Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Yeni Dünya Düzeni Ve Türkiye

                           A.Gani YILDIRIM

                           Bilgi İşlem Daire Başkanı

 

Üzerinde yaşadığımız topraklar yani Anadolu, güç merkezlerince her zaman mutlak kontrol altında bulundurulması gereken, kesin hakimiyet gerektiren bir menfaat bölgesi olarak değerlendirilmiştir. Bu ilgi, geçmişte olduğu gibi günümüzde de ülkemiz üzerinde ve yakın çevresinde, güç merkezlerini etkileyebilecek seviyede çıkar çatışmalarının oluşmasına neden olmaktadır. Bu çerçevenin getirdiği önem dolayısıyla Türkiye sürekli bir tehdide sahiptir[1].

Etrafımızdaki ülkeler yönünden Türkiye bölgesel tehdit altındadır. Bu ülkeler, (Rusya-İran hariç) Osmanlı İmparatorluğundan ayrılma devletlerdir. İmparatorluğun çekirdek ülkesi olan Türkiye’nin büyümesini, gelişmesini endişe ile izleyerek, gelecekteki konumundan çekindikleri ülkemizin bölünmesini, parçalanmasını arzulamaktadırlar veya en azından gelişmesini engellemek istemektedirler[2].

Son yıllarda ortaya çıkan bir başka gelişme Türkiye’yi daha da önemli bir konuma getirmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan Türk Cumhuriyetleri ülkemize, Dünya yer altı kaynaklarının önemli bir bölümüne sahip Sibirya-Orta Asya bölgesinde etkili olma şansını getirmiştir. Bu bölgenin kontrolü için Rusya, Almanya ve Türkiye arasında gizli bir savaş olduğu, bir ölçüde de İran’ın faaliyet gösterdiği dikkatlerden kaçmamakta, ABD’nin de Türkiye kartı ile devrede olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, bu mücadele Türkiye’yi içeride önemli güvenlik sorunları ile karşı karşıya bırakmaktadır. Esasen bu durumun etnik ve bölücü akımlara sağlanan dış destek şeklindeki yansıması ülkemiz gündemindedir.

ABD’nin Ankara da görev yapmış büyükelçilerinden Abramowitz’in Amerika da yayınlanan bir dergide[3] çıkan makalesindeki şu cümleleri Türkiye’ye yönelen tehditlerin ciddiyetini özetler mahiyettedir. “Türkiye önümüzdeki on yıl içerisinde ya orta büyüklükte bir güç olacak, ya da parçalanacak…” Bu cümlenin son kehanetini abartılı bulsak ta, Türkiye’ye yönelik uzun vadeli stratejilerin çok ince ve çok boyutlu politikalara dayandığı hususunda bir ipucu vermesi yönünden önemli olduğu görülmektedir.

Tarih boyunca Anadolu coğrafyasında yer alan devletler incelendiğinde, bu topraklarda kurulan devletlerin küçük ve sıradan bir devlet olarak yaşama şanslarının olmadığını görmekteyiz. Zira bölgenin getirdiği stratejik önem dolayısıyla bu bölgede kurulan devletler ya İmparatorluk düzeyinde bir Dünya devleti olacaklardır, ya da küçük bir devlet olarak yaşama şansları olmadığından Dünya sahnesinden kaybolup gideceklerdir. Bulunduğumuz bölgenin coğrafi ve stratejik şartları değişmediğine göre Türkiye içinde üçüncü bir yol gözükmemektedir. Abramowitz’in kehanetine ayakları daha yere basan bir kehanetle cevap vermemiz gerekirse, önümüzdeki on yıl içerisinde Türkiye kendi içinde etnik veya teokratik kavgalarla vakit kaybetmediği takdirde bulunduğu coğrafyada kurulan diğer devletlerin tarihsel gelişimine uygun önemli bir güç olarak Dünya sahnesinde yerini alacaktır.

Ancak bunun kendiliğinden olamayacağı da açık bir gerçek olarak karşımızdadır. Esasen Türkiye’nin coğrafi ve stratejik konumundan kaynaklanan şartlarını ve bundan doğan tehditleri değiştirebilme imkanı da yoktur. O halde Türkiye sürekli ve bölgesel tehditleri değiştiremeyeceğine göre bu konumunu dikkate alarak güçlü bir ülke, güçlü bir devlet olmak zorundadır. Bunun için de kendisine vakit kaybettiren, iç barışı zedeleyen, devlet halk kaynaşmasını zora sokan siyasi, idari ve ekonomik sistemi değiştirmeli, geliştirmeli ve ihtiyaçlara göre yeniden düzenlemelidir.

Devletin bugünkü idari ve ekonomik yapılanmasının ister istemez devletin siyasallaşması sonucunu doğurduğunu, bunun da toplum içerisinde radikal eğilimlerin artmasına, kutuplaşmalara ve iç barışın zedelenmesine neden olduğunu düşünüyoruz. Ekonomik beklentilerin büyük ölçüde devletçe karşılandığı, devletin idari güç ve ekonomik rant dağıtım merkezi olduğu bir düzende devletin siyasallaşmasının ve bu paylaşımın dışında kalan ekonomik sıkıntı içerisindeki insanların etnik veya teokratik radikal akımların tuzağına düşmelerinin önüne geçilemez. Bir başka deyişle devlet pastasından pay alamayan dar gelirliler üretimin nasıl arttırılacağı hususunda hiçbir fikri olmayan ancak her biri birer paylaşım uzmanı kesilmiş radikallerin oyuncağı olurlar.

