Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Eski Türk Filmlerinin Modernleşme ve Kültürel Değişim Anlatısı

    Türk çağdaşlaşmasında devletin ideolojik ikna aygıtlarından biri olan sinema, yaşamın her noktasına ağırlığını koyan egemen ideolojinin modernleşmeyi meşrulaştıran bir söylem üretim aracı olarak, genç Cumhuriyet kurulduğundan buyana başarılı bir şekilde kullanılmıştır.

            Modernleşme en yalın haliyle modernliğe doğru yaşanan süreci niteler. Çağın gelişmiş ve güçlü olanına, gelişmekte olanın benzer aşamalardan geçerek ulaşılabileceği anlayışı ile ortaya konulmuş bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır modernleşme.

            Avrupa’da şekillenen modernleşme ya da çağdaşlaşma, sanayileşmeye eşlik eden ve siyasal toplumsal değişmeleri anlatılırken, Türkiye’de modernleşme; çağdaşlaşma,  batılılaşma, sanayileşme terimleri ile eşanlamlı kullanılabilmekte, çoğu zaman “geleneksel” in karşıtı biçiminde anlaşılmaktadır.

            Ülkemizde kavramın özü itibariyle ilerleme düşüncesi kabul görmüş ve geçen yüzyılda gelişme ile özdeşleşmiş bir batının idealleştirilmesine yol açmıştır. Batılılaşma kavramı ile de, toplumsal değişim açısından yönünü batıya çevirmek, doğu medeniyetinden batı medeniyetine geçiş olarak gösterilmektedir. Bu durum, gerekli alt yapı çalışması yapılmadığında batılılaşmanın sonucunda ortaya çıkan gelenekselin reddi ya da değişimi yeni sorunları ortaya çıkarmaktadır. Bunların başında kimlik sorunu ve değişime gösterilecek tepki Türk modernleşmesinin yönünü, şeklini belirlemiştir.

            Modern ulus devletler, üyelerini aynı pota içinde eritmeyi amaçlar. Bu nedenle uygarlığa geçiş için öncelikle, devlete bir millet ve millete de “özgün bir kimlik” gerekmektedir. Yeni bir dil, yurt ve kültür ile yeni bir ulus yaratılmaya çalışılır. Anadolu’nun etnik kimlikleri Türklük çatısı altında toplanır bu bağlamda Türklük de etnik kimlik olmaktan çıkıp soyut nitelik kazanır (Yaşartürk, 2004:33). İmparatorluktan modern ulus devlete geçiş yapan Türkiye Cumhuriyeti gelenekselin, yeni çağdaş olanla değişimi için çok emek harcamış, bu arada kültürel değişmeden dolayı ortaya çıkan sorunlarla uğraşmak zorunda kalmıştır. Modernleşme çalışmalarında medyaya da çok büyük görevler düşmüştür.

            Türk sinemasının ilk filmleri, yabancı tiyatro eserlerinden uyarlamadır. Filmlerin konuları ve filmlerde gösterilen sahneler o dönemin toplum yapısından kopuktur. Örneğin, 1919 yılında Ahmet Fehim tarafından yönetilen Mürrebbiyefilmi, Bir Türk ailesinin yanına mürebbiye olarak girip, köşkteki erkekleri baştan çıkaran Fransız mürebbiye Anjel’in öyküsünü anlatır. Türk sinemasında kadın kişiliği üzerinde kurulan ilk film denemesi ve sansüre uğrayan ilk filmdir. Konunun ahlâksız bir Fransız mürebbiyesi üzerine kurulması nedeniyle, Avrupa imajını lekelediği, sıradanlaştırdığı ve Batılı kadınları küçük düşürdüğü bahanesiyle İstanbul’daki İşgal Kuvvetleri Kumandanı General Franchetd’esparay tarafından Anadolu’da gösterilmesi yasaklanmıştır. Mürebbiye, filmde öpüşmektedir. Osmanlı yaşam tarzına uygun olmadığı için filmlerde öpüşen kadınlar hep yabancı uyruklu olmuştur. Bu durum yeni kurulan Cumhuriyet sonrasında değişmiştir. Yeşilçam melodramlarındamodernizim ve geleneksellik arasında bir gerilim olduğu görülür. Yeşilçam sadece sınıf çatışmalarıyla, köy/kent, Doğulu/Batılı karşıtlarıyla gerilim anlatılırken değişime ve dönüşüme izleyici yönlendirilir.

