Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

POLİSLİĞE BAŞVURANLARDA ASKERLİK ŞARTININ KALDIRILMASININ POLİS-HALK İLİŞKİLERİNİN ve POLİS İMAJININ İYİLEŞTİRİLMESİNDEKİ ROLÜ

Ali Dikici*

                                                                       

 

               Giriş

               Günümüzde Polis-Halk ilişkileri ve polisin imajı sürekli gündemde kalan ve iyileştirilmesi için devamlı çaba gerektiren olgular. Halkla sürekli etkileşim ve iletişim içerisinde olan polis için bu olgular, artık en önemli sorunlardan birisi haline gelmiştir. Çağdaş yönetim ve çağdaş polislik, yakalanan suçlu ile değil suç ve suçluların azaltılması ile suçu önlemede halkın katılımının sağlanmasından geçmektedir (Polis-Halk İlişkileri ve İletişim, 1995:2) Halkın, polisin işlerini kolaylaştırıcı bir katılımın sağlanması, halkla sağlıklı iletişim kurmaya yönelik olarak halkın beklentilerinin tesbiti ve onların karşılanması ile ancak mümkün olabilir.

               Halkın isteklerine karşılık ‘Halka Yakın Polis’ anlayışı ortaya çıkmıştır. Halka yakın polis, duygularını kontrol edebilen, karşısındaki kişiye göre davranış biçimini anında seçebilen, uygulamalarının nedenini açıklayabilen, kurallara öncelikle kendisi uyan, kararlarını kesin fakat yumuşak bir dille ifade edebilen, kendisine güvenle yaklaşılan, adil, tarafsız, dürüst bir kişiliğe sahip olan polistir (Polis-Halk İlişkileri ve İletişim, 1995:52).

            Halkımız bahsettiğimiz bu noktalarda polisimizi ne kadar yeterli buluyor? Günümüzde yapılan araştırmalar halkın polislerin sempatik olmayan tutumları ve baştan savma davranışları ile hayal kırıklığına uğradıklarını ve bu konunun çözümüne yönelik olarak iyi bir polis anlayışı, iyi bir polis imajının oluşturulması gerektiği konusundaki isteklerini ortaya koymuştur. 1995 yılında gerçekleştirilen bir çalışmada tespit edilen bu sorunlar şöyle sıralanmaktadır (Barkan, 1995:11):

 

               1- Vatandaş polise arzulanan düzeyde yardımcı olamıyor.

           2- Vatandaşa verilen hizmet “standart” olamıyor. Polisin gerek karakollarda gerekse toplumsal olaylarda müdahale esasları standart davranış kalıplarına uymuyor.

               3- Karakol henüz çekici kılınamamış, vatandaş halen karakola gelmeye çekiniyor.

          4- Vatandaş polise güveniyor ama aynı zamanda ondan korkuyor. Polis’in olumsuz davranışı vatandaşın korkusunu artırıyor.

              5- Polis teşkilatı hakkında geçmişten kaynaklanan olumsuz izlenim henüz giderilmiş değil.

 

         Bursa ilinde yapılan bir anketten benzer olumsuzluğun hala devam ettiği anlaşılmaktadır: “Katılanların %44’ü polisin görevini yerine getirirken tarafsız olmadığını, %66.4’ü  Polisin Halkla ilişkilerinin yetersiz olduğunu söylemişlerdir (Çelik, 2001:45).

