Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

ATATÜRK İNKILAPLARININ NİTELİĞİ VE EĞİTİM

 

 Yrd.Doç.Dr. Üftade  ÇUKUROVA

                                                      Öğretim Üyesi

                                                     A.Gaffar Okkan Polis Mes.Yük.Okulu Md.lüğü

Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının,temellerini daha Harp Okulu yıllarındayken benimsedikleri çağdaşlaşma hareketi,yüzyılların bir türlü değiştiremediği Osmanlı İmparatorluğu’nun ,çağın gerisinde kalan devlet yapısını ve toplumu uyuşturan,bilimsel,teknolojik gelişmelerden ve akılcı,özgürlükçü ve laik bir anlayışa doğru değiştirme hareketi olarak algılanmalıdır.Bu hareket bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün kendisi tarafından “şark kafasıyla mücadele” hareketi olarak ifade edilmektedir.

Genel bir terim olarak “şark kafasıyla” anlayışı,temeli;sorgulamayan,eleştirmeyen,özgür düşünüşten yoksun,her şeyin tek doğruya bağlandığı bir anlayışı ifade eden skolastik bir düşünüştür.Yaklaşık 800-1500 yılları arasını kapsayan bu anlayışın egemen olduğu döneme Ortaçağ diyoruz.Bu düşünüş tarzı veya ideoloji,adından da anlaşılacağı üzere din adamları yetiştirmeyi göz önünde bulunduran bir öğretidir.Bu nedenledir ki ,Ortaçağda toplum ve hukuk yaşamını düzenleyen kurallar,anlayışlar ve dizgeler,kaynağını skolastik felsefeden almışlardır.Orientalist anlayışla sonuna kadar”tek kişi de kalsa”savaşacağını söyleyen Atatürk’ün ideolojisinde “Uygarlık yolunda yürümek ve başarılı olmak yaşamın şartıdır.Bu yol üzerinde duraksayanlar veya üzerinde ileri değil geriye bakmak cahilliği ve tedbirsizliğinde bulunanlar,uygarlığın coşkun seli altında boğulmaya mahkumdurlar.Uygarlık yolunda başarı yenileşmeye bağlıdır.Sosyal yaşamda ,ekonomik yaşamda,bilim ve fen alanında başarı için  tek gelişme ve ilerleme yolu budur.”Uygarlık belli bir dinin veya ulusun eseri değildir.Atatürk döneminde en gelişmiş uygarlık batı uygarlığıdır.Yeni Türkiye Cumhuriyeti bu uygarlığın bir parçası olduğuna göre içinde bulunmalıdır.Seçenek tekdir.Atatürk’ün batılılaşma kavramı,coğrafi veya batı hayranlığı anlamında değildir. Bu kavram,teknolojinin hızla ilerlediği  XX.Yüzyılda,Türk insanının toplumsal ve ulusal varlığını koruyarak,geliştirme olanaklarına kavuşabilmesi için temel fikir olarak alınmıştır.Büyük Siyaset bilimciDuverger,Kemalizm’in kesin hatları henüz çizilmemiş bir politik sistem olduğunu ileri sürmüştür.Bu sistem ,üçüncü dünya ülkelerine pek yanaşmak istemeyip,batıya yönelmeyi arzulayan yarı gelişmiş ülkelerin sarıldığı bir sistemdir.

Skolastik anlayış yaklaşık,700 yıllık bir süre boyunca dünya toplumlarını yönlendirmiş ve yönetmiştir.Bunun  sonucunda toplumlardaki bilimsel gelişme durmuş,teknolojik ilerleme yerinde saymış ve hiç yoktan nedenler yüzünden insanlara yüzyıllar süren savaşların,sefaletlerin ve engizisyon mahkemelerinin kapıları açılmıştır.Bu çağın ardından gelen ve izlerini Rönesans-Reform hareketlerinde gördüğümüz Aydınlanma düşüncesinin geliştirdiği hareket,bu skolastik anlayışa karşı,insanın bir birey olarak hür iradesini ortaya koyma mücadelesi şeklinde kendini göstermiştir.

