PANNONIA’DA (MACARİSTAN) BAĞIMSIZLIK SORUNU
ROMA İMPARATORLUĞUN’DAN
“DUVAR”IN YIKILIŞINA KADAR OLAN DÖNEMDE,
JEOPOLİTİĞİN DEĞİŞMEZ UNSURLARI AÇISINDAN
A.Haluk TARHAN Emekli Emniyet Müdürü |
Yıl 1981. Yer Polis Enstitüsü. Şimdilerde Polis Akademisi. Ders, Devrim Tarihi.Dersi veren Prof. Dr.Coşkun Üçok. Nur içinde yatsın.Üçok , öyle adama çuvalla keçiboynuzu yedirmez. Hatta ileri gider müfredat-müfredat tanımaz .Daha da ileri gider sınav öncesi, sınavda soracağı bazı soruları açıklar.
Hani söylerler ya “ayaklı kütüphane”.Ama Üçok,“benim bildiğim bilgi deryasında, bir damla!” der. Her zaman derslerinde, damıtılmış bilgileri düşünsel açılımlar yaratabilmek için çıraklarının ağızlarına bir kaşık bal olarak uzatır. Yine bir dersinde “Bakın çocuklar, sonu‘ar’ ile biten kavimler Türk kökenlidir”diyerek örnekleri vermişti. İşte Türk Devrimi’nin yorulmaz ustasının verdiği anahtarla kapıları bir kez daha açalım.
Bulgarlardan sonra Türk kökenli olan Macarlar da toptan Hıristiyanlığa geçmişlerdir. Ancak onlar Katolikliği seçtikleri için Roma Kilisesine bağlanmışlardır. Macarlar , Avar krallığının yıkılışından yaklaşık yüzyıl sonra (907) adlarını verdikleri bugünkü Macaristan’a girmişlerdi.Devletlerini kurduktan sonra ülkelerinin coğrafi konumu gereği daha çok Roma Kilisesi ve Katolik devletlerle ilişkiye geçmişlerdi.Ne var ki Bulgarlar dinleriyle birlikte dillerini de değiştirdikleri halde Macarlar dillerini ve öz kültürlerinin bir bölümünü korumuşlardır.Türk kökenli olduklarını unutmayan Macarlar, 19.yüzyılda güçlenen ulusçuluk akımları sırasında Türkoloji çalışmalarına öncülük etmişlerdir(1)
Bu girişten sonra, düşüncenin yapı taşı işlevini gören soyut dilsel ifade demek olan kavramlarımızı tanımlamaya çalışacağız. Adetten olduğu üzere, kavramları tanımlarken o alana ait sözlüğe bakıyoruz. İşte bir uluslar arası ilişkiler sözlüğünde (2) “Bağımsızlık” kavramı
tanımı:
Uluslararası politikada “bir devletin bir başka devlet ya da kuruluşun siyasi, askeri veya ekonomik otoritesine boyun eğmemesi anlamına gelmekte” olduğu belirtildikten sonra, “bununla beraber,günümüzde bu anlamda bir ‘tam bağımsızlıktan söz etmenin güç” olduğu parantezi açılmaktadır. Bu tanımlamayı yapan bir alay akademisyen. Şüphesiz bunlara bizim vereceğimiz yanıt var ama, konu akademik olunca sözü Türkiye düşmanlarınca katledilen,Prof. Dr. Muammer
Aksoy’a bırakalım:
“İşte bugün ‘yeni manda’nın benimsenmesini hesaplarına uygun gören bazı çıkarcılar,ulusların içinde bulunduğu tehlikeli ve çok zararlı bağımlılık durumunu,‘zamanımızın kaçınılmaz olağan bir sonuncu olarak görmek ve göstermek çabası içindedirler.Bu nedenle gerek Türk ulusuna gerek geri kalmış başka uluslara,sözleri ve eylemleriyle önderlik yapmış olan büyük Atatürk’ü, özellikle ‘tam bağımsızlık’(gerçek bağımsızlık) konusundaki görüşleri ile yardıma çağırma zorunluluğu duymaktayız”(3).
Tam bağımsızlık kavramı: Gerçek bağımsızlık için,devletin uluslararası ilişkilerde bağımsız sayılmasının yetmeyeceği; ekonomik sömürüye yönelmiş büyük devlet, sömüreceği vesayet altındaki devlette demokrasiye razı olamayacağı; vasi devlet, “yardım ettiği devlet”in ekonomik bağımsızlığına razı olamayacağı; vasi devlet, “yardım ettiği devlet”in kültürel bağımsızlığına (eğitim işlerinde bağımsız davranmasına) seyirci kalamayacağı “biraz bağımlı”lığın
bağımsızlıkla bağdaşmayacağı ilkelerini kapsar(4).
