Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Röportaj Köşesi

Kurtuluş DÖNMEZER

Emekli Emniyet Müdürü-İş İnsanı

1.Kendinizi tanıtır mısınız?

Öncelikle sizi ve Temüdder Yönetimi’ni kutluyorum. Farkınızı hemen hissettirdiniz. Dergimizin, Dijital de olsa hayata geçirilmesi bizleri çok mutlu etti. Bu işler fedakârlık istiyor. Ama fedakârlık her zaman yetmiyor maalesef. Donanımlı olmak çok önemli. Bu da sizde fazlasıyla var zaten. Ayrıca, düşünmeniz ve dergide yer vermenizden dolayı da çok teşekkür ediyorum. Çok gururlandım.

1959 yılı Ağustos ayında doğmama rağmen, Polis Memuru olan rahmetli babam, işlerinin yoğunluğu sebebiyle ancak 8 ay sonra Nisan 1960 olarak yazdırabilmiş nüfusa. İlk ve Ortaokulu İstanbul’da okuduktan sonra 1977’de Polis Koleji’ni ve 1980 de Polis Enstitüsü’nü, -ayıptır söylemesi- devre birincisi olarak bitirdim. Koleji bitirdiğimde, kayıtlara göre henüz 18 yaşında değildim. Memur olabilmek ve daha da önemlisi Polis Kimliği alabilmek için birçoğumuz gibi yaş tashihi yaptırdım ve böylece kimliğime, maaşıma ve en azından yıl olarak gerçek doğum yılıma kavuşmuş oldum.

1978 yılında girdiğim üniversite sınavlarında Ankara Hukuk Fakültesi’ni kazandım. O sırada Hukuk Fakültesi Dekanı olan ve aynı zamanda Enstitü’de de dersimize gelen rahmetli Turgut Akıntürk sayesinde kayıt yaptırdım. İlk yıl sınavına girebildiğim dersleri kolayca versem de Enstitü’deki sınavlarımızla çakıştığı için 2 dersin sınavlarına giremedim.

Şu anda aklıma gelen bir anımı da araya sıkıştırmak isterim.

O yıllarda Hukuk Fakültesinin 1. Sınıfında 6 tane ders vardı. Bu 6 dersi 2 sene içinde veremezseniz okuldan atılıyordunuz. Benim de bir dersim kalmıştı ve son hakkımdı. Sınavdan birkaç gün önce Ankara’ya geldim. Ahmet Savaş ve Ahmet Kocabal ağabeylerimin birlikte kaldıkları Bahçelievler’deki evlerine yerleştim. Birkaç gün dünyayla ilişkimi kesip sınavlara hazırlandım. O gün evden çıkıp kısa bir yürüme mesafesinde olan Polis Enstitüsü’ne geldim. Niyetim okulun ön bahçesinde yemek işini halledip sonra Saraçoğlu mahallesini geçerek Kızılay’a kadar yürümek ve oradan dolmuşa binip Cebeci’deki okula gitmekti. Okula ait burunlu, tahta koltuklu, mavi otobüsün bahçede olduğunu ve etrafındaki kalabalığın otobüse binmeye çalıştıklarını gördüm. Cevat Yurdakul ağabeyimizin (öğretmenimizin) şehit edildiğini o an öğrendim. Otobüs, Ordu’da yapılacak cenaze merasimine katılacakları götürmek için birazdan hareket edecekti. Bir anda içinde buldum kendimi ve Ordu’ya gittim. Cenaze merasiminde kortejin önünde rahmetlinin resmini taşıdım. Köyündeki mezarına defni sırasında kabri başındaydım. Köy yoluna uygun olmadığı için otobüsümüz kasabada kalmış ve bizler bulduğumuz araçlara doluşarak köye gidebilmiştik. Benim şansıma ancak bir kamyon kasası düşmüştü. Giderken, defin sırasında ve dönüşte yoğun yağmurda ıslandığım için hastalandığımı ve sonrasında epey yatmak zorunda kaldığımı hatırlıyorum.

Sonuçta son hakkımı da kullanamadım ve kaydım silindi. Cenazeye katıldığım için hiç pişmanlık duymadım.

