Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

TRAFİK HUKUKU VE CEZA REJİMİNDE BİLİNÇLİ TAKSİR KAVRAMI

                 Baki ÖZER                                                 Fatih VURSAVAŞ

         2.Sınıf Emniyet Müdürü                                               Komiser

Trafik Araştırma Merkezi Müdürü                       Trafik Araştırma Merkezi Müdürlüğü 

I.Trafik ve Trafik Kazalarına Genel Bir Bakış 

Trafik, insan, araç ve yol unsurlarından oluşan, bu unsurların karşılıklı etkileşim ve uyum halinde bulundukları dinamik bir sistemdir. Trafik, trafikte insan ilişkileri ve trafik kazaları Türkiye’nin önemli toplumsal sorunlarından birini oluşturmaktadır. Aslında trafik ve trafik kazaları sadece Türkiye’nin değil, her çağdaş toplumun ortak sorunudur. Ancak karayolu trafik güvenliğine yaklaşım açısından ve bu sorunla başa çıkmada ülkeler ve/veya toplumlar arasında önemli farklılıklar vardır. Bu farklılıklar pek çok alanda kendisini göstermektedir. Gelişmiş ülkeler trafik güvenliğini bir bütün olarak ele almakta, karayolu güvenliğinde istenilen güvenilirlik noktasına gelmek ve istikrarlı güvenilirlik için ise kendilerine özgü olan şartları ortaya koyarak her aşamada sağlıklı bir planlama, uygulama ve denetim sağlayarak başarıya ulaşmaktadırlar (Sönmez, 1999) 

Trafik kazaları, ölümlere, yaralanmalara, ülke ekonomisini ve refahını önemli derecede etkileyen sosyo-ekonomik kayıplara, kaza mağdurları ve onların yakınlarının yaşamlarında, psikolojik ve fizyolojik rahatsızlıklara neden olmaktadır. 

 Uluslararası Karayolu Trafik Kazaları Bilgi Bankası (IRTAD,2000)  istatistikleri verilerine göre, karayolu trafik kazalarında her ülke değişen oranlarda maddi ve manevi zarar görmektedir. Nitekim dünya genelinde trafik kazaları nedeniyle her yıl 800.000’e  yakın insan yaşamını yitirirken, 15 milyon kişi de yaralanmaktadır. Trafik İstatistik Yıllığına (2001) göre, Türkiye’de 2001 yılında trafik kazaları sonucunda 4381 kişi yaşamını yitirirken 115672 kişi de yaralanmıştır. Trafik Araştırma Merkezi tarafından yapılan Trafik Kazaları ve Sosyo-Ekonomik Kayıplar-2000 adlı araştırmada Türkiye’nin trafik kazaları sonucunda 2000 verilerine göre sosyo-ekonomik kaybı  6 katrilyon 256 trilyon TL. olarak tespit edilmiştir. 

II. Trafik ve Hukuk İlişkisi ile Ceza Rejimi

Trafiği düzenlemede ve kazalarını azaltmada hukuk önemli bir faktör olarak görülmektedir. Hukuk toplumun düzenini koruyan ve yaptırımlarla güçlendirilen kuralların tümüdür (Pazarlı, 1982). Sosyolog açısından hukukun başta gelen özelliği en önemli sosyal kontrol aracı olmasıdır (Dönmezer, 1982). Sosyal kontrolü sağlamada gelenek, görenek, örf ve adet, töre… gibi kurallar da etkilidir. Fakat hukuk kuralları bunlara göre tam, tutarlı ve yaptırımlarla güçlendirildiği için etkilidirler. Bertrand Russel’in de belirttiği gibi, en örnek yurttaşın bile iyi sayılan davranışlarının temelinde biraz da polisin (yasa) varlığı bulunmaktadır…. Belirli bir ölçüde karmaşık bir yapıya erişmiş bir toplumda davranışların “salt beğenme, ayıplama biçimindeki ahlaki yaptırımlarla düzenlenebileceğini düşünmek zor ve yararsızdır (Bottomore, 1984).

Trafik olgusu sanayileşme ve kentleşmeyle birlikte bugünkü anlamda toplumu etkilemeye başlamıştır. Karayolu ulaşımındaki gelişmeler, nüfusun kentlerde yoğunlaşması, trafiğe çıkan araç sayısındaki artış, trafik kazaları ve trafik etrafında ortaya çıkan problemler trafiğin yasalarla düzenlenmesini zorunlu kılmış, neticede bütün ulusların hukuk sistemleri içerisinde trafik kanunları da yer almış, ayrı bir trafik hukuku ortaya çıkmış ve trafik mahkemeleri kurulmuştur. Ayrıca uluslar arası mahiyette de trafikle ilgili çeşitli sözleşmeler yapılmıştır. Bunlardan birisi 1968 yılında Viyana’da hazırlanan ve 1971’de Cenevre’de tamamlanan “Trafik Sözleşmesi”dir (Özüm ve Kunter, 1981). 

Kanun ve kanun uygulamaları trafik güvenliğine sistemli bir şekilde yaklaşır ve gerekli bilgilendirme ve mühendislik önlemleri ile desteklenirse, kanun uygulamaları daha etkili olacaktır. Trafik düzenlemesi ile ilgili kanun ve uygulamasının esas amacı yol kullanıcılarının trafik kazaları ve yaralanmaları ile ilgili olan trafik ihlal ve suçlarını işlemelerini engellemekle sağlanan, karayolu trafik güvenliğidir (AUGK Raporu, 2001).

Trafik ve trafik kazalarıyla ilgili araştırmalarda, hukuk kurallarının trafik ve trafik kazaları üzerinde etkili olduğu ortaya çıkmıştır. Homel’in bu konuyla ilgili çalışması önemli bir örnektir. Homel, New South Wales’te, kandaki yasal alkol miktarını 0.8’den 0.5 promile düşüren yasanın etkisini incelediği araştırmada, yasanın uygulanmasıyla birlikte, kazalarda küçük fakat istatistiki olarak önemli bir düşüş meydana geldiğini tespit etmiştir (1993). Ross ve Gonzales (1988) de lisans iptalinin içkili araba kullanan sürücüler üzerindeki etkilerini inceledikleri araştırmalarında, içkili araç kullanma yasasına uymadıkları için sürücü belgeleri geçici bir süre veya tamamen iptal edilen sürücülerin, hem kaza ve hem de kural ihlalleri açısından, başka ceza alan sürücülerden dikkate değer nitelikte, cezadan sonraki güvenlik sicillerinin iyi olduğunu ortaya çıkarmışlardır. Yasaların trafik üzerine etkisi, “emniyet kemeri” takma konusunda da barizdir. Pressure, Williams ve Lund (1986), New York’ta, 1985 yılında araçların ön kısımlarında oturan yolcuların emniyet kemeri takmasını zorunlu hale getiren yasanın uygulanmasından önce araçların ön koltuklarında oturanların emniyet kemeri takma oranı % 10-20 civarında iken, yasayla birlikte % 40-80 arasında bir artışın gerçekleştiğini söylemektedirler. Yine Kanada’ nın Alberta eyaletinde emniyet kemeri kullanımı, emniyet kemeri kullanımını mecbur tutan yasanın yürürlüğe girmesi ile % 28’den % 74’ e çıkmıştır (Hagenzieker, 1991). Trafik Denetimine Bilimsel Yaklaşım (1999) adlı çalışmada, yasaların sürekli etkinliğinin sağlanmasının ancak denetimler ile gerçekleşeceği ifade edilmiştir.

