Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Emekliliğin Psiko-Sosyal Boyutu

 

 image002

2.2. Mesleki ve Örgütsel Faktörler

İşin, iş ortamının ve örgütsel özelliklerin emeklilik tutum ve davranışları üzerindeki etkisi çalışmanın birey açısından anlamı, bireyin işe ve çalışmaya bağlılığı ile işin nitelikleri açısından değerlendirilebilir. Çalışanların kimlikleri istihdamları ile yakından ilgilidir. Mesleki rolün kaybedilmesi emeklinin kimliğini çeşitli açılardan tehdit etmektedir. İşin kaybedilmesi aynı zamanda iş ortamının sağladığı önemli yararları da kaybetmek anlamına gelmektedir. Örneğin iş arkadaşlarıyla gerçekleşen sosyal aktiviteler. Diğer çalışanlarla paylaşılan ortak geçmiş, işteki yetkinlikten duyulan gurur ve kendine saygı, işteki heyecan ve isteklilik, ayrıca sekreterlik hizmeti veya şirket arabası gibi ek avantajların kaybedilmesi gibi kayıplar hissedilebilir.

 

Çalışma ve iş birey açısından merkezi bir önem sahip olduğunda bireyin çalışma yaşamını sona erdiren emekliliğe olumsuz tutum sergilenmesi beklenebilir. Günlük yaşamını iş ekseninde düzenleyen kişiler için emeklilik, zaman açısından önemli bir boşluk yarattığı ve yaşamındaki en önemli rolün kaybedilmesi sonucunu doğurduğu algısı nedeniyle istenilmeyen bir durumdur. Birçok çalışan için iş varlıklarını öylesine kaplar ki, yaşam biçimlerinin merkezi haline gelir (Dubin, 1956). Aile, arkadaşlar, dinlenme, hobiler ve benzeri alanlar işin etrafından şekillenir. Aslında işyerindeki sosyal etkileşim çalışanın sosyal yaşamının bir parçasıdır.
Birçok emekli, emekliliğe kadar göz ardı etse de emekli olduktan sonra çalışma yaşamının getirdiği avantajları özlemektedir (Osborne, 2009).

 

Drentea’nın (2002) araştırması, çalışma olgusunu kendilerini yabancılaştıran boyutuyla algılayan ve yaşayan kişiler için emekliliğin özgürleştiren bir süreç olarak algılandığını, buna karşın çalışmayı gücün ve belirli ilişkilerin kaynağı ve bireyi güçlendiren bir olgu olarak algılayan kişiler için emekliliğin morali düşüren ve olumsuz duygularla karşılanan bir dönem olduğunu göstermiştir. Gerçekten de çalışma yaşamında kendisini güçlü, ailesine, kurumuna ve topluma önemli katkılar sağlayan bir kişi olarak gören birey için emeklilik, söz konusu gücün yitirilmesi anlamına gelecektir. Merkezi yaşam ilgisi iş değil de aile ve diğer yaşam alanları olan bireyler için ise emeklilik bu alanlarla daha fazla ilgilenme fırsatı yaratan olumlu bir gelişme olarak değerlendirilecektir. Price (2000) kendilerini birincil olarak aileleri ve sosyal rolleri ile tanımlayan, mesleki kimliklerini ikincil unsur olarak kabul eden kadınların emeklilik sonrasındaki yaşamlarında daha az olumsuz duygulara sahip olduklarını belirtmiştir (Price, 2000: 97). Eğer birey zaman baskısı altında, sürekli saate göre hareket etmek zorunda kaldığı bir işte çalışmış ve zaman odaklı bir kariyer yolunda ilerlemiş ise emekliliğinde zamana karşı yarışmayacağı bir yaşam tarzı tercih edebilir, zaman kavramı onun için önemini yitirebilir (Sussman, 1972: 60).