Daha sonra aftan yararlanarak yeniden öğrencisi oldum Hukukun. Bu defa da Almanya’da görevlendirildiğim için devam edemedim. Ama buradaki geçmişim işe yaradı ve sayesinde Mainz Johannes Gutenberg Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kayıt yaptırdım. Almancamı geliştirmede çok faydası oldu ama ne yazık ki burayı da tamamlayamadım.

Bu röportaj sayesinde sonradan çıkan Af Yasasından yararlanarak halen Ankara Hukuk Fakültesi öğrencisi olduğumu da hatırlamış oldum.

1981 yılında evlendim. 82 ve 85 doğumlu iki kızım var. 2019 yılı 15 Haziran’ından beri Mert’in dedesiyim.

1987 yılında İstanbul Üniversitesi’nde Master programına başlamışken aynı sene TODAİE’yi de kazanmıştım. 1. Yarıyıl bittiğinde yurtdışına tayinim çıktı. Her iki programda da kaydımı dondurdum.  Görevim 6 yıla yakın sürünce buralardaki kayıtlarım da silinmiş oldu maalesef.

Yurtdışı tayinim çıktığında Genel Müdürlükte çalışıyor, Hukuk Fakültesi’nde okuyor, aynı zamanda hem TODAİE,  hem de İstanbul Üniversite’sinde Master yapıyordum.

Bazıları, “bunlar bırakılıp yurtdışına gidilir mi?” diye sorabilir.

Hiç tereddüt bile etmedim. Kalırsam kendi kariyerimde önemli adımlar atabileceğimi hesap etmeme rağmen, yurtdışı deneyimini gerek kendim ve gerekse ailem için daha değerli gördüm. Ve bu kararımdan da hiçbir zaman pişmanlık duymadım.

2.Polis Koleji’ne nasıl ve ne zaman girdiniz?

Polis Koleji’ne 1974 yılında girdim. Giriş öyküm biraz ilginç. Ortaokul son sınıfta öğretmen açığı sebebiyle Beden Eğitimi dersimize o dönem İstanbul Toplum Zabıtası Müdürlüğü’nde sanıyorum Komiser olarak çalışan Şakir Özdemir (Panzer Şakir) diye bir ağabeyimiz gelmeye başlamıştı. Beden Eğitimi dersleri okulun bahçesinde yapılırdı. Havanın yağışlı olduğu bir gün mecburen sınıfta sohbet şeklinde geçiyordu. O gün Polis Koleji’ni anlattı bizlere. Hiç unutmadım. “O kadar güzel bir okuldur ki, örneğin; iki arkadaş kavga mı ettiniz? O gece sizi yatağınızdan kaldırırlar, bahçede çalışır vaziyette beklemekte olan bir helikoptere bindirirler ve ıssız bir adaya bırakırlar. Yanınıza hiçbir şey vermezler. Onbeş gün sonra gelip aldıklarında, ıssız bir adada hayatta kalmak için ortaklaşa vermek zorunda kaldığınız yaşam mücadelesi neticesinde artık siz ayrılmaz birer arkadaş olmuşsunuzdur.” diye anlattı Polis Koleji’ni. Bu hikayeyi ağzı açık bir şekilde dinledikten sonra o gün aynı sırada oturan üç arkadaş Polis Koleji’ne gitmeye karar verdik. Bilgisi vardır ihtimaliyle doğruca Kumkapı Motorlu Vasıtalarda (güncel adı Ulaştırma Müdürlüğü galiba) Polis Memuru olan rahmetli babamın yanına gittik. Polis Koleji hakkında fazla bir bilgisi olmasa da yönlendirmesiyle Gayrettepe’deki 3. Şubeye gidip işlemlere başladık. Şimdi düşünüyorum da o yaştaki şimdiki zamanın çocukları bu işleri tek başlarına yapabilirler mi acaba? Etiler Polis Okulu’nda yazılı sınava girip kazandıktan sonra mülakat için Anıttepe’de bulunan Polis Koleji’ne babamla birlikte geldik. Şakir Özdemir’in anlattığı okulla uzaktan yakından alakası yoktu. Kendi kendime, “okuyacağımız yer burası değildir tabii ki, sonuçta gelenlerin yarısı kazanamayacak. Herkese gösterecek halleri yok ya, esas okulu sadece kazananlar görebilecektir” diye düşünüyordum. Unutamadığım bir an da, sınav sonuçlarının okul bahçesinde bekleyen bizlere anons edilmesi anıdır. İsimler kazanma sırasına göre okunmuş. İsmimi 2. Sırada duyunca çok sevinmiştik. Babam da ödül olarak İstanbul’a uçakla döneceğimizi söylemişti. Bileti almak için THY ofisine gittiğimizde, belki bilet fiyatlarının babama yüksek gelmesinden belki de uçak saatinin tersliğinden yine otobüsle dönmüştük İstanbul’a.