Aydınlanma,yaşama aklın kılavuzluk etmesi,yaşama dayanak olacak değer ve normların akılla bulunması,gelenek-göreneklerin aklın eleştirisinden geçirilmesi demektir.Bu tutumun sonunda varılan en değerli ürün de,gerçeğin sistemli ve planlı gözlemleri ile elde edilen bilimdir.Bilim ve fennin ilerleme ve gelişme için tek ve yeterli yol olduğu,Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk Milletini gösterdiği hedeflerin başında gelir.Kendisinin bizzat ifade ettiği gibi “Dünyada her şey için,uygarlık için ,maneviyat için,hayat için,başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir,fendir.Bilim ve fennin dışında yol aramak gaflettir,cehalettir,dalalettir.”Burada Türk Milletinin sahip olması gereken nitelik sergilenmekte,ancak bunun çağdaş ilkelere göre olması gerektiği  vurgulanmaktadır.Atatürk 22 Eylül 1924 tarihli Samsunlu öğretmenlere yaptığı bir konuşmasında bunu şu şekilde dile getirmektedir.”Yalnız,bilim ve fennin yaşadığımız her dakikadaki aşamalarının oluşumunu idrak etmek ve gelişmeleri zamanda izlemek şarttır.Bin,iki bin,binlerce yıl önceki bilim ve fen dilinin çizdiği düsturları,şu kadar bin sene sonra bu gün aynen uygulamaya kalkışmak elbette bilim ve fennin içinde bulunmak değildir.”

Şu gerçek göz ardı edilmemelidir ki,Türk toplumunun bugünkü kimliğini kazanmasındaki en büyük etken,Atatürk’ün yaklaşık 15 yılda sosyo-ekonomik ve siyasi yapıda gerçekleştirdiği köklü değişikliktir.Bu değişim saltanatın kaldırılmasıyla  başlamış,ardından demokratik rejim yeğlenerek hilafet kaldırılmış,rejime yakışır laik kurumlar oluşturulmuş,çağdaşlaşma için zıt etkiler taşıyan mistik,ilahi ve anti-rasyonel kafa yapısının değiştirilmesi amaçlanmıştır.Kültürel değişimin gerçekleştirilebilmesi için,Atatürk’ün araçları basın ve eğitmenler  ordusudur.Zaten kendisi,bir ulusun kültür ordusuna sahip olmadıkça,ne kadar parlak zaferler elde etmiş olursa olsun,o zaferlerinin kalıcı sonuç vermesinin olanaksızlığına inanmaktadır.Hiçbir tutarlı kanıta dayanmayan bazı gelenekselleşmiş kurum ve inançların korunmasında direnen ulusların çok güç ilerleyeceği,hatta hiç ilerleyemeyeceğini düşünmüştür.O çağdaşlaşmada , geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan,yaşamı geniş bir perspektiften göremeyen ulusların.başka uluslar egemenliğine girecekleri kanısındadır.Devlet yapısında yüzyılların taşıdığı ihmali onarmayı amaçlayan çabaların en büyüğünün kültür yolunda harcanacağı,daha 1921’lerde belirlenmiştir.

Atatürk bir milletin hastalıklı,arızalı olmasının o millet için felaket olduğunu belirtirken,bunun iyileştirilmesinin tek yolunun hastalığın anlaşılması ve tedavisiyle mümkün olabileceğini vurgular,tedavinin yöntemi ise bilimsel -teknolojik  ve akılcı bir eğitimden geçer.Toplumu iler götürecek fikirler,anlamsız ve mantıksız safsatalardan oluşmamalıdır.Böyle olursa bilim dışı dogmalar kadar,o fikirlerin yapılandırdığı kafalar da hastalıklı olacaktır.Atatürk,milletin siyasi ve sosyal hayatında rehberin bilim ve teknoloji olması gerektiğini vurgulamaktadır.Yalnızca çağdaş,akılcı ve bilimsel temellere oturmuş eğitim kurumlarıyla,milletin sanat,ekonomi,şiir,edebiyat ve bütün yönleriyle gelişeceği kanısındadır.Fikri hür,vicdanı hür nesiller yalnızca böyle kurumlardan yetişebilir.