 

İşin nitelikleri, yoruculuğu, iş ve zaman baskısı, fiziksel koşulların ağırlığı bireylerin emekliliğe bakış açılarını etkileyecek özelliklerdir. Stresli bir iş ortamına sahip olan birey için emeklilik büyük bir rahatlamayı ifade edecektir (Mortimer, 2008: 15).

Çalışma ve profesyonel iş yaşamının emeklilik tutum ve algıları üzerindeki etkileri Price’ın (2003) kadın çalışanlar üzerideki araştırmasında da ortaya konulmuştur. Söz konusu araştırmada emeklilikten sonra toplumda başka kurumlarda çalışmaya yönelik olarak önceki mesleki becerilerini geliştiren kadınların bu çabalarının, mücadele güçlerini artırmada, gerçekleştirdikleri aktivitelerden aldıkları doyumda ve sosyal rollerini genişletmelerinde etkili olduğu saptanmıştır.

 

Mortimer’ e göre emekliliğe alışmada birincil gereklilik iyi bir işe sahip olmaktır. İşteki amaçlarını başarıyla gerçekleştirmiş ve kendisini değerli ve takdir edilen bir kişi hissederek emekli olan birey emekliliğe daha rahat uyum sağlayabilir. Bu tür duygulardan yoksun olan birey ise çalışma yılları kayıp ve verimsiz olarak algılar ve bu durum emeklilikte doyumsuzluğa neden olabilir (Mortimer, 2008: 38).

 

Konuya ilişkin bir araştırmada kendi isteği ile emekli olanların emeklilik sonrasında daha yüksek yaşam doyumuna sahip oldukları ve emeklilik yaşamından memnun oldukları, ayrıca fiziksel ve ruhsal açıdan sağlık durumlarının daha iyi olduğu saptanmıştır. Gönüllü emekli olanlar, emekli olmadan önceki süreçte, sonraki yaşamları ile ilgili planlar yaptıklarını, bu planları eşleri ve arkadaşları ile paylaştıklarını ifade etmişlerdir (Shultz vd., 1998: 51). Emeklilikten sonraki dönemde hastalık, gelir yetersizliği ve geçim sıkıntısı gibi negatif faktörlerin etkisinin seyahat etme ve hobiler gibi pozitif faktörlerden daha etkili olduğu saptanmıştır (Shultz vd., 1998: 52). Bireylerin kişisel özellikleri, eğitim durumu, medeni durumu, çocuk sahibi olup olmadığı, eşin çalışıp çalışmadığı ve sağlık durumu, emeklilikte sosyal bütünleşmeyi etkileyen önemli göstergelerdir (Mo en vd., 2000: 78).

 

2.3. Sosyo-Ekonomik Faktörler

Toplumun emeklinin ne yapacağı konusunda açık bir fikre sahip olmadığından insanların emekliliğe ilişkin tepkileri de belirsiz olmaktadır. “Sallanan koltuklarında oturup geçip giden yaşamı mı izlemeliler, spor mu yapmalılar, torunlarına mı bakmalılar yoksa yabancı dil mi öğrenmeliler?” Emekliliğe dair açık sosyal beklentilerin olmamasının iyi yanı, yaşlılara emekliliklerini istedikleri gibi yapılandırma konusunda esneklik tanımasıdır” (Morris, 2002: 393).

 

Statü değişimine bağlı ekonomik ve sosyal kayıplarına rağmen emekliliği olabildiğince mutlu bir biçimde sürdürebilmenin ve emekliliğe olumlu bakabilmenin yolu, bireyin bu döneme yeterince hazırlanabilmiş olmasından geçer. Yaşlılık öncesi dönemde yaşamları çeşitli nedenlerle kısıtlanan ve yapmak istediklerini emekliliğe erteleyen bireyler, yaşlılıkta büyük bir düş kırıklığına uğrayabilirler (Can, 1990: 635). Bunun asıl nedeni gerçekleştirilmek istenen faaliyetler için bekledikleri zamanın geldiğini düşünmelerine karşın, sağlık ve ekonomik durum açısından kendilerinde çalışma yıllarındaki gücü bulamamalarıdır.