Birlikte yola çıktığımız diğer arkadaşlarım maalesef daha yazılı sınavda başarılı olamamışlardı.

Aynı yıl Kuleli Askeri Lisesi’nin sınavlarını da kazanmama rağmen Polis Koleji’ni görmek için sabırsızlıkla beklemeye başladım.

Sonunda Kolejli oldum.

1978 yılında Polis Enstitüsü boykotu sonrası hepimiz Polis Memurları olarak kadrolara gönderildiğimizde İstanbul Aksaray Karakolu’nda çalışıyordum. Şakir Özdemir de Fatih İlçe Amiriymiş. Bir gün karakolu denetlemeye geldiğinde kendimi tanıtarak sayesinde (!) nasıl Kolejli olduğumu anlattım. Anlatırken biraz da mahcup etmeye çalıştım kendisini. “Fena mı ,sayemde Kolejli olmuşsun” diyerek gülüp geçtiğini hatırlıyorum.O yüzden burada da bahsetmekte sakınca görmedim. Umarım sağ ve sağlığı yerindedir. Allah selamet versin. Evet, sonuçta O’nun sayesinde olmuştu.

3.Nerelerde çalıştınız?

Mezun olduğum yıl kuraya girmeyerek kendi isteğimle ailemin yaşadığı İstanbul’da çalışmaya başladım.

O yıl 105 kişi mezun olmuştuk. Gönderilen kadrolar arasında İstanbul Genel Hizmet yoktu. Bu yüzden mecburen İstanbul Toplum Zabıtası’nı seçmiştim. O zaman müdür yardımcılığı yapan Adil Dalgıç’la epey bir muhabbet yapmak zorunda kalmıştık. Kuralar O’nun odasında çekilecekti. Tabii herkes kapıda sıraya girdi. Ben en önde olarak odaya ilk girdiğimde;

– “Nereyi istiyorsun?”diye sordu.

– “İstanbul  Genel” dedim.

– “Ondan yok. Mersin Genel vereyim, bu listede en iyi yer burası. Zaten 2 tane var.”

– “Ama ben İstanbul’a gitmek istiyorum.”

– “O zaman Toplum’u isteyeceksin.”

Tabii bende büyük bir hayal kırıklığı oldu. En az 5-6 dakika boyunca bu şekilde karşılıklı atışmaya başladık. Ben; o kadar üzülmüştüm ki, biraz ukalalaştığımı hatırlıyorum. Adil Bey ise babacan bir şekilde beni Mersin’e ikna etmeye çalışıyordu. Kapının dışındakiler homurdanmaya başlamışlardı. Mecburen İstanbul Toplum Zabıtası’nı istedim.

O yıl dereceye giren ilk beşimiz de Toplum Zabıtasını istemek zorunda kaldık. Atamalarımızı Genel Hizmet olarak değiştirmek için epey bir mücadele verdik. En sonunda Emniyet Genel Müdürü İsmail DOKUZOĞLU’nun’ yanına gittik. Allah rahmet eylesin, O da bizleri, “Toplum Zabıtası’nın sizin gibi amirlere ihtiyacı var” diyerek geri çevirmesine rağmen hepimizin tayinleri Genel Hizmet olarak geldi. Bizlere tatlı bir sürpriz oldu tabii.

