Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

TOPLUMUMUZDA PSİKOLOJİK GELİŞİM VE SOSYALİZASYON SORUNLARI

                                                                                                     

 

       Cengiz GÜN

        Başkomiser

     Ank.Ruh.Tebl.İşl.Şb.Md.lüğü

 

         Toplum bireylerimizin davranışlarını gözlemlediğimizde bazı tuhaflıklar, anormallikler farkederiz. Kimi bireyler için tanıdığı insanlar, dost ya da düşman olmak zorundadır. “Dostum olmayan düşmanımdır” gibi garip bir mantığa sahiptirler. Bu mantık yaşamlarının her alanına yansımakta, ilişkide bulunduğu bireyler ve toplum, yanlış temele oturan bu tür bireysel düşünce ve davranışlardan olumsuz etkilenmekte, zarar görebilmektedir. Renk olarak sadece siyah ve beyaz vardır. Tuttukları takım uğruna satırlı sopalı kavgalara girerler, ölür-öldürürler. Siyasi parti taraftarı olurlar, kendileri dışındakiler vatanı satan hainlerdir. Onlar için daima iki olasılık vardır, üçüncüsüne yer yoktur. Şiddeti ve derecesi değişse de, yaygın bir davranış bozukluğu olarak karşımıza çıkan bu sorunun kaynağı ne olabilir? Sorunun kaynağını ve çözümünü bireylerin psikolojik gelişim sürecini inceleyerek bulabileceğimizi düşünüyorum.

 

Psikolojik Gelişim Süreci

 

            Burada faydalandığımız kaynak Prof. Dr. Abdulkadir ÇEVİK ve Doç. Dr. Birsen CEYHUN tarafından kaleme alınan “Psikopolitik Yönden Kimlik Gelişimi ve Etnik Terörizm” isimli yayın ile yine adı geçen Prof. Dr. Abdulkadir ÇEVİK tarafından verilen bir seminerden tuttuğum notlara dayanmaktadır.

 

            Hartman’ın geliştirdiği  “nesne ilişkileri kuramı” ile ruhsal yapının gelişimi ve oluşumu incelenmekte, çocuğun “ben” ve “diğerleri” kavramlarını nasıl geliştirdiği anlatılarak sağlıklı ruhsal gelişim sürecinin nasıl olduğu açıklanmaktadır.  Nesne ilişkilerinin ruhsal yapı içindeki reprezentasyonları (bireyin yaşantılarıyla ilgili izlerin  bir araya gelmesiyle oluşan yaşantılar, tasarımlar) arasındaki ilişkiler ve bu ilişkilerin başlangıçta oluşturduğu izlerinden tümleşmiş, sürekli ve pek değişmeyen repzezentasyonlara kadar olan gelişim (5) dönemde incelenmektedir;

 

1- Normal otizm (birincil ayrışmamış) dönem: Yaşamın ilk ayını kapsayan bu dönemde ego yalnızca hoşnutluk ve hoşnutsuzluk yaşantılarını ayırt edebilir. Anne ile ilişkiler sürdükçe bir yandan ego ayrışıp gelişmeye başlar, diğer taraftan da hoşnutluk ve hoşnutsuzluk uyaranlarını kapsayan izler, anı adaları oluşur.

 

2- Normal simbiyoz (birincil ayrışmamış self (nesne reprezentasyonları)) dönemi: Bu dönemde ilkel ego, “anı adaları” üzerinde kendilik ve nesne imajları kurmaya başlar. Ancak ego, bu imajları henüz ayırt edebilecek yetenekte değildir. Buna karşılık bu dönemde hoşnutluk yaşantılarıyla ilgili ayırt edilmemiş kendilik-nesne imaj ve reprezentasyonları bir tarafta libidinal dürtülerle yatırılırken, hoşnutsuzluk yaşantılarıyla ilgili ayırt edilmemiş kendilik-nesne imaj vereprezentasyonları da diğer tarafta agresif dürtülerle yatırılırlar. Libidoyla yatırılmış “iyi” kendilik-nesne imaj ve reprezentasyonları ile agresyonla yatırılmış “kötü” kendilik-nesne imaj ve reprezentasyonları birbirlerinden ayrı gelişir ve birbirlerinden yarılmış gibi görünürler. Bu dönemdeki yarılmanın varlığı ilkel egonun bütünleştirici yeteneklerinin henüz gelişmemiş olmasındandır. Normal olarak bu dönem 1-2 ile 6-8. Aylar arasını kapsar.

 

3- Kendilik imaj ve reprezentasyonlarının nesne imaj ve reprezentasyonlarından ayırt edilmesi dönemi: 6-8 ile 18-36. Aylar arasındaki bu dönemde de yarılma sürer. Ancak gerek “iyi” taraftaki kendilik-nesne imaj ve reprezentasyonları gerekse “kötü” taraftaki kendilik-nesne imaj ve reprezentasyonları artık birbirlerinden ayrılmışlarıdır.

Yani bu dönemde ego, kendiliği, nesneden ayırt edebilecek yeteneğe kavuşmuştur. Buna karşılık egonun bütünleştirici işlevleri henüz gelişmediğinden “iyi” ve “kötü” taraftaki kendilik-nesne imaj ve reprezentasyonları birleşmemişlerdir.

 

4- “İyi” ve “kötü” kendilik-nesne imaj ve reprezentasyonlarının birleşmesi dönemi: Bu dönemde “iyi” ve “kötü” taraftaki kendilik imaj vereprezentasyonları birleşip tüm kendilik reprezentasyonunu oluştururken, “iyi” ve “kötü” taraftaki nesne imaj ve reprezentasyonları da birleşip tüm nesnereprezentasyonunu meydana getirirler. Normal bir gelişmede ego, bu birleştirme işlevini yerine getirebilecek duruma gelmektedir. Bu birleşmenin sağlanmasıyla yarılma sona erer. Bu dönem 3. yaştan itibaren oedipal dönem boyunca sürer. 

 

5- Süperegonun daha ileri bir düzeye gelip olgunlaşması ve ego özdeşiminin daha ileri düzeyde bütünleşmesi dönemi: Bu dönemde bütünleşmiş olan kendilik ve nesne reprezentasyonlarının bazı yönleri ego ve süperego içine absorbe olurlar. Böylece ego daha fazla olgunlaşırken süperegonun oluşumu da tamamlanır. Yani bir yerde kendilik ve tüm nesne reprezentasyonları daha rafine bir duruma gelirler. Bu durum bir yandan gelişen ego ve süperegoyu daha da olgunlaştırırken, diğer yandan ego ve süperegodaki bu olgunlaşma daha ileri düzeyde rafine olmuş kendilik ve nesne reprezentasyonlarının oluşumuna yol açar. Böylece yaşam boyu devam eden bir gelişme ve olgunlaşmadan söz edilebilir.

 

            İnsanın kişilik ve kimliğinin temeli yeni doğduğu bebeklik döneminde atılmakta ve yaklaşık olarak 5 yaşına kadar gelişimini tamamlamaktadır. Bundan sonra ergenlik döneminde her şey yeniden gözden geçirilmekte ve daha kalıcı, değişmez bir kimlik yapısı oluşmaktadır. Bebeklerin egolarının gelişip güçlü kişilik ve savunmalar geliştirmesi için anne ve babaların bebeklerinde olumsuz “kötü” yaşantıların (reprezentasyonların) gereksiz düzey ve şiddette oluşmasına yol açan “engelleme”lerden uzak durmaları gerekir. Çocuk ne kadar çok travmatize (zedelenir) olur ve horlanırsa o kadar çok ızdırap ve engellenme yaşar ve o kadar çok değişik yansıtmalar kullanır. Daha sonra çocuk geliştikçe daha önce yansıttığı özelliklerini yeniden sahiplenir ve kendinin olumlu (hoşnutluk veren) ve olumsuz yanlarını daha gerçekçi bir kendilik imajı ve başkalarının imajında bütünleştirir. Olgunlaşmamış kişilerde bu bütünleştirme yeterince gerçekleşmez. 3. Dönemi aşamamış olanlar için sadece “iyi” (beyaz) ve “kötü” (siyah) vardır. 4. Döneme gelebilenler ise “grileşme aşaması”na ulaşanlardır, dengeli bir kişiliğe sahip, aşırılık ve sivriliklerden uzak olurlar. Bu aşamadan geriye dönüş yoktur, yaşam boyu devam eden bir süreçtir. Grileşmeyi yakalayamayanlarda ise daha önce görmüş oldukları şiddet, görecekleri şiddet ya da bastırılmayla birleştiğinde bilinçaltlarındaki kişilik bozukluğu ortaya çıkmaktadır.(1)

 

            Psikolojik gelişim sürecine bu kısa bakıştan sonra bir de insanın gelişiminde çok önemli bir rolü olan sosyal çevreye ve anlayışlara göz atalım.

 

Yaşam Felsefeleri; Korku Kültürü-Değerler Kültürü

 

            Prof. Dr. Doğan CÜCELOĞLU toplumları ve onlara egemen olan kültürleri, yaşam anlayışlarını ikiye ayırmaktadır: korkulacak bir güç olmadıkça insanların ve kuralların dikkate alınmadığı, korku temeline dayanan “Korku Kültürü” ve iç dünyamızı, öznel benliğimizi (can) odak olarak kabul eden, doğru olana önem veren ve doğruları paylaşmayı temel alan “Değerler Kültürü”.

 

Yaşam felsefelerini daha iyi anlayabilmek için, insan olarak var oluşumuzdan kaynaklanan ve öznel benliğimiz tarafından sezgisel olarak ihtiyacını duyduğumuz ve tatmin edilmesini beklediğimiz varoluş ihtiyaçlarını belirlemek gerekmektedir. Bu ihtiyaçlar: 1- Umursanma, 2- olduğu gibi, yargılanmadan kabul edilme, 3- Değer verilme, 4- Yeterli görülüp güvenilme, 5- Sevilme olarak belirlenmektedir. Birbirimizin farkına vardığımız andan itibaren iletişim başlamakta, söylenen ve söylenmeyen her sözün, yapılan ya da yapılmayan her davranışın bir anlamı olmaktadır.

 

Birbiri ile karşılaşan iki insanın birbirinin yüzüne bakması veya bakmaması, selamlaşıp selamlaşmaması “umursanma” ile ilgili bir mesaj değeri ifade etmektedir. Umursanma, kaale alınma varsa, umursananın, bireyin öznel benliği mi yoksa dışarıya gösterdiği sosyal yüzü mü olduğu? da dikkate alınacak iletişim temelidir. Özü itibariyle umursanan, sınırları ve sorumlulukları önemsenen birey “hesap verme” anlayışına sahip  olacaktır ki yaşamsal önemi olan bir niteliktir. İkinci boyutta yargılamadan kabul etme gelmektedir. Yargılama ile kabulde aynı zamanda bir “bozukluk iması” da vardır. Üçüncü boyutta birey kendisini, ait olduğu bütünün vazgeçilmez bir parçası olarak hissetmek ister. Eğer bu kanaate varamıyorsa kendini yalnız hisseder. Dördüncü boyutta birey kendisini güçlü, yeterli ve güvenilir görmek ister. Başarının temelinde, varoluşun bu boyutuna dayanan “özgüven” yatar. Bilgiyi temel alan akademik (zihinsel) zeka faktörünün başarıdaki oranı %4-5 dolaylarında iken özgüveni temel alan duygusal zeka faktörünün başarıdaki oranı %90’lardan fazla olmaktadır. Beşinci boyutta ise sevilme ihtiyacı vardır. Burada dikkat edilmesi gereken, sevginin, sevilenin özgürlüğünü kısıtlayan ya da hiçe sayan, onurunu zedeleyen, seven tarafından farkında olarak veya olmayarak kendi amacı uğruna kullanmaya yönelik bir sevme anlayışı temelinde olmamasıdır. Sevdiği kızı “başkasına yar etmeme” anlayışında olan delikanlının, çocuğunun önüne koyduğu yemeğin tamamının bitirilmesini isteyen annenin, çocuğunu okutup “makine mühendisi” yapacak olan şoför babanın sevgisini iyi analiz etmek gerekir. Gerçekten bireyin sınırlarını ve özgürlüğünü, onurunu dikkate alan bir sevgi mi, yoksa karşısındakinin neye, nasıl karar vereceğine hakkı ya da buna yeterli olmadığını düşünen ve kendi isteklerini dayatan bir anlayışı temel alan aldatmaca mı? ( Sevgilerimizi tekrar gözden geçirmeliyiz. Balığın içinde bulunduğu denizin farkında olmadığı gibi, yetiştiğimiz sosyal ortamı, bilimsel çalışma yardımı almaksızın değerlendirebilmemiz mümkün görünmüyor. Sosyal ortamımızı yeni bir değerlendirmeye tabi tutmamız gerektiği düşüncesindeyim.) Sağlıklı sevgi ile karşılaşan insanın onuru yücelir ve gelişir. 

 

İletişim ve etkileşim sonucu birey (çocuk) kendi ile ilgili bir imaj geliştirir. Eğer varoluş ihtiyaçları sağlıklı olarak karşılanırsa özbenlik imgesi sağlıklı ve güçlü olacaktır. Sağlıksız bir ortamda varoluşunu gerçekleştirmiş ve öznel benliğini yukarıda sayılan beş boyutta besleyememiş ise özbenlik imgesi sağlıksız ve zayıf olacaktır. Bundan sonra bireyin tüm algılama ve yorumları, olaylara verdiği anlam (fenomenolojisi) özbenlik bilinci ile belirlenecektir. Korku ortamında şekillenen özbenlik bilinci güce, maddiyata, sosyal maske ve mevkiye önem verecek, insanın özünü dikkate almayacaktır. Değer ortamında şekillenen özbenlikbilinci ise insan eksenli olacak, varoluş ihtiyaçlarını karşılamaya yönelecektir. Korku kültürü insanın “insan gibi” yetişmesi ve davranmasına imkan vermez, dolayısıyla insanlar gerçek benliklerini göstererek değil “maskeler” kullanarak kendilerini ifade ederler. Ailenin, eğitimin, iş yaşamının ve devlet yönetiminin değerler kültürünü temel alan bir anlayışa sahip olmadığı toplumların çağdaş ve uygar olmaları da mümkün değildir.(2)