Amacı,Türk Milletini uygar ve müreffeh olarak yükseltmek olan Türk devriminin özü,tarihsel perspektif bakımından,din temeline dayanan bir monarşiden,halk egemenliğine,cumhuriyete geçilmesidir.Cumhuriyete geçilmesi demek,imparatorluk içinde “kul”,”teba”olan insanların,her biri birer özgür birey olarak “vatandaş” konumuna yükseltilmesi demektir.Dolayısıyla geçmişte“kul”,”teba”olan insanların ,özgürce düşünen,akılcı,çağdaş ve laik bireyler olarak “vatandaşlık” bilicine erişmeleri,ilkeleri Türk devriminin ateşli günlerinde belirlenen eğitim devrimiyle gerçekleştirilebilir.Bu bakımdan eğitim yönteminde izlenmesi gereken yol,yalnız kurumlarında değil,düşüncelerinde de temelli bir devrim yapmış olan büyük Türk Milletinin dinamik ideali olan uygar millet davasına bağlı olmalıdır.Bunun için Cumhuriyet’ in genel eğitim ilkeleri,daha Cumhuriyetin ilk yıllarında belirlenen;

            -Milliyetçi,halkçı,devrimci,laik cumhuriyet vatandaşları yetiştirmeye,

            -İlk eğitimi genelleştirerek,tüm vatandaşlara okuma,yazma ve temel bilgiler vermeye,

            -Yeni yetişen kuşakları ekonomik yaşamda başarılı kılacak bilgilerle donatmaya,

      -Bir takım korkulardan doğan zorlama bir ahlak anlayışı yerine “özgürlükçü” ve “düzen” düşüncelerinin kaynaşmasından doğan gerçek bir ahlak anlayışı vermeye,

         -Türk Milletini çağdaş uygarlık yolunda ileri götürmek,yeni kuşakları bu onurlu amacın heyecan ve gücüyle yetiştirmek ilkelerine dayanmalıdır.

Bu ilkelerin biçimlendirdiği eğitim politikasına milli eğitim politikası diyoruz.Milli Eğitim demek”genç bellekleri paslandırıcı,uyuşturucu,hayali şeylerle doldurmaktan dikkatle kaçınmak demektir.”Atatürk,uygulamak istediği eğitim ve öğretim politikasıyla Türk toplumunu, Batı uygarlığının temeli olan aydınlanma felsefesine yöneltmek istiyordu. Batı ortaçağının manastır ve katedral okulları gibi skolastik nitelikli kurumların paralelinde yer alan medreseler de, temel olarak din adamları yetiştirmeye ya da dinin ilke ve kurallarını uygulamaya dayanıyorlardı. Dolayısıyla bu kurumların öğrettikleri doğruların değişmez bir kadrosu vardı. Dayandığı doğruların kaynağı, ayetler, hadisler ve bunları yorumlamış olan otoritelerdi. Bu kaynakların dışına çıkılamazdı. Bu nedenle, hazırdaki doğruları olduğu gibi benimsemek, bunları tartışmak, yeni doğrular aramaya girişmek gereksizdi 10 Özgür ve bilimsel bir bakış açısına sahip, aydınlanmış bir toplum yapısına sahip olmak, dine bağımlı ortaçağ düzeninden kesin olarak ayrılıp, özgür düşüncelerle aydınlanmış bir toplum yapısına geçmek, her şey den önce bilgi ve bilimin yaygınlık kazanmasıyla mümkün olabilirdi 11.