Önce 2. Şube Müdürlüğü (Asayiş Şube Müdürlüğü)’nün Ekipler Amirliği’nde sonra 2. Kısım’da (Hırsızlık Masası) görev yaptım. 12 Eylül İhtilalı’nın sonrasında İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün bazı şubelerinde özellikle yönetim kadrolarında köklü değişiklikler yapıldı. O sırada Narkotik Şube’ye atanan bazı abilerimizin yeni bir kadro kurma çalışmaları sonucu, haberim olmaksızın yapılan istek üzerine kendimi Narkotik Şube’de buldum. Atamamı öğrendiğimde hoşlanmasam da sonradan “iyi ki narkotikçi olmuşum”, dedim. O tarihte her ikisi de Başkomiser olan ve beni şubeye aldıran Hüseyin Bilgütay ve Murat Dündar abilerime bu vesileyle tekrar teşekkür ediyorum.

Kaçakçılık Daire Başkanlığı’nın kurulması, ardından illerde Narkotik Şube Müdürlüklerinin yapılandırılması, Narkotik kurslarının açılması gibi faaliyetler sonrası, narkotik kurslu olmam nedeniyle 1982 yılında Ağrı Narkotik Şube Müdür Vekili olarak tayinim geldi. O zamanki tabiriyle Nokta Tayin. İstanbul Emniyet Müdürü rahmetli Şükrü Balcı, ilişiğimin kesilmemesi için talimat verse de ancak 1 yıl direnebildik ve 1983 yılında şark görevim için Ağrı’ya gitmek zorunda kaldım.

Askerliği de, şark görevim sırasında Burdur’da 4 ay kısa dönem olarak yapıp, aradan çıkarmış oldum. 1986 yılında Kaçakçılık Daire Başkanlığı’na geldim. Önce Merkez Narkotik Şube’de Büro Amiri olarak, bir müddet sonra da Daire Başkanımız Atilla Aytek’in yanında Bürolar Amiri olarak çalıştım. Bu görevim sırasında (Mart 1988)ve Atilla beyin diretmesiyle (ki o dönem Personel Daire Başkanı Muharrem Tozçeken ve Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Nusret Miroğlu atanmama şiddetle muhalefet etmişlerdi.) teşkilatımız için bir ilk olan Almanya Narkotik İrtibat Görevliliğine gittim. Rahmetli Atilla Aytek’in hakkını ödeyemem. Bir teşekkürüm de o sırada Emniyet Genel Müdürümüz olan Saffet Arıkan Bedük büyüğüme. Az önce bahsettiğim kişiler, atama işlemlerimi başlatan yazıyı paraflamadılar. Ama Sn. Bedük buna rağmen doğrudan imzaladı. Genel Müdür unvanıyla imzaladığı son belge olabilir. Çünkü Ankara Valiliği’ne atanmıştı kendisi.

O dönem teşkilatımızın yurtdışı yapılanması yoktu. Frankfurt Başkonsolosluğu Uzman Müşaviri kadrosuyla atandım. Başkonsoloslukta akrediteydim ama Wiesbaden’daki Bundeskriminalamt (BKA)’da Türk Narkotik İrtibat Görevlisi olarak altı yıla yakın bir süre çalıştım.

1993 yılı Kasım ayında Türkiye’ye döndüm. Burayı biraz açmak isterim. Bu göreve giden ilk kişi olduğumu söylemiştim. Giderken ne kadar süre kalacağım belli değildi. Ama Dışişleri Bakanlığı Kanunu’nda Uzman Müşavirlerin en fazla 4 yıl için atanabileceği hükmü bulunuyordu. Buna rağmen 6 yıla yakın bir süre bu görevde kaldım. Bu kadar süre kalmamda benim en ufak bir dâhilim yoktu. Yerime tayin edilmesi düşünülen her kişide belli aşamalarda sorunlar çıkıyordu ve ben eşyaları toplamış vaziyette beklemeye devam ediyordum. Dışişleri Uzman Müşavirleri yasa gereği İçişleri Bakanı, Dışişleri Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın imzalayacakları 4’lü Kararname ile atanabiliyordu. Yanlış hatırlamıyorsam beni 6. Kez düzenlenen Kararname ile ancak değiştirebildiler. Daha önce kararnamesi hazırlanan 5 farklı isim de değişik aşamalarda tayin edilmekten vazgeçilmişlerdi.

