getirerek, Kurtuluş çaresi olduğuna inandığım teşebbüsleri, sonsuz güçlük ve engellere rağmen, maddî, manevî bütün varlığımla bir sonuca ulaştırmaya çalışırken, benim en yakın arkadaşlarım, daha dün İstanbul’dan gelmiş ve tabiî olarak işin içyüzünü bilmeyen, saygı duyduğum bir zatın diliyle bana şahsiyattan söz ediyorlar.

Bu teklifi oya koydum. Çoğunlukla reddettiler. Başkan seçimini gizli oyla yaptırdım. Üç olumsuz oya karşılık beni başkan seçtiler”.

“Sivas Kongresi’nin gündemini, Erzurum Kongresi’nin tüzük ve bildiri metinleriile, bizden önce Sivas’a gelmiş olan yirmi beş kadar üyenin hazırladığı bir muhtıra oluşturacaktı.

İlk açılış günü olan 4 Eylül ile, beşinci, altıncı günler yani üç gün, İttihatçı olmadığımızı ispat için yemin etmek gerektiğinden, yemin formülü hazırlamakla, Padişah’a sunulacak bir yazı yazmakla, kongrenin açılışı dolayısıyla gelen telgraflara cevap vermekle ve özellikle, kongre siyasetle uğraşacak mı uğraşmayacak mı konusunun tartışması ile geçti”.

“İçinde bulunulan mücadele ve yapılan işler siyasetten başka bir şey değilken, bu son konuyu tartışmak, hayretle karşılanacak bir durum değil midir?”

“En sonunda, Kongrenin dördüncü günü asıl maksada geldik ve aynı günde, Erzurum Kongresi Tüzüğü’nün metnini görüşerek hemen bir sonuca bağladık. Çünkü Erzurum Kongresi’nin Tüzüğü’nde yapılması gereken değişiklikleri zaten hazırlamış ve gereken kimseleri de aydınlatmış bulunuyorduk”.

“Bununla birlikte, yapılan değişiklikler sonradan bazı itirazlara, anlaşmazlıklara, birçok yazışma ve tartışmalara yol açtığı için, değiştirilen noktaların önemli olanlarına işaret edeceğim:

1- Derneğin adı şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti idi. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti oldu.

2 – Heyet-i Temsiliye, bütün Doğu Anadolu’yu temsil eder yerine Heyet-i Temsiliye bütün vatanı temsil eder dendi. Mevcut üyelere altı kişi daha eklendi.

3 -“Her türlü işgal ve müdahaleyi Rumluk ve Ermenilik kurma gayesine bağlı sayacağımızdan, topyekûn savunma ve direnme ilkesi kabul edilmiştir” yerine “Her türlü işgal ve müdahalenin özellikle Rumluk ve Ermenilik kurma gayesine yönelmiş faaliyetin reddi konularında topyekûn savunma ve direnme ilkesi kabul edilmiştir” denildi.

Bu iki cümlede anlam bakımından elbette büyük fark vardır. Birincisinde İtilâf Devletlerine karşı düşmanca tavır alma ve direnmeden söz edilmiyor. İkincisinde bu husus açıklık kazanıyor.

4 – Tüzüğün dördüncü maddesinde yer alan konu oldukça tartışmalı geçti.

Madde şuydu :

Osmanlı Hükümeti’nin yabancı devletlerin baskısı karşısında, buraları (yani Doğu illerini) bırakmak ve ilgilenmemek zorunda kaldığı anlaşılırsa, alınacak idarî, siyasî, askerî tedbirlerin tayin ve tespiti yani geçici bir vekâlet kurma konusu.

Sivas Kongresi Tüzüğü’nün bu maddesindeki “buraları” yerine “yurdumuzun her hangi bir parçasını bırakmak ve ilgilenmemek” şeklinde daha geniş ve genel bir kayıt kondu.”