Araştırma sonuçlarının da gösterdiği gibi hukuk kuralları trafiği düzenlemek ve kazaları azaltmak için etkili bir faktördür. Fakat hukuk kurallarının etkililiği her şeyden önce uygulanmasındaki başarıya bağlıdır. Uygulanamadığı sürece, en kusursuz yasalar bile trafik sorunlarını çözemez (Ocak, 1991). Bu nedenle trafiği denetleyen görevlilerin yasaları titiz bir şekilde, herkese eşit olarak statü farkı gözetmeksizin uygulamaları önemli bir husustur (Erdem, 1996). 

Trafik kanun uygulamasının etkinliği hukuk sisteminin etkililiğine bağlıdır. Trafik kanunu ihlalleri ile trafik güvenliği arasındaki ilişki hem bireysel hem de toplumsal anlamda bir bütünlük oluşturmaktadır Kanun uygulama sistemleri içinde kanun uygulaması tek ve en önemli basamaktır. Bu sistemin en önemli parçası da yasamadır. Bir çok Avrupa Birliği ülkesi yol kullanıcıların yerine getirmeleri gereken bir çok davranışsal gereklilikleri düzenleyen kanunlar sistemine sahiptir. Şimdi bu belirlemenin derecesi genel kurallardan belirli durumlarda gereken belirli davranışların detaylı tanımlamasına kadar değişmektedir. Kanunda belirli bir davranış ne kadar iyi belirlenirse, bu davranış ile ilgili kanun o kadar etkili olur. Yeterli derecede belirleyici olmayan trafik kanunu, bu kanunun etkili bir şekilde uygulanmasını da engeller (AUGK Raporu, 2001). 

Trafik Araştırma Merkezi Müdürlüğü tarafından yapılan Trafik Denetimine Bilimsel Yaklaşım (1999) adlı araştırmaya göre, insan davranışları üzerinde etki yapan temel unsurlar arasında, talimat, eğitim, örnekler, ödüllendirmenin yanında “cezalandırma” da yer almaktadır. Bu araştırmada, bir çok ülkenin karayolu kanunlarının, genel ceza kanunlarından daha farklı bir cezalandırma sistemini öngörmekte olduğu ifade edilmiştir. Yine aynı araştırmada, trafik cezalarının değerlendirilmesinin diğer cezalarla bir olmadığı vurgulanmaktadır. Zira, işlenen trafik suçunun meydana getirebileceği sonuçlar herkes tarafından öngörülmesine rağmen, kimse bu kötü sonuçları istememektedir. Ülkemizde bir sürücü ceza aldığında toplum tarafından trafik kurallarını ihlal eden bir kişi olarak değil, sadece yol üzerinde kötü şansa sahip, talihsizliğe uğramış biri olarak değerlendirilmektedir. Hiç kimse onu kazaya yol açan bir suçlu olarak görmemektedir. Görüldüğü gibi, trafik kuralı ihlali diğer suçlardan farklılık göstermektedir. 

TBMM Araştırma Komisyon Raporuna (2001) göre suç ve ceza siyaseti bakımından en önemli nokta, değişen değerleri fazla vakit geçirmeden ceza kanunlarına yansıtabilmektir. Adalet duygusunun en çabuk zedelenebileceği alan ceza hukukudur. Ceza hukukunun özünü ceza adaleti oluşturmaktadır. Cezanın amacı, toplumdaki suç eğilimlerini önleme, bireylerin adalet duygularını onarma ve karşılamadır. Ceza hukukun yaptırımı olduğu gibi, adaletin de güvencesidir. Bu nedenle, ceza verilirken toplumdaki tüm koşullar iyi değerlendirilmeli, cezalarda adaletsizlik en düşük düzeyde tutulmalıdır. Bunun yanında suç ile cezalar arasında belirli bir oranın, dengenin bulunması da gerekir. Suçla ceza arasındaki dengesizlikler, adaleti sağlamadığı gibi, halkın tepkisini suçlunun  üzerine çeker ve toplumun adalet duygusunu sarsar. Cezaların örnek olma niteliği kalkar, suçları önleyici işlevini yapamaz bir duruma gelir. 

SWEROAD tarafından hazırlanan Ulusal Trafik Güvenliği Raporu’ na (2001) göre, Trafik Kanunu ve Trafik Yönetmeliği ile Ceza Kanunu arasında belirsizliklerin bulunduğu ifade edilmektedir.  Aslında bu belirsizliklere, işlenen trafik suçu ile bu suça karşılık olarak verilen cezaların yetersizliklerini de eklemek  gerekmektedir.

III.Ceza Hukukunda Kast ve Taksir Kavramları

Ceza Hukukunda suçun manevi unsuru “kast” ve “taksir” olarak iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Ceza Hukukunda kusurluluğu açıklama bakımından gelişmiş iki teoriden biri olan psikolojik kusur teorisinde kusurluluk failin suçun objektif unsurları arasındaki psikolojik ilişki olarak görünmektedir. Bunun sebebi olarak ise, suç unsurlarının maddi ve manevi olarak ikiye ayrılmış ve failin sübjektif durumunun suçun objektif unsurları ile olan ilişkisi şeklinde açıklanmış olmasıdır (Jescheck,1988). Ancak psikolojik kusur teorisi kastı açıklayabilmektedir, ancak şuursuz (bilinçsiz) taksirde failin sorumluluğunun temelini izahta yetersizdir (Rittler, 1954). Psikolojik teori, kusurlulukta bilinçsiz taksiri bir kusurluluk şekli olarak açıklayamadığı iddiası üzerine,genellikle 1907’lerde normatif kusur teorisi ortaya çıkmıştır. Bu görüşe göre, kusurluluk birinin oluşturduğu kusurlu iradesi sebebiyle hukuk düzenince kınanmasıdır (Maurack vd, 1965).Taksirde ise fail kendisinden beklenen özeni göstermeyerek kusurlu irade oluşturmuştur (Bak. Önder,  260).