Atatürk devriminin amacı temelde, Rönesans insanın sorduğu ve aydınlanma felsefesinin temelini oluşturan “insan nedir?”, “insanın bu dünyadaki yeri ve anlamı nedir?” sorularını, özelde Türk insanına sordurmak olduğunu ifade edebiliriz. Zira bu soruları sormak ve yanıtını almaya çalışmak insanın bir birey olarak özgürleşmesinin sürecini başlatmak demektir. Osmanlı toplumunda var olmayan ve milli, çağdaş, demokratik bir yapılanmaya gidişin temel koşulları olan şu üç ana unsurun varlığı gerekmektedir : 1. Çağdaş anlamda aydınlanma 2. Milletleşme 3.Çağın gerektirdiği bilimsel-teknolojik düzeye ulaşma, yani sanayi uygarlığı 12. Bu bakımdan Türk inkılabını bu üç ana unsurun var edilmesi temelinden hareketle, Türk toplumunu, aydınlanmış ve uygar bir toplum haline getirme düşüncelerinde de temelli bir devrim yapmış olan bir toplumla gerçekleştirilebilir. Böyle bir ideali gerçekleştirebilmenin yolunu ise Mustafa Kemal Atatürk fikir ve hareketin yürütülmesinde, bir plan ve en rasyonel tarzda çalışmayı gerekli görmektedir.

Ortaçağ yükünü Cumhuriyete kadar sürükleyen medresenin ortadan kalktığı, Halifelik ve Şeriye Vekaleti’nin kaldırıldığı 1924 yılı, bütün Atatürk devrimlerinin gerçek başlama yılı olarak nitelendirilmektedir. Bu yasalardan sonra gerçek demokrasiye geçme yolunda çok partiye geçiş denemeleri yapılmış, fakülteler ve üniversiteler açılmış, tekke, türbe, zaviyeler kaldırılmış, uluslar arasa saat, takvim ve rakamlar kabul edilmiş, 1928’de anayasadan laikliğe aykırı maddeler çıkarılmış, latin harfleri benimsenmiş, okuma-yazmayı yaygınlaştırmak için, millet mektepleri açılarak, liselerden arapça-farsça dersleri kaldırılmış, Türk tarih ve dilinin araştırılması amacıyla TTK ve TDK kurulmuş, Atatürk ilkeleri anayasa alınmıştır 13       .

Temelde millet olmaya yönelik bir hareket olarak ifade ettiğimiz Atatürk inkılabı, eğitim ve öğretimi yalnızca kurumsal bir yapı olmanın ötesinde, bireysel ve toplumsal bir davranış ve içerik konusu olarak ele almıştır14.

Atatürk milliyetçi, laik ve ilerici karaktere sahip bir eğitim-öğretim yönetimi, bu eğitimden herkesin yararlanma olanağının gerçekleştirilmesiyle, Türk Devleti’nin kimliğine, Cumhuriyete ve onun sürekli yenileşmesine bağlılığın artacağına inanmaktadır. Bunu 24 Temmuz 1925 yılında Kastamonu’da yaptığı bir konuşmasında şöyle dile getirmektedir:

Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve şekilleriyle uygar bir sosyal topluluk haline dönüştürmektir. İnkılaplarımızın aslı temeli budur. Bu gerçeği kabul edemeyen zihniyetleri tarumar etmek zorunluluktur. Şimdiye kadar milletin dimağını paslandıran, uyuşturan bu zihniyette bulunanlar olmuştur. Herhalde zihniyetlerde varolan hurafeler gün geçtikçe silinecektir. Onlar çıkarılmadıkça dimağa gerçek nurlarını yerleştirmek olanaksızdır15. Bu yüzden “gerçek inkılapçılar, gelişme ve yenileşme inkılabına yönlendirmek istedikleri insanların ruh ve vicdanındaki gerçek eğilime etki etmesini bilmelidirler”16