Sivas Kongresinin en çok tartışılan konusu mandacılık ve Amerikan mandası olmuştur. Hatta Erzurum Kongresinde alınan kararların 7 maddesinin bunu destekler nitelikte olduğu yorumları yapılmaya başlanmıştır. Erzurum Kongresi Tüzüğünün 7. Maddesine yer alan ifadeler  “Milletimiz çağdaş gayelerin büyüklüğüne inanır; teknik, sinai ve ekonomik durumumuzu ve ihtiyacımızı takdir eder. Bu itibarla devlet ve milletimizin hâkimiyet ve bağımsızlığı ile vatanimizin bütünlüğü korunmak şartıylaaltıncı maddede belirtilen sınırlar içinde milliyetin gereklerine saygılı ve memleketimizi ele geçirme emeli beslemeyen herhangi bir devletin teknik, sınai ve ekonomik yardımını memnunlukla karsılarız. Böyle adaletli ve insancıl şartları içine alan bir barışın bir an önce gerçekleşmesi, insanlığın güvenliği ve dünyanın huzuru adına basta gelen milli gayemizdir” şeklinde olmasına rağmen, bu ifadeler “Mandacılık” ile örtüştürülmeye çalışılmıştır.. Devamını Nutuktan takip edelim.

“Efendiler, bu maddenin hangi noktasında manda ve mandaterin Amerika olacağı görüsü vardır? Olsa olsa “herhangi bir devletin teknik, sinai ve ekonomik yardımını memnunlukla karsılarız” sözlerinden manda düşüncesi çıkaranlar olabilir. Ancak, mandanın anlam ve gayesinin bu olmadığı bir gerçektir. Her zaman ve bugün bile, bu açıklık çerçevesinde yapılacak yardımları kıvançla karşılamaktayız ve karsılarız. Nitekim Ankara-Ereğli ve Keller-Diyarbakır demiryollarının yapımı için bir İsveç firmasının; Kayseri – Sivas – Turhal hatlarının yapımı için de bir Belçika firmasının teknik, sınai ve ekonomik yardımını severek kabul ettik. Söz gelişi, Ankara şehrinin ve diğer Anadolu şehirlerimizin bir an önce kurulup yapılmalarında olsun, öteki bütün kara ve demiryollarımızın, limanlarımızın yapımlarında olsun teklifte bulunacak yabancı sermaye sahiplerinin yardımlarını severek kabul ederiz. Yeter ki, memleketimize sermaye getireceklerin içeride ve dışarıda devlet ve milletimizin hâkimiyet ve bağımsızlığı ile vatanımızın bütünlüğünü bozmaya yönelmiş gizli emelleri olmasın. Bu maddede yer alan “milliyetin gereklerine saygılı ve memleketimizi ele geçirme emeli beslemeyen herhangi bir devlet “ifadesinden, Amerikan Devleti anlamının çıkarılması da yersizdir”.

“Efendiler, bu manda konusu üzerindeki görüşümün – bu görüş bundan önce yapılan ve şu anda yüksek heyetinizin de öğrenmiş bulunduğu bunca yazışma ve tartışmalarımızla ortaya konmuştur –  aylardan beri gece gündüz yanımda bulunan bir arkadaş tarafından hala anlaşılmamış olduğuna hükmedilebilir mi? O halde Rauf Bey, ya aslında benimle ayni görüşte değildi veyahut ayni görüşte idi de, Sivas’ta, İstanbul’dan gelenlerle yaptığı konuşmadan sonra görüş değiştirmiş oluyordu. Burasını kestirmek bence güçtür”.

“Şimdi biraz da Rauf Bey’i dinleyelim; Rauf Bey, sözüne söyle devam ediyor:

“Ateşkes Anlaşması yapıldığı sıralarda Almanların barış anlaşmasını imza etmeyecekleri sanılırken, İngiliz basını bazı sırları açığa vurdu. Bunun birinci bölümü, Almanya’nın barış anlaşmasını imza edeceği hususu idi. Bu gerçekleşti. İkinci bölümü de Türkiye’nin bölüşüleceği hususu idi. Bu çok şükür gerçekleşmedi. Bu bölümde, konferansın aldığı karar gereğince Kızılırmak’ın doğu tarafı Ermenistan sayılarak Amerikan himayesine veriliyor. Belki Gürcistan ile Azerbaycan da Amerika’ya bırakılıyor, deniliyordu. Kızılırmak’ın batısındaki topraklar da, İzmir ve İstanbul bunların dışında kalmak üzere, denize çıkış yeri Antalya olarak Türkiye’yi oluşturuyordu. Bu bölgenin kuzeyi, İtalyan ve Fransız, güneyi de İngiliz himaye ve yönetimine veriliyordu. İzmir’in işgali, bu açığa vurulan sırların doğruluğunu ispata başladı. 0 halde, böyle bir tehlike karsısında memleketimize karsı en tarafsız durumda bulunan Amerika’nın desteğini kabule mecburuz. Ben bu görüşteyim.”