Döneceğim netleştiğinde, Mestan Şener ve Nejdet Menzir müdürlerimin isteğiyle İstanbul Narkotik Şube Müdürü olarak öngörülmüştüm. Kamil Tecirlioğlu Müdürüm de desteklemiş ve Emniyet Genel Müdürü olan Mehmet Ağar’ın olurunu almışlardı. Olurunu almışlardı diyorum, çünkü kendisi de beni Merkez Narkotik Müdürü yapmak istediğini söylemişti.

Bu sırada Mestan Şener terfi ederek İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı olmuş ama benim dönüşüm beklendiği için Narkotik Şube’ye herhangi bir atama yapılmamıştı. Mestan Şener müdürüm şubeye de bakıyordu.

Türkiye’ye döndüğümde büyük bir sürpriz beni bekliyormuş meğerse. Personel Daire Başkanlığı, 6 sene önceki rütbemi esas aldı ve beni Emniyet Amiri olarak başlattı. Müdür rütbemi İdare mahkemesine açtığım davayla ancak 6 ay sonra alabildim. Bu durumda planlar uygulanamadı tabii ve Nejdet Menzir’in yapmayı planladığı tayinlerde zorunlu değişiklikler oldu. Örneğin; İsmail Çalışkan abim Bakırköy Müdürlüğü’nden Asayiş Şube Müdürlüğü’ne gelecekken Narkotik Şube Müdürü oldu ve ben de yardımcısı olarak başladım. Mestan Şener ve İsmail Çalışkan ağabeylerime buradan bir kez daha teşekkür ediyorum. Gerek amir kadrolarının kolejli kardeşlerimizle değiştirilmesinde ve gerekse çalışmalarımızda beni oldukça özgür bıraktılar. Onlarla çalışırken meslek hayatımın en keyifli yıllarını yaşadım diyebilirim.

15 yıla yakın süren Narkotikçiliğim, 1995 yılında İstanbul’da yaşanan Gazi olayları sonrası, Çevik Kuvvet’in yeniden yapılandırılması kapsamında Necdet Menzir müdürümüzün talimatıyla bu şubeye atanmamla sona erdi. Almanya tecrübem ve Bundeskriminalamt’daki ilişkilerim sayesinde Çevik Kuvvet’in gerek eğitim ve gerekse teçhizat konusunda yeniden yapılandırılmasında katkı sağlayıp kısa bir süre sonra Narkotik Şube’ye döneceğimi ifade etmişti rahmetli. Plana göre İsmail Çalışkan ağabey Emniyet Müdür Yardımcısı olacaktı ben de Narkotik Şube Müdürü. Menzir’in istifa etmesiyle plan suya düştü tabii. Orhan Taşanlar, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne atanmış ve o zamanki söylemlerle kendi ekibini beraberinde getirmişti. Orhan TAŞANLAR ile tanışmıyorduk o zamanlar. Kendisini emekli olduktan sonra tanıdım. Tanıdıkça da saygım ve sevgim inanılmaz arttı.

Yapılan atamalarda Otogar Şube Müdürü olarak değerlendirildim. Herhalde İstanbul’dan gönderilmesi istenen kişiler arasında ben de vardım ki, hayatımdaki rol modellerden birisi olan büyüğüm, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Kamil Tecirlioğlu’nun uyarısı, yönlendirmesi ve destekleriyle muhtemelen Şark’a gönderilecekken 1996 yılında Şube Müdürü olarak Genel Müdürlük Dış İlişkiler Daire Başkanlığı’na geldim.

