TÜKENMEK
Fazlı ÖCAL*
|
Bebeklik, çocukluk, delikanlılık dönemi derken yaş ilerler ve geriye dönüp yürünülen yolun uzunluğuna, engellerin büyüklüğüne, engelleyenlerin çokluğuna rağmen yaptıklarına şaşırır kalır insan. Aileden ,arkadaşlardan sevgililerden uzak düşmek, ayrı kalmak… Büyük bir azim ve gayretle başarılan zorlu sınavlar… Kimisinde tatlı bir heyecan kimisinde ise yoğun bir stres ama her durumda büyük bir heves, güçlü bir motivasyon, belki haklı bir gurur. Bu türden duygular çoğu insanın hayata atılmadan önceki dönemde kendi içinde esen rüzgarların bir kısmının kelimelere dönüşmüş şeklidir.
İnsan ergenlikle birlikte kendini bilme ve gerçekleştirme yolunda uğraş verir. Ya içinde bulunduğu çevre veya toplum tarafından ya da benimsediği kültür ve ülküler tarafından yakılmış bir ateşi yüreğinde taşır. Bu ateş, daha mükemmele ulaşabilmesi için sürekli insanının içinde yanar. İnsan bu duygularla hayata atılırken, idealist, kendi kendini motive eden, mükemmellikte oldukça ısrarlı, hedefleri olan Ferhat misali gücünün yettiğinden çok daha ötesinde dağları delmeye hazırdır.
Bu duygu ve düşüncelerle iş hayatına atılar ve ideallerini gerçekleştirme fırsatı artık önündedir. Karşılaşacağı engellere ve engelleyenlere rağmen yine de çok çalışacak, ülkesine ve milletine yararlı bir insan olacaktır.
Bütün bunları yapmaya çalışırken kimseyi kırmak istemiyor, görevden kaçmıyor, hayır demeyi beceremiyorsa, haklarını savurmada daha ılımlı bir yol seçiyor, hatta saldırganlar karşısında bile sakinliğini korumayı yeğliyorsa yepyeni ve büyük bir sorunla karşı karşıya kalmış demektir.
Bu sorun bazen farklı yerlerde ve anlamlarda meslektaşlarımızın ağzından sık sık duyduğumuz “Bittim!, Tükendim Artık!” gibi kelimelerle ifade edilen tükenmişlik sorunu ya da tükenmişlik sendromudur. Tükenmişlik, enerji ya da güç kaynaklarının aşırı talep yoluyla azalması, tükenmesi anlamına gelen ilerleyici bir stres sürecidir. Bu stres türü üç şekilde kendisini gösterir. Bitkinlik, kimlik duygusunu yitirme ve iş veriminin düşmesi. Bitme ya da tükenme süreci yavaş geliştiğinden kişinin kendisi de çoğu zaman bunun farkına varamayabilir. Buradaki tükenmişlik, tembellerin işten kaçmak amacıyla uydurdukları tükenmişlik değildir. Birkaç günlük dinlenmenin ardından geçebilecek yorgunluklar da değildir. Tükenmişlik; meslek, aile, sosyal, ekonomik ve bireysel yaşamda biriken stres yükünün olanca ağırlığı ile kişinin omuzlarına binmesi ve dengesini kaybettirmesidir.
Tükenmişliğe giden yolun beş dönemi vardır:
Birinci Dönem: Okul sonrası mesleğe ilk başlandığında iş ile ilgili sınırsız bir motivasyon vardır. Amirlerin taktirinin de etkisi ile yapılan her iş doyum sağlar. Her şey yolunda gitmektedir. İş, iş arkadaşları ve işyeri kişinin takdirini kazanır.
İkinci Dönem: İlk dönemindeki tozpembe yaklaşımlar yavaş yavaş yerini daha gerçekçi gözlemlere bırakır. Çevresindeki (amir-memur-emsal) tükenmiş insanların “ biz yapamadık ama sen kendini kurtar “ türden düşünceleri ve davranışları etkisini göstermeye başlar. Kişi, işi konusunda beklentilerinin abartılı olduğunu fark eder ve giderek kafası karışmaya başlar. Ama daha fazla çalışarak sorunların üstesinden gelebileceğine olan inancını korur.