“Rauf Bey’in düşüncesini anlamak için bundan sonra daha çok devam eden sözlerini dinlemeye bilmem gerek kaldı mı?”

“Efendiler, sırası gelmişken kısaca sunu da belirteyim: Belge olarak başvurduğum Kongre tutanakları, Başkanlık Divan Kâtipliğinde bulunan Afyonkarahisar temsilcisi Şükrü ve manda lehindeki konuşmalarını dinlediğimiz Hami Beyler tarafından tutulmuş ve Hami Bey’in yazısıyla, düzgün bir deftere, temize çekilmiştir”.

Tartışmalar sonrasında hazırlanarak Türk ve Dünya kamuoyu ile paylaşılan “Sivas Kongresi Kararları”, seçilen ve yetkilendirilen Heyet-i Temsiliye tarafından yeni bir vatan oluşturmaya yönelik faaliyetler olarak uygulanmaya başlamıştır. Heyet-i Temsiliye’nin oluşumundan sonra Mustafa kemal Heyet-i Temsiliye Başkanı olarak 13.09.1919 tarihinde;

Balıkesir’de 14 üncü Kolordu, Konya’da 12 nci Kolordu.,Diyarbakır’da 13 üncü Kolordu, Erzurum’da 15 inci Kolordu, Ankara’da 20 nci Kolordu, Bursa’da 17nci Tümen ,Çine’de 58 inci Tümen, Bandırma’da 61 inci Tümen Komutanlıklarına ve 61 inci Tümen Vasıtasıyla Edirne’de I inci Kolordu, Niğde’de 11 inci Tümen Komutanlıklarına İllere, bağımsız sancaklara, belediyelere. (Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Merkez Hey’etlerine) aşağıdaki telgrafı çekerek oluşturulması düşünülen yeni Milli Meclis için çalışmaların başlatılması talimatı veriyor.

“İstanbul Hükümeti’nin tuttuğu ve takip etmekte olduğu gericilik yoluna ve yaşamakta olduğumuz günlerin büyük korku ve tehlikelerine karşı haklarımızı savunmak ve varlığımızı korumak için Millî Meclis’in seçilmesini ve toplanmasını sağlamak ve çabuklaştırmak bugünün en önemli görevidir.

İstanbul Hükûmeti milleti aldatarak milletvekillerinin seçimini aylarca ertelemiş olduğu gibi, son zamanda vermiş olduğu seçim emrini de türlü sebeplerle savsaklamakta ve geciktirmektedir.

Ferit Paşa’nın, Toros’un ötesindeki illerimizden vazgeçtiği Barış Konferansı’na vermiş olduğu notadan anlaşılmış, Aydın İli üzerinde Yunanlılarla sınır tespitine kalkışması, oradaki işgali oldu bitti halinde bir ilhak olarak kabul etmiş olduğuna delil sayılmış ve memleketin işgal edilen başka bölgeleri için de bunlara benzer gafilce ve haince siyasetiyle memleket ve milleti parçalayacağı kesinlikle anlaşılmıştır.

Meclis-i Millî’nin toplanmasından önce barış anlaşmasına imza koyarak milleti bir oldu bitti karşısında bulundurmak niyetinde olduğu anlaşılmıştır.

Bu itibarla, Genel Kongre, orduyu ve milleti uyanık olmaya davet ederek aşağıdaki hususların en kısa zamanda yerine getirilmesini, milletin hayatî konusu olarak kabul eder ve bildirir.

İlk olarak: Seçim hazırlıklarının yürürlükteki kanunda yer alan en kısa zamanda yapılıp tamamlanması için Belediyeler ile Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri yoğun bir faaliyet içine girilmelidir.

İkinci olarak: Sancaklardan çıkarılacak milletvekili sayısı oranların nüfus durumuna göre hemen tespit edilerek Heyet-i Temsiliye’ye şimdiden bildirilmelidir. Adaylar konusu daha sonraki haberleşmelerde ele alınacaktır.

Üçüncü olarak: Seçim hazırlıkları yapılırken gerek seçimler sırasında gecikmeye yol açacak engellerin şimdiden düşünülerek ortadan kaldırılması ve hiçbir gecikmeye meydan verilmeyerek seçimlerin en kısa zamanda sonuçlandırılması.

Bu karar bölgenizdeki bütün Belediye ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’ne bildirerek, gereğinin hemen yerine getirilmesine yardımcı olmanız rica olunur.

(Heyet-i Temsiliye)”.

(İşgal sonrası Kalan Osmanlı –Sevr Antlaşması)

Anadolu Topraklarının İtilaf Devletleri tarafından işgâl edilmesi üzerine başlayan ulusal direniş sırasında, Ulusal bir Meclisin (TBMM) kuruluşuna kadar Milli Mücadelenin karar ve yürütme organı olarak görev yapmak üzere; Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin düzenlediği Erzurum Kongresinde seçilen 9 üye ile Sivas Kongresinde kararlaştırılan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tarafından seçilen 7 üyenin iştiraki ile oluşan ve başkanlığını Mustafa Kemal Paşanın yaptığı Heyet-i Temsiliye, bir süre Sivas ve çevresinde çalıştıktan sonra 27 Aralık 1919 da Ankara’ya intikal etti. Ankara’da kendilerine tahsis edilen Ziraat Mektebine yerleştiler. Heyet-i Temsiliye’nin geçici merkezinin Ankara olduğunu duyuran bir bildiri yayımlandı.

Keçiören tepesi yamacındaki Ziraat Mektebi, bir süre için Heyet-i Temsiliye’nin karargâhı oldu. Heyet, yeniden açılan Osmanlı Mebusan Meclisi’ne üye olarak İstanbul’a gidecek olan mebuslarla görüşmeler yaptı. Misak-ı Milli’yi hazırladı ve Mebusan Meclisi’nde kabul edilmesini sağladı.23.Nisan 1920 TBMM açılışına kadar Milli Mücadelenin karar ve yürütme organı olarak görevini sürdürdü.

Mustafa Kemal Paşa, Sivas Kongresinde yapılan tartışmalar sonrasında, yeni bağımsız bir devlet kurma düşüncesini ve bu düşünceye muhalif olanlar ile ilgili görüşlerini şu kelimeler ile ifade etmeye çalışıyor.

“Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da milli hâkimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak! İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başladığımız karar, bu karar olmuştur.”

Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve Şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun istiklâlden yoksun millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez.”

Sonra, Osmanlı hanedan ve saltanatının devam ettirilmesine çalışmak, elbette Türk milletine karşı en büyük kötülüğü işlemekti. Çünkü millet her türlü fedakârlığı göze alarak istiklalini kazanmış olsa da, saltanat sürüp gittiği takdirde, bu istiklale kazanılmış gözüyle bakılamazdı. Artık, vatan ve milletle hiçbir vicdan ve fikir bağlantısı kalmamış bir sürü delinin, devlet ve milletin istiklâl ve haysiyetinin koruyucusu mevkiinde bulundurulmasına nasıl göz yumulabilirdi?”

 

“Görülüyor ki, verdiğimiz kararın uygulanmasını sağlayabilmek için daha milletin alışkın olmadığı bazı konulara dokunmak gerekiyordu. Ortaya atılmasında, kamuoyu bakımından büyük sakıncalar doğuracağı sanılan hususların dile getirilmesinde kaçınılmaz bir zaruret vardı”.

“Osmanlı Hükümeti’ne, Osmanlı padişahına ve Müslümanların halifesine başkaldırmak, bütün milleti ve orduyu ayaklandırmak gerekiyordu”.