 

Ailesi, meslektaşları, komşuları ve diğer sosyal gruplarla ilişkisi emeklinin bu döneme ilişki yalnızlık duygularını önemli ölçüde azaltacaktır. Sosyal destek adını verebileceğimiz söz konusu sosyal ağlar emeklinin yaşam kalitesini artıran bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır (Öner, 2005: 136). Ayrıca gençlik ve yetişkinlik yıllarında, ilgilerini, yeteneklerini ve yeteneklerini çeşitlendirebilmiş, seçeneklerini çoğaltabilmiş bireyler için, yaşlılık dönemindeki boş zamanların nasıl tüketileceği konusu bir sorun teşkil etmemektedir (Can, 1990: 636).

Hanisch (1994), 150 emekli üzerinde yaptığı araştırmada emeklilik nedenlerini olumsuz sağlık durumu, seyahat ve aileyle daha çok zaman geçirme isteği gibi kişisel nedenler ve iş doyumsuzluğu ve çalışmaktan yorulma gibi işe ilişkin nedenler biçimde üç kategoriye ayırmış; bunlardan ikinci gruptaki nedenlerle emekli olanların emeklilik sonrası yaşam doyumlarının ve emeklilikten memnuniyetlerinin daha yüksek olduğunu saptamıştır. Emekliliğe uyumun ve emeklilik yaşamındaki doyumun en iyi göstergeleri iyi sağlık, yeterli gelir ve emekliliği boyunca katılacağı aktivite ve
üstleneceği rollerin çeşitliliğidir. Bu göstergelere sahip olmayan bir emeklilik yaşamını bireyler ne isteyecek ne de doyum sağlayacaktır (Arnold, 1997: 169).

 

Bireylerin içinde bulundukları sosyo-ekonomik düzey ve sosyal statü emeklilik kararlarını ve emekliliğe ilişkin tutum ve algılarını etkileyen bir başka değişkendir. Hanisch and Hulin (1991), emekliliği iki farklı çalışan kesimi açısından ele almışlardır. Birinci kesim, yüksek sosyal statüye sahip, mesleki açıdan gelişme sağlamış ve yüksek iş doyumuna sahiptir ve işinden elde ettiği doyum nedeniyle emekliliği tercih etmemektedir. Sosyal statüsü düşük, daha az yetki ve kontrole sahip, iş doyumu düşük olanlar ise erken emekliliği tercih etmekte ve emekliliği bir seçenek olarak
algılamaktadır. Düşük sosyal statüdeki bireyler işlerinden daha az doyum elde eden, daha az takdir gören ve işteki özerklik düzeyleri daha düşük olan kişilerdir. Bu nedenle ileri yaşlarda kendilerini işgücünün dışına itilmiş hissetmekte ve emeklilikle ilgili belirsizlik duygusuna sahip olmaktadırlar. Emekliliğe gönüllü olmayanlar,
emekliliğe alışma devresinde belirsizlik duygusunu daha fazla hissetmektedirler (Shultz vd., 1998: 45-46).

 

3. Yaşlılığa ve Emekliliğe İlişkin Psiko-Sosyal Teoriler

Emeklilik yaşamı, bireylerin ömürlerinin önemli bir kısmını geçirdikleri işlerinden veya mesleklerinden kısmen veya tamamen çekilmeleriyle başlayan ve yaşamlarının geri kalan kısmındaki tüm faaliyetleri ve yaşam biçimlerini içeren yaşam süreci olarak ifade edilebilir. Bir tanımlamaya göre, emeklilik kararı ile başlayan yaşamın son dönemidir (Roth, 2001: 2). Emeklilik yaşamı, bireyin emekliliğe karar verdiği ilk günden ömrünün sonuna kadar devam edecek deneyimleri kapsar. Bu deneyimlerin olumlu veya olumsuz oluşu, emeklilik günlerinin doyumlu veya doyumsuz geçmesi ile bunların nedenleri, emeklilik yaşamının incelenmesi gereken boyutlarıdır. Yaşlanma ve yaşlılık dönemine ilişkin geliştirilen psiko-sosyal teoriler emeklilik yaşamı açısından aşağıda ele alınacaktır.