Üçüncü Dönem: Tüm iyi niyetli gayretlerine rağmen işlerin arkası gelmez, artık takdir de edilmemektedir. Hatta “Çalış Çalış Madalya Takacaklar” türünden alaya almalar gelir kulaklarına. Bu dönemde kişinin içindeki ateş sönmeye, baştaki motivasyon ve enerji, yerini bıkkınlığa bırakmaya başlamıştır. Bunların yanında; uyku düzensizliği, iştahsızlık, belki alkol alışkanlığı, işyerinde verimin düşmesi, karar vermede zorlanma gibi belirtiler ortaya çıkar. Geceleri uyumak için gözünü kapattığında işler, dosyalar, evraklar gözünün önünde geçit resmi yaparak uykuya dalmasını engeller. Kişi artık kurumundan, amirlerinden ya da iş arkadaşlarından uluorta yakınmaya başlar.
Dördüncü Dönem: Bu dönem tükenmişlik dönemidir. Üçüncü dönemdeki bıkkınlığın üzerine, mutsuzluk, karamsarlık, başarısızlık hissi, kendine güven eksikliği ve kendine duyulan saygının kaybolması eklenir. Önceki aşamalardaki taktirlerin yerini tektirler almaya başlamıştır. Hayat anlamını yavaş yavaş kaybeder, yalnızlık, boşluğa düşme, dibe vurma hissi ağır basar. Artık kişi büyük fiziksel ve psikolojik krizlerin eşiğindedir.
Beşinci Dönem: Dibe vurmanın ardından Anka kuşu gibi kendi küllerinden yeniden doğma, yeniden yapılanma dönemi gelir. Hayaller ve yanlış hedefler, yerini gerçekçi beklenti ve yaklaşımlara bırakır. Artık meslekte ve bulunduğu ortamda hakim bir anlayış olan “Etliye Sütlüye Karışmama, Günü Kurtarma” gibi yaygın çalışma prensiplerini uygulamaya başlar.
Görüleceği üzere, tükenmişliğe giden yol iyi niyet ve nezaket taşları ile örülmüştür. Kişi tüm iyi niyeti ile ve hayata atıldığı dinamik enerjisi ile işine (amirlerine, maiyetine, emsallerine) ve arkadaşlarına karşı nazik ve iyi niyetli bir tutum sergiledikçe tükenmişliğe adım adım yaklaşmaktadır.
Bir süre sonra kişi bulunduğu ortamdan kendisini soyutlama eğilimi gösterir. İşe geç gelmeye, iş arkadaşlarına yabancılaşmaya, randevularını nedensiz iptal etmeye, telefonlara çıkmamaya ve kuruma olan bağlılığını kaybetmeye başlar. İş ve aile ilişkilerinde zaman zaman öfke patlamaları yaşar. Özellikle kronik baş ağrısı nedeniyle sürekli ağrı kesicilere başvurur. Her şeye karsı olumsuz, karamsar ve umutsuz yaklaşır. Bunların sonucu olarak sadece iş yaşamında değil sosyal yaşamında da insanlardan kaçar, ilişkilerinde hassas ve sinirli tutumlar sergiler.
Tükenmişliğin Nedenleri
İşyerinde İletişim Eksikliği: İnsan, doğası gereği başarılarının taktir edilmesini bekler. İş yerinde kendisini başarılı hissedebilmesi için yaptıklarından dolayı geri bildirim alması gereklidir. Bu geri bildirimler; hep olumlu ya da pohpohlama türünden olmak zorunda değildir. Kırıcı olmayan eleştirilerin de etkisi çok büyüktür. (Çalışmanızdan dolayı tebrik ederim!- Teşekkür ederim!- Yazınız güzel olmuş, ama şu konuya vurgu yapmanız anlamı kuvvetlendirecektir!… gibi)
Periyodik iletişim ve geri bildirim toplantıları yerine sadece kriz merkezli toplantılar yapılan kurumlarda, hep olumsuz geri bildirimler vardır. Bu da personelin iş doyumunu olumsuz etkiler.
Çalışma Süresi ve Periyodu:
Aşırı yoğun çalışma personel üzerinde ciddi bir stres yükü oluşturur. Hata yapma endişesi, yoğunluğun getireceği dikkat dağınıklığı belki acelecilik gibi nedenlerle sonunda hata yapılır. Hata, azarlanmayı ve cezayı, azarlanma ve ceza da yeniden hatayı davet eder. Aşırı çalışmanın ne olduğunu ve nasıl olduğunu belirlemek önemlidir. Elbette görev gereği bazen fazla çalışmak gerekecektir. Ani gelişen olayların kendi seyrine bırakılması söz konusu olamaz. Ancak yoğun ve uzun süreli çalışma sonunda olumlu geri bildirim olarak alınacak küçük bir teşekkür sözcüğü bütün yorgunluğu atmayı sağlayacak bir etki de oluşturabilir. Meslektaşlarımızın sıkça yaşadıkları gibi uzun ve süresi öngörülemeyen bir çalışma ya da nedeni ve süresi bilinmeden yapılan bir bekleme, çalışanlarda tatmin duygusu yaratamadığı gibi başlı başına stres kaynağı da olabilmektedir.