               Karşılaşılan bu sorunları gidermede en önemli vasıtalardan birisi profesyonel manada tam yeterliliğe sahip polislerden oluşan bir polis örgütüdür. Günümüzde polislik bir takım temel vasıflara sahip olmayan ve mesleğin getirdiği zorlukları göğüslemekten uzak insanların yapamayacağı profesyonel bir meslek haline gelmiştir. Polislik, dünyada her türlü insanla çalışmak zorunda kalan  nadir mesleklerden birisidir. Bu nedenle belirli bir eğitim, kültür ve sosyal yapıdan uzak olarak yetişmiş insanları polislik mesleğine almak ve kısa bir eğitimden sonra bu insanlardan iyi polislik yapmalarını beklemek fazla iyimserlik olur. Polislik için temel gereksinimlerden uzak insanları, kişiliklerinin oturduğu ve dünya görüşlerinin şekillendiği belirli yaşlardan sonra bu durumlarından soyutlayarak eğitip şekillendirmek çok zordur. Polisin  halkla sağlıklı bir iletişim kurabilmesi için  en az onlar kadar gelişmiş, eğitilmiş ve yetişmiş olması gerekir. Aralarında eğitsel, kültürel, sosyal, ekonomik uçurumlar olan polis-halk ikilisinin iletişim kurması, birbirlerine güven telkin etmesi ve beklentilere doyurucu oranda cevap vermesi beklenmemelidir.

               Bu çalışmada üzerinde durulacak husus, polisin halkla yaşadığı sorunları giderecek, iyi ve profesyonel polislerden oluşmuş bir polis teşkilatına kavuşmada ilk basamak olan personel seçiminde önemli bir husus olarak gördüğümüz askerliğini yapmayanların polisliğe alınması olacaktır. Bu bağlamda, askerliğini yapmadan polisliğe alınanlarla askerlik yaptıktan sonra polisliğe alınanlar arasındaki fark ve bunların teşkilatımıza kazandırdıkları/kaybettirdikleri tartışılmaktadır.

 

                Adayların  Nitelikleri ve Sosyo-Kültürel  Yapıları

         Emniyet teşkilatına eleman alımında dikkat edilecek önemli bir husus adayların, eğitim, sosyal, kültürel, mesleki yapılarıdır. Yapılan araştırma ve tespitlerde, polis memurlarının kaynağını dar gelirli ve iş bulamamış kitleler oluşturduğu görülmekte (Poliste Eğitim Sorunları, 1995), polislik mesleği, adeta mesleksiz ve işsiz kimselerin girebilecekleri bir istihdam deposu olarak görülmekte ve üniversiteyi kazanamayan gençler polisliğe müracaat ederek kısa ve kolay yoldan hayatlarını kazanmak istemektedirler (Fındıklı, 2001:105). Nitelik olarak polislik gibi profesyonel bir mesleğin gerektirdiği vasıflardan uzak adayların bir çoğu iş bulmak için her yolu denemiş, girdiği sınavlarda başarısız olmuş, belirli bir mesleki nitelikten yoksun, en son çare olarak ve devlet imkanlarına sırtını dayamak duygusuyla polisliğe başvurmuş insanlardan oluşuyor. Bununla ilgili olarak insanların polisliği meslek olarak seçmeleri üzerine yapılan araştırmalardan benzer neticeler ortaya çıkmaktadır. Örneğin “neden polis oldukları” sorulan bazı polislerden alınan cevaplar şöyledir:

 

              — Okulu bitirdikten sonra iş garantisi var/ Geleceğimi garanti altına almak için (Deniz, 1997; Sönmez, 2003:108)

              — Yapacak başka bir iş bulamadımda ondan (Aktüel, 1993:7).

              — Ne yapayım ? Ancak liseyi bitirebildim (Milliyet-Aktüalite, 1988:4).

              — Maddi olanakları çok iyi olduğu için / Polislik forslu meslek olduğu için. (Dündar, 1978:30)