Pannonia ,Roma İmparatorluğu’nda bir eyaletin adı. Sınırları bugünkü Avusturya’nın doğusu, Slovenya ,Hırvatistan ve Sırbistan’ın kuzeylerinin bir bölümü ve Macaristan’ın batısı. Bu yazımızda Pannonia olarak işaret edeceğimiz alandan anlaşılması gereken Macaristan’ın resmi sınırlarıdır.Çünkü tarihsel-coğrafi tanımlamada çizilen sınırların önemli bir bölümü bugünkü Macaristan sınırları içindedir. Tarihsel-coğrafi tanımlamadaki sınırlara giren bugünkü ülkelerde de aynı sorunu irdelemenin ilginç olacağını düşünüyoruz. Şimdiden bizim açımızdan yanıtlanması zor ama acaba yaklaşık olarak aynı sonuçları verir mi diye kendimize soruyoruz.
Olguları seçmeye başlaman önce, yazımızın mültidisipliner karakter taşıdığını belirtmek istiyoruz.Coğrafya – siyasal coğrafya jeopolitik,tarih başta olmak üzere diğerleri.Bu yazının sınırları başlığında belirlendiğine göre müteakip paragrafta vereceğimiz bilgi okuyucuyu bir hüküm tesis etme yönünde fazla bir beklenti içine girmeme noktasında uyarıyoruz.
Yalnız uygarlık verilerine dayanarak hazırlanacak tarih yetersiz bir uygarlık tarihi, yalnız ekonomik verilere dayandırılan tarih yetersiz bir ekonomi tarihi ve yorumudur. Tarihi verilerin coğrafi gücün bütün unsurları -inceleme yapılan tarihte tanınan, bilinebilen coğrafyaya göre incelenen bölgenin konumu, coğrafi bütünlüğü, kapladığı saha ve sahaya egemen olma olanakları, coğrafi özellik ile değişen jeopolitik unsurlar olan sosyal ,ekonomik,politik,askeri ve kültürel verilerin tamamına dayanan yorumlar daha eksiksiz, sonuç olarak sağlam hükümlere ulaştırabilir(5).
Ayrıca yazımızın “back ground”una girmeden önce tarihçi ve olgular üzerine bir iki söz söylemenin de gerekli olduğuna inanıyoruz.Gerçi birçok yetkin tarihçi için bu tekrar olacaktır.Ancak disiplin dışı insanların ilgisini çekeceğini düşünüyoruz.
Olguların incelenmesinden daha önce gelen tarihçinin incelenmesidir.Bu da bizi bir adım daha atmaya götürür ki tarihçinin tarihi ve toplumsal çevresinin incelenmesidir. Çünkü tarihçi,geçmişin ve içinde yaşadığı toplumun bir sonucudur.Şimdi vereceğiniz iki örnek yukarıdaki önermeyi teyid eder niteliktedir. Soğuk Savaş’ın bütün hızıyla sürdüğü yıllarda,Macar Bilimler Akademisi Türkiyat uzmanı György Hazai , Budapeşte’de 1963 yılında “Tarih Boyunca Macar-Türk Bağları” başlıklı bir kitapçık yayınlar. Bu çalışmada yazar, “Gerçi orijini , aslı bakımından Macar ve Türk halkları başka başka halk topluluklarına, dil ailelerine bağlıdırlar.Fakat ayrı ayrı köklerden gelen bu iki halk daha tarihlerinin ilk devirlerinde birbirleriyle o kadar sıkı bir şekilde kaynaştılar ki, aralarında bir nevi ‘ikinci derecede akrabalık doğduğunu (6) belirtir.
Aynı dönemde, Münih’te bulunan Hür Macar Yazarlar Birliği tarafından ödüllendirilen antikomünist bir yazar olan Kadir Mısırlıoğlu, 1966 yılında yayınladığı Macar İhtilali isimli kitabında aynı konu için şunları yazmaktadır(7): Abbee,Regino,İbn Daszta,Leo Grammaticos, Baron Sigismund, Johann Eberhard, Augustus Ludving gibi bütün eski ve ünlü tarihçiler aralarındaki ufak tefek farklara rağmen aşağı yukarı hep aynı neticeye varmışlardır. O da Macarların Türk aslından gelmiş olmalarıdır.Son devir Macar tarihçilerinden Hunfalvi ile Profesör
Vambery ise Macarların asıllarının Türk olduğunu kesinlikle ortaya koymuşlardır.
