Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Yaşlanma Sürecinde Egzersiz ve Sağlıklı Beslenmenin Kazandırdıkları (1)

polis_dergi_agustos_2013_baski_033 polis_dergi_agustos_2013_baski_034 polis_dergi_agustos_2013_baski_035 polis_dergi_agustos_2013_baski_036 polis_dergi_agustos_2013_baski_037 polis_dergi_agustos_2013_baski_038 polis_dergi_agustos_2013_baski_039 polis_dergi_agustos_2013_baski_040GİRİŞ

Yaklaşık 2400 yıl önce Hipokrat “genel olarak konuşacak olursak; beden ılımlı miktarlarda kullanılıp ve alışık olduğu biçimde çalıştırılırsa, sağlığa kavuşur, iyi gelişir ve daha yavaş yaşlanır, ancak beden kullanılıp, atıl bırakılırsa hastalanır, büyümesi sorunlu olur ve daha hızlı yaşlanır” demiştir. Bu düşünce, günümüzde de değişmemiş ve bu bilgeliğin sırrına erişilmeye çalışılmaktadır.

Hepimiz yaşlanıyoruz. Kadın-erkek, zengin-yoksul, şişman-zayıf… Kim, 50 yaşında olmasına karşın, 20′ sinde olduğundan daha dinç, daha hızlı koşabilir ya da daha yükseğe sıçrayabilir?

Hayatından memnun olan yaşlılar, “başarılı yaşlanan yaşlılar mıdır?”  sorusu ise, günümüzde en sık sorulan ve araştırılan konudur.

Yaşam memnuniyeti, başarılı yaşlanmanın göstergesi olarak kullanılmakta, ancak güvenilir bir gösterge olmadığı belirtilmektedir. Nekadar yaşlandığımız değil, nasıl yaşlandığımız anlamlıdır. Sağlık durumu, sosyal ilişkiler, meslek, gelir ve konut durumu, ekolojik faktörler ne kadar olumsuz olursa, yaşlıların psişik yaşantıları da o derece bozulmaktadır.

İnsanlar uzun yaşam sürdürmeyi hayal etmektedir. Tıp ve genel yaşam koşullarında meydana gelen olumlu değişimler bu şansı herkes açısından yaratmakla birlikte, herkese eşit şans tanınmamaktadır. İyi beslenen, aktif, bedenen, ruhsal, sosyal ve ekonomik yönden kalifiye koşullara sahip olanlar geç yaşlananlardır. Türk yaşlılarının psikososyal durumlarındaki olumsuz yönlerin daha ağır bastığına işaret edilmektedir.

Yaşlılar için depresyon ölçeği puanı kullanılarak, 117 yaşlı üzerinde yapılan bir çalışmada; yaşlıların %41.5’inin depresyon açısından risk taşıdığı saptanmıştır, Bu sonuca göre; psikolojik danışmanlık ve rehberlik hizmetlerinin iyileştirilmesi, depresyon taramalarının rutinleştirilmesinin yararlı olabileceği sonucuna varılmıştır,

Toplumumuzda yaşlı bireylerin sayısı her geçen gün artmaktadır, fakat utulmamalıdır ki, sağlıklı ve kaliteli bir yaşam sürmek, yaşam süresinin uzun olması kadar önemlidir. Toplumumuzdaki yaşlılarda olduğu gibi, hayatın yaşanmış bölümüyle tatmin olup, geri kalan bölümünü inaktif, temposuz, hayatta kalmak için korkularla dolu bir şekilde yaşamak doğru bir yaklaşım değildir. Daha iyi bir fiziksel ve ruhsal kapasite, sadece yaşamımızı sürdürmek için değil, yaşam kalitemizi artırmak kendimizi daha iyi hissetmek, günlük görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmek, yaptığımız işten hoşlanmak, yaşamın sürpriz çıkışlarından kendimizi korumak için de gereklidir.

Yaşın ilerlemesine paralel olarak, vücut fonksiyonlarında azalma olduğu herkes tarafından bilinen ve gözlemlenen bir değişimdir. Bütün canlılarda saptanan böyle bir değişim, doğal ve fizyolojik bir olaydır, fakat sıklıkla takvim yaşıyla paralel bir hız göstermemektedir. Bunu en güzel vurgulayan durum, aynı yaşlardaki bireyler arasında gözlenen fiziksel kapasite farklılıklarıdır. Bu da yaşın ilerlemesiyle oluşan fonksiyonel değişikliklerin hızının kontrol edilebilir olduğunu vurgulamaktadır. Aktif yaşam ve spor, yaşlanma ile ortaya çıkan fizyolojik değişikleri geciktirmekte veya azaltmaktadır.