Türk Milletini devrimci, akılcı, çağdaş, laik esaslar çerçevesinde ilerletmek, uygar, demokratik ve insan haklarına saygının egemen olduğu bir toplum haline getirmek elbette, akılcı, bilimsel, laik ve çağdaş esaslara dayanan bir eğitim sisteminin geçerli kılınmasıyla mümkün olabilir. Bu anlayışa sahip olmaksızın günümüz dünyasında varolabilmek mümkün değildir. Atatürk “asırlık, köhne zihniyetlerle, yalnızca, geçmişe duyulan hayranlık ve bağlılıkla varlığını korumak olanaksızdır” demektir17

Uygar bir dünyada, uygarlığın gidişatına katılmamak gibi bir şey söz konusu olamaz, zira uygarlık öyle bir ateştir ki, ona karşı gelenleri yakar, mahveder. Buyokoluşun önüne geçmek, ancak akılcı, üretken, çağdaş ve bilimsel bir eğitim sistemine sahip olmakla mümkündür. Atatürk eğitimin toplum için taşıdığı önemi şu sözlerle anlatmaktadır: “Eğitimdir ki, bir milleti bağımsız şanlı, yüksek ve toplumsal kurul durumunda yaşatır veya bir milleti köleliğe bırakır18

Cumhuriyet devrimi ve Yeni Türkiye Cumhuriyeti, dayandığı yaşam ve toplum felsefesi doğrultusunda yeni nesiller yaratmayı öngörmüştür. Bu, toplumu yeniden şekillendirmeye yöneliktir. Ancak her yenileşme hareketinde olduğu gibi, bu amaca ilerlerken eski ile yeninin çatışması kaçınılmazdır. 

Eski değerler sistemi, yönetim biçimi ve anlayışlar yeniden ortaya çıkmak için koşulları değerlendirecektir. Atatürk bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Milletin gayretli inkılap hamleleri esnasında sinmeye mecbur kalan eski kanonlar, eski hukukçular, inkılapçıların ateşi yavaşlamaya başlar başlamaz, derhal canlanarak, inkılap esaslarını ve onun samimi takipçilerini ve onların aziz fikirlerini mahkum etmek için fırsat beklerler”19

21. yüzyılda Türkiye’nin bugünkü durumunu Prof.Dr.Maçit GÖKBERK şöyle açıklıyor : “Atatürk devrimi eksik kalmıştır ve yer yer yürütülememiştir. Bunun nedenleri devrimin kendisinde değil, içinde gelişmek zorunda olduğu tarihsel-toplumsal ortamın direnmesinde aramalıdır. Kendisinin ise insanlık tarihinin genel gidişine uygun olduğundan, dolayısıyla çağdaş bir yönelim olduğundan şüphe edilemez. Tarih, tuttuğu doğrultudan ayrılanların üstünden acımasızca gelip geçer. Bu gerçek Atatürk devrimini tamamlamayı gerektirir. Zira Atatürk’ün kendisi de “Devrimin tamamlanması gerektir”diyor20

Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün başlattığı milli, demokratik, laik bir toplumu hedefleyen çağdaşlaşma süreklilik arzetmelidir. Onun ifade tarzıyla Türk devrimi yalnızca başlamıştır. Bitişi deyi bir şey söz konusu olmamalıdır 

Saygılarımla.


10 Gökberk, A.g.e., s.292

11 Gökberk, A.g.e., s.310

12 Gökberk, A.g.e., s.286.298

13 Mumcu, Ahmet, Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, 11.bsk., İnkılap Ktbv., İstanbul1988, s.203-205

14 Kili, Suna, Atatürk Devrimi, Bir Çağdaşlaşma Modeli, İş Bank.Yay., Ankara 1981, s.244-245

15 Atatürk, Söylev ve Demeçler, AAM.Yay.,c.II,s.224.

16 Atatürk, SD., c.II, s.224

17 Kili, A.g.e.,s.246

18 Atatürk’ün Kültür ve ……,s.78

19 Atatürk’ün Kültür ve ……,s.104-105

20 A.g.m., s.331