Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Yaşasın Cumhuriyet

                                                                                                Dr. Necati ALTINTAŞ

                                                                                                Emniyet Genel Müdür Yardımcısı

 

            “Vali çocuğu sabır ve anlayışla dinledi. Milli Eğitim Müdürü’nü çağırdı. Eğitim Müdürü Tastiknamenin Ordu’da değil de ilçe Milli Eğitim’ de verilmesi gerektiğini  söyleyince adeta çocuğun başından kaynar sular döküldü. Bunca yolu bu tastikname için gelmişti. Tekrar yeni ilçe olan Aybastı’ya dönmeli ve oradan da Ankara’ya gitmeliydi. Fakat hesabı tutmamıştı. Yeniden onca yolu geri gidecekti. Vali girişkenliğinden olsa gerek çay ısmarladı çocuğa, gönlünü aldı.

            Gölköy’e giden bir vesait bulmalıydı çocuk. Şansından bir kamyon’a denk gelmişti. Akşam üzeri tozlu yollardan Gölköy ilçesine vardı kamyon. Çocuk indi. Aybastı ile Gölköy arası 35 km’lik bir yoldu. Fırından bir ekmek aldı ve akşam karanlığında yola koyuldu. Geçen yıl bir kez daha yürümüştü bu yolu babasıyla. Hep bu istikamette yürürsen Aybastı’ya ulaşırım diye düşündü. Zaten başka bir alternatifi de yoktu. Gece soğuğu ve karanlığında patika yollardan ve mısır tarlalarından, fındık bahçelerinden yürüdü. Bazen kurt ulumalarına benzettiği köpek seslerinden korktu bazen karanlıktan. Ama asıl korkusu  okuyamamaktı. Ya tastiknameyi alamazsa ya Ankara’ya zamanında varamazsa. Ankara’da Ortaokula başlayacaktı. Ablasının yanına gidip ortaokula kayıt yaptıracaktı. Ancak okulda eniştesinin tanıdığı bir öğretmen ellerini çabuk tutmalarını eğer tastiknameyi getirmezlerse bu yıl kayıt yaptıramayacaklarını söylemişti. Asıl korkusu okuyamamaktı. Yolda giderken hep bunları düşündü. Tek şansı ve tek umudu olan okumayı. Bir öğretmen olabilsem diye düşündü. Daha 12 yaşında idi.

            O gece hep yürüdü çocuk. İyi ki de ekmek almıştı fırından. Sırtındaki bohçasından anasının verdiği azıkla karıştırıp yedi. Yol bir türlü bitmek bilmiyordu. Ne kadar yürüdüğünü ve ne kadar  daha yürümesi gerektiğini bilmiyordu. Tam ümidi bitme noktasına gelmişken önüne gelen ırmağın kenarında derme çatma yapılmış binanın mısır öğütmek için geldikleri komşu köyün su değirmeni olduğunu farkedince ferahladı. Korkusu kaybolmuştu. Artık buradan sonrası tanıdıktı onun için. Adımlarını hızlandırdı. Gecenin alaca karanlığının yerini sabah ışıklarına terkettiği anlarda orman gülleri, çalılıklar ve ağaçlarla kaplı yamaçtan uzaktaki çok cılız, hayal meyal  gözüken ışığa doğru koştu. Evleriydi burası. Anası açtı kapıyı. Sarıldı oğluna. Yolsuz, elektriksiz ve okulsuz, doğa ile mücadeleye alışkın hayat tarzı ne anasına garip gelmişti ne de çocuğa. Babası zaten ekmek peşinde Samsun’a gitmişti. Çünkü yaşantı böyleydi.

            O çocuk Ankara’da Atatürk Ortaokulu’na kaydını yaptırdı. Polis Kolejine ve Polis Enstitüsünü bitirdi. Kamu yönetiminde doktora yaptı. İstanbul’da, Urfa’da, Adana’da ve Giresun’da çalıştı. Üç ilde Emniyet Müdürlüğü yaptı, (2) Daire Başkanlığı görevini yürüttü ve kader şimdi kendisini Emniyet Genel Müdür Yardımcılığına getirdi.

 

          Başlangıçta hayal bile edemediği noktaya ulaşması onu geçmişinden koparmadı. Gittiği her yerde, çalıştığı her ortamda, gördüğü her ilkokul çocuğunda, köy çocuğunda bunları hatırladı. Ülkemizin nereden nereye geldiğini yaşayarak öğrendi.”

          Yukarıda kendi hayatımdan anlattığım kısa bir kesit, sizlere de mutlaka yaşadığınız daha çetin benzer zorluklar ve dönüm noktalarını hatırlatmıştır. Her birimiz öyle yada böyle çeşitli zorluk ve sıkıntılardan sonra buralara geldik. Hepimizin gerçek birer hikayesi vardır. Kimimiz Polis, kimimiz Öğretmen, kimimiz Emniyet Müdürü, kimimiz Vali, kimimiz Öğretim Üyesi, kimimiz İşadamı, kimimiz Bakan oldu. Bunu neye borçluyuz sorusuna ben hemen Cumhuriyet derim.