Uzun bir yaşam sürmek herkesin önemli bir isteğidir. Birçok insan böyle bir isteği; yaşamı aktif, dolu ve bir anlamda da yaşanmış olarak geçmesi dileğiyle birleştirmektedir. Kimi zaman da yaşam kalitesini, uzun yaşamaktan çok daha önemli tutarız. Yaşlanma, her canlıda görüler tüm işlevlerde azalmaya yol açan süreğen ve evrensel bir süreçtir. Yaşın ilerlemesiyle ortaya çıkan fonksiyonel kayıplar, yaşam kalitesini etkilemeye başladığı andan itibaren ise, fiziksel aktivitenin önemi ve katkısı gündeme gelmektedir. Her ne kadar yapılan fiziksel aktivitelerin yaşam uzatacağı konusunda garanti vermek zor olsa da, düzenli olarak yapılar fiziksel aktivitelerin, insan yaşamı için çok önemli ve gerekli olan vücut fonksiyonlarını geliştirdiği bilimsel olarak ortaya konmuş bir gerçektir Fiziksel aktivitelerle amaçlanan; kişinin kas kuvvetini, dayanıklılığını, esnekliğini, koordinasyonunu geliştirmek, kalp ve akciğer kapasitesinde etkili bir gelişim sağlayarak, sağlıklı ve enerji dolu bir yaşam biçimi yaşamaktır. İleri yaşlarda sağlıklı bir yaşamın sigortası ise; “uygun beslenme ve fiziksel aktivitedir”‘; en azından yaşlanma hızını azaltmak ve yaşlanmayı kontrol etmek için bu gereklidir.

Türkiye, genç bir nüfusa sahip olduğu için toplumun büyük bir çoğunluğunu da genç insanlar oluşturmaktadır. Unutulmamalıdır ki; yaşlılık bir süreçtir ve her canlı bu süreçten geçecektir. Önemli olan ise, bu süreci sağlıklı ve kaliteli bir şekilde geçirmektir. İşte bu nedenle, toplum içinde yaşayan bireylerin yaşam kalitesini artırarak, aktif yaşama katılmasını sağlamak önemlidir. Yaşam kalitesinin önemli göstergesi ya da en fazla etkilendiği faktör fiziksel kapasite olduğuna göre, düzenli yapılan fiziksel aktivitenin fiziksel kapasiteyi, dolayısıyla yaşam kalitesini artırdığı bilinen bir gerçektir. Temel yaklaşım; yaşlılık sürecinin sağlıklı ve kaliteli olmasını sağlamak için, sağlıklı beslenme ve fiziksel aktivitenin gerekliliğini ve önemini ortaya koymaktır.

YAŞLILIK SÜRECİ

Ünlü yaşlanma uzmanı Dr. A Weill “zerafetle yaşlanmak demek, mümkün olduğunca uzun ve olabildiğince iyi yaşayarak ancak hayatın sonunda düşüşe geçmektir. Yaşlanmak zayıflık ve acı verse bile, derinlik, deneyim zenginliği, huzur, hoşgörü, bilgelik, kendine özgü bir güç ve zerafeti de beraberinde getirir” diyor. Zerafetle yaşlanmak isteyenlere önerisini ise; “eğer yaşlanmaya karşı fazla direnirseniz, onun yararlarını da reddetmiş olabilirsiniz. Yaşlanmak hayatın değerini artırır, azaltmaz” cümlesi ile belirtmektedir. Edinilmesi çok zor ve zengin deneyimlerle donanılan, böylesi bir yaklaşımla, kişi daha keyifli, huzurlu ve sağlıklı yaşlanacaktır …

YAŞLILIĞIN TANIMI ve SINIFLANDIRILMASI

Yaşlılık, bedenin doğumdan itibaren içten ve dıştan gelen yıpratıcı faktörlerin etkisiyle yapısı ve işlevlerinde oluşan bozukluklar sonucu hareketlerin yavaşlaması, dişlerin dökülmesi, saçların ağarması… ile ortaya çıkan durumdur. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), yaşlılığı; “çevresel faktörlere uyum sağlayabilme yeteneğinin azalması” olarak tanımlamaktadır.