          Geçmiş yıllarda Polis okulu öğrencileri arasında yapılan bir anketten çıkan ve bu iddiayı destekleyen sonuçlara göre, adayların lise eğitimlerinden sonra öğrenimlerine uzun süre ara verdiklerini, polisliğe başvurmadan önce uzun yıllar iş aradıklarını ve bu arada askerliklerini yaptıklarını ortaya koymaktadır. Örneğin erkek öğrencilerin  %54.25’i liseden sonra öğrenimlerine en az altı yıl ara vermiştir (Deniz, 1997). Benzer şekilde polisliğin en son çare olarak seçilen bir meslek olup olmadığı sorulan öğrencilerden neredeyse yarıya yakını (%47.1) ‘evet’ cevabını vermişlerdir. Adayların %47.96’nin liseyi bitirme derecesi ‘orta’dır (Deniz, 1997). Polisin muhatapları olan kişiler, ahlaksız, hırsız, katil, asalak tipler olup, bu nevi iş ve kişilerle uğraşmak kimseye çekici gelmemektedir. Ancak polislik mesleğine girenler, işsizliğin büyük boyutlara vardığı ülkemizde, mesleğin prestijini düşünecek lükse sahip değildirler. Bunlar için polislik bir ekmek kapısıdır (Fındıklı, 2001:104). Oysa  eğitim, sosyal ve kültürel yönlerden zayıf, polisliği kendisine ideal bir meslek olarak seçmeyen, sadece başka bir iş bulamadığı için mecburen polis olmaya karar vermiş  insanların polis yapılması yanlıştır. Çünkü toplumun düzenini sağlayacak, devletin otoritesini koruyacak, bireylere tarafsız davranacak kişilerin daha önce kendisini beğenmeyip iş vermeyen, onu küçük gören kişilere önyargılı bakmaması güçtür (İçelli, 1988: 4).      

           Bu insanların gerek eğitimleri esnasında gerekse ileriki meslek yaşamlarında vazgeçilmez bir olgu olarak, sosyal ve kültürel açıdan olgunluk, toplumla kaynaşabilme, toplumun sahip olduğu değer yargılarına ters düşmeden onlarla gereken diyaloğu kurabilme, kendine güvenme, muhatap olduğu insanlar karşısında ezilmeden ve aşağılık hissine kapılmadan, onlara önyargılı yaklaşmadan sorunlarına çözüm bulma gibi bir takım özellikleri bünyelerinde barındırmaları gerekmektedir. Bu özellikleri taşımayan ve polisliği en son çare olarak seçmiş insanlar, meslek yaşamlarında kendi haklarını arama medeni cesaretinden yoksun ve kendilerine uygulanan haksızlıklara boyun eğen, çektikleri mesleki sıkıntıların karşılığını yasal olmayan yollardan telafi etmeye kalkışan insanlar haline gelmektedir.

            Bu noktaya kadar bahsedilen adayların geldikleri yer, kişilik ve çevre itibarıyla karşılaşılan olumsuzlukları gidermenin en temel yolu nitelik ve nicelik olarak, istenen seviyedeki insanların polisliğe başvurmasının temin edilmesidir. Bu noktada askerliğini yapan/yapmayan adayların polisliğe alınması tartışmamızın temel noktasını oluşturmaktadır.

                          

               Polisin Değişen İmajı ve Askerlik Sorunu

               90’lı yılların başında yönetmelikte yapılan bir değişiklikle askerliğini yapmayan adaylara da polis okullarına girme yolu açılmış ve binlerce askerliğini yapmayan insan polis olarak mezun olmuşlardır. Bu sayede liseden yeni mezun olmuş ve polisliği bir meslek olarak seçmeye karar vermiş genç adaylar emniyet teşkilatına bir ivme kazandırmış ve halkımızın teşkilat mensuplarımıza bakışını büyük oranda etkilemiştir. 1995 yılında yapılan bir anketten[1] halkımızın o yıllarda yetişen polislere karşı sempatiyle baktığı, onlarla daha iyi diyalog kurabildiğini ve en önemlisi kendilerine daha kibar ve anlayışlı davrandıkları sonucu çıkmıştır. Bunun temelinde çok çeşitli sebebler olmakla birlikte, üzerinde duracağımız sebep askerliğini yapmayanların polisliğe alınması olmuştur. Ancak o yıllarda artış gösteren toplumsal olaylarda polis, özellikle Çevik Kuvvet elemanları şiddetli bir eleştiri bombardımanına tutulmuş, yetkililer tarafından da polisin bu olaylarda kaba davranmasının ve  olayları kontrol etmede zorlanmasının başlıca sebebi olarak da askerliğini yapmamış polisler gösterilmiştir. Bazı teşkilat mensupları da “askerliğini yapmayan adaylarda disiplin ve mesleki formasyonun yeterli ölçüde kazandırılamadığı ve intibak güçlüğünün bulunduğu”nu ileri sürerek askerliğini yapmayanların polis okullarına kabul edilmemesini talep etmişlerdir (Polis’te Eğitim Sorunları, 1995:3). Daha sonraki yıllarda askerliğini yapmayan polislerin büyük oranlara ulaşması, yığılmalara ve yetişmiş iş gücü ve eleman kaybına yolaçması üzerine, askerliğini yapmayanlara polis olma yolları tekrar kapatılmıştır.