 

Yaşlılığın içeriğini anlama ve açıklama çabası içerisinde Cumming ve Henry (1961) tarafından geliştirilen ilk teori Geri Çekilme Teorisi’ dir (Disengagement Theoiy) (Aktaran: Hochschild, 1975: 554). Geri çekilme teorisi, yaşlı bireyin sağlığındaki bozulma, işlevlerinde ve fiziksel kapasitelerinde azalma ile birlikte toplumdaki süregelen etkileşiminden geri çekilmesi üzerine odaklanmıştır (Demirbilek, 2007: 138). Teoriye göre kısmen veya tamamen yaşamdan geri çekilme, bireyin kendisinin başlattığı veya toplum tarafından bireyin itilmesiyle başlayan bir süreçtir. Yaşlı bireyler toplumla yeni ilişki biçimleri geliştirirler, bu ilişki biçimleri gençlik yıllarındakinden oldukça farklıdır. Bu teori emeklinin sosyal açıdan kendini izole etmesinin insanın gelişme sürecinin doğal bir sonucu ve bir ihtiyacı olduğunu kabul etmektedir (Tınar, 1006: 100). Emekli olan birey statü ve rollerinden geri
çekilerek emekli statüsü ve rolüne geçmekte, ancak yeni yaşantısı onu toplumdan uzaklaştırmaktadır. Geri çekilme teorisi açısından emekliliğin toplumdaki genç nesil ile yaşlı nesil arasında eşitlikçi bir uzlaşı sağlama bakımından faydalı olduğu görüşü ileri sürülmektedir (Demirbilek, 2007: 138). Teoriye getirilen eleştiriler bireylerin toplumdan uzaklaşması veya kopmasına neden olan tek değişkenin yaş olmadığı, yaşlanmanın biyolojik, geri çekilmenin ise sosyal bir süreç olduğu yönündedir. Buna göre toplumdan geri çekilme yaşın ilerlemesinden çok gelir düşüklüğü, sağlığın bozulması, dulluk gibi sosyo ekonomik diğer faktörlerden kaynaklanmaktadır (Hochschild, 1975: 563). Teoriye getirilen önemli bir eleştiri de toplumda yaşamdan ve sosyal ilişkilerden geri çekilmeyi istemeyen ve çekilmeyen bir kesimin varlığını göz ardı etmesidir (Ammarittagul, 2004: 35).

 

Yaşlılığı anlama ve açıklamaya ilişkin teorilerden biri. de “Süreklilik Teorisi” dir (Continuity Theory). Süreklilik teorisine göre bireyler zaman içerisinde çeşitli alışkanlıklar, tercihler ve huylara sahip olurlar ve bu özellikler onların kişiliklerinin bir parçası haline gelir (Atchley, 1988). Bireyler yaşam tarzlarını ve geliştirdikleri davranış kalıplarını, sahip oldukları değerleri yaşamlarının her döneminde sürdürme eğilimindedirler. Bu teoriye göre bireyler emeklilikten sonra da, önceki dönemlerde geliştirdikleri söz konusu yaşam biçimi, alışkanlık ve değerleri sürdürür, emeklilik yaşamlarını buna göre biçimlendirirler. Benzer yaşam alanlarında benzer stratejileri sürdürür, içsel ve dışsal ilişkilerini ve konumlarını korumaya çalışırlar. Değişim gelecek için belirledikleri hedefler ve geçmiş deneyimlerin bir yansıması olarak ortaya çıkar (Ammarittagul, 2004: 36). Ancak genel olarak bireylerin yaşam
biçimi ve alışkanlıkların emeklilik sonrası süreçte de etkili olacağı ileri sürülebilir. Bir başka deyişle bireyler emeklilik öncesi dönemde ne tür ilgi ve yaşam biçimi ve alışkanlıklarına sahip ise emeklilikten sonraki süreçte de benzer eğilimler içerisinde olacaktır. Bireylerin yaşam ilgilerine ilişkin olarak Howard ve Bray (1988) tarafından yapılan sınıflandırmada, yaşam dokuz ilgi alanına bölünmüştür. Bunlar (aktaran Amold, 2006):