Hayat normal akarken, Recep Gültekin’in bilmem kaçıncı kez Dışilişkiler Daire Başkanı olmasıyla birlikte benim de meslek hayatım sonlara gelmeye başladı. O’nun talebiyle Ağrı’ya tayinim çıktı. Tesadüf ilk şark görevimi de Ağrı’da yapmıştım. Emekli olmaya karar verdim. Emniyet Genel Müdür Yardımcısı olan Ramazan ER müdürüm, emekli olmamam konusunda ikna edici bir konuşmayla tayinimi, görev süresi 2 yıl olan Tunceli olarak değiştirdi. Sağ olsun. Kendisi de değer verdiğim ağabeylerimin başında gelenlerdendir. Tunceli’ye gittim ama hiç görev yapmadan emekli olma niyetiyle yıllık izne ayrıldım. Personele bakan Emniyet Müdür Yardımcısı devrem Mürsel Genç’e boş tarihli bir emeklilik dilekçesi imzalayarak bıraktım. Yıllık iznim bitince de sağlık raporu aldım ve verdiğim karar öncesi özel sektörde ne yapabilirim diye araştırmalara başladım.

Ankara’da yaşayacağımız kesin ama ne yapacağım belli değildi.

Kendi işimi yapma planları kurarken, Asayiş Daire Başkanlığı’nda çalışan Levent ÇALIŞKAN kardeşimin yönlendirmesi ile Tepe Gurubu ile tanıştım. O sırada Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali’nin özelleştirilmesi yapılmış, büyük ortağı Tepe olan TAV Şirketi ihaleyi kazanmış ve terminal inşaatı tamamlanmak üzereydi. İlk defa bir havalimanında Özel Güvenlik Teşkilatı kurulması gerekiyordu ve bana bu teşkilatı kurmak üzere Yusuf Vehbi DALDA’ya teklif götürdüklerini, kendisinin kabul ettiğini ve yanına yardımcı olarak birini aradıklarını, bu işi yapıp yapamayacağımı sordular. Yusuf ağabeyin ismini duyunca olabileceğini söyledim ama hemen kabul etmedim.

Düşünüp, ailem ve bazı büyüklerime danıştım. Henüz karar aşamasındayken tekrar aradılar ve Yusuf Vehbi DALDA[1] ağabeyin teklifi kabul etmeyerek kendilerine teşekkür ettiklerini, bu durumda beni Müdür olarak çalıştırmak istediklerini ifade ettiler. Bunu kabul ettim ve göreve başlamadan önce ailemle birlikte tatile çıktım. Tatil dönüşü İstanbul’da ailemin yanında konakladığımız gece 17 Ağustos depremi gerçekleşti. Yaşananları çok kişi hatırlayacaktır. Bunu gerekçe göstererek kabul edemeyeceğimi, zira İstanbul’da yaşamak istemediğimizi söyledim.

Bu defa, istersem, yeni kurulan Tepe Savunma ve Güvenlik Firması’nında Koordinatör olarak çalışabileceğimi, Havalimanı Özel Güvenlik Birimi’nin de bana bağlı olacağını, dolayısıyla İstanbul’da yaşamama gerek kalmadan da Ankara’dan yönetebileceğimi söylediler. Benden de, İstanbul’da bu teşkilatın başına getirebilecek birisini bulmamı istediler.

Hemen devrem Yusuf ACIBİBER’i arayarak, bu pozisyonu kendisine teklif ettim.

İlk aklıma gelen kişinin Yusuf olmasının bir sebebi vardı. Yukarıda bahsetmiştim. İşe başlamadan önce son bir tatil yapmak için Kuşadası’na gitmiştim. Yusuf da Kuşadası ilçe müdürüydü. Kendisiyle görüştüğümde, kendisine de bahsetmiş, henüz kararsız olduğumu, bu konudaki fikrini sormuştum. “Bana teklif etselerdi hiç düşünmeden kabul ederdim. Bence kabul etmelisin” demişti. Geçmişte Atatürk Havalimanı Şube Müdürlüğü de yapmıştı. Havalimanının özelleşmesi ve yeni dönemdeki işletmesinin nasıl olacağı konularında kısmen bilgisi vardı. Emniyet Müdür Yardımcılığı’na terfi ettiği için Aydın’a gidip gitmemek konusunda tereddüt yaşıyordu zaten. Teklifi kabul etti.

Böylece ben Tepe Savunma ve Güvenlik Şirketi’nin Ankara’daki merkezinde, Yusuf da bir süre sonra emeklilik işlemlerini hallederek Atatürk Havalimanı Özel Güvenlik biriminde işe başladık.

4.Erken sayılacak yaşta emekli oldunuz, sebepleri nelerdir?