               2001 yılından itibaren Polis Okullarının iki yıllık polis meslek yüksek okullarına dönüştürülmesiyle müracaatlarda askerlik yapma şartı tekrar kaldırılmıştır. Bunun sonucu olarak ülkede mevcut iş imkanlarının iyice azalması gibi faktörlerin de etkisiyle polisliğe başvuran adayların sayısının arttığı ve dolayısıyla kazanan adayların eğitim seviyelerinin gittikçe yükseldiği gözlenmiştir. Bu ise halkımızın son zamanlarda polise bakışının olumlu yöne kaymasını daha da ivmelendirecektir. Çoğu kişi tarafından sık sık dile getirilen ‘başka hiç bir iş bulamadığı ve beceremediği için mecburen polisliğe başvurdu’ sendromunu aşmanın en güzel yollarından birisi, askerliğini yapmayanların polisliğe alınmasıdır. Çünkü, iş konusunda bütün yolları deneyip başarılı olamamış, bu arada vakti geldiğinden mecburen askerliğini de yapmış adaylar yerine, liseden yeni mezun olmuş, idealist duygular taşıyan, nisbeten polisliği bir meslek olarak benimseyip gönül rahatlığıyla teşkilata katılan gençlerin alınması daha akılcıdır.

               Polisliğe başvuran adaylarda askerlik şartı arandığı dönemlerde başvuruların oldukça az olduğu, bu şartın aranmadığı dönemlerde ise keskin bir artışın olduğu gözlenmiştir. Başvuran aday sayısının çok olması daha kaliteli insan seçmek için bir avantaj teşkil ederken, askerliğini yapmış olma şartından dolayı başvuran sayısında keskin bir düşüş olmuş ve bu nedenle istenen seviyede aday seçme alanı büyük ölçüde daralmıştır. Sayının azlığı, kaliteli insan seçiminde önemli bir handikap teşkil etmekte ve tespit edilen kontenjanı doldurabilmek için sınırlı sayıdaki bu insanların arasından bazen yeterli nitelikte olmayan insanlar ‘mecburen’ seçilmektedir. Geçmiş yıllarda örneğin 16-25 Eylül 1994 tarihleri arasında 17 Bölge merkezinde yapılan Polis Okulu Giriş sınavlarına 5.972 askerliğini yapmış, 52.403 askerliğini yapmamış aday katılırken, 1997 yılında yapılan sınavlara sadece askerliğini yapanların başvurabilmesinden dolayı yaklaşık 12.000 kişi müracaat etmiş ve bunlardan 10.000’e yakın aday polis okullarına alınmıştır. Bu nedenle yazılı sınavda 100 üzerinden neredeyse 30 alanlar bile polis okullarına kabul edilmiştir. Bu açıdan 2002-2003 Eğitim-Öğretim yılında Türkiye genelinde PMYO’larına yaklaşık olarak 88.000 kişinin müracaat etmesi sevindirici bir gelişmedir. Bu iddiamıza bir başka çarpıcı örnek polis okullarının PMYO’a dönüştürülmesinden sonra yaşanmıştır. 2001-2002 Eğitim-öğretim döneminde PMYO’larına yönetmeliğin uygulanmasındaki bir gecikmeden dolayı sadece askerliğini yapan adaylar başvurabilmişti. Bu dönemde hem başvuru sayısı az olmuş hem de yapılan yazılı sınavda taban puan 42’ye kadar çekilmişti. Oysa ertesi yıl yönetmelik gereği askerliğini yapmayanlara da başvuru yolu açılınca yapılan başvuru sayısında gözle görülür bir artış olmuş ve yazılı sınavda taban puan 64 olarak tespit edilmiştir.