İlişki Aşırılığı:
Çalışanlar görevini yerine getirirken ister istemez üçüncü kişiler ile ilişki içerisinde olur ve ilişkilerde kontrol genelde çalışanın elinde bulunmaz. Bu ilişkiler sevimsiz ve sıkıntı verici ise sorun daha da büyümektedir. Ancak bazı meslekler vardır ki işleri insan ilişkisine dayanmaktadır. Bunlar avukatlık, doktorluk, toplu taşım araç şoförlüğü gibi mesleklerdir ve bunlar öncelikli risk grubundadırlar. Bu risk gurupları içerisinde öncelik sıralamasında üniforması gereği her sorun için başvuru mercii olan polislik mesleğinin hangi sırada yer alacağını okuyuculara bırakmak daha doğru olacaktır.
Rollerin Çatışması:
Her çalışandan iş yerinde beklenen bir rol vardır. Ancak bazen birkaç rolün birden üslenilmesi gereken yerler vardır de ki bu durumlarda hem amir hem memur rolünün oynanması gerekmektedir. Bunun yanında işte oynanan rol ile aile içinde veya sosyal çevredeki rollerin çatışması da sıkça yaşanan gerçeklerdendir. Memur, anne, eş, komşu rolleri gibi. Bu sayıyı daha da artırmak mümkündür. Bebeği olan bir bayanın mesai süresi belli olmayan bir yerde çalışması iş kadını ve anne rollerinin çatışmasına yol açabilir. Bir başka çatışma ise, rolünü oynamak için kişinin donanımının yeterli olmaması, yani kurumun beklentileri ile çalışanın yeteneklerinin örtüşmemesidir. Bu rol karmaşaları, kişide zorlanma ve arkasından da yetersizlik duygusuna neden olur. Bazen ahlaki nedenlerden dolayı, bazen yetersizlik duygusu ile ya da bazen bireysel yaşantısındaki sorumluluklarını yerine getirememenin suçluluğu ile iş yaşamı kişiye bir yük gibi gelmeye başlar.
Bireysel Etkenler:
Ekonomik sorunlar, aile sorunları, sağlık sorunları işteki tükenmişliğe ayrı ayrı katkıda bulunabilir. İşle ilgili yeterli deneyime sahip olmaması, hizmet içi eğitimlerde kurumsal gelişimin ön planda tutularak bireysel gelişime önem verilmemesi, iç müşterinin göz ardı edilmesi, kurum tarafından hizmet içi eğitimlere zaman kaybı olarak bakılması, kişinin eğitimlerden kaçması gibi nedenlerle kişi kendini yetersiz hissedecek ve zorlanacaktır.
Sonuç:
Stres ve tükenmişlik son derece sinsi olmakla birlikte bu tür yorgunluk ve yılgınlıklardan uzak kalabilmenin bir yolu olmalıdır. Bu konuda bize en iyi rehberlik edecek olan “doğa”dır. Ağaçların dört mevsim meyve vermesi mümkün değildir. Yalnızca bir mevsim meyve verirler. Bu denge bozulunca ürünlerin sağlıklı olmadığı da bilinmektedir. Çünkü diğer mevsimlerde toparlanıp kaynaklarını yenileme ve zenginleştirme gereğini hissederler. Çalışanlar olarak bizlerin de, işimiz ne denli yoğun olursa olsun, dinlenmek ve kaynaklarımızı zenginleştirmek için zamana ihtiyacımız olmaktadır. Yeterince dinlenmeye zaman buldukça üretkenliğimiz artacak, verimimiz yükselecek ve yaptığımız iş bizi daha çok tatmin edecektir. İşe gelirken ayaklarımız geri geri gitmeyecektir.
Bireysel anlamda stresle baş etmek için her türlü çaba sarf edilmelidir. Sağlıklı beslenme, spor için zaman ayırma ya da en azından yürüyüş yapabilme, hobi edinme, günlük yaşamın içine mizahı sokabilme kişiyi stresten uzak tutacaktır. Eğer bunlar yapılmazsa iş yaşamında tükenmişlik muhakkak bizi bulacaktır. Ancak unutulmaması gerekir ki, tükenmişlik bir kader değil, iş yaşamında karşılaşılabilecek dönemsel sorunlardan birisidir. Tükenmişliğin tanınması halinde, kişi hem kendisinde hem de çalışma arkadaşlarında bunu fark edebilecek ve kısa sürede önlemini alabilecektir.