            Birçok Türk filminde üst sınıftan bir erkek ve alt sınıftan olan bir kadının öyküsü anlatılır. Erkek şehirliyi, modernliği temsil ederken, kadın köylülük ve gelenekselliği temsil eder. Erkek, kadına âşık olmuş olmasına hatta evlenmesine rağmen geleneksel durumu kabul etmez “biz ayrı dünyaların insanıyız der” ve mekânı terk eder. Kız bu durumu kabul etmez ya da ettirilmez ve erkeği kazanmak için peşinden gider. Genellikle bir parti sahnesi vardır Türk filminde. Kadın mevcut durumuyla modern toplum tarafından kabul görmediğini orada anlar ve partide kadınla alay edilir. Toplumsal meşruiyet kazanmak için değişimin şart olduğuna orada karar verir. Oturup kalkmasını, giyinmesini, yemek yemesini, konuşmasını eğitim alarak öğrenmeye başlar. İnsanlar yaşam tarzlarını kültürlerinden kazanırlar fakat mevcut ideolojinin idealleştirdiği yaşam biçimi farklıdır bu yüzden eğitmenler genellikle gayrimüslimlerdir ve bunlar genellikle züppe, kendini beğenmiş hatta biraz da hafif meşrep kişiler olarak temsil edilirler. Böylece egemen ideoloji modernleşmeyi önerirken batının kültürel yapısını almayı çok uygun görmez. Modernleşen kadın yine bir parti yoluyla meşruiyet kazandığını ispat eder. Partiye katılanlar ona gıpta ile bakarlar. Egemen ideoloji eğer modernleşirseniz sizde bu şekilde kabul görürsünüz mesajını izleyiciye film yoluyla aktarmış olur. Modernleşen birey bu yeni görüntüsüyle sınıf atlamıştır. Bu filmler yoluyla, kadın-erkek, iyi-kötü gibi kavramları yeniden tarif edilmiş, yeniden üretilip topluma sunulmuştur. Modern toplumda meşruiyet kazanmak isteyen insanlar; ne giymesi gerektiğini, nasıl davranması gerektiğini oluşturulan bu kalıpları taklit ederek büyük ölçüde öğrenir.

            Althusser, ideolojiyi, “toplumsal formasyonun belirleyicisi, buna göre toplumu dönüştürücü ve bireyleri bu ilişkiler ağı içerisinde yönlendirici egemen fikirler ve tasarımlar sistemi” olarak tanımlamıştır. Marx’a göre, dünyaya ve özellikle sosyal dünyaya ilişkin bilgi ve kavrayışımız politik çıkarlar tarafından belirlenir. Gramsci ise, kapitalist toplumda, yönetici sınıfın ideolojisini kitlelere, çok büyük çoğunlukla güce hiç başvurmaksızın empoze edişini anlatır. Gramsci’ye göre, iktidardaki egemen güç hem kitlenin desteğini kazanmak, hem de onları ideolojik ve ahlaki düzeyde kendi dünya görüşüne uygun biçimlendirmek için aydınlardan yararlanır. Türkiye modernleşme sürecinde hedef olarak gösterdiği batılılaşmaya ulaşmada güç kullanmaktan iknaya kadar her türlü ideolojik aygıtı kullanmıştır. Aile yapısından, eğitim sistemine, iş yaşam hayatından kültürüne kadar çok büyük değişimler meydana gelmiştir. Bu değişimlerde medyanın büyük etkisi olmuştur. Gazetelerin, radyonun ve televizyonun yıllarca devletin ya da devletin kontrolünde yayın yapmış olması işleri kolaylatırmış, yeniliğin duyurulması, yayılması, toplumun gelişmelere adaptasyonu ve ikna edilmesinde medya etkin olarak kullanılmıştır.

            Egemen ideoloji için meşruiyet, iktidarın söylemleriyle bireyin kimlik ve davranışlarında paralellik ve uyum göstermesi ile olur. Meşruiyet terimi, iktidarın ideolojik aygıtları vasıtasıyla (okul, aile, hukuk, polis, işyeri vb) bireyler için hedeflediği şeye ulaşmada kullanılacak standartlar olarak tanımlanır. Bu standartlar, meşruiyet kazanma misyonu ile bireyin yaşam tarzı içine nüfuz eder. Sinema da bu meşruiyet kazanmışlık standartlarını kitlesel bir uyumlaştırma aracı olarak, topluma empoze eder. Meşruiyet kazanmak, toplumda rol kapmak isteyen bireyler bu standart ve biçimleri taklit etmeye başlar. Mesela, bir sinema filminde ilk çıplak kadın görüntüsü ya da öpüşme sahnesi yayınlandığında muhafazakâr çevrelerden büyük tepki görmüş, ama görüntü yayınlandığı anda meşrulaştırma ve normalleştirme süreci de başlamış ve bir mevzi kazanılmıştır. Aynı yöntem kadın plaj kıyafetleri konusunda da gerçekleşmiş, bu alanda da aşama aşama neredeyse kıyafete gerek duyulmayacak bir biçim olağan ve normal hale gelmiştir. Bütün bunların meşrulaştırılmasında medya kilit rol oynamıştır.

            Gündelik hayata etki eden ve benimsenen örnek temsiller toplumsal dönüşümün sağlanmasında aracı olmuşlardır. Türk sineması toplumsal söylem pratiğini mekân ve beden tipolojileri üzerinden temsil eden bir araç olmuştur. Türk sinemasının gelişimi, toplumdaki modernleşme hareketlerine paralellik gösterdiği için, temsil edilen şeyler sinemamızın başlangıç yıllarından günümüze toplumsal gelişmeleri etkilemiştir.

            Kaynak:

            Takımcı, Dilek İmançer; Medya Temsilleri, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara–2010