Yaşlanmanın üreticiliği ne oranda etkilediği çoğu zaman tartışma konusu olmaktadır, çünkü bilindiği gibi birçok sanat, felsefe ve bilim yapıtları 65 yaşın üzerindeki kişiler tarafından yazılmıştır. Örneğin, Alexander Von Humbolt (1789-1859)’un 89 yaşında yazdığı beş ciltlik “Kosmos”, müzik dehası Igor Stravinski(1882-1971)’nin 84 yaşında yazdığı “Dini Mersiyeler’ bunlardan sadece bir kaçıdır. Erik Erikson ise, “Gelişim Psikolojisi” kitabını 80 yaşına geldiğinde yayınlamıştır.

  Beş duyu başta olmak üzere, bazı yetersizliklerin ortaya çıkmasına karşın
ilerlemiş yaşın en büyük avantajı “kristalize yeteneklerin” gelişmiş olmasıdır. Bu yetenekler, insanın yaşamı boyunca geliştirdiklerinin özüdür ve yaşlılık bir anlamda“aktif bilinçli” bir yaşamın başlangıcıdır ve yaşlı nüfusun çoğunlukta olduğu gelişmiş ülkelerde yaşlılara “deneyimli ya da kıdemli vatandaş” denmektedir.

  YAŞLILIK KAÇ YAŞINDA BAŞLAR! …  

  Kristof Kolomb; Amerika’yı keşfe çıktığı ilk yolculuğunda, 50 yaşını çoktan aşmış durumdaydı…

  Pasteur; kuduz aşısını bulduğunda, 60 yaşındaydı. ..

  Mimar Sinan; Süleymaniye camisini bitirdiğinde 70 yaşını geçmişti. Selimiye camisini tamamladığında ise, 86 olmuştu …

  Galileo; ayın günlük ve aylık çizimlerini yaparken 73 yaşındaydı …

  Charlie Chaplin; 76 yaşında film yönetmenliği yaparak hala işinin başındaydı…

  Goethe; en büyük eseri Faust’u ölümünden 1 yıl önce, yani 82 yaşında bitirmişti …

  Nobel ödüllü Alman doktor Albert Schweitzer; 88 yaşına rağmen, Afrika’da hastanelerde durmaksızın çalışarak ameliyat yapıyordu …

  SİZ YİNE DE YAPMANIZ GEREKENLER İÇİN ACELE EDEBİLİR, YAŞLANMAYI BEKLEMEYEBİLİRSİNİZ …

  “Yaşlılık” denilince akla, kronolojik yaş gelmektedir, ancak bireylerin
özellikleri birbirinden farklıdır. Kronolojik ve fiziksel yaş arasındaki ilişki de genellikle zayıftır. Kronolojik yaş, kişinin fiziksel durumu ve fonksiyonel kapasitesini tam olarak yansıtmamaktadır. Bu nedenle yaşlılığın en önemli göstergesi fonksiyonel kapasite ve işlev kaybı (disabilite) dır. Fonksiyonel kapasiteyi artırmak, temel hedef olmalıdır. Fonksiyonel kapasiteyi artırmanın amacı ise, yaşam kalitesini artırmaktır.

  İnsanoğlunun yaşam süresi,115-120 yıl olarak verilmektedir, ancak gelişmiş ülkelerde bile beklenen yaşam süresi, 79-80′ dir. Dünya Sağlık Örgütü 65 yaş ve üzeri bireyleri “yaşlı” olarak tanımlamaktadır.

  Yaşlılık, seyrine ve vücut fonksiyonlarında oluşan değişikliklere göre 3 evreye ayrılabilir.

  1.  65-74 yaş arası; ön yaşlılık evresi,

  2.  75-84 yaş arası; orta yaşlılık evresi,

  3.  85 yaş ve sonrası: ileri yaşlılık evresidir.

  Biyolojik anlamda yaşlanma olgusu; genetik özellikler, yaşam tarzı, hastalıklar ve kişinin fizyolojik olarak başa çıkma yollarının değişikliği nedeniyle farklı hızlarda olmakla birlikte, aynı bireyin çeşitli vücut dokularının yaşlanma hızı da birbirinden farklıdır.