               Birçok polis amiri askerliğini yapmamış polislerin disiplin yönünden zayıf olduğunu kabul etmekle birlikte onların anlama, uygulama, atılganlık, yeniliklere açık olma, daha iyi insani ilişkiler kurma ve halka daha kibar davranma konusunda daha iyi bir seviyede olduğunda hemfikirdir. Bir eksiklik olarak görülen disipline daha az riayet ettikleri savına da daha farklı çözüm yolları bulunabilir. Yoksa askerde, sadece emir almaya alışmış, kendi akıl ve insiyatifiyle hareket etmekten uzak, birtakım melekeleri törpülenmiş şahsiyetleri, sırf kolay disipline ediliyor savıyla tercih etmek, cüz’î bir takım getirilerin yanında daha önemli kazançlardan fedakârlık etmek demektir. Bu durum toplumumuzda yerleşik bir kanı olan ve doğruluğu her zaman tartışılabilecek ‘askerliğini yapmayanı adamdan saymama’ öngörüşünün teşkilatımıza yansımasıdır.

               Teşkilata polis memuru alımında askerliğini yapmış olma şartının getirilmesinin getirdiği bir diğer sakınca ise yaş ve emeklilik konusunda ortaya çıkmaktadır. 2002-2003 eğitim-öğretim yılında PMYO’larında öğrenim gören ikinci sınıfların yaş ortalaması birinci sınıflara göre çok yüksektir. Bunun sebebi, ikinci sınıfların müracaatı zamanında (2001-2002 eğitim-öğretim yılı) adaylardan sadece askerliğini  yapmış olanların başvurabilmesi ve yaş sınırının 27 olmasıdır. Daha sonra yapılan düzenleme ile askerlik yapma şartı kaldırılmış ve müracaat esnasındaki üst yaş sınırı aşağıya çekilmiştir. Birinci sınıfların yaş ortalaması 19-22 arasında yoğunlaşırken; ikinci sınıftaki öğrencilerin yaş ortalamsı 23-26 yaşları arasında yoğunluk kazanmaktadır (Sönmez, 2003:106). Böylelikle askerlik şartı arandığında adaylar iş arama çabaları ve askerlikte harcadığı süreler neticesinde, mesleğe en az beş sene geç intisap etmektedir. Bunun tabii bir sonucu olarakta teşkilatta yaşlı, süresi dolmadığı için emekli olamayan bir polisler grubu belirmektedir. Oysa polislik gibi sürekli hareket ve dinamizm gerektiren bir meslekte ve imaj kaygısının ön plana çıktığı günümüz dünyasında bunun çok hoş olmayan bir durum ortaya çıkardığı bir gerçektir.

               Adaylarda askerlik şartı aranmasının bir diğer dezavantajı yaşları arttıkça onların kişilik özelliklerinin şekillenmesi ve olumlu bir yönde eğitilmesinin gittikçe zorlaşmasıdır. Liseden yeni mezun olmuş 18-19 yaşındaki bir adayın eğitilmesi ve teşkilatın öngördüğü yönde yetiştirilmesi ve mesleki normların kazandırılması daha kolay olmaktadır. Oysa 26-27 yaşına gelmiş bir insanın o yaşa kadar kalıplaştırdığı sosyo-kültürel yapısının ve pekişmiş değer yargılarının değiştirilmesi neredeyse imkansız hale gelmektedir.