 

(1) Eş ve varsa çocuklardan oluşan aile

(2) Anne-baba ve kardeşlerden oluşan aile

(3) Meslek, iş veya çalışma yaşamı

(4) Ekonomik ve maddi kazançlar

(5) Benlik gelişimi, beceri ve ilgileri geliştirme

(6) Yaşanılan yer, mekân, komşuluklar

(7) Dini, insani ve etik kaygılar

(8) Toplumsal fayda sağlamaya yönelik gönüllü, hayır işleri

 

Süreklilik teorisine göre bireyler kariyerlerinden veya işlerinden emekli olup ayrılsalar bile öz-saygı ve değerler açısından çalışma dönemindeki yaşam tarzlarını ve bakış açılarını sürdürürler. Bununla birlikte yeni koşullara uyum sağlayamayacak derecede kişinin yeniliklere kapalı olması yaşam kalitesi açısından tehlike olabilir (Şener, 2009: 8)

 

Bireyin yaşam doyumunun içinde bulunulan faaliyetlerle ilişkili olduğuna dayanan “Aktivite Teorisi” (Activation Theory), mutluluğun bireyin kendi etkinliklerinden kaynaklandığını kabul eder. Aktivite teorisine göre emeklilik ile yitirilen rol, işlev ve ilişkiler, onların yerine geçecek ek ilişkiler ve aktif uğraşlarla telafi
edildiği takdirde emekli mutlu bir emeklilik yaşamı sürdürebilecektir (Tınar, 1996: 99). Bireyin benlik algısı, yaşı nedeniyle emekli olarak kaybettiği iş rolünden sonra sürdürdüğü aile içi rolleri, dinlenmeye yönelik roller, gönüllü ve toplumsal işlerde üstlenilen rollerden ile olumlu etkilenir. Geri çekilme teorisinin aksine aktivite teorisinde emeklinin pasif bir rolde değil yeni ve aktif bir rol üstlendiği kabul edilir. Ancak bu aktiviteler bireylerin yaşlarına, sağlık durumlarına, aile büyüklüğü ve aile sorumluluklarına, arkadaş çevrelerine, ilgi ve hobilerine göre değişmekte, üstlenilen rolün aktiflik derecesi de buna bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Orta yaş etkinliklerini sürdüren ya da istemeden bıraktığı etkinliklerin yerine yenilerini koyabilen yaşlıların yaşam doyumları daha yüksektir (Şener, 2009: 8).

 

Erikson’un (1963) Gelişim Teorisini emeklilik yaşamına uyarlayan Osborne’un (2009) teorisi de burada ele alınması gerektiği düşünülen teorilerdedir. Osbom (2009), Erikson’un insanın gelişim aşamalarından yola çıkarak emeklilik yaşamını, kendi içinde zıtlıklar barındıran yedi aşamaya ayırmıştır. Bu aşamalardan ilki güven veya güvensizlik aşamasıdır. Emeklilik ile birlikte yaşanan kayıplar ve değişimler gelecek ile ilgili belirsizlik duygusu doğurabilir. Sadece işin olmayışının değil aynı zamanda iş ve işyeri ile ilgili sosyal aktivitelerin artık olmayışının getirdiği boşluk, bireyde emekliliğin yaşamını nasıl alt üst ettiği kaygısını doğurabilmektedir. Emekliler kendilerine “doğru kararı verdiğimden emin miyim?” sorusunu sorarlar. Emekliliğin doğru bir tercih olup olmadığından emin olamamaları kendilerinden şüphe duymalarına ve kaygılanmalarına neden olur. Birçok kimse planladığı zamanda emekli olmaz (Anderson vd., 1986). Ekonomik sorunlar emeklilik kararını ertelemenin başlıca nedenlerindendir. Doğru kararı verip vermediğinden emin olmaması bireyin emeklilik planını ertelemesine neden olur. Bu aşamadan sonra özerklik ya da
şüphe ve utanç aşaması gelmektedir. Emekli olan birey, özellikle eş çalışmaya devam ediyor ise artık eve ekmek getirenin kendisi olmadığı düşüncesiyle utanmaya başlamaktadır. Ancak eşin çalışmaya devam etmesi ekonomik nedenle değil işin anlamlılığı ve diğer iş tatmini faktörlerinden kaynaklanıyorsa, böyle bir utanma
duygusu genellikle ortaya çıkmamaktadır. Üçüncü aşama olan insiyatifin kendinde olduğunu düşünme veya suçluluk duyma aşamasında bazı emekliler kendilerine emeklilik yaşamına uyum sağlayacak boş zaman etkinlikleri bulabilirler. Ancak bulunan boş zaman etkinlikleri uzun vadeli memnuniyet sağlamayabilir. Emekliler bu defa “hobilerimle ilgilenmek ve dinlenmek dışında ne yapıyorum? sorusunu sorarlar. Güçsüzlük ve izolasyon duyguları yaşamaya başlarlar. Osborne’nun çaba gösterme veya aşağılık duygusu biçiminde ifade ettiği dördüncü aşamada emeklinin yet-
kinlikleri ne yönde çaba göstereceğinde belirleyici bir faktördür. Gerek boş zaman etkinliklerinde gerekse yeni bir iş bularak kısmi zamanlı veya tam zamanlı çalışma kararında sahip olduğu yetkinlikler etkili olduğu gibi, sosyal çevresi ile ilişkilerinde de koçluk, akıl hocalığı gibi işlevler kazanmasına da olanak sağlar. Birey topluma ve gelecek nesillere katkıda bulunduğu duygusunu yaşar. Bu durum aynı zamanda ileri bir aşama olan üretkenlik aşamasının başarısında da bir ön koşuldur. Kimlik ve rol belirsizliği aşamasında çalışma yaşamındaki kimliğin kaybedilmesi ve buna
bağlı rol belirsizliği duyguları ön plana çıkmaktadır. Emekliler işyerleri ile ilgili olarak alışageldikleri yaşam biçiminden uzaklaşırlar. İşten uzaklaşmayla birlikte çalışma yaşamına ilişkin aktivitelerden de uzak kalırlar. Emekliliğe anlamlı şekilde adapte olabilecek yollar bulmak, emeklilik sonrası yaşamın merkezindeki en
önemli konu haline gelir. Sosyal birliktelik veya izolasyon aşaması emeklilikte yalnız kalma ya da aksine sosyal ilişkilere daha çok bağlanma biçiminde sonuçların yaşandığı aşamadır. Erikson’un bireylerin ikili ilişkilere, evlilik ve aile olmaya yöneldiği aşama olarak belirttiği bu aşama Osborne tarafından emeklilik açısından bireylerin yeni bir sosyal birliktelik alanı oluşturduğu veya oluşturamayıp yalnızlığa itildiği bir aşama olarak nitelendirilmiştir. Sosyal açıdan birbirine bağımlı emeklilerin ortaya çıkması bu aşamaya ilişkin bir sorun olarak değerlendirilmektedir. Bu sorunun ise “benim dünyam”, “onların dünyası” ve “bizim dünyamız” biçiminde yaşam alanı ayrımlarının yapılarak belirli sınırların farkına varılması olduğu belirtilmiştir. Emeklilik yaşamı açısından yedinci ve son aşama ise üretkenlik veya durgunluk aşaması olarak ifade edilmiştir. Bu aşamada emekliler çocuklarına yardımcı olmak ve kendi ilgilerine odaklanan dar bir anlayış yerine sosyal açıdan çevrelerine katkılarda bulunmak gibi bir yönelim içinde olabilirler. Birçok emekli, çocukları ve torunlarının refahı ve mutluluğu için bu aşamada çaba harcayan bir üretkenlik davranışı içinde olurlar. Erikson’un, bireylerin çocukları için gelecekte toplumda iyi bir yer edinmelerini amaçlayan çabalar içinde olması biçiminde ifade ettiği üretkenlik aşaması, Osborne tarafından emeklilik açısından da aynı anlayışla değerlendirilmiştir. Bu aşamada bazı emekliler kendi çocukları için yeterli enerji ve gayreti gösterdiklerini düşünerek söz konusu üretkenliklerini gönüllü organizasyonlara yöneltebilirler. Birçoğu eşine, yaşlı aile üyesine, torunlarına veya arkadaşlarına bakım hizmeti verir bu dönemde
ve böylelikle aile ve yakın çevreden uzaklaşmadan da toplumsal anlamda katkı sağladıklarını hissederler. Osborne’nun bu uyarlamasının, emeklilik yaşamının da kendi içinde başlangıcı, gelişimi ve sonu olan bir süreç olarak ele alınmasını kolaylaştırdığı düşünülmektedir.