 

Sosyalizasyon Süreci

 

            İnsan davranışları büyük oranda öğrenilme temeline dayanır, içgüdüsel davranışlar yok denecek kadar azdır. Doğumdan başlayarak dil, din, davranış kalıpları, dolayısıyla kültür aileden başlayarak içinde bulunulan toplum içerisinde öğrenilir, benimsenir, uygulanır ve gelecek nesillere aktarılır. Bu devam eden bir süreçtir ve sosyalizasyon (toplumsallaşma) süreci adı ile anılır. Yukarıda bilimsel kaynaklardan özet alıntılar yaptığımız psikolojik gelişim süreci ile birlikte ve yine sosyal yapı içerisinde devam eden bir gelişim söz konusudur. Yalnız yetişen insanların bu süreci başarılı olarak tamamlamaları mümkün değildir. Birey içinde bulunduğu kültürün tutum, davranış ve değerlerini öğrenirken aynı zamanda kişilik gelişim sürecini de yaşar. Bu süreç içinde önemli rol oynayan kurumlar ise; aile, din, arkadaş grupları, sportif etkinlikler, eğitim, kitle iletişim araçları ve çalışma ortamı (işyeri) olarak ortaya çıkmaktadır. (3)

 

Sonuç ve Değerlendirme

           

            Kişilik oluşumu şüphesiz çok boyutlu bir süreçtir. Burada belirgin olarak ele alınan, çocuğun aile içerisinde geçirdiği, kişilik oluşumunda çok önemli olan ilk yıllar ile devam eden olgunlaşma sürecinde içinde bulunulan sosyal çevrenin sadece bir boyutudur. Dini, siyasi ve ekonomik etkenler de bu süreçte etkili olan unsurlardır. Ancak burada psikolojik gelişim sürecinin çok önemli bir yere sahip olduğunu anlamaktayız. Bu süreç içerisinde de toplumun temel taşı olan aile ön plana çıkmaktadır. Aile içerisindeki sevgi, ilgi ve hoşgörünün engellemelerin önüne geçmesi gerektiği dengeli bir gelişim için ilk şart olarak belirginleşmektedir. Devam eden kişilik gelişiminin sağlıklı bir süreç takip edebilmesi için de olabildiğince demokratik, insan hakları ve bireysel özgürlüklere saygılı ve önem veren bir sosyal ortam gerektirdiği anlaşılmaktadır.

 

            Teşkilat mensuplarımıza hizmetiçi eğitim çerçevesinde verilen kurs ve seminerler ile bu seminerlerden konunun uzmanları tarafından verilen bilgi ve yapılan değerlendirmeler doğrultusunda yazılı kaynaklardan da yararlanarak hazırlanan bu yazı ile, sağlıklı ve dengeli kişilik yapısına sahip bireyler ile bu bireylerin oluşturacağı toplum yapısının oluşumunda takip edilmesi gereken yol ve eğitim şekli konusunda zihinlerde bir fikir oluşturmaya çalıştık. Toplumumuz bireylerini bir de yukarıda anlatılan gelişim süreçleri çerçevesinde değerlendirdiğimizde sağlıklı kişiliğe sahip bireyler ve onların oluşturacağı dengeli bir topluma ne kadar çabuk bir sürede sahip olmamız gerektiği konusunda hemfikir olacağımız şüphesizdir. Ancak burada bir zaman sorunu ortaya çıkmaktadır. Bilinçli bir eğitimle sonuç alınmaya başlanması 20-25 yılı bulabilir. Toplumların uzun yaşam süreci içerisinde bu süre fazla uzun değildir ve zaman kaybedilmeden anne-baba adaylarından eğitime başlanmalıdır. 

 

 

Faydalanılan Kaynaklar: 

1-     1-     Prof.Dr. Abdulkadir ÇEVİK – Doç.Dr. Birsen CEYHUN, Psikopolitik Yönden Kimlik 

     Gelişimi ve Etnik Terörizm.

2-  Doğan CÜCELOĞLU (Prof. Dr.), İletişim Donanımları

3-  Prof. Dr. Enver ÖZKALP, Sosyolojiye Giriş, Genişletilmiş 11. Baskı