 

            Askerliğini Yapanların İyi Polis Olacağı Yargısının Nedenleri

            Bir ülkenin sosyo-kültürel yapısı, o ülkenin kamu görevlilerinin halka karşı daha adaletli ve insan haklarına saygılı davranmasını etkileyen önemli faktörlerdir (Abanoz, 1995:148). Bugün halkımızın polisten beklentisi bazen tuhaf bir ikilem sergilemektedir. İnsanlar polisin merhametli olmasını değil, korku ve itaat yayan sert bir imaja sahip olmasını istemekte, dolayısıyla, yaptıklarından hoşlanmadıklarında polisin kendilerini dövmesini neredeyse normal karşılamaktadır (Kinzer, 2001:196). Bu tespitler ışığında halıkımızın polisin fiziki gücünü kullanarak suçluyu cezalandırmasını, onu sadece yakalamakla yetinmeyip, yargılayıp ceza kesen ve bu cezayı anında infaz bir güç olmasını arzu ettiğini söylemek yanlış olmaz. Bu durum ise, halkımızın sert, tavizsiz, vurduğu yerden ses getiren, fiziksel olarak gösterişli, suçlulara karşı acımasız, çoğu zamanda insan haklarını göz ardı edebilen bir polis portresi görmek istemelerine yolaçmaktadır. Böyle bir beklenti ise, örneğin askerliğini komando olarak yapmış birisinin potansiyel olarak iyi bir polis olacağı kanaatinin halkımızca kabul görmesine neden olmaktadır.

               Bu düşüncenin çok da sağlıklı bir yaklaşım olmadığı açıktır. Bu düşünce ve kültür alt yapısıyla yetişmiş fertler, içinden çıktıkları toplumun karakteristiklerini taşıyacak ve davranışlarını bu kültür beslenmesi belirleyecektir. Küçüklüğünden beri, ilkokul sıralarından başlamak üzere ailesinden, arkadaşlarından, askerde komutanından dayak yiyerek yetiştirilmiş bir milletin içinden çıkan bir ferde kısa bir eğitimden sonra resmi üniformayı giydirip beline silah taktığınızda karşısına gelen insanlara sert, kaba ve bazen de dayak atarak karşılık vermesi sürpriz sayılmamalıdır. Çünkü; Guatemala gibi geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde, halka kaba davranan polisler, geçmişte aile ve toplum içi yaşadığı olumsuzlukların etkisiyle hareket etmektedirler (Abanoz, 1995:148). Böyle olumsuz bir yetişme sürecini yaşayan bir şahıs, şuuraltına yerleşmiş ezilmişlik psikolojisiyle, karşısına gelen bir insandan -bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde- bu ezilmişliğin intikamını almaya kalkacaktır. Dayakla terbiye edilmiş bir insan, karşısına bir suçtan dolayı gelen insanı dayakla terbiye etme yanlışlığına düşecektir. Aynı sosyal, kültürel ve eğitim sürecinden geçmiş vatandaşın da bunu normal karşılaması şiddet döngüsünün kırılmasını engelleyecektir. Kendisine saygısı olmayan bir insanın başkasına da saygı göstermesi beklenemez. Yetiştiği sosyal çevre itibariyle insanlara kaba sert davranmanın normal kabul edildiği bir ortamda yetişen bir kişi, polis olduğu zaman bilinçaltındaki bu birikimin etkisiyle hareket edecek, üzerine giydiği resmi üniformada bunu gerçekleştirmek için onun büyük yardımcısı olacaktır.

               Bu tahlillerin ‘askerliğini yapanlar kötü polis olur’ gibi tutarsız bir iddiayı savuma gibi bir niyeti yoktur. Elbette o insanların içerisinde de polisliği dört dörtlük yapabilecek kabiliyetli insanlar mevcuttur. Hatta askerliğini yapan adayların askerlikte geçen süre Emniyet teşkilatında silahlı görev yapacak personelin göreve alınmadan önce yapılacak soruşturulması için bir fırsat sunmaktadır. Adayın askerlik süresi içinde herhangi bir suçtan ceza alıp almadığı, psikiyatri uzmanlarınca hava deşişimi verilip verilmediği, herhangi psikiyatri kliniğinde yatırűlarak veya ayakta tedavi görüp görmediği; ilaçla – kesici – delici araçlarla veya başka bir şekilde intihar girişiminde bulunup bulunmadığı gibi hususlar askerlik sicil kayıtlarından tetkik edilebilir.

               Birçok platformda dile getirilen yeni mezunlarda görülen eksiklik ve aksaklıkları, halkla iyi ilişkiler kurmada gösterdikleri başarısızlıkları ve özellikle askerliğini yapmamış polislerde var olduğu iddia edilen disiplinsizlk ve saygısızlık gibi olumsuzlukları bertaraf edebilmek için PMYO’larının iki yıla çıkarılması güzel bir fırsat olmuştur. Böylelikle  polisimize daha uzun vadede daha plânlı ve ortaya konulan eksiklikleri giderici bir eğitim verme fırsatı yakalanmıştır. Ayrıca askerliğini yapmayan polis adaylarına bu uzun süreli eğitimde istenilen disiplin ve eğitim kazandırılabilecektir.

 

Sonuç

 

               Sağlıklı bir polis-halk ilişkisinin kurulması ve polisin imajının düzeltilmesi için dikkat edilmesi gereken önemli bir husus teşkilat mensuplarının bu değişim ve hedeflere uygun hale getirilmesi, arzulanan kalitede polislerden müteşekkil bir teşkilatın oluşturulmasıdır. Bu makalede detaylı olarak irdelenen polisin seçiminde askerlik yapıp yapmama olgusu, böyle bir teşkilatın oluşturulmasında göz ardı edilmemesi gereken önemli bir husustur.

               Avrupa Birliği yolunda önemli adımların atıldığı Türkiye’de, Türk polisi yeni mevzuat ve uygulamalar ışığı altında hukuksal ve eğitsel olarak yeniden yapılanmayı gerçekleştirmek durumundadır. Bu yapılanmada özellikle insan hakları ve vatandaşa hizmet götürme olguları ön plana çıkmış bulunmaktadır. Bu olguların istenen düzeyde toplum hayatına yerleştirilmesinde en önemli rolü oynayacak olan “halkın saygınlığını kazanan, görevine bağlı, kanunları eşit bir biçimde uygulayan, yetkisini kötüye kullanmayan, dürüst ve toplumun çıkarlarını herşeyin üstünde tutan” (Polis-Halk İlişkileri ve İletişim, 1995:53-54) ve “halkla işbirliğini arzulayan, özgüven duygusu ve meslek formasyonu kazandırılmış, vakur, güler yüzlü, kültürlü polisler” yetiştirmek teşkilatımızın en önemli hedefleri arasında yer almalıdır (Poliste Eğitim Sorunları, 1995). Bunun yolu ise hedeflenen kaliteye sahip insanların teşkilata kazandırılması ve bunun için teşkilata eleman seçiminin daha profesyonelce, akılcı ve gerçekci yöntemlerle yapılmasından geçmektedir. Günümüzde her ne kadar kamuoyunda ‘İtfaiye meydanından davulla adam toplayıp polis yapıyorlar’ önyargısı yoksa da bir çok insanda ‘askerliğini yapmış ve hiçbir iş bulamamış insanların en son çare olarak polis oldukları’ kanaati oldukça yaygındır. Bu önyargıyı kırmanın yolu, toplumun her kesiminden kaliteli insanların emniyet teşkilatına kazandırılması için gerekli adımların atılmasıdır.