Kast, kusurlu iradenin tipik, hatta bir anlamda gerçek biçimini ifade etmektedir (Gallo,1964). Suç, kanunun bir emrinin ihlali olduğundan, bu emre karşı gelme veya isyan etme, ancak failin yasaklanmış fiili istendiğinde tamdır (Toroslu, 2001). 

Kanunumuz 45. maddesinde “cürümlerde kastın bulunmaması cezayı kaldırır” demekte fakat kastla ilgili bir tarif vermemektedir. Kanunun bu ifade tarzının bazı sonuçları vardır. Bunlardan birisi cürümlerde kastın temel kusurluluk şekli olduğunu belirtmektedir. Böylece taksirli suçların kanunun açıkça gösterdiği hallerde cezalandırılabilir olduğu tespit edilmektedir. Esasen kastın bulunmaması halinde faile ceza verilmeyeceği 45. maddede gösterildikten sonra,”failin bir şeyi yapmasının veya yapmamasının neticesi olan bir fiilden dolayı o fiile ceza tertip ettiği ahval müstesnadır” derken, kanun, taksirli fiillerin ve netice sebebiyle ağırlaşan suçların da cezalandırılabileceği prensibini koymaktadır (bak. Önder, 261). Bu hüküm, bir yandan kastın aşılması suretiyle işlenen suçlardan dolayı failin cezalandırılmasına imkan verirken, öte yandan da taksir adı verilen kusurluluk esasına göre cezalandırma imkanını ortaya koymaktadır. Kusurluluğun ikinci türü olan taksir, istisnai bir nitelik taşır, yani bir fiilin taksirli şeklinin cezalandırılabilmesi için bunun kanunda açıkça öngörülmüş olması gerekir. Kanunumuz, 45. madde hükmü ile taksirli sorumluluğu, istisnai de olsa, kabul etmiş, ancak kast kavramı gibi bu kavramı tanımlamamıştır. (Toroslu, 2001) 

Bazı kanunlar taksiri (İsviçre,18; Brezilya,15/II;Yunan, 28; Yugoslavya, 7/3; Avusturya,6; Küba,9) tarif etmekte hatta bunların bazıları şuurlu (bilinçli, öngörülü) ve şuursuz (bilinçsiz) taksir ayırımına da yaptıkları tarifler içinde yer vermektedirler. (Bak. Önder, 299)

Taksirle ilgili olarak tartışma konusu yapılan bir başka sorun da, kusurlu davranışın, sadece şansa bağlı olan zararlı sonucun (ölüm, yaralanma gibi) gerçekleşip gerçekleşmemesinden tamamen bağımsız olarak mı cezalandırılacağı, yoksa zararlı sonucun ortaya çıkması halinde daha ağır şekilde mi cezalandırılacağı sorunudur. Her ne kadar kınanabilirlik, suç işleme yeteneği ve özel önleme yönünden davranışın büyük bir önem taşıdığında kuşku yok ise de, objektif esaslara dayalı bir ceza hukuku sistemi, basit bir taksirli ihlal ile zararlı sonuçlara neden olan taksirli ihlal arasında bir ayırım yapmak zorundadır (Toroslu, 2001)

Kanun koyucu, geleneksel anlayışa bağlı kalarak, taksirli suçların kasıtlı suçlardan daha hafif olduğu ve dolayısıyla daha hafif şekilde müeyyide altına alınmaları gerektiği görüşündedir. Ancak bu, özellikle kusurluluğa dayanan, buna karşılık taksirli suçlunun modern toplumdaki objektif ve subjektif tehlikeliliğini gözardı eden bir görüştür. Taksirli suçta, kasıtlı suçtakine nazaran, kusurluluk daha az ise de, failin sosyal tehlikeliliği zorunlu olarak daha az değildir (Toroslu,2001). Nitekim günümüzde taksirli suçlular, örneğin trafik suçluları çok defa herhangi bir kimseye karşı patlamaya hazır bir bombadan farksızdırlar (Bak.Önder 328). 

Hukukumuz bakımından taksirden doğan kusurluluk ve sorumluluk belirlenirken bir ayrım yapılmamıştır. Bu nokta TCK’ nun 29’ uncu maddesi hükmü dikkate alınarak, iki sınır arasında ceza tayininde kusurun yoğunluğu gözetilerek ceza tayini suretiyle dengelenmektedir. Aynı şekilde, TCK’ nun 455 ve 459’uncu maddeleri son fıkraları uyarınca, kusur oranına göre cezadan indirim yapılmaktadır. Bu maddelerin uygulanmasında, 2 kişi de ölse 20 kişi de ölse ceza tayini yönünden kanunda açık bir ayrım bulunmamaktadır. Belirtilen eksiklik, iki sınır arasında ceza tayini suretiyle asgari sınırın aşılması, para veya tedbirlerden birine çevirme yahut çevirmeme, erteleme veya ertelememe ile halledilmeye çalışılmakta ise de, bu kez de takdire dayanan bu konularda farklı uygulamalara yol açıldığı görülmektedir (TBMM Araştırma Komisyon Raporu, 2001). 

İş kazaları, trafik kazaları ve diğer meslek kazaları Türk Ceza Kanununun (455, 459)  maddelerine göre değerlendirilmektedir. Örneğin TCK’ nın 455/1 inci maddesiyle uygulama yapabilmek için tedbirsizlik, dikkatsizlik veya meslekte ve sanatta acemilik ya da nizamet, evamir ve talimata riayetsizlik  gibi kusurluluk hallerini belirtmektedir. Yasa, toplum için bir takım zararlı sonuçlar doğurabilecek hareketlerde bulunanların örneğin motorlu taşıt araçlarını kullananların vb. daha özenli, dikkatli, basiretli davranmalarını, başkalarının haklarına saygı göstermelerini ve gözetmelerini istemiş, bu nedenle bazı önemli taksirli hareketleri cezalandırmıştır. Öğreti ve uygulamada taksirin unsurları; a) Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması b) Hareketin iradiliği, c) Neticenin iradi olmaması, d) Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması,e) Neticenin öngörülebilmesi, şeklinde kabul edilmiştir. Yasa koyucu, taksirli suçların neler olduğunu tespit ve cezalandırırken, toplumda o anda yaygın olan ortak tecrübeye dayanarak belirli meslek grubunda çalışanları daha dikkatli olmaya zorlamıştır (Erol, 2000).           

 TCK ve KTK’ nun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine İlişkin Kanun Teklifi İle Adalet Komisyon Raporuna (2000) göre, Türk Ceza Kanununun 455 ve 459. maddeleri, trafik kazaları için hazırlanmış özel maddeler olmayıp her türlü taksirli suçlarda kullanılan genel maddelerdir. Bir hekimin ihmali sonucu hastalığı artan ya da ölen bir hastanın durumu da, bir iş kazasında yaralanma olayı da, bir ateşli silahın yanlışlıkla patlaması sonucu meydana gelen bir yaralanma ya da ölüm olayı da bu madde kapsamında değerlendirilmektedir. Türkiye’de taksirle suç işleyenlerin sayısı, araç ve sürücü sayısı ile iş sahalarının olağanüstü artmasına koşut olarak hızla yükselmiştir. Özellikle trafik kazaları ve bu kazalarda ölen ve yaralanan insan sayısı dünya ölçülerinin çok üstüne çıkmış, bu suçu işleyenlere verilen cezalar; suçu önlemede yetersiz kaldığı gibi, kamu vicdanını ağır şekilde yaralar hale gelmiş ve toplumdaki adalet duygularını zedeleyecek boyutlara ulaşmıştır. Özellikle taksirli suçlarda uygulanan cezalandırma sistemi, toplumun isyan duygularını artırmıştır. Ağır kusurlu olanların dahi, ceza alsa bile, bu cezanın paraya çevrilebilir ve tecil edilebilir olması, toplumda suçun cezasız kaldığı izlenimini vermekte, suçu önlemek için bir yana adeta özendirmektedir (www.tbmm.gov.tr).

TBMM Araştırma Komisyon Raporuna (2001) göre, motorlu araçlarla işlenen ve öldürme ya da yaralama ile sonuçlanan trafik kazalarında bu suçlara ilişkin kusurluluk şekli, özellikle alkollü araç kullanılması sonucunda işlenen suçlarda kusurluluğun derecesini yeterince ortaya çıkarmamaktadır. Zira, uyuşturucu ve keyif verici maddeler ile alkollü araç kullanılması sonucunda işlenen eylemlerde, fiil ve sonuç arasında ortaya çıkan nedensellik değerine bağlı cezai yaptırımını, ceza hukukundaki klasik kusur teorisiyle açıklamak son derece güçtür. Çağdaş ceza kanunlarında, kusurluluğun bir türünü oluşturan ve taksirin daha da yoğunlaşmış şekli olan ‘bilinçli taksir’ kavramına Ceza Kanununda yer verilerek, faildeki tehlikelilik haliyle orantılı cezanın, genel ve özel önleme fonksiyonlarının gerçekleştirilmesi yönünde bir eğilim görülmektedir. Trafik Denetimine Bilimsel Yaklaşım (1999) adlı araştırmaya göre, trafik cezalarını caydırıcı olması konusu, trafik kazaları ile mücadele politikasının ana uğraşlarından biri haline gelmelidir. Uygulanan cezanın, ‘yeterliliği ve tahsil edilebilirliği’ caydırıcılığın temel unsurlarındandır.

Taksirin ne olduğunu tespit edebilmek için önce kasta yaklaşan üst sınırının belirlenmesi gerekir. Kast, bilmek ve istemek olunca, taksir için aranacak şartlar bilmek ve istemenin dışında olacaktır. Failde, unsurları bilmesi kastın varlığı için aranan bir şart olunca, bilgisizlik taksirin bilinçsiz taksir şeklini karşılar (negligentia). İstemek kastta ikinci unsur olunca, failin neticeyi istememiş olması taksirin ikinci şekli olan bilinçli taksiri tespit edebilmemize (luxaria) imkan verir (Bak. Önder 301).

IV. Bilinçli ve Bilinçsiz Taksir Kavramları

Bu açıklamalar taksirin bilinçsiz ve bilinçli taksir olmak üzere ikiye ayrılmakta olduğunu da gösterir. Ancak, kanunumuzda bu ayırımla ilgili bir özellik yoktur. Bir çok yeni Ceza Kanununda taksir tarifi içinde bilinçli ve bilinçsiz taksir şekilleri belirtilmektedir. Taksirin bilinçli veya bilinçsiz şekli, taksir bakımından temel bir ayırım değildir; birçok somut olayda bilinçsiz taksir bilinçli taksire oranla daha fazla cezalandırılması gereken bir taksir şekli olabilmektedir. Bilinçsiz taksirde failin neticeyi öngörmesi gerekirken bu neticeyi öngörmemiş olması yanında, bilinçli taksirde failin neticeyi öngörüp gerçekleşmesini istememiş, fakat gerçekleşmeme bakımından gerekeni, gerektiği şekilde ve kapsamda yapmamış olması taksirinin derecesini tayinde önemli olabileceği belirtilmektedir (Mayer,1923). Diğer ifade ile, fail neticeyi öngördüğü halde gerçekleşmemesini isteyip bu yönde gayret göstermesi, bilinçsiz taksirden daha hafif bir taksir şekli olabileceği açıklanarak, bu ayırıma karşı olanlarda bulunmaktadır (Jescheck, 1988).

Bilinçsiz taksir (Unbewusste fahrlassigkeit-negligenta) ise, iradi hareketi yapan failin, hareketinden tipe uygun, hukuka aykırı bir suç tipinin gerçekleşebildiğini öngörmesi gerekirken, kendisinden beklenen özeni göstermeyerek bu neticenin meydana gelmesine sebebiyet vermiş olmasıdır (Bak. Önder, 301). 

Özellikle alkol alarak ve hız limitini aşarak ölümlü trafik kazalarına neden olması halini, Türk Ceza Sistemi içinde düzenlenen “taksirli suçlar” dan saymak, toplumun adalet duygularını incitmektedir. Alkol alan veya aşırı hız yapan kişi bilerek ve isteyerek adam öldürmeye veya yaralamaya sebebiyet vermek istemeyebilecektir. Ancak sürücüden, bu hareketiyle, olası bir ölümcül kazanın sonuçlarını kuvvetle öngörmesini beklemek de hayatın olağan akışına ve adil bir hukuk düzenin gereklerine daha uygun düşecektir. İşte bu noktada “bilinçli(öngörülü) taksir” müessesesinin Türk Ceza Kanunu’nda yer alması gereği gündeme gelmektedir. Bilinçli taksirde; sonuç fiilen öngörülmüş, ancak istenmemiş ve fakat failin hareketi sonucu meydana gelmiştir. Fail eylemin tehlikeli olabileceğini anlamakta ama tehlikenin derecesini anlayamamakta veya yeteneğine veya bilincine güvenerek hareket etmektedir. Yani düşünme ve öngörme varsa da isteme yoktur (TBMM Araştırma Komisyon Raporu, 2001). 

Bilinçli taksir; neticenin fiilen öngörülüp de istenmemesi hali şeklinde tarif edilebilir (Dönmezer, Erman;1976) Bilinçli (şuurlu) taksir  konusunda yazarlar arasında fikir ayrılığı vardır. Bir kısım yazarlar, failin neticeyi gerçekte öngörmüş olması halinde, taksirin söz konusu olmayacağını iddia ederler. Bunlara göre bir kimse neticenin gerçekleşmesini istememişse, onu öngörmüş sayılamaz; şu halde neticeyi öngörmüş olan bir kişi, zorunlu olarak onu istemiş olur. Bir defa netice öngörülmüşse, failin onu istememesi artık söz konusu olamayacağı  zira fail öngördüğü neticeyi gerçekten istememişse, bu neticeye sebebiyet veren hareketi yapmayacağı için, bilinçli taksir diye bir şey söz konusu olamaz ve bu durum belirli olmayan gayri muayyen kastın bir şekilden ibaret kalır. “Culpa lata dolo aequi paratur=ağır taksir kasta eşittir” (Dönmezer, Erman; 1976)

 Bilinçli taksir ile bilinçsiz taksir arasındaki bir ayırımı da Vannini (1937) yapmış ve esasen gerçek taksirin, bilinçli taksir denilen hal olduğunu ifade etmiştir. Bu görüşe göre, bilinçsiz taksir hallerinde öngörülebileni öngörmemesi, süjenin dikkat mekanizması yönünden eksik ve dolayısıyla sosyal hayata uygun düşmeyen bir kişiliğe sahip bulunduğunu ortaya koymaktadır. Buna göre “bu durumlarda fert müşterek hayatın kurallarına uymaya davet edilebilir ve toplumu savunmak için gerekli olan polis tedbirlerine başvurulabilir” denilmektedir. Yukarıdaki görüşler doğrultusunda taksirle kastı ayırt eden ölçü, neticenin öngörülmüş olup olmaması değil, istenip istenmemesidir. Bu itibarla taksiri bilinçli ve bilinçsiz olmak üzere ikiye ayırmak hatadır zira cezalandırılabilen taksirin tek şekli esasen bu bilinçli taksirdir denilmektedir. Görülüyor ki, her iki görüş de bilinçli taksir diye bir kavram tanımamak hususunda birleşmekte ise de, ayrıldıkları nokta, birincisinin sözü geçen kavramı kasta sokmasından, ikincisinin ise bu kavram dışında bir taksir müessesesinin varlığını esasen kabul etmemesinden ibarettir (Dönmezer, Erman;1976).

Taksirin hukuki esasını açıklarken öngörebilme teorisine karşı olanlar, kendi görüşlerinin bilinçli taksir müessesesinde bir dayanak bulduğuna inanmaktadırlar. Bu dayanağa göre, madem ki failin neticeyi öngörerek hareket etmesi mümkündür ve bu hal taksirin bir çeşidi olarak vasıflandırılmaktadır, şu halde neticenin öngörülmüş olup olmaması ve öncelikle öngörülür olup olmaması, taksir kavramına yabancıdır (Manzini, 1950). 

Buna karşılık öngörülebilme teorisinden yana olan yazarlar, bilinçli taksirin kabulünü, sözü geçen teoriye aykırı saymazlar: Bunlara göre, taksirin bulunması için neticenin öngörülebilir olması yeterlidir; failin bunun ötesine geçip neticeyi gerçekten öngörmüş olması, bu kavrama eklenen bir fazlalıktır (Battglini, 1949), fakat taksir kavramının özü bakımından, bulunması zorunlu olan bir unsur değildir (Pannain, 1954). Öngörülebilme ile öngörme arasında sadece bir derece farkı vardır (Maggiore, 1955). 

Bilinçli taksir (bewusste Fahrlassigkeit-Luxuria-) denilen taksirin bu şeklinde fail, hareketinin tipe uygun hukuka aykırı bir neticeye sebep olabileceğini öngörmekte (tahmin etmekte), ancak neticenin gerçekleşmesini istemeyip, gerçekleşmeyeceğini ummakta, buna güvenmekte, bu güveninin kuvvetlenmesinde de çeşitli etkenler bulunabilmektedir. Mesela, talihine, bilgisine, tecrübesine güvenmek suretiyle, fail öngördüğü neticenin gerçekleşmeyeceğini ummaktır. Kısaca, fail neticeyi öngördüğü halde gerçekleşmeyeceğine olan güveni, gerçekleşeceği düşüncesinden güçlüdür. Şu formül konuyu açıklayıcı niteliktedir; “eğer fail hareketinin tasavvur ettiği neticeyi meydana getirebileceği inancında olsa idi bu hareketi yapmayacaktı” diyebildiğimiz durumda, taksir bilinçlidir. Görülüyor ki, burada gerçekleşen netice failin istemediği ve düşüncesinden sapan bir neticedir. Kusur teorileri bakımından olaya bakarsak, bilinçli taksirde bilinçsiz taksire oranla failin düşüncesi ile netice arasında farklı bir ilişki vardır. Burada fail hareketinin hukuka aykırı bir netice meydana getirebileceğini düşünmekte ve fakat istememektedir; istememiş olmakla beraber yine de hareket ve netice arasında psikolojik bir bağ bilinçli taksirde kurulabilmektedir. Mesela, fail fırtınalı bir havada kayığının yolcuları ile birlikte denize dökülebileceğini öngörmekle beraber, talihine ve iyi bir denizci olmasına güvenerek böyle bir neticenin meydana gelmeyeceğini ummaktadır. Ancak, netice gerçekleşmektedir. Fail bu neticenin gerçekleşeceğini öngörmüş olduğu halde hareketi yapmaktan vazgeçecek idi ise taksir bilinçlidir (Frank’ın formülü). Taksiri tarif eden kanunlardan bazılarının bilinçli taksiri “..gerçekleştirmek istemese dahi, böyle bir neticenin gerçekleşebileceği ihtimaline rağmen hareket etmek” (Avusturya);”… veya öngördüğü halde neticenin meydana gelmeyeceğine güvenmek” (Yunan);”… fail neticenin meydana gelebileceğini öngördüğü halde gerçekleşemeyeceğini umar veya bu neticeye engel olabileceğini düşünürse…” “(Yugoslavya); “öngörülmüş olmakla beraber neticenin gerçekleşmesi istenmese dahi…” (İtalya) şeklinde tanımlamaktadırlar (Bak.Önder 303-304) 

Bilinçli taksir konusunda çeşitli ülkelerin mevzuatı farklı sistemler izlemiştir. Kanunumuz da dahil olmak üzere, bir çok kanunlarda, bilinçli taksir hususunda bir hüküm bulunmayıp, mesele doktrin ve içtihada bırakılmıştır. Buna karşılık, Bulgar (m. 4/3), Yunan (m.28) ve İtalyan Ceza Kanunu, “taksirli suçlarda neticeyi öngörerek hareket etmiş olma” yı genel bir ağırlatıcı sebep saymak şıkkını üstün tutmuş (m.61/3), 1932 Polonya kanunu ise 14. maddesinde bu hali kast ile aynı saymıştır (Dönmezer, Erman: 1976). 

Gerçekten, neticeyi öngördüğü halde, sırf şansını veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlike hali, bunu öngörmemiş olan kimsenin tehlike hali ile bir tutulamaz;neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun, bu neticeyi meydana getirecek harekette bulunmamakla özellikle görevlidir(1930 İtalyan Ceza Kanunu hakkındaki Bakanlık Gerekçesi). Caddede büyük bir hızla arabasını süren şoför, kendi maharetine güvenerek, ani olarak önüne fırlayacak bir çocuğu ezmeyeceğini düşünürse ve fakat bir çocuk fırladıkça öngördüğü ve gerçekleşmesini istemediği bu neticeye engel olmamışsa, taksiri kabul edilmekle beraber, cezasını arttırmamak için de sebep yoktur (Reux, 1927). 

Bundan başka, pozitif hukukumuz bakımından kanunumuzda neticenin öngörülmesinin ağırlatıcı bir sebep olduğu yolunda hüküm bulunmaması, hakimin bu hali kanuni bir ağırlatıcı sebep saymasına engel olur; ancak taksirin özel ağırlığını göz önünde tutan hakimin cezasının yukarı sınırına doğru çıkması mümkündür (Manzini, 1950). 

Bilinçli ve bilinçsiz taksirde ortak özellik olarak gerek bilinçli gerekse bilinçsiz taksirde, fail gerçekleşen neticeyi istememektedir; bilinçsiz taksirde öngörmesi gerekeni öngörmemekte, bilinçli taksirde ise, öngördüğü halde gerçekleşmesini istemeyip, bunun için gerekeni yapmaktadır (Bak.Önder 304). İşte bu ayırım, bilinçsiz taksirde “irade kusuru” olmadığı şeklindeki düşüncelerinin ortaya atılmasına sebep olmuştur. Buna karşı, bu fikirleri karşılamak üzere “failin hukuk düzeninin gereklerine göstermesi gereken özeni göstermemiş olması” normatif kusurunun esasını oluşturur (Mezger, 1950). Düzenli bir toplumda fail hareketinin insanlara veya eşyaya zarar verebileceğini düşünmesi gerekirken bu görevini yerine getirmemiş olması sebebiyle kusurludur (Rittler, 1954). Taksirli suçlarda sorumluluğun esası, failin yanılması değildir; aşağıda yanılma bahsi açıklanırken belirtileceği gibi, taksirde sorumluluk idrakteki kusurluluk değil, kişinin dikkatsiz, tedbirsiz hareket etmesi ve özen görevini yerine getirmemiş olması sebebiyle, somut olayda bunun doğru veya yanlış olduğunu incelenmemesi esasına dayanır. Taksiri tarif konusunda bazı formüllerin ileri sürülmekte olduğu da görülmektedir. Bir görüşe göre taksir failin hareketini uyması gereken asgari ölçüler içinde yönlendirememesidir. Özellikle bilinçli taksirde failin göstermesi gereken özene riayet etmemiş olduğu daha açık bir şekilde görülebilmektedir; zira fail hareketinin tipe uygun bir neticeye sebep olabileceğini öngörmüştür. Bilinçsiz taksirde de durumda bir fark yoktur. Gerçekten, biz fail bakımından “eğer iradesini görevlerini yerine getirir şekilde kullanmış olsa idi bu netice meydana gelmeyecekti” diyebildiğimiz durumda, failin taksirli hareket etmiş olduğunu da belirtmiş oluyoruz. Taksirli suçlarda daima olumsuz bir yön vardır; bu olumsuz yön beklenenin yerine getirilmemesidir (Germann, 1972). Taksirli suç failinde görevini yerine getirme duygusunun eksikliği yatar (Hippel, 1930). Taksirle meydana getirilen netice yalnız fiziki bir netice değildir; bu neticede failin karakter özelliklerini de görmek mümkündür (Bak. Önder 304). 

TBMM Araştırma Komisyon Raporuna (2001) göre, bilinçli taksir konusunda kanunumuzda bir hüküm yoktur. Kanunumuz sonucun fail bakımından öngörülmesini, taksirli suçlarda daha ağır sorumluluğu gerektiren bir hal olarak kabul etmemiştir. Bu durumda, hakimin, cezanın yukarı sınırına doğru çıkması gerektiği vurgulanmaktadır. Ancak bu durumda “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” prensibine bir aykırılığın olup olmayacağı sorunu ortaya çıkmaktadır. Anılan sorunun çözümünde, TCK’ nun cezaların arttırıp azaltılmasını düzenleyen 29’uncu maddesinin uygulanabileceği, yani cezanın alt sınırının aşılmasının, ceza tayininin belirtilen ilkeye aykırı düşmeyeceğini ileri sürenler varsa da, Türk Ceza Kanunu’ nda cezaların arttırılması konusu açıkça düzenlenmedikçe, o cezanın artırılması mümkün olamayacaktır. Buradan hareketle, Kanunda yer almayan bilinçli taksir halinde, işlenen bir suç nedeniyle de cezaların arttırılmasının hukuken geçerli olamayacağı şeklinde görüşler bulunmaktadır. Bu nedenle, öldürme ya da yaralama ile sonuçlanan trafik kazalarında bu suçlara ilişkin “kusur” düzenlemesini, işlenen eylemlerle, fiil ve sonuç arasında ortaya çıkan nedensellik değerine bağlı cezai yaptırımı, ceza hukukundaki klasik kusur teorisiyle açıklamanın hukukun genel ilkelerine de uygun düşmemesi, failin tehlikelilik haliyle orantılı, cezanın genel ve özel önleme fonksiyonlarını gerçekleştirilmesi ve bu suçlara karşı caydırıcılığın sağlanması amacıyla, çağdaş ceza kanunlarında kusurluluğun bir türünü oluşturan, taksirin daha da yoğunlaşmış şekli olan “bilinçli taksir” kavramının Türk Ceza Kanunu’nda yer alması sağlanmalı, bu bağlamda, (Özellikle alkollü araç kullanma ve hız limitini aşma halinde) trafik kazasında birden fazla ölüme ve yaralanmaya neden olunması halinde, bilinçli taksirin yoğunluğuna bağlı olarak, Türk Ceza Kanunu’nun 455 ve 459’uncu maddelerinde belirtilen yaptırımlar ağırlaştırılmalı, cezanın arttırılma nedenleri açıklıkla belirlenmeli, bilinçli taksir halinde kusura göre indirim yapılamayacağı TCK’ da yapılacak değişiklikle temin olunmalı, yürürlükteki hukuki düzen içinde, 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunun, cezaların paraya veya tedbire çevrilmesini veya ertelenmesini düzenleyen 4’üncü ve 6’ıncı maddelerinin uygulamasında, yukarıda belirtilen suçlar için verilen hürriyeti bağlayıcı cezaların paraya  veya tedbire çevrilmemesi ve tecil edilememesi yönünde hakime daha geniş takdir alanı tanınması ve hukuki istikrarın sağlanması bakımından anılan Kanunda değişiklikler yapılmalıdır. 

Ayrıca, ölümlü ve yaralamalı trafik kazasına ilişkin taksirli suçların mükerrerleri hakkında  daha ağır müeyyideler uygulanmalı, TCK’ nun 455 ve 459’uncu maddelerinin son fıkrasındaki kusur indiriminden yararlanamayacakları veya belirli bir kusur oranının üstündeki hallerde mükerrerler hakkında 647 sayılı Kanunun 4 ve 6’ıncı maddelerinin uygulanamayacağı hükmü getirilmelidir. Trafik kazalarının ülkemizde önde gelen ve sonuçları ölümcül olan nedenleri arasında bulunan “hız kurallarını ihlal etme”, “alkollü araç kullanma” ve “sürücü belgesiz araç kullanma”, Karayolları Trafik Kanunu’nda sürücünün asli kusurları arasında sayılmamaktadır. Yaşamsal öneme sahip bu ihlallerin, 2918 sayılı Kanunun 84’üncü maddesinde yapılacak değişiklikle “sürücü asli kusurları” na dahil edilmesi sağlanmalıdır. Ölümlü ya da yaralamalı trafik kazasına sebep olmayan, sadece mevzuatta öngörüldüğü şekilde 3. kez alkollü araç kullanma halinde verilen 1 aydan 2 aya kadar hapis cezası para cezasına çevrilmemeli, tecil edilmemelidir. Alkollü araç kullanma konusunda, mevzuatımızın diğer Avrupa ülkelerine nazaran en önemli eksikliği, promil üstü alkol alarak araç kullanma ihlallerini cezalandırmada kademelendirmemiş olması, aracın trafikten men edilmesi cezasının ön görülmemesi ve bir kez ve daha fazla alkollü araç kullanılması halinde belirlenmiş tek bir para cezasının uygulanmasıdır (TBMM Araştırma Komisyon Raporu, 2001)

KAYNAKÇA 

1930 İtalyan Ceza Kanunu Hakkındaki Bakanlık Gerekçesi, I. 88, 110 (Akt. Dönmezer,S. ve Erman, S.(1976) “Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku”, Cilt:1 (6.Baskı). İstanbul). 

Avrupa Ulaştırma Güvenlik Konseyi (AUGK) Trafik Düzenlemeleri İle İlgili Kanun Uygulaması Çalışma Grubu Raporu, “Trafik Güvenliği Hakkında Derlemeler ve Trafik Kültürü II” (2001). (Çev. Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik Araştırma Merkezi Müdürlüğü) Ankara: Emniyet Genel Müdürlüğü, Trafik Araştırma Merkezi Müdürlüğü Yayınları. 

Battaglini (1949) “Diritto Penale, Padova”. (Akt. Dönmezer,S. ve Erman, S.(1976) “Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku”, Cilt:1 (6.Baskı). İstanbul). 

Bottomore, T. (1984) “Toplum Bilim” (Çev. Ünsal Oskay) İstanbul: Beta Bas. Yay. Dağ. (Akt. Erdem, Y. (1996) Sosyolojik Açıdan Trafik, Trafik Sisteminin İşleyişi ve Trafik Kazaları. (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Hacettepe Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi. Sosyoloji Bölümü) 

Dönmezer, S. (1982) “Sosyoloji” Ankara: Savaş Yayınları 

Dönmezer,S. ve Erman, S.(1976) “Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku”, Cilt:1 (6.Baskı). İstanbul 

Erdem, Y. (1996) “Sosyolojik Açıdan Trafik, Trafik Sisteminin İşleyişi ve Trafik Kazaları”. (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Hacettepe Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi. Sosyoloji Bölümü) 

Erol, H. (2000) “İçtihatlı Türk Ceza Kanunu” (2. Baskı). Ankara: Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi. 

Gallo, D. (1964). “Enciclopedia del Diritto”, XIII. S. 750. (Akt. Toroslu, N. (2001)”Ceza Hukuku” Ankara, 5. Baskı Savaş Yayınevi 

Germann, O.A. (1972). “Schweizerisches Strafgesetzbuch”, 9.Aufl. Zürich (Akt. Önder, A. Ceza Hukuku Genel Hükümler Cilt II-III. Beta Basın Yayın Dağıtım A.Ş.) 

Hagenzieker M.P.(1991) “The Effect of Enforcement and Rewards on Safety-Belt Use”: A Field Study in Netherlands, Proceedings of the International Road Safety Symposium, SWOV Institute for Road Safety Research Leidchendam, Netherland. “Trafik Denetimine Bilimsel Yaklaşım” (1999). (Çev. Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik Araştırma Merkezi Müdürlüğü) Ankara: Emniyet Genel Müdürlüğü, Trafik Araştırma Merkezi Müdürlüğü Yayınları. 

Hippel,R.(1930) “Deutsches Strafrecht”, Berlin (Akt. Önder, A. Ceza Hukuku Genel Hükümler Cilt II-III. Beta Basın Yayın Dağıtım A.Ş.) 

Homel, R. (1993) “Drink-Driving Law Enforcement And The Legal Blood Alcohol Limit In New South Wales” Accidental Analysis and Prevention Vol:26, No:2, ss: 147-155 (Akt. Erdem, Y. (1996) Sosyolojik Açıdan Trafik, Trafik Sisteminin İşleyişi ve Trafik Kazaları. (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Ankara:Hacettepe Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü) 

IRTAD (Uluslar arası Karayolu Trafik Kazaları İstatistikleri) Verileri (1999).

Jescheck, H.H.(1988) “Lehrbuck des Strafrechts”, Berlin. (Akt. Önder, A. Ceza Hukuku Genel Hükümler Cilt II-III. Beta Basın Yayın Dağıtım A.Ş.) 

Maggiore (1955) “Diritto Penale”, Bologna (Akt. Dönmezer,S. ve Erman, S.(1976) “Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku”, Cilt:1 (6.Baskı). İstanbul). 

Manzini. (1950) “Trattato di Diritto Penale Italiano”, Torino (Akt. Dönmezer,S. ve Erman, S.(1976) “Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku”, Cilt:1 (6.Baskı). İstanbul).

Maurack, R.(1965) “Deutsches, All.Teil 3 Aufl. Karsruhe” (Akt. Önder, A. Ceza Hukuku Genel Hükümler Cilt II-III. Beta Basın Yayın Dağıtım A.Ş.)

Mayer,M.E. (1923) “Der Allgemeine Teil Des Dest Schenstrafrechts”, Heidberg (Akt. Önder, A. Ceza Hukuku Genel Hükümler Cilt II-III. Beta Basın Yayın Dağıtım A.Ş.) 

Mezger, E. (1950) “Moderne Wege der Strafgrechtsdogmatik”, München (Akt. Önder, A. Ceza Hukuku Genel Hükümler Cilt II-III. Beta Basın Yayın Dağıtım A.Ş.)

Ocak, S.(1991) “Trafik Kazaları ve Şoförlerin İlk Yardım Konusundaki Bilgi Düzeylerinin Saptanması” (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi) Ankara: G. Ü. Kazaları Araştırma ve Önleme Enstitüsü.

Önder, A. “Ceza Hukuku Genel Hükümler” Cilt II-III. Beta Basın Yayın Dağıtım A.Ş. 

Özüm, K. ve Kunter, H. (1981) “Trafik”. Ankara: M.E.B. Yayını 

Pannain (1954) “Manuale di Diritto Penale”, Padova. (Akt. Dönmezer,S. ve Erman, S.(1976) “Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku”, Cilt:1 (6.Baskı). İstanbul). 

Pazarlı, O. (1982)  “Sosyoloji” İstanbul: Remzi Kitabevi (Akt. Erdem, Y. (1996) Sosyolojik Açıdan Trafik, Trafik Sisteminin İşleyişi ve Trafik Kazaları. (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Hacettepe Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi. Sosyoloji Bölümü) 

Rittler, T (1954). “Lehrbuck des Osterreichischen Strafrechts”, All. Teil. 2. Aufl. Wien (Akt. Önder, A. Ceza Hukuku Genel Hükümler Cilt II-III. Beta Basın Yayın Dağıtım A.Ş.) 

Ross, Laurence H.; GONZALES Philip (1988) “Effect of Licence Revocation on Drunk Driving Offender” Accidental Analysis and Prevention Vol:20, No:5, ss: 379-391 (Akt. Erdem, Y. (1996) Sosyolojik Açıdan Trafik, Trafik Sisteminin İşleyişi ve Trafik Kazaları. (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Hacettepe Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi. Sosyoloji Bölümü) 

Roux. (1927) “Precis de Droit Criminal”, Paris. (Akt. Dönmezer,S. ve Erman, S.(1976) “Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku”, Cilt:1 (6.Baskı). İstanbul).

Sönmez, K. (1999). “Ağır Vasıta Sürücülerinin Yaşam Koşulları ve Trafik Kazaları” (1.Baskı). Ankara: EGM Trafik Araştırma Merkezi Yayınları

SWEROAD Ulusal Trafik Güvenliği Programı (2001). Ankara 

TBMM Araştırma Komisyonu Trafik Raporu (2001). Ankara

Trafik Araştırma Merkezi Müdürlüğü (2001)“Trafik Kazaları ve Sosyo-Ekonomik Kayıplar-2000” . Ankara: Emniyet Genel Müdürlüğü, Trafik Araştırma Merkezi Müdürlüğü Yayınları. 

Trafik Araştırma Merkezi Müdürlüğü (1999)“Trafik Denetimine Bilimsel Yaklaşım” . Ankara: Emniyet Genel Müdürlüğü, Trafik Araştırma Merkezi Müdürlüğü Yayınları. 

Trafik İstatistik Yıllığı (2001), Emniyet Genel Müdürlüğü, Trafik Hizmetleri Başkanlığı, Trafik Eğitim ve Araştırma Dairesi Başkanlığı (Elektronik ortamda veri kayıtları) 

Türk Ceza Kanunu, Cezaların İnfazı Hakkında Kanun, ve Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (2000) [İnternet]

Mevcut olduğu adres:

http://www.Homm.gov.tr./sirayi/donem21/yil01/ss629m.htm[07.Şubat.2002

Vannini (1947) “Manuale di Diritto Penale”, par.gen., Firenze.(Akt. Toroslu, N.(1976) Suçların Tasnifi Sorunu Ve Taksirli Suçlar İle Kabahatler Konusunda Bazı Eğilimler, Değişen Toplum ve Ceza Hukuku Karşısında Türk Ceza Kanununun 50 Yılı ve Geleceği Sempozyumu, 22-26 Mart 1976 İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları, Sermet Matbaası)

Wıllıams, A. F.; Lund, Adrian K. (1987) “The Effect of New York’s Seat Belt Use Low On Tenage Drivers” Accidental Analysis and Prevention Vol:19, No:2, ss: 73-80 (Akt. Erdem, Y. (1996) Sosyolojik Açıdan Trafik, Trafik Sisteminin İşleyişi ve Trafik Kazaları. (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Hacettepe Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi. Sosyoloji Bölümü) 

Wıllıams, A. F.; Wells J. K.;Lund,Adrian K. (1989) “Observed Use of Automatic Seat Belts In 1987 Cars” Accidental Analysis and Prevention Vol:21, No:5, ss: 427-433 (Akt. Erdem, Y. (1996) Sosyolojik Açıdan Trafik, Trafik Sisteminin İşleyişi ve Trafik Kazaları. (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Hacettepe Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi. Sosyoloji Bölümü)