Diğer taraftan devletin ekonomik karar ve rant dağıtım mekanizmalarının, iş ve aş beklentilerinin merkezinde oturması ekonominin en önemli dayanağı üretim kapasitesini de olumsuz etkilemektedir. Zira bu sistem içerisinde devlet çalışmayan, üretmeyen, kendisince siyasallaşmış düzen içerisinde yer alarak ekonomik beklentilerini karşılamaya çalışan insanlar yetiştirmektedir. Üretmeyen bir toplumun paylaşımda ortaya çıkan sorunlar nedeniyle huzur bulması mümkün değildir. 7 milyon nüfuslu İsviçre’nin GSMH’si 240 milyar dolar, 8 milyon nüfuslu Avusturya’nın GSMH’ sı 240 milyar dolar,  65 milyonluk Türkiye’nin ise 195 milyar dolardır[4]. Yani 12 Türk bir İsviçreli kadar, 10 Türk bir Avusturyalı kadar üretebiliyor. Üretemezseniz nasıl paylaşacaksınız? Mal ve hizmet üretemeyen toplumların bol laf yani ideoloji ürettiğini görüyoruz. İdeolojisi bol bir toplumda, ekonomik kaynakları elinde bulunduran siyasallaşmış bir devlet kavganın temel kaynağı olur. Böyle bir ülkenin iç huzur bulması mümkün değildir. Kendi içinde kavgalı bir toplum dışa karşı nasıl güçlü olabilir veya güçlü bir devlet oluşturabilir?

Yeni Dünya düzeninde devletlerin iç ve dış güvenliğinin sağlanması, eğitim ve sağlığın ana ilkelerinin belirlenmesi, adaletin dağıtılması, dış ilişkilerin yürütülmesi ülkenin tamamını veya birkaç bölgeyi ilgilendiren projelerin gerçekleştirilmesi, yerel yönetimlerin işleyişi ile ilgili genel yasal çerçevenin belirlenmesi ve denetlenmesi, vergi toplanması ile görevli olduklarını görüyoruz. Bu kriterleri yakalayan devletlerin dünya siyaseti ve ekonomisinin yönlendirilmesinde ön plana çıktıkları, devlet organizasyonlarını bu anlayışa göre düzenleyen ülkelerin üretim ve refah paylarını artırdıklarını, iç sorunlarını ve kavgalarını çözdüklerini ve dünya siyaset sahnesinde yönlendirici rol oynadıklarını görüyoruz. Diğer taraftan bu ülkeler devletlerini sağlam temeller üzerinde iyi organize etmeleri sonucu, fikir ve düşünce hürriyetleri alanında genişlik yaratmışlar, henüz gelişmekte olan, idari ve ekonomik düzenlerini yeterince oluşturamamış bizim gibi ülkeleri kendi normlarını kabule zorlayarak, bu ülkelerdeki iç karışıklıkların da mimarı olmuşlardır.

Teknoloji, haberleşme, ulaşım ve ticaret alanında yoğun gelişmelerin yaşandığı günümüz dünyasında çağdaş devletler dış ilişkilere ve dünya gelişmelerine daha fazla önem verme durumundadır. Bugün herhangi bir ülkede olan iç sorun kısa sürede uluslararası boyutlara ulaşabilmekte ve bir çok ülkenin ortak sorunu haline gelebilmektedir. Artık devletler gerek siyasette gerekse ekonomide daha iç içe girmiş, birbirlerine daha bağımlı durumdadırlar. Bu gelişmelere paralel olarak merkezi idareye bağlı olup siyasi otoriteyi meşgul eden, dış gelişmelerle ilgilenebilmekten alıkoyan görev ve yetkiler daha atak ve dinamik bir devlet yapısı yaratılması amacıyla mahalli idarelere veya idari ve ekonomik özelleştirme kapsamında özel organizasyonlara devredilmektedir. Yeni Dünya düzeninde küçük, atak ve iyi organize olmuş denetleyici ve düzenleyici özelliğe sahip devlet anlayışı egemen olmuştur.

Bulunduğu bölgenin şartları gereğince Türkiye’nin yeni Dünya düzeninin dışında kalmak gibi bir lüksü olamaz. Türkiye kendine yönelen tehditleri içe kapanarak, Dünya ile entegrasyonunu geciktirerek değil, tam aksine dışa açılarak, Dünya ile bütünleşerek aşmalı, hedeflediği bölgesel çekim merkezi ve bölgesel güç olma arzusuna ulaşmalıdır.

Türkiye’nin idari olarak yerelleşmesi ekonomik olarak özelleşmesi sonucu devlette rant birikiminin ve siyasal tercihe göre dağıtımının önüne geçilecektir. Bunun sonucu devlet kendi vatandaşı arasında siyasi ve ekonomik taraf olmaktan çıkacak, denetleyici düzenleyici, vatandaşlarına eşit mesafedeki devletin varlığı ile, özel teşebbüsün dinamiğinde üretim ve paylaşım artacak, bu gün kavga konusu olan etnik ve teokratik sorunlar bir bir çözülerek iç barış sağlanacaktır.

Ordumuz ve iç güvenlik örgütlerimiz, hür ve demokratik bir toplum, özgür ve serbest ticaret, tarafsız, denetleyici, düzenleyici devlet, büyüyen ve gelişen ekonomimiz bu ülkenin birlik ve bütünlüğünün en önemli teminatıdır.  Türkiye bölgesinin yükselen gücü olarak idari, siyasi ve ekonomik reformlarını gerçekleştirdiği ölçüde iki binli yılların önemli güçlerinden biri olacaktır.



[1] H.Halil Ergene Neden Hedef Türkiye

[2] H.Halil Ergene Neden Hedef Türkiye

[3] Foreign Policy

[4] Hazine Müsteşarlığı 1997 yılı verileri