               Bu yazıda, emniyet teşkilatına eleman alımında askerlik yapıp yapmama konusunda yapageldiğimiz eleştiri ve tavsiyeler, birilerini küçümsemek ya da suçlamak niyetiyle değil, daha iyi bir teşkilata ve daha yaşanabilir bir Türkiye’ye kavuşmak için yapılmış kaçınılmaz birer tespit ve öneriler olarak değerlendirilmelidir.

 

Kaynakça

 

  • Abanoz, İ. Nezihi (1995), “İnsan Onuru ve Polis- Guatemala’da Düzenlenen seminerden İzlenimler”, Polis Dergisi, Yıl:1 Sayı:2.

 

  • Aktüel Dergisi, (1993), “Polis Gözüyle Polis: Cahiliz Cahil”, İstanbul.

 

  • Barkan, Murat (1995), “Polisin Halkla İlişkiler Eğitimi Nasıl Olmalıdır?”, Polis-Halk İşbirliği Sempozyumu- Bildiri Özetleri, Ankara.

 

  • Çelik, İbrahim ve (Arkadaşları), Bursa Halkının Polise Bakış Açısının Ölçülmesi ve Polis Halk İlişkilerinin Geliştirilmesi Anket Çalışması, Polis Dergisi, Yıl:7, Sayı:28.

 

  • Deniz, Mehmet (1996), Şükrü Balcı Polis Eğitim Merkezi ve Rüştü Ünsal Polis Okulu Öğrencilerine Yapılan Yayınlanmamış Anket Değerlendirmesi, İstanbul.

 

  • Dündar, A. Nihat (1978), “Emniyet Hizmetleri Sınıfında Eleman Alma ve Yetiştirme Sorunu”, Ankara:TODAİE Yüksek Lisans Tezi.

 

  • Erzurum Polis Okulu Müdürlüğü’nce 1995 yılında 4353 kişi üzerinde gerçekleştirilen Polis-Halk İlişkileri Araştırması konulu anket.

 

  • Fındıklı, Remzi (2001), “Meslek Olgusu ve Polislik Mesleğinin Özellikleri”, içinde: Türkiye’de Suç ve Polislik,  Ankara: Güner Matb.

 

  • İçelli, İlkin (1988), “İmdaat!.. Polis Kendini Öldürüyor!”, Milliyet-Aktüalite, İstanbul.

 

  • Kinzer, Stephen  (2001), Hilal ve Yıldız: İki Dünya Arasında Türkiye, İstanbul: İletişim Yay.

 

  • “Polis’te Eğitim Sorunları” (1995), EGM. Eğitim Daire Başkanlığı, Seminer (25 Eylül 1995) genel değerlendirmesi, Ankara.

 

  • Polis-Halk İlişkileri ve İletişim, Polis Okulları Ders Kitabı  (1995), Ankara: Emniyet Genel Müdürlüğü Eğitim Daire Başk. Yay.

 

  • Sönmez, Nevzat (2003), Polis Meslek Yüksek Okulu Öğrencilerinin Sosyo-Kültürel Yapısı ve Bunun Mesleğe Yansıması (Elazığ Polis Meslek Yüksek Okulu Örneği), Polis Dergisi, Yıl:9 , Sayı: 35.


* Ali Dikici, Emniyet Amiri, Etiler PMYO.

[1] 27-29 Mart 1995 tarihleri arasında Ankara’da gerçekleştirilen Polis-Halk işbirliği sempozyumuna, Erzurum Polis Okulu Müdürlüğü’nce sunulan bir bildiride yer alan ve 4353 kişi üzerinde gerçekleştirilen Polis-Halk İlişkileri Araştırma anketi. Okul öğrencilerinin Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde gerçekleştirdiği bu ankette, halkın %68’i son yıllarda yetişen polislerin “eskilere göre daha insancıl davrandıklarını” söylemişlerdir.