Türk ata yurduna ve Türk’ün istiklâline saldıranlar kimler olursa olsun, onlara bütün milletçe silâhla karşı koymak ve onlarla çarpışmak gerekiyordu. Bu önemli kararın bütün gerek ve zaruretlerini daha ilk gününde açığa vurup ifade etmek, elbette isabetli olamazdı.”

“Uygulamayı birtakım safhalara ayırmak, olaylardan ve olayların akışından yararlanarak milletin duygu ve düşüncelerini hazırlamak ve basamak basamak ilerleyerek hedefe ulaşmaya çalışmak gerekiyordu.”

“Yapılan Millî Mücadele dıştan gelen saldırıya karşı vatanın kurtuluşunu tek hedef olarak kabul ettiğine göre, bu Millî Mücadele’nin, başarıya yaklaştıkça, safha safha bugünkü döneme kadar millî irade rejiminin bütün ilke ve gereklerini yerine getirmesi tabiî ve kaçınılmaz bir tarihî akış idi”.

“Bu kaçınılmaz tarihî akışı gelenekten gelen alışkanlığı ile hemen sezmiş olan hükümdar ailesi, ilk andan başlayarak Milli Mücadele’nin amansız düşmanı kesildi.”

“Bu kaçınılmaz tarihî akışı daha başlangıçta ben de görmüş ve sezmiştim. Ancak, sonuna kadar devam etmiş olan bu sezgimizi başlangıçta bütün yönleri ile açığa vurup ifade etmedik. Gelecekteki ihtimaller üzerinde fazla konuşmak, giriştiğimiz gerçek ve maddî mücadeleye hayalî bir macera niteliği verdirebilirdi.”

“Dış tehlikenin yakın etkilerini derinden duyanlar arasında, geleneklerine, düşünce kabiliyetlerine ve ruh yapılarına aykırı olan muhtemel değişmelerden ürkeceklerin ilk anda direnme güçlerini harekete geçirebilirdi”.

“Başarı için pratik ve güvenilir yol, her safhayı vakti geldikçe uygulamaktı. Milletin gelişmesini ve yükselmesini sağlayacak doğru yol buydu. Ben de bu yolda yürüdüm”.

“Ancak, bu pratik ve güvenilir başarı yolu, yakın çalışma arkadaşlarım olarak tanınmış kimselerden bazıları ile aramızda zaman zaman görüşler, davranışlar veya yapılan çalışmalardaki uygulamalar bakımından temel veya ikinci derecede birtakım anlaşmazlıkların, kırgınlıkların ve hatta ayrılmaların da sebebi ve açıklayıcısı olmuştur”.

“Millî Mücadele’ye beraber başlayan yolculardan bazıları, millî hayatın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet kanunlarına kadar uzanan gelişmelerinde, kendi fikir ve ruh kabiliyetlerinin kavrayış sınırı bittikçe bana karşı direnişe ve muhalefete geçmişlerdir. Bu noktalara, aydınlanmanız ve kamuoyunun aydınlanmasına yardımcı olmak için, sırası geldikçe birer birer işaret etmeye çalışacağım”.

“Bu son sözlerimi özetlemek gerekirse, diyebilirim ki, ben milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiğim büyük gelişme kabiliyetini, bir millî sır gibi vicdanımda taşıyarak, yavaşyavaş bütün bir topluma uygulatmak mecburiyetinde idim”.

Mustafa Kemal Atatürk; bu düşünceler ışığında Milli Mücadele Savaşını kazanıyor ve bugün ne idüğü belirsiz kişilerin Hedefi haline getirilmiş Tam Bağımsız Laik ve Demokratik Türkiye Cumhuriyetini direnenlere rağmen kurup, büyük güven duyduğu Türk Gençliğine Emanet Ediyor.

Bakmayın üç beş çapulcunun direnişine; Ülkesini bir bütün olarak seven herkes bu büyük emanetin, emanet edilen Türk Gençliği tarafından korunup kollanacağına yürekten inanıyor. Unutmadık Atam, kutsal emanetlerine sahip çıkmaya devam edeceğiz. Sizi eleştirenlerin kulakları çınlasın.