SOSYALİZASYON VE SANAL ÖZGÜRLÜK YA DA TUTUKLULUK
Cengiz GÜN
Başkomiser
Ank.Em.Ruh.Tebl.İşl.Şube.Müdürlüğü
1996 yılında şark tayinim Hakkari’ye çıktığında, durumu öğrenen bir yakınım telefon açarak “sürgün edilip edilmediğimi” soruyor ve “siyasi kanallardan girişimde bulunarak tayin yerimi değiştirme” teklifinde bulunuyordu. Kendisine, “Hakkari’yi, yaptığım (3) tercihten 2. olarak yazdığımı, herhangi bir sürgün edilmenin olmadığını” söyledim. Hatırlanacağı üzere o yıllarda şark illeri olarak adlandırılan bölge, özellikle de OHAL kapsamında olan iller terör ortamı nedeniyle sıkıntılı idi. OHAL bölgesine atanan personelin ailesi şark dönüşüne kadar bulunduğu ildeki lojmanda kalabiliyordu.
Meskun alanlar arasındaki ulaşımın, terör ortamından dolayı kısıtlılıklarla yapılabildiği, akşam saatleri geldiğinde gergin bir bekleyişin başladığı, en küçük bir kıvılcımda her taraftan, her tür silahla ateş edildiği bir (2) yıl geçirdik Hakkari’de. Bizim gittiğimiz yıllarda hızı büyük oranda kesilmekle birlikte ayrılıkçı terör, ortama büyük etkisi olan bir unsurdu. Bölgedeki vatandaşımız güvenlik gücü mensupları ile açık bir şekilde selamlaşmaktan çekinir durumdaydı.
Bölgede görev yapan güvenlik güçlerinin özverili çalışmaları sonuç verdi, terör unsurunun etkisi azaltıldı, bölge vatandaşımıza devletimizin gücü ve şefkati uygun metot ve davranışlarla anlatıldı. İkametinde arama yapmaya gittiğimiz vatandaşımız da bazı şeylerin farkında olduğunu gösterdi. İnsana saygıyı esas alarak yaptığımız ev aramalarında vatandaşımızın güler yüzü ve geniş yürekliliği ile karşılandık. Tutanağımızı tutup ayrılacağımız sırada çok samimi “yemek, ya da hiç olmazsa çay” davetlerine muhatap olduk. Vatandaşımız “Allah bu terör ortamının belasını versin, birbirine husumeti olan da işe terör süsü vererek asılsız ihbarlarla sizi zor durumda bırakıyorlar, bizi de rahatsız ediyorlar” şeklindeki sözlerle hem bizi teselli ediyor, hem de nazik bir şekilde ikramda bulunmak istiyordu. Bu ortamda bile sağlıklı bir iletişim meyvesini verdi, güvenlik güçlerine selam vermeye çekinen vatandaşlarımız devletine ve onun şefkat ve gücünü temsilen görev yapan güvenlik teşkilatlarına yaklaşmaya, diyalog içinde bulunmaya başladı. Sonuçta hem sıkıntı içinde bulunan bölge halkımız hem de maddi ve manevi büyük kayıplara uğrayan ulusumuz zarardan dönerek yoktan yere uğradığımız kayıplara son verilmiş oldu.
Başa dönecek olursak, bir “sürgün” olgusu ile karşı karşıya olduğumuzu vurgulamak istiyorum. “Kızağa alma ya da pasifize etme” olgusunu da eklemek gerekiyor. Kötü niyetle, haksız yere yapılan atama ve görevlendirmeleri savunmak görevimiz değil. Ortada bir kötü niyet ve kıyım var ise, bu da mağdur olandan çok onu mağdur edenlerin, yönetim sistemi içerisinde yer alanların sorunudur. Mağdur olduğunu düşünenlerin yargı yoluna başvurma ve haksızlığın ortadan kaldırılmasını sağlama gibi bir seçeneği de vardır. Ancak, yönetimin görevlendirme konusundaki takdir hakkını gözardı ederek, yersiz bir şekilde içine düşülen “sürülme” ya da “kızağa alınma” psikolojisinin de çok fazla anlamlı olduğunu düşünemiyorum. Kamu hizmetleri açısından çok olumsuz sonuçlar doğuran bu noktada sosyalizasyon süreci ile ilgili bir sorunla karşı karşıya olduğumuz kanısındayım.
İnsan davranışlarının büyük bir çoğunluğu öğrenilmiş davranışlardır. Öncelikle içinde var olunan ve yetişilen aile öğrenmenin ilk kurumudur. Anne-baba ve varsa kardeşlerden etkilenerek, öğrenme ve kişilik kazanma başlamaktadır. Ailenin dışına çıkan çocuk, sosyal çevresinden etkilenmeye ve öğrenmeye devam etmektedir.
./..
-2-
Zamanla etkilenme etkilemeyi de beraberinde getirmekte, sosyalizasyon adı verilen bu süreç bir ömür boyu devam etmektedir. Belirli bir aşamadan sonra etkilemenin (geri besleme) de sürece girmesi gerekir. Bunu, toplumunun kendisine yaptığı katkıları, bireyin tekrar toplumuna artı (geri besleme) olarak döndürmesi şeklinde ifade edebiliriz.
Sosyalizasyon süreci sağlıklı olarak işliyorsa, personel, kendisi ile ilgili yapılan görevlendirmeleri bu bağlamda değerlendirmeli ve sürgün ya da kızağa alınma psikolojisine girmemelidir. (Yukarıda bahsedilen çekince hariç) Yönetimin görevlendirmesi saygı ile karşılanmalı, verilen görev çerçevesi içerisinde, toplumuna karşı yapacağı hizmet ve katkı üzerine kafa yorulmalıdır. Düşünce tarzı toplumuna hizmet olmazsa, girilecek psikoloji sonucu, bulunulan iş ortamı personel için bir tutukevi olacaktır. Fiziksel olarak değil ama zihinsel olarak bir tutukluluk hali söz konusudur. Başkalarının insanı hapse atmasına gerek yoktur, çoğu zaman hapishaneleri kendimiz zihnimizde oluşturur, sanal bir tutukluluk hali yaşarız. Vatandaşa yapılması gereken hizmet de işkenceye dönüşür.
İnsanı sınırlayan kalıplardan kurtulmanın, sanal anlamda özgürlüğü kazanmanın iki koşulu daha olduğunu düşünüyorum; reddetmeyi bilmek ve önyargılardan (peşin hükümlerden) kurtulmak.
Özellikle de kamu görevlileri açısından, ileride yanlışlıklar zincirine kapı açacak, onur ve kişiliği zedeleyecek durum ve çıkar ilişkilerinden kaçınılması ve reddedilmesi büyük önem taşımaktadır. Maddi-manevi maliyeti ne olursa olsun bir yerlere gelmek için her yolu denemek, bulunduğu yeri korumak uğruna en yakın arkadaşlarının arkasından binbir türlü entrika çevirmek de insanı onursuz bir esarete mahkum eder. Yaşamın her anını kapsayacak bir reddetme özelliği, sanal özgürlüğün önemli bir koşuludur.
Önyargılarımız da özgürlüğümüzü sınırlayan önemli bir etkendir. Bizim için olmazsa olmazlarımızı bir gözden geçirelim. Değişik bir durumda dünyanın sonu mu olacak? Kendimize bir hedef seçebiliriz. Ulaşamazsak, elde edemezsek ölmeli miyiz? Takıntılarımız gerçekte ne kadar önemli? Bizi esir alıp bir tutuklu gibi yaşatmaya değer mi? Hakkari’ye gidersek, bu her şeyin sonu mu? Kendimize hedef olarak seçtiğimiz konum ve yerde görev yapmıyorsak, hedefimize ulaşmak uğruna kendimizi başkalarına bağlı kılacak her tavizi vermeli miyiz?
Soruları artırabiliriz. Ama düşüncelerimizin arkaplanına indiğimizde, çoğu zaman özgürlük ya da tutukluluk olgusunun zihnimizde olduğunu, kendi kendimizi özgür ya da mahkum ettiğimizi söyleyebilirim. Yani insan (ya da görevli), bulunduğu konumu sosyalizasyon süreci içerisinde toplumuna hizmette bir aşama olarak görebilir, önyargılarından sıyrılmayı becerir ve etik olmayan ilişki ve çıkarları reddetmeyi becerebilirse, özgürdür, onun fiziksel mekanlara kapatılması dahi onu tutuklu yapamaz. Sanal özgürlüğe ulaşan insanı tutuklamak mümkün değildir. Ama kendisini tutukluluğa mahkum etmiş insan da görünüşte özgür olarak dolaşsa da sanal anlamda tutukludur, bedeninin özgürce dolaşması fazla bir anlam ifade etmez. Onurlu bir yaşam için, sanal anlamda özgür ya da tutuklu olup olmadığımızı gözden geçirmemiz gerektiğini ve temel amacımızın toplumumuza en yüksek düzeyde hizmet (geri besleme-feed back) olmasını, bunun dışında geri kalanın ise sadece birer ayrıntı ve takıntı olduğunu düşünüyorum.