 

Yaşam Akışı Teorisi ise Erikson’un gelişim aşamalarına benzerlik gösteren teoride yaşlılık ve emeklilik dönemi bir süreç olarak değerlendirilmekte ve sürecin bir aşamasında bireyin karşılaştığı bir ikilem veya krizi bir diğer aşamaya geçerek çözmeye veya sorundan uzaklaşmaya çalıştığı varsayılmaktadır. İleri yaşam dönemi olarak ifade edilen yaşlılık döneminde bireylerin başa çıkmak zorunda oldukları konular şöyle sıralanmıştır (Ammarittagul, 2004: 35-36): bozulan sağlık ve fiziksel güçte azalma, emeklilikle birlikte azalan gelir, eşin veya aile üyelerinin kaybedilmesi, alışık olduğu yaşam düzeninin değişmesi.

 

Gerontolojide Eleştirel Teori, (Critical Theory) hiyerarşi, eşitsizlik ve baskı yoluyla sosyal yaşamda ve ilişkilerde geliştirilen hakimiyet ve istismar üzerinde durmaktadır. Eleştirel teori temel sosyal sorunları, çatışmaları ve çelişkileri belirlerken, bu sorunların olası çözümlerine ve sosyal dönüşüme yönelik hususları ortaya koymayı amaçlamaktadır. Emeklilik konusuna ilişkin olarak eleştirel teori, özellikle kadın ve erkek arasında emeklilik yaşamında ortaya çıkan farklılıkların üzerinde durmaktadır. Atchley (1993) eleştirel gerontolojik bakış açısıyla emekliliği, sosyal, yapısal ve ekonomik faktörlerin etkisi altında olan bir dönüşüm süreci olarak değerlendirmiştir (aktaran, Richardson, 1999: 53).

 

Bu teorilerin ortaya koyduğu temel ve ortak düşünce, bireylerin emeklilik yaşamlarını, nasıl geçirecekleri ve ne tür deneyimler yaşacaklarının, toplumların kültürel ve sosyal yapılarından, ekonomik koşullara, çalışma yaşamındaki koşullardan, emeklilikle ilgili sosyal güvenlik düzenlemelerine, bireylerin kişilik
özelliklerinden, emekliliğin nedenlerine ve biçimine kadar pek çok faktörün etkisi altında olduğudur.