Olgular ise uçsuz bucaksız ve hatta bazen sınırsız bir okyanusta dolaşan balıklara benzerler, tarihçinin ne yakalayacağı kısmen şansa ,fakat asıl, avlanmak için okyanusun neresine gideceğine ve hangi oltayı kullanmayı seçeceğine bağlıdır elbette bu iki etkeni de ne tür bir balık yakalamak istediği belirlemiştir. Genellikle, tarihçi istediği türden olguları elde edecektir(8).
Dalgalar halinde gelen kavimler Pannonia’da Roma uygarlığını bir anlamda sildiler. Macar tarihçi F.Eckhart, 10.yüzyıla kadar olanları şöyle anlatır:
“Ne Hunlar ne de onların peşinden gelen German kabileleri Tuna-Tisa boyunda uzun ömürlü bir devlet kuramadılar.Bu kavimler nasıl ansızın görünmüşlerse, öylece çabuk kaybolmuşlardır. Burada yerleşenlerin sonuncusunu, Türk menşeli ve Batı-Türk unsurlarını da ihtiva eden Avarları, Frank İmparatorluğunun kurucusu ve cihanşümul Roma İmparatorluğu kudretinin yeniden canlandırıcısı olan Büyük Karl süpürdü ve hakimiyetini Tunaötesi’nin
büyük bir kısmına da teşmil etti”(9).
Anlatılanlara paralel bilgilere, Kemalist yönetimin resmi tarih tezi olan Türk Tarihinin Ana Hatları kitabında da rastlıyoruz:
Batı Hunlar reisleri Balamır idaresinde 4.yüzyıl sonlarına doğru (375) Orta Asya’daki göç hareketlerinin baskısıyla Don nehrini geçerek bugün güney Rusya’yı oluşturan alana girmişler ve
Dinyester ve Purut’u da aşarak Tuna nehrinin orta kısımlarına kadar uzanan geniş alandaki bütün kavimleri itaat altına almışlar.Bu istila ve fetih hareketlerinde Hunlar yalnız değillerdi. Hunlara uyan diğer Türk kavimlerini ve hatta birçok Türk olmayan kavimleri de beraber sürüklemişlerdi.Fakat hakimiyet Hunlarda idi.Hunlar, Tuna havzasına yerleştikten sonra, reisleri Mundzuk’un iki oğlu olmuştu: Bleda ve Attila. Küçüğü olan Attila 395’te doğmuştu.Mundzuk ölünce,çocukları küçük olduğu için yerine kardeşleri Oktar,Rua ve Aebars geçtiler.Hunların Avrupa’daki muazzam istilaları Rua’dan sonra Attila (453-454) zamanında başladı . Attila’nın ölümünden sonra Hun Devleti dağıldı. Avrupa’daki Hun Devletinin çöküşünden sonra, Hunlarla akraba olan Avarlar, 6.yüzyıl başlarında Bayan Han idaresinde OrtaAvrupa’yı istila ettiler.Avar
lar da Hunlar gibi Türk ırkına mensup idiler. Avarlar, Tuna batısında Panoni kıtasında bugünkü Macaristan’da büyük bir devlet kurdular. Avarların Doğu Avrupa’da üç asır kadar sürmüş olan hakimiyetine, 9.yüzyıl sonunda Frankların Kralı Batı İmparatoru Şarlman tarafından son verilmiştir(10).
Ural dağlarının yamaçlarında, Tobal ırmağı kıyılarında yaşayan Macar kabilesi, Onogur kabilesiyle ortak bir dil ve kültür yarattılar. Karışıp birleşen bu insanlar 9.yüzyıl sonunda göç ederek Karpat dağları ile Tuna nehri arasındaki bölgeye yerleştiler. Bohemya, bugünkü Polonya’nın güney kesimi ve bugünkü Macaristan’ın batı kesiminde Slavların kurmuş olduğu Büyük Moravya Krallığı’nı 906’da yıktılar.
OLMAK YA DA OLMAMAK
Macarlar için olmak ya da olmamak muhasebesini yapma noktası 10 Ağustos 955’tir. Bu tarih İmparator I.Otto karşısında Lechfeld’de kesin bir yenilgