Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

SORUMLULUK DUYGUSU

 

 

Ahmet GÜZEL[*]

                                                                                                                                                                                                                            

            Küçük dünyamızın büyük sorunları ile uğraşan biz insanların; doğduğu günden itibaren yardıma muhtaç olduğu, ilgi ve destek bularak büyümeye çalıştığı, bebeklik, çocukluk dönemlerini takiben ailede,okulda ve toplumda verilen eğitim-öğretim yolu ile yardım alan konumundan  yardım eden konumuna yükseldiği, ilgi ve destek bekler durumdan başkalarına katkıda bulunan, düşerken kaldırmayı beklemekten düşen’i kaldıran,ihtiyacı olanlara yardım eden, sevgi beklerken sevgi sunan konumuna geldiği bir gerçektir.

            Yaratılmış varlıkların içinde yaratılan (toprak, hayvanlar, bitkiler ve gökyüzü dahil tüm kainat) her şeyden en iyi şekilde yararlanmakta olan insanlar, aklı sayesinde kainata hükmetmekte, toprak altı ve toprak üstü değerler yanında kainattaki her türlü nimetten değişen şartlar ve gelişen teknoloji desteğiyle en iyi şekilde yararlanmaktadır.

            İnsanların hizmetindeki canlı (bitkileri ve hayvanları) ve cansız (toprak, su hava ve ateş gibi) varlıkların kendilerine verilmiş özellikleri nedeniyle hep “verici” oldukları, insanların ise bu varlıklardan yararlandığı, hep “alıcı” oldukları, asırlardan beni kainattaki bu nimetlerden en iyi şekilde yararlandıkları halde; birbirleriyle paylaşım ve sahip olma duyguları içinde kavgalı oldukları, bir malın paylaşımı gibi elle tutulmayan gözle görülmeyen sevgi paylaşımının dahi insanları birbirine düşürdüğü, kıskançlık, ihtiras, iltimas, hilecilik gibi yaklaşımlarla bu cennet dünyanın cehenneme çevrildiği hepimiz izlemekteyiz.

            İlk insanın dünyaya gelişinden itibaren dünyamızdaki iklim şartları paralelinde giyinme ihtiyacı, tabiattaki nimetlerden yararlanma yöntemleri, insanın tabiattaki diğer varlıklarla ilişkileri yanında insanın insanla ilişkilerinde de sürekli gelişim ve değişimler yaşanmakta,gelecekte bu ilişkilerin gelişerek daha düzenli olacağı ümit edilmektedir..

            Her birey, önce kendisi ile barışık olmalıdır. Kişi, başta kendi huzuru ve sıhhati için, yaşama aşkı çerçevesinde; ailesi, komşusu, köylüsü, mahallelisi, toplumu, milleti ve ülkesi ile barışık olmalıdır. Kendi içinde ve çevresiyle barışık olan insanların oluşturduğu toplumlar hem kendilerini hem de mensup oldukları birimleri daha ileriye götürecektir.

            Kalp ve gönül huzuru içinde, sevgi ve saygı anlayışına sahip insanlar; hem kendisine, hem de milletine yararlı olduğu gibi; ürettiği iş ve hizmetlerle, topluma verimli ve kalıcı kazanımlar sunar. Kazanım, kişinin kendisine “bencillik” özelliği kazandıran mal ve mülk edinme sevdası, araba tutkusu, zevk, sefa ve eğlence ile ömrünü tüketecek “çıkarlar” değildir. Kazanım, önce kişinin kendisini yücelten, bencillikten uzak, “ben” yaklaşımı yerine “biz” önceliğine önem verilen, başkalarına öncelik veren, komşusu, arkadaşı sıkıntıda iken, bu sıkıntıyı yüreğinde hisseden anlayışlardır.

            Toplumların millet olmasını sağlayan en önemli öğe, “bencillikten” uzak, “ailem varsa ben varım”. “Ülkem varsa ben varım.” Anlayışıdır. Toplumda her kademede görev yapan insanlarımızın, birbirlerine kardeşlik, dostluk, birlik ve dayanışma içinde kaynaşmaları arttıkça toplum da aynı paralelde yükselecek, Kültür ve uygarlık alanında hem kendi milletinin, hem de başka milletlerle birlikte insanlık yücelecektir.

            Bu yazımızda; insanoğlunun doğumundan ölümüne kadar geçen süre içerisinde ki “sorumluluk” duygusu üzerinde durmak istiyordum. Ancak; yazı girişine, kainattaki her şeyin emrine verildiği insanoğlunun, kendisine verilen bu nimetlere rağmen; birbirleriyle boğuşmaları, kavgaları, savaşları, anlaşmazlıkları, hatta dünyamızı “zindan”a çevirmeleri konusu ağırlık oluşturdu.

            İnsanlarımızın önce bencillikten kurtulmaya, tamamen mümkün olmazsa bile; hiç olmazsa vahşi hayvanların yırtıcılığından kurtularak daha çok; koyun gibi verimli, aslan gibi mert, tilki gibi kurnaz olmadan arı gibi çalışkan, karınca gibi tutumlu olma özelliklerini kazanması insanlık için önemli kazanımlar sağlayacaktır.

            Sorumluluk duygusu, çocukluğumuzdan itibaren hepimizin annesi tarafından aşılanmaya başlanır. Annemizin, yeterli gıdamızı almamız endişesi içerisinde yalvaran gözlerine bakarak ağzımıza uzattığı her gıdayı önce nazlanarak almadığımız, ancak; uzatılan ve özenle sunulan gıdaların bizim için yararı olduğu kadar, verilen nimeti teşekkür ederek almak ve yapılan bu anneliğin babalığın veya korumalığın karşısında onları kırmadan cevap vermek “çocuk” da olsak bir sorumluluk olacağı açıktır.

            İlköğretimde, lise’de öğretmenlerimizin bizlerin yetişmesi için verdikleri ödevlerin yerine getirilmesi, belli yaşlara gelinceye kadar “aile içi rollerde” verilen görevi en iyi biçimde  yerine getirmek bir sorumluluktur, vatani görevimizi zamanında yerine getirmemiz de bir sorumluluktur. İş hayatına atıldığımızda; işimizi en iyi şekilde yapmak, her gün mesaiye düzenli gitmek, verilen işi en iyi şekilde yerine getirmek “sorumluluktur”.

            Komşularımız ve işyerimizdeki insanlarla iyi geçinmek, sıkıntılarına ortak olmak, hastaları ile ilgilenmek, cenazelerini kaldırmak, düğün ve derneklerine katılmak bir “sorumluluktur”.

            Aslında; İnsanoğlu doğduğundan ölüme kadar geçen sürede hep “sorumluluk” duygusu içinde yaşamaktadır. Sorumsuz davranıldığında, toplumda beklenmeyen huzursuzluklar, karşılıklı olumsuzluklar ve tutarsızlıklar yaşanmaktadır.

            Hergün yaşanan asayiş ve trafik ihlalleri, hırsızlık, adam yaralama, dolandırıcılık, trafik kazaları, aile kavgaları ve buna bağlı meydana gelen toplumsal olumsuzlukların temelinde de “sorumluluk” duygusu içerisinde görevini yapmayan toplum bireylerinin “sorumsuzlukları” yatmaktadır.

            Sorumluluk içinde davranan, yaşantısında; kendi sınırlarını aşmadan, başkalarının hukukunu gözeten, insan olarak kendi hakları kadar, diğer bireylerin haklarını da göz önünde tutan, vazifesini en iyi şekilde yerine getiren,  kendi malını koruduğu kadar, devletin ve komşusunun malına da sahip çıkan, kendi çıkarları kadar devletin ve milletin çıkarlarını koruyan insanlardan oluşan toplumlar, daha huzurlu, müreffeh, sağlıklı ve düzenli hayat yaşayarak bu küçük dünyamızı cennet haline getirebilirler.

            Zaten; insanlık tarihinin başlangıcından bugüne kadar geçen dönemlere baktığımızda, insanlar, topluluklar ve milletlerin dünyayı cennet haline getirmenin mücadelesini verdikleri, ancak bütün uğraşlara rağmen bir türlü bunu başaramadıkları görülmektedir.

            Dünyamıza ilk gönderilen insan’ın (Hz.Adem) hayat arkadaşı (Hz.Havva) ile birlikte yaşadıkları, kendilerinden yememeleri istenilen “meyve” yi yemeleri ile başlayan insan nefsine konulan daha sonra kutsal kitaplarla getirilen yasaklar, helaller ve haramlar, insanoğlu’nun ilk günden itibaren “sorumluluk” bilinci içinde yaşama zorunluluğu getirmiştir. 

            Yavuz Sultan Selim’in deyişiyle “ Bir kişiye çok, iki kişiye dar gelen” dünyamızda herkesin “sorumluluk” bilinci içinde davranması, yaşantısında, görevinde, hizmetlerinde devamlı iyiyi, güzeli, doğruyu hedeflemesi ve bu doğrultuda örnek olması, önce kendi evini, sonra mahallesini, yöresini, köyünü, kasabasını, kentini ve ülkesi ile birlikte tüm dünyayı aynı duygu ve yaklaşımla güzel görmesi; iyi ve doğru değerlerle sevgi ve saygı içerisinde herkesle iyi geçinmesi yaşama sevincini arttıracak, hayıtından lezzet alacaktır.

Kısacası, “Sorumluluk” “insanın sözle değil, eylemle hal ve davranışlarıyla, topluma maddi ve manevi  katkılarıyla eşine, dostuna, komşusuna, ilçesine, kentlisine, ülkesine ve dünyaya zarar vermeden yaşaması, ömrünün her saniyesini yararlı ve olumlu çalışmalar yaparak insanlığın yücelmesi ve ilerlemesine katkı sağlamasıdır” denilebilir.         



[*] Emlak Şube Müdürü, İnşaat Emlak Dairesi Başkanlığı