Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Viyana Prag Gezisi

          Geçen sayıda Budapeşte şehri ile ilgili gezi izlenimlerimi aktarmıştım, bu yazıda Viyana ve Prag gezisi ile ilgili bilgiler verilecektir.

          VİYANA

          Budapeşte’den tur otobüsü ile hareket edilip yaklaşık 4 saat süren bir yolculuktan sonra Orta Avrupa’nın en önemli şehirlerinden Viyana’ya gelindi. Viyana, Mozart’ın, Bethoven’ın, Chopen’in yani klasik müziğin de merkezi.

          Viyana, 8.5 milyon nüfuslu Avusturya’nın 1.5 milyon nüfuslu başşehri. Çok güzel ve görkemli tarihi binalarla, saraylarla süslü, oysa 2.Dünya Savaşı sırasında bombalarla yıkılmıştı, sonra tarihine uygun olarak yeniden inşa edilmiş. Şehircilik bakımından büyük bir uyum göze çarpmaktadır. Önce eski şehir (tarihi kent) sonra bunun dışında yeni yapılar ve çok katlı binalar yer almaktadır. Tuna nehri şehrin içinden geçmektedir. Avrupa’nın en düzenli, en temiz şehri olarak tanınmaktadır.

          Viyana Türk tarihi açısından da çok büyük önemde bulunmaktadır. Bu şehri atalarımız 2 kez kuşatmışlardır.

          1.Viyana Kuşatması: 1529 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından kuşatılmıştır. Macaristan Osmanlılar tarafından fethedilince, Avusturya, Osmanlı’nın Macaristan için uygun gördüğü kralın muhalifini destekler bunun üzerine Kanuni Viyana önlerine kadar gelir şehri kuşatır, ancak amaç şehrin alınması olmadığından surların hakkından gelecek büyük toplar getirilmemiştir, asıl amaç Avusturya’yı bir meydan savaşına zorlamak, Macaristan’ın artık Osmanlı’ya ait olduğunu Avusturya’ya ve herkese anlatmaktır. Avusturya vergi ödemeyi kabul eder kuşatma kaldırılır ve ordu geri döner.

          2.Viyana Kuşatması: 1683 yılında Vezir-i azam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa komutasındaki büyük bir ordu ile şehir kuşatılır. Paşa, şehri yıkmak istememiş, hazinelerin ve zenginliklerin yağmalanmadan ele geçirilmesi için teslim olunmasını istemiş, bu pazarlıklar 20 gün sürmüş, bu arada yardıma gelen diğer Hıristiyan                         devletlerin orduları toparlanmış, pazarlığın oyalama taktiği olduğunu anlayan Paşa saldırıyı başlatmış, şehir de kendini var gücüyle savunmuş, düşman kuvvetlerinin yardıma geldiğini öğrenen Paşa düşman güçlerinin Tuna’yı geçmemesi için 50 bin kişilik kuvveti ile Kırım Han’ını görevlendirmiş, ancak sadrazama kırgın olan Kırım Hanı bu görevi yerine getirmemiş, düşmanın Tuna’yı geçmesini bir tepeden sadece seyretmiştir.

             Hatta bu olay şöyle anlatıldı:

            Kırım Han’ı düşmana hücum etmesi, Tuna’yı geçmesine, Osmanlı’ya saldırmasına engel olması için kendisine yalvaran Hanlık imamına şunları söylemiştir. “Sen bu Osmanlı’nın bize ettiğini bilmezsin, bu düşmanı kovalamak benim için hiç bir şey, bu işin dinimize ihanet olduğunu da bilirim ama isterim ki onlar kaç paralık adam olduklarını görsünler tatarların kıymetini anlasınlar”.   Böylece iki ateş arasında kalan Osmanlı ordusu bozguna uğramış, tüm ağırlıklarını (topları dahil) orada bırakarak çekilmek zorunda kalmıştır. Bu bozgun Batı’ya doğru ilerleyişimizin sonudur. Bu geri çekilme Kurtuluş Savaşına kadar devam etmiş ancak Sakarya’da (Polatlı) Duatepe’de durdurulmuştur. Bu olaydan kısa bir süre sonra Kırım Hanlığı da Rusya tarafından yenilgiye uğratılmış, önce ikiye bölünmüş (1686), sonra istila edilmiş, bir süre sonra da ilhak edilmiştir.

          Osmanlı’nın bozguna uğrayıp çekildiği gün olan 12 Eylül’ün Türk günü olarak halen her yıl kutlanmakta olduğunu öğreniyoruz.

          Kahvenin Avrupa’ya yayılmasının da ilginç bir hikayesi anlatıldı. ”2. Viyana kuşatması sırasında şehri kuşattığımızda zaten düz bir ovada olan şehrin etrafında siper kazamamışız. Bu nedenle askerlerimizin kaleden atılacak silahlara hedef olmaması için elimizde erzak çuvalı olarak ne varsa onları askerlerin önüne koyarak siper haline getirmişiz. Düşmanın ateşi kahve çuvallarına isabet ettiğinde kahvenin hoş kokusu Viyanalılara değişik gelmiş, pislik, barut, kan kokusu geleceği yerde savaş alanından güzel kokular gelince nedir diye meraklanmışlar, Osmanlı bozgun sonucu her şeyini orada bırakınca kahveyi alıp incelenmişler, ne işe yaradığını anlamaya çalışmışlar. Türklerle ticaret yapan birilerini bulmuşlar o da kahvenin nasıl pişeceğini ve içileceğini anlatmış…”

           Şehirde ulaşım genellikle metro ve tramvaylarla sağlanmaktadır. İnsanların yoğun olarak dolaştıkları şehrin merkezi yerinde yaya geçitlerinde trafik ışığı veya trafik polisi bulunmamaktadır. Yayalar yaya geçidi olarak işaretlenmiş yerlere ayak bastığında araçlar kendiliğinden durup yayalar geçene kadar beklemektedirler.

          Kraliçe Margret tarafından yaptırılan Şönbörn sarayını gördük, saray dev gibi bir bina 1400 odasının olduğu anlatıldı, binlerce dönümlük bir alana yayılmış, saray ve bahçesinin her yanı heykellerle kaplı, yemyeşil, bakımlı, güzel, rengârenk çiçeklerle kaplı. Bahçe o kadar geniş ki faytonlarla gezdiriyorlar, faytoncular fötr şapkalı ve kravatlı…

          Viyana’nın 50 Km.kadar dışında su dolduğu için işletmesi kapatılan bir maden ocağına  (mağara gölü) gittik. 165 metre yüksekliğindeki bir tepenin altında yedi bin metre karelik bir göl oluşmuş, ışıklandırılmış, turizme açılmış, 25 kişilik teknelerle gölde 20 dakika süren bir gezinti yaptık, mağarada yaz kış sıcaklık 9 derece imiş, ışıklarla gölde değişik, görülmeye değer ilginç manzaralar oluşturulmuştu ve de çok ilginçti.

          Viyana’da Mc Donalds’da grubumuzdan kalabalıkça birkaç kişiyle yemek siparişi için beklerken, ilerideki yaşlıca, başörtülü bir hanım yarı Türkçe yarı işaretle ne istediğini anlatmaya çalışırken çalışanlardan bir delikanlı “teyze yorma kendini ne istiyorsun söyle” dedi. Sevindik, delikanlıyı, diğerlerin şaşkın bakışları önünde alkışladık. Şehrin en merkezi ve hareketli cadde ve meydanlarında vatandaşlarımıza ait dükkanlar, lokantalar, dönerciler, pizzacılar. Bunları görmek elbette bizleri mutlu ediyor.

          Bir akşam da müzikli bir Macar lokantasında yemek yedik, insanlar müzik ve şarkılar eşliğinde dans edip eğleniyorlardı, bana ilginç gelen 70 e yakın müşteriye tek bir bayan garsonun hizmet ediyor olmasıydı, garson yıldırım gibi her masaya yetişiyor her isteğe cevap veriyordu. Bir de bizim lokantaları düşündüm eğer 70 kişi müşteri varsa en az 7 garson başlarında bir şef ve de en az 7 de garson yardımcısı (komi) mutlaka bulunurdu.

          Avusturya’da şehirler, kasabalar, köyler hep yemyeşil, ağaçlık, orman, evler yeşilin ortasında…

          PRAG

          Prag Çekoslovakya Cumhuriyeti’nin başkenti, yaklaşık iki milyon nüfuslu çok güzel bir şehir, tarihi doku aynen korunmuş her bina her yapı müze gibi.  Ortasından Vitora nehri geçmekte Tuna kadar büyük değil ama gene de görkemli bir nehir. Altın şehir, masal şehir, şehirlerin anası, Avrupa’nın kalbi gibi isimlerle de anılır. Üniversite 1340’lı yıllarda kurulmuş. Prag Viyana arası 330 Km. otoban olduğu söylenen asfalt bir yoldan otobüsle geldik yolun 2.Dünya Savaşı yıllarında Hitler tarafından yapıldığı anlatıldı, yol belirlenmiş üzerine de 8-10 metre uzunluğunda (asfalt şeklinde) beton kalıplar yerleştirilmişti, bir kaplamadan diğerine geçerken ses çıkarıyordu. Bana çok ilginç geldi 60 yıl önce yapılan yol halen hem muhafaza ediliyor hem de kullanılıyordu.

          Şehri gezmeye en tepede bulunan Başkanlık sarayından başladık. Başkanlık sarayının bitişiğinde 1300’lü yıllarda yapılmış büyük katedral bulunmaktadır. Büyük kutsal kapıda cenneti, cehennemi sembolize eden figürler var. Âdem ile Hava’nın yasak meyveyi yemesi de resmedilmiş. Katedralin kapısı önünde heykeller var, elinde kitap olan heykel “okuyacaksın”, elinde dürbün olan heykel “bilimle uğraşacaksın”, elinde haç olan heykel “kiliseye ve krala uyacaksın, onlara itaat edeceksin” anlamını taşıyormuş. Daha önce kral sarayı olarak kullanılıyormuş başkanlık sarayı, kral sarayı olduğu döneme ilişkin olarak etrafında asilzadelere ait konak ve saraylar bulunuyormuş.

          Nehir üzerindeki en önemli köprülerden biri Taşköprü, köprü girişinin her iki tarafında birer kule bulunuyor. Eskiden bunlar nöbetçi kuleleri imiş geçişler kontrol ediliyormuş, köprünün her iki yönünde korkulukların olduğu yerde karşılıklı olarak 60 anıt yerleştirilmiş bunlar çok güzel heykeller.

          Şehir merkezi de çok ilginç hep tarihi binalar, anıtlar var. 2 kişinin yan yana geçemeyeceği kadar dar bir sokağı gösterdi rehber girişte bildiğimiz trafik ışıkları vardı baktığımızda 20 metre kadar ileride dar sokağın bitiminde içkili bir mekân vardı. Buraya karşılıklı 2 kişi aynı anda karşılaşmasın diye giriş çıkışın düzenli olmasını sağlamak amacıyla trafik ışığı konulmuş…

          Yine şehir merkezinde görkemli bir anıtı ziyaret ettik, anıtta iri göbekli, pala bıyıklı, belinde palası olan iri yarı dev gibi bir de yeniçeri heykeli vardı, yeniçeriyle ilgili heykeliyle ilgili olarak şunları anlattı rehber. “Bilindiği gibi Türkler buralara kadar gelmişler, yakınlarındaki Viyana’yı kuşatmışlar, tüm Avrupa elbette Çek’ler de korku içinde, O dönemde Türklerin Avrupa’ya öncü olarak yerli halkı kazanmak onlara şirin görünmek ve Türkler lehine hareket etmesini sağlamak üzere propaganda amacı ile hoşgörülü, iyiliksever, geniş gönüllü dervişler, eski askerler gönderilirmiş. İşte bunlara yani Türklere kanmayın diye konulmuş o yeniçeri heykeli ve denmiş ki “koca göbekli, kocaman pala bıyıklı, belinde pala olan, başı sarıklı kişiden korkun, siz ona iyi bakın, o sizi ağlatacak, esir edecek, dövecek bak arkasında sopasını saklamış, ona kanmayın, onu sevmeyin, size şirin görünmek isteyecektir. Kanmayın, din adamlarımızı ve kralımızı dinleyin”.

          Belediye binası şehrin merkezine tarihi güzel bir bina, hemen yanında saat kulesi ve saat var. Bu saat görülmeye değer. 1532 tarihinde yapılan kule ve saat çok ilginç. Yapan usta krala “sana öyle bir saat yapacağım ki insanlar dünya durdukça bu saate bakmaya gelecekler” demiş. Her saat başı 12 havarinin her birisi çıkıp görünmekte ve insanlar saatin çalışını ve havarileri izlemek için her saat başı kulenin önünde beklemekteler.

          Prag şehrinin kurucusu Kral Çarls’ın (Karola Quarta) anıtını gördük. Anıt bir rahip bir de köpek heykeli de vardı. Rehber bununla ilgili şöyle bir hikâye anlattı. Kral çapkın biriymiş, kraliçe uyur uyumaz sevgilisine gidiyormuş, kraliçe durumu anlamış dindar da bir kadın, kocası kralın işlediği bu suçtan kendini de sorumlu tutuyor ve rahibe gidip günah çıkarıyor “günahı ben işlemedim eşim kral işledi” diyor. Günah çıkarma işlemi hemen hemen her gün sürünce kral kraliçeden şüpheleniyor, günah çıkaran rahibi çağırıp söyle demiş “kraliçe sana her gün hangi günahını anlatıyor” rahip de “biz rahipler yeminliyiz bize anlatılanları kimseye söyleyemeyiz.” Kral kızıyor bir kış günü taş köprünün (Çarls köprüsü) tam orta yerinden ırmağa attırıyor rahibi, kimseler kurtarmaya çalışmıyor. İşte o sırada bir köpek köprüden ırmağa atlıyor rahibi kıyıya çıkarıyor, bu nedenle köpek de anıtta yerini alıyor ve nerdeyse kentte kutsal hale geliyor.

          Çek’lerle ilgili şu bilgileri verdi rehberimiz:

          “Çek insanı hiç kimseye hele yabancılara hiç güvenmez, hiç kimse ile kolay kolay dostluk kurmaz, hemen hemen hep işgal altında kalmıştır. Halkın %62’si ateist. Kullanılmayan birçok kilise mevcut bunlar konser salonu veya müze haline getirilmiş. Katolik mezhebine bağlılar. Katolik inancında resim ve heykel var. O nedenle her yer, her bina, her eser heykellerle donatılmıştır.

          * Karlova Üniversitesi’nin  Avrupa’nın ikinci en eski üniversitesi olduğunu.

          Çekoslovakya bira üretim ve kültürünün kurucusu olarak bilinmektedir. Bira üreticileri isim hakkını Bohemya bölgesine bağlı Pilsen şehrinden almaktadır. Şarap adeta kutsal içkileri. Kristal cam işlemeler ve mücevher yapımında kullanılan granat madeni işlemeleri önemli üretimleridir.”

          1993 yılında Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak iki ayrı devlet haline gelmiş.

          Prag şehrinde de Türkler’e ait çok sayıda işyeri olduğunu ve çoğunluğu gençlerden oluşan insanımızın bulunduğunu öğreniyoruz.

Gezide önemli gördüğüm bazı değerlendirmeler;

Şehirler ve çevresi çok temiz, yeşil, tarihi doku aynen korunmuş…

Şehir merkezinde trafik keşmekeşi yok, belli saatlerde belli yerler araç trafiğine kapatılmış durumda insanlar rahat rahat gezebiliyor, her taraf müze, her taraf heykellerle donatılmış. Şehirler geceleri çok güzel aydınlatılmış halde.

Çalışanlar işlerine kendilerini vererek ve severek çalışıyorlar, bir tek bayan garson 70 kişilik lokantanın servisini tek başına yapabiliyor bunu gördüm ve izledim ve de güler yüzle yapıyor.

Yemekler miktar olarak bizim alıştığımıza göre daha fazla ve doyurucu.

Ülkeler Avrupa Birliğine üye oldukları için kendi içlerinde sınırlardan geçerken kontrol yok.

Ülkelerin nüfusu az ve yaşlı bu nedenle genç nüfusumuzla
Avrupa’da yer alacağımızı hatta şimdiden almakta olduğumuzu memnuniyetle gördüm
. Türklere ait çok sayıda işyeri ve çalışanımız olduğunu görmek mutlu etti bizi.