Evet. Emekli olduğumda henüz 40 yaşındaydım.

İlginç bir tesadüfle, aynı zamanda Polis Koleji’ndeki numaram olan 1999’da bitirmiş oldum Polisliği.

En önemli sebebim; teşkilattaki bazı yapılanmalar ve olayların gelecekle ilgili beklentilerimin tamamen kaybolmasına yol açmasıydı.

Ayrıca; büyük kızım Bilkent Üniversite’sinde okuyor, Tevfik Fikret Lisesi’nde olan diğer kızım da üniversite tahsilini aynı yerde sürdürmeyi planlıyordu. Onlardan ayrı kalmak istemeyişim de diğer bir gerekçemdi.

Esasında erken emekli olmayı hiç düşünmez ve hatta erken ayrılanlara biraz da sitem ederdim.

Emekli olduktan sonra her geçen zamanda “doğru bir karar verdiğimi” söylemişimdir kendime.

5.Emekli olduktan sonra Özel Güvenlik sektöründe çeşitli aşamalarda uzun süredir çalışıyorsunuz. Özel sektöre intibakınız nasıl oldu ve neler yaptınız?

Emekli olmaya karar verdiğimde özel sektörle ilgili herhangi bir planım yoktu. Ama kendime olan güvenim ve inancım bundan sonraki hayatımı özel sektörde geçirme düşüncemi kuvvetlendiriyordu.

Nitekim, sivil çalışma hayatıma başladığımda hiç yabancılık çekmedim diyebilirim. Çalışan veya işveren olarak gerek ailem ve gerekse mesleğimde edindiklerimin özel sektörde de beni farklı yerlere taşıdığını gözlüyordum.

  1. Özel güvenlik sektöründe de neredeyse Teşkilat’taki süre kadar çalışıyorsunuz, halen Türkiye’deki en güçlü bir şirkette yönetici konumundasınız, sektörü nasıl değerlendiriyorsunuz, yasal ve uygulama eksikleri var mıdır? Yakın zamanlarda başlatılan Kamu-Özel Güvenlik İşbirliği (Kaan) Projesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet sevgili ağabeyciğim, sektörde 21 yılı bitirmek üzereyim. Şunu hemen söylemeliyim ki; ülkemiz Özel Güvenlik alanındaki uygulamalar bakımından birçok Avrupa ülkesinden ileri seviyede bulunmaktadır. 2004 yılında yürürlüğe giren 5188 Sayılı Özel Güvenlik Kanunu, henüz bazı hususlarda eksikliği hissedilse de amacı ve hazırlanışı bakımından çok başarılı bulduğum bir kanundur. Bu kadar yaygın bir coğrafyada, günümüz itibariyle 1.500’e yakın şirket ve 300.000’i aşkın bir çalışan sayısına ulaşmasına rağmen bazı örgüt ve çıkar guruplarının aracı haline gelememiş olması vurgulamak istediğim önemli bir kriterdir. İnanıyorum ki, hiçbir zaman da olamayacaktır. Tabii ki geliştirilmeye ihtiyaç vardır. Özel güvenlik alanında çalışan kesimin, henüz emekliliklerini ve kariyerlerini planlayacakları bir meslek olarak gördüklerini söylemek için biraz daha zamana ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Çalışanların en büyük beklentisi; yıpranma hakkı, görevi başında malul ve şehit sayılmak vb. bazı sosyal haklarının da düzenlenmesidir.

İzninle, buraya sizinle ilgili bir paragraf koymak istiyorum.

Özel Güvenlik Sektörü’nde çalışan çoğu kişi hatırlıyor olabilir ama ben yine de unutanlar varsa diye söyleyeyim: Bu sektör, bu noktaya gelmişse, bunda sizin payınız ve emeğiniz çoktur. Eğer bir gün birisi Özel Güvenliğin tarihini yazarsa, eminim ilk sırada sizin isminizden bahsedecektir.