           Çünkü, toplumsal kalkınma ve dayanışmanın, çağdaşlaşmanın en önemli ölçütü, tüm toplum bireylerinin ülke yönetimine katılımını sağlamaktır. Ülke hizmetinde herkese, liyakati ölçüsünde yer verebilmektir. Zaten Cumhuriyet ve demokrasinin özünde  de Halkın ülke yönetimine katılması, yönetenlerin halk arasından seçilmesi yatar.

         Ülkemizin en ücra yörelerinden yetişen insanlarımızın; kökeni, mezhebi, ekonomik ve sosyal durumuna bakılmaksızın bilgisi ve liyakati esas alınarak ülke hizmetinde yarışmaları, bu hizmette yer almaları bu Cumhuriyetimizin ve Demokrasimizin bence en önemli ürünüdür.

           Yüce Atatürk’ün Saltanatı yıkarak yerine çağdaş medeniyeti hedefleyen Cumhuriyet rejimini tesis etmesinin sonucu, tüm ülke bireylerinin ülke yönetiminde ve geleceğinde söz sahibi olarak, tebaa, kul ve cemaat anlayışından sıyrılmış, ulus devlet, modern devlet biçimine dönüşmüştür. Diğer yandan, ülke sorunlarının çözümünde, o sorunu yaşayan, vatana asker olan, vergi veren, gerektiğinde canını veren insanların bu çorbada tuzlarının olmasına olanak vermiştir. Babadan oğula, ondan toruna geçen görev anlayışı ortadan kalkmıştır. Atatürk’ün “ Bu günkü hükümetimizin, devlet teşkilatımız, doğrudan doğruya ulusun kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilatı ve hükümettir ki, onun adı  Cumhuriyettir. Artık hükümet ile ulus arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır, hükümet ulustur, ulus hükümettir. Artık hükümet ve hükümetin üyeleri, kendilerinin ulustan ayrı olmadıklarını ve ulusun efendi olduğunu tam olarak anlamışlardır.” Sözü ve “ Ulusal egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, yok olur.” Sözleri ulusal egemenliği ve vatandaşların yönetime katılımını en iyi şekilde vurgulayan veciz sözlerdir.

          Elbette, halihazırda her alanda çok devasa sorunlarımız vardır. Ancak yakın geçmişimize baktığımızda, gerek eğitim ve modernleşme gerekse ulusal bilinç açısından ne kadar ilerlediğimizi görecek geleceğimiz için de o kadar umut dolu olacağız. Bu atılım ve değişimi, kurtuluş savaşı yıllarındaki çok çetin ve her açıdan olumsuz şartları irdeler ve okursak daha iyi idrak edeceğimizden eminim.

 

         O halde, hiçbir zaman umutsuzluğa ve yeise kapılmayalım. Şartların en zor olduğu dönem ve anlarda  dahi bu millet, bizim insanımız daha iyiye ve daha mükemmele doğru ilerlemesini sürdürecektir.

       Son 100 yılda, iki Dünya savaşı gören, bir kurtuluş savaşı veren yeni bir cumhuriyet kuran, ortaçağ karanlığından yeniçağa merhaba diyebilen ve çağdaşlaşma yolunda asırlardır devam ettirdiği bazı alışkanlıklarını terk edebilen bu millet büyük erdeme sahiptir. Devletimizin ve cumhuriyetimizin bunca yıldır devam eden dış kaynaklı teröre, ekonomik zorluklara rağmen hala dünyada bende varım, bölgede bende varım diyebilmesi, uluslar arası arenada önemli bir aktör olarak görev yapabilmesi insanımızın bu erdemi ve değişime karşı gösterdiği kabiliyeti ve yeteneği sayesindedir.

         Laik cumhuriyet ve demokrasimiz, acılarla ve tecrübelerle yoğrulmuş halkımızın belleğinde ne kadar yer ederse, ülke insanımız ne kadar dünyayı kucaklar ve gelişmelere ne kadar açık olursa cumhuriyetimiz de o kadar güçlü insanlarımız o kadar müreffeh olacaktır. Cumhuriyetin önemli bir kurumu olan Polis teşkilatımızın, toplumun huzuru ve güvenliğini sağlamada gösterdiği özveri ve cumhuriyete gösterdiği sadakat ise gelecek nesillerimizin, bizim çocuklarımızın gururu olacaktır.

            Yaşasın cumhuriyetimiz, yaşasın demokrasimiz, yaşasın Türk insanımız.