  Yaşın ilerlemesi kaçınılmaz bir olaydır, ancak yaşın ilerlemesiyle birlikte
tüm organların bulundukları durumu koruyabilmelerine yönelik tedbirler alınmazsa, sorunlar başlamakta ve kalitesi düşmüş sağlıksız bir yaşam kişiyi beklemektedir. Yaşın ilerlemesine paralel olarak, kaliteli ve sağlıklı yaşamla ilgili önlemleri alırsak, yaşın ilerlemesini değil ama yaşlanmayı geciktirebiliriz. Aslında çocuk veadolesan (ergenlik) çağlarından başlayarak kendimize ne kadar iyi bakarsak, o kadar geç yaşlanırız. Organların yaşlanmaya başlamaları sanıldığı kadar ileri yaşta olmamaktadır. Örneğin; cilt ve göz daha 9-10 yaşlarında yaşlanmaya başlarken, iskeletimiz yaşlanmaya en geç başlamaktadır.

  Genel olarak yaşlanma; biyolojik yaşlanma ve kronolojik yaşlanma olarak
sınıflandırılmaktadır. Kronolojik yaşlanma; doğumdan başlayıp, içinde bulunulan zamana kadar geçen süreyi tanımlarken; biyolojik yaşlanma; vücudun kalıtım, sağlık ve iş gücüne göre “görünüş yaşlanmasıdır”. Genel bir sınıflamaya karşın değişik ülkelerde; ülkenin özelliği, kültürel yapısı, emeklilik yaşı gibi birçok faktörün etkisini içeren sınıflamalar yapılmakta ve kullanılmaktadır. Ülkenin sosyo-ekonomik yapısı, bu faktörlerin en etkilisidir. Örneğin; Eskimolarda yapılan bir çalışma sonucuna göre, bir Eskimo hangi yaşta olursa olsun, oğlu bir avcı olana kadar kendini sağlıklı, fonksiyonel kapasite olarak güçlü bulurken, oğlu iyi bir avcı olduğunda çok hızlı bir değişimle fonksiyonel zayıflamalar gösterebilmektedir. Bu da ülkemiz insanının özellikleri, yaşam koşulları göz önüne alınarak, bir sınıflama yapılması gerekliliğine işaret etmektedir. Böyle bir sınıflama yaparken de, biyolojik yaşın kişisel faktörlerden etkilendiği gerçeğini göz ardı etmemek gerekmektedir. Bunun en iyi örneği; 70 yaşında olup evinden, hatta yatağından çıkamayan bireylerin yanında, 90 yaşında olup dinç ve aktif olan bireylere de rastlanmasıdır. Aslında; bütün bu gerçekler, yaşlılarda biyolojik yaş ölçümleri yapma tekniklerinin standardizasyonundaki güçlükleri de ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, ülkeye özgü bütün etkili faktörleri göz önüne alarak, hatta bütün organların biyolojik yaşlarını ayrı ayrı ele alıp tanımlayarak ülkeye özgü bir sınıflama yapmak daha doğru ve gereklidir. Benzer sorunlar bilimsel çalışmalarda da kendini göstermekte, yaşlılık ve fiziksel aktiviteyi içeren çalışmalarda, sıklıkla 40-60 yaş arası kişiler yer almaktadır. Her ne kadar çalışmaların kolaylığı ve emniyeti açısından bu yaş grupları tercih edilse de, bilimsel sınıflama şöyledir:

  Shephard’ a göre yaşlılık sınıflaması;

  Orta yaşlılık: 40 ile 65 yaş arasını kapsayan bu dönemde, fonksiyonel
kayıplar sıklıkla genç yetişkinlik dönemi ile karşılaştırılınca %10 ile 30
arasındadır.

  Yaşlılık: 65 ile 75 yaş arasını kapsayan bu dönem, sıklıkla emekliliği izle-
yen bir dönemdir. Fonksiyonel olarak, çok büyük kayıpların gözlenmediği ve beklenmediği bir dönemdir. Hatta bazen “genç yaşlılık” olarak da anılmaktadır.

  İleri yaşlılık: 75 ile 85 yaş arasını içeren bu dönemde, sıklıkla fonksiyonel
kayıplar gözlenmekte, ama kişi genellikle belli bir oranda başkalarına bağımlı olmadan yaşamını sürdürebilecek bir durumdadır.

  Çok ileri yaşlılık: 85 yaş ve üstünü içeren bu dönemdeki kişiler; özel bakıma, özel evlere veya yardımcıya gereksinim duymaktadır.

  Klasik sınıflamada ise, yaşlanma süreci 5 aşamada incelenmektedir.

  Tendon, deri ve kan damarlarının elastisitesinde azalmaya yol açan “moleküler yaşlanma”, mutasyona uğramış hücrelerde artış olarak kabul edilen“hücresel yaşlanma”, birçok organ da yapısal ve işlevsel değişiklikler (hücre işlevlerinde ilerleyen bir azalma, stres durumlarında devreye giren yedek kapasitenin azalması, sinirsel işlevlerde azalma ve duyusal değerlendirme yetisinde azalma) ortaya çıkaran “doku ve organ yaşlanması”, kişinin çevreye uyum yeteneğinin azalması ile birlikte giderek ölümle sonuçlanacak şekilde canlılık fonksiyonlarının bozulmasına bağlı ‘bireysel yaşlanma“, bir toplumda 64 yaş üzeri nüfusu gösteren“toplumsal yaşlanma”dır.

  Yaşlanma; “birincil yaşlanma” ve “ikincil yaşlanma” olarak da sınıflanmaktadır, Birincil yaşlanma; yaşam boyunca süren ve canlının genetik programı sonucu ortaya çıkan yaşlanma sürecidir. Yaşamın ilk yıllarında yaşlanmakta, ancak uzun bir süre kendini belli etmemektedir. Genellikle orta yaşlarda saç tellerinin incelip, beyazlaşması, ellerde lekeler, hareketlerin yavaşlaması, görünüş ve duruşun zayıflaması gibi işaretlerle kendini göstermektedir. İkincil yaşlanma; geçirilen hastalıklarla ve bedeni kötü kullanmaya bağlı olarak yaşam boyunca gelişen bir süreçtir.

  Yapılan çalışmalar arttıkça, birincil yaşlanmaya bağlı olarak ortaya çıktığı düşünülen bazı değişikliklerin, aslında ikincil yaşlanma sonucu olduğu ortaya çıkmaktadır. Örneğin; derideki kırışıklıkların yaşlanmanın doğal sonucu olduğu düşünülürken, artık bu kırışıklıkların çoğunun güneş ışınlarının neden olduğu ikincil yaşlanmaya bağlı olduğu bilinmektedir. Kan şekeri artışı ile baş edememenin yaşlılığın doğal sonucu olduğu düşünülürken, egzersiz yapan, önerilen ağırlıktaki bireylerin bu sorunla başedebildikleri görülmektedir.

İkincil yaşlanmanın belirgin olmayan nedenleri de vardır. Örneğin; işitme bozukluğu belirli bir düzeye kadar birincil yaşlanmaya bağlıdır, ancak şiddetli seslere maruz kalma da kişinin işitme yeteneğini azaltmaktadır. Sigara ve alkol kullanımı, şişmanlık, hareketsiz yaşam, yetersiz ve dengesiz beslenme ikincil yaşlanmanın dostları arasındadır.

Günümüzde henüz birincil yaşlanmanın etkilerini önleyecek, etkili bir yöntem geliştirilmiş değildir, ancak ikincil yaşlanmanın bazı etkilerini azaltma, önleme, hatta bazı durumlarda tersine döndürme olanaklı görünmektedir. Birincil korunmada; sağlık hedefleri arasında yaşam niteliğini artırdığı için fiziksel aktivite yer almaktadır.

Dünya toplumları yaş özellikleri açısından 4 gruba ayrılmaktadır:

1. Genç toplumlar; bu toplumlarda nüfusun % 4’ünden azı 64 yaşın üzerindedir. Az gelişmiş ülkelerin çoğunda nüfus genç toplum özelliğindedir.

2. Erişkin toplumlar; 64 yaş üzeri nüfus %4-7 arasındadır. Çin dahil Batı
Asya ve ılıman Güney Amerika bölgesindeki ülkeler bu gruptadır.

3. Yaşlı toplumlar; yaşlı nüfusu %7’nin üzerinde ve %10’un altında olan
toplumlardır. Kanada, Avustralya, Japonya gibi ülkeler bu gruptadır.

4. Çok yaşlı toplumlar; yaşlı nüfusun oranı %10’un üzerindedir. Bu toplumlarda doğumlar çok düşük orandadır. Bazen de genç nüfusun göç etmesi buna katkıda bulunmaktadır. Gelişmiş Avrupa ülkeleri genellikle bu gruptadır.

Dünyadaki yaşlı nüfusu 2000 yılında 600 milyon iken, 21. yüzyılda bu
sayının 3 kat artarak, 2 milyara ulaşacağı öngörülmektedir. Günümüzde yaşlı nüfusu toplam dünya nüfusunun %10’unu oluşturmakta ve bu sayının da 2050 yılında 2 katına ulaşacağı tahmin edilmektedir. Dünyada özellikle gelişmiş bölgelerde, şu anda olduğu gibi tarihin ilk dönemlerinde de yaşlı insanların sayısı, çocukların (0-14yaş) sayısından daha yüksektir. Bugün dünyada en hızlı artan grup, yaşlı bireylerden oluşan toplumlardır.

Türkiye’de, 1985 nüfus sayımı sonuçlarına göre; nüfusun %4.2′ sini 65 yaş ve üzeri kişiler oluşturmaktadır. 65 ve daha yukarı yaştakiler, 1990 nüfus sayımına göre %4.3 iken, 1995’te %4.7, 2000 yılında ise %5.6′ ya yükselmiştir. Yaşlı nüfusun 2010 yılında %7.1 olması beklenmektedir.

Toplumumuz içindeki yaşlı nüfusun oranı giderek artmakta ve kişiler
daha sağlıklı, kaliteli ve uzun bir yaşam arayışı içine girmektedir. Bu
aşamada da fiziksel aktivite ve egzersizin önemi gündeme gelmektedir. Eğer; yaşlanmakta olan insanlarımızın yaşam koşullarında olumlu değişimler yaratılmazsa. Sorun yaşayan yaşlı sayısı bir hayli artacaktır, Bu bağlamda, gerontolojinin (yaşlanma ve yaşlılık bilimi) olanaklarından yararlanılmalı, böylece başarılı yaşlanma süreçlerinden geçerek sağlıklı yaşlanan birey sayısı artırılmalıdır.

Ülkemizde başarılı yaşlanma, üretkenlik, toplumsal katılımcılık için, eğitici ve özendirici çabalarla yaşlı profili ön plana çıkarılarak, sağlıklı modelIemelerin görsel basın tarafından da desteklenmesi son derece önemlidir.

Medya yoluyla toplum bilinci oluşturularak konunun önemi, gereği, yaşlı sorunları ve çözüm önerileri, farklı disiplinlerin desteği de alınarak ortaya konmalıdır.

ORTALAMA YAŞAM SÜRESi NEDiR?

Romalılar döneminde, 20-30 yaş civarında olan ortalama yaşam süresinin, 1910′ lu yılların başında ABD’de erkekler için; ortalama 46.3, kadınlar için 48.3’e ulaştığı belirlenmiştir. Yıllar itibari ile ABD’de ortalama yaşam uzunluğunun 1930’da erkekler için 58.1, kadınlar için 61.6’ya, 1950’lerde sırasıyla 65.6 ve 71.1’e, 1970’de ise, 67.1 ve 74.6′ ya kadar yükseldiği görülmektedir. Günümüzde ise, bu rakamların aynı ülke için 70 yaşların üstüne çıktığı bildirilmektedir. Elde edilen kayıtlara göre, yaşam sınırı 110-113 yılı geçmemektedir. Bu konuda yapılan araştırmalar; kalp krizi ve diğer etkenlere bağlı kalp hastalıkları ortadan kaldırıldığında,11.8 yıl, kanser önlendiğinde, 2.5 yıl insan ömrünün artacağını düşündürmektedir.

Bu konudaki veriler; Türkiye’nin il, ilçe ve köylerinde farklılık göstermekle birlikte, nüfusun büyük bir bölümünün yaşadığı üç büyük ilimizde (Ankara, İstanbul, İzmir) 1967 yılı için ortalama değer erkeklerde 56, kadınlarda 60’lı yaşlar civarında seyrederken; 1970 yılında ülke geneli için, erkeklerde 61.6, kadınlarda 68.1’e, 1985 yılında erkekler için 65.1, kadınlar için 71.4’e, 2000’li yıllar için ise, erkeklerde 70 yıl, kadınlarda 73 yıl civarı bir değere ulaşmıştır. İstatistiksel verilerin gösterdiği gibi, yaşlı kişilerin sayı ve oranının arttığı ülkemizde, yaşlıları ilgilendiren her türlü bilimsel ve sosyo-ekonomik çalışmaların ve de hizmetlerin artmasının gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

Her geçen yıl, günlük ortalama yaşam süresi ve yaşlı grup oranı artan
ülkemizde, yaşlılar evi, sosyal dernekler gibi kamu hizmetlerinden yaşlıların daha çok yararlanmasını sağlamak amacıyla yaşlılara yönelik hizmetlerin geliştirilmesi ve düzenlenmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Bu konu ile ilgili, istatistiksel ve bilimsel çalışmaların yanı sıra konu ile ilgili yayınların artmasının gerekliliği de gündeme gelmektedir.