Kaan Projesi; sizin de bildiğiniz gibi, özel güvenlik görevlilerinin görev yaptıkları alanlarda, genel kolluk ile etkili bir işbirliği içinde bulunmaları amacıyla hayata geçirilmiştir. Kamu tarafından bakınca, çok faydalı olabilecek bir uygulamadır. Düşünsenize; yaklaşık 300.000 civarında aktif güvenlik görevlisi bir nevi polisin gözü kulağı olabilecektir. Cep telefonlarına indirdikleri aplikasyonlar sayesinde anında polise istihbarı bilgi ulaşmış olacaktır.

Tabii, uygulamada, özellikle Güvenlik Şirketleri ile hizmet alan kurumları da zaman zaman karşı karşıya getirebilecek bir yönü olabilir.

Uygulamanın nasıl olacağını hep birlikte göreceğiz.

7.Son dönemde Polis Koleji ve Akademisi kapatıldı, nasıl değerlendiriyorsunuz? Derneğimiz Polis Akademisinin yeniden açılması için bazı girişimlerde bulunmayı planlıyor, bu konuda görüşleriniz nelerdir?

Hep söylediğim bir laf var. “Polis Koleji açılmadan ölürsem gözüm açık gitmiş olurum”. Muhakkak her kolejli için özel bir yeri vardır okulumuzun. Benim için de öyle. İnsan hayatında çok önemli sayılan yılları yaşadık orada. Farklı aile ortamları, farklı kültürler, farklı dünya görüşlerimiz olsa da kolejlilik herkesi tekleştirip birleştirebiliyordu. Oradaki yaşantı, kimilerimiz için kısıtlı imkanlar olurken bazılarımız için bulunmaz nimetti ama aynı Çatı Altı’ydı.Camiadaki herkes mükemmel olmayabilir ama benim için kolejlidir. Kapatılmasına gerekçe olarak çok kişinin dile getirdiği konuya,yani; adını bile söylemek istemediğim bazı odakların yuvası haline getirildiği için kapatıldığına çok inanmıyorum. Benim hissiyatıma göre; kuruluş tarihi Atatürk’ümüzün öldüğü yıl olup, O’nun talimatıyla kurulduğunun zikredilmesi kapatılması için daha önemli bir sebep gibi geliyor bana. İşte bu yüzden açılmasını çok istiyorum. Bir konuyu daha ifade edeyim. Kolej ve Akademi sembolik olarak bir bütün ve birbirini tamamlayıcı iki unsurdur benim için. Söylediklerim her ikisi için de aynı değerdedir.

Derneğimizin bu konudaki çabalarını gönülden destekliyorum ve aynı zamanda teşekkür ediyorum.

8.Emniyetten emekli olup /ayrılıp özel sektöre geçmek isteyen meslektaşlara ne gibi önerileriniz olabilir?

Yukarıda da ifade etmiştim. 21 yıldır bu sektördeyim. Başta siz olmak üzere sektöre emek veren en eskilerden birisiyim. Faal olarak teşkilatta çalışan Kolej ve Akademi mezunu arkadaş ve kardeşlerime öncelikle mesleklerini emekliliklerini hak ederek tamamlamalarını öneririm. Hatırlayanlar olacaktır, prensip olarak çok uzun yıllardır, henüz ayrılmamış olan kardeşlerimle iş görüşmesi yapmam. Kolej ve Akademi’de aldıklarının karşılığını emekliliklerini hak ederek vermeleri gerektiğini düşünürüm. Özellikle çocuklarının, annenin/babanın mesleği nedir?” sorusuna “Emekli Emniyet Müdürüdür” demelerini isterim. Tabii ki; farklı sebeplerle yollarını ayırabilir insanlar. Buna da saygı duyarım. Ayrıldıktan sonra kapımı çalan kardeşlerime sonuna kadar açarım.

Özel Güvenlik, emniyet kökenli arkadaşlarımızın bir başka iş yapmak istediklerinde akıllarına gelen ilk sektör olmaktadır. Bu durumda kendilerine önerim, doğrudan işveren olarak şirket kurmak yerine, önce uygun bir firmada çalışan olarak bulunmalarıdır.

[1] Kızlarımın eğitimi etkilenmemesi için Ankara’da kaldım ve Türkiye’deki Birleşmiş Milletler Temsilciğinde Güvenlik Sorumlusu olarak 3 yıl hizmet verdim (YVD-Editör)