Çalışan personelin stres ve devamında farklı sorunlara sahip olmaması için yönetim ve yöneticilerin de kendilerini geliştirmeleri gerekmektedir. Gelişmiş ülke ve kurumlarda personel artık iç müşteri olarak kabul edilmekte ve kurumsal prensiplere de bu düşünce yansıtılmaktadır. Bazı yöneticiler sadece görevi bazıları ise personelin mutluluğunu ön planda tutarlar. Olması gereken ise her iki unsurun da eşit oranda gözetilmesidir. Personelin altın yumurtlayan tavuk olarak görülmesi halinde altını elde etmek için yumurtlamasını beklemek gerekir. Altınları biran önce elde etmek için tavuğu kesmek akıl karı değildir. Maalesef pek çok yönetici bunu farkına varmadan yapmaktadır.
Yukarıda anlatılanlara aşağıdaki hikaye iyi bir örnek olacaktır:
“E-postayla gönderilen “Emekli bir eski bürokrat” imzalı bu yazının ne kadarı gerçek, ne kadarı hayal ürünü, bilmiyorum. Ama Aziz Nesin’lik bir hikaye.
Sene 1965, bir genel müdürlükte özel kalem müdürü yardımcısıyım. Bayrama 10 gün var. Benim müdür hastalandı. İşe gireli daha iki hafta olmamış. Genel Müdür Bey çağırttılar:
-Tebrik kartları hazır mı?
-Hangi kartlar efendim?
-Aman evladım, Şükrü Bey sana söylemedi mi? Bayram geldi, tebrik kartları şimdiye kadar hazır olmalıydı. Tüh, tüh! Çabuk, hemen hazırlayıverin!
-Emredersiniz efendim!
Genel Müdür Bey bütün kartları çini mürekkebiyle ve en güzel el yazımla yazmamı istediler. 2000 kartı “alttakilere” hitaben yazacaktım: “Bayramını kutlar, gözlerinden öperim. “1000 tanesi de “üst makamdakilere göre” olacaktı: “Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve basarılı günler niyaz ederim.”
Sabaha kadar 3 bin kartı elle yazacağım, düşünebiliyor musunuz? Kolları sıvadım:”Bayramını kutlar, gözlerinden öperim.” 5, 10, 50, 100, 500 … Yazıyorum yazıyorum, bitmiyor. Nasıl sıkıntı bastı!.. 700, 800, 900 … Bu arada iki buçuk paket Samsun’u bitirmişim. Öyle bir işkence çekiyorum ki, ekmek parası olmasa, bırakıp kaçacağım. Sıra 2 bininci karta geldiğinde, şafak söküyordu. Ben de bitmişim, ama önümde hâlâ yığınla kart duruyor. 1000 tane de “üst makamlara” yazılması gereken kart var.
Dört paket sigarayla birlikte, “Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve basarılı günler niyaz ederim” diye yazmaya başladım. 1, 5, 10, 50, 100 …
“Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve basarılı günler niyaz ederim.” Boyuna yazıyorum. Göz kapaklarım iyice ağırlaştı; takoz koysam gene de kapanacak… 300, 500, 600… Yaz, ha babam yaz… Ama artık kalemi parmaklarımın arasında tutamaz oldum. Ben kaleme değil, kalem bana hakim.
“Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve basarılı günler niyaz ederim.”
“Niyaz ederim basarılı günler, sizinle eşinizin bayramını kutlarken.”
“Kutlarken eşinizin bayramını saygıyla, sıhhatli günler diler, Niyazi ile beraber ederim.”
“Niyazi ile birlikte sizin ve eşinizin bayramını kutlarken ayrıca sıhhatle ederim.”
“Önce bayramınızı eder, sonra eşinizle Niyazi’ye başarılı günler dilerim.”
“Sizin de, eşinizin de, Niyazi’nin de bayramını saygıyla eder, sıhhat dilerim.”
“Sıhhatli eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, Niyazi’ye başarılar diler, ayni zamanda derim.”
“Bayramınıza etmeden önce eşinizi saygıyla kutlar, Niyazi’nin gözlerinden öperim.”
“Sizin de, eşinizin de, Niyazi’nin de, bayramın da, tatilini de, gelmişini de, geçmişini de saygıyla ederim.”
Sabah, tam mesai saatinde, gözlerim kan çanağı gibi, kartları yetiştirdim. Genel Müdür Bey bir-ikisine söyle bir baktı. – Aferin, dedi. Güzel yazmışsın. Hemen postalayın! Hemen postaladık.
Üç gün sonra bizim Genel Müdürü, ondan sonra da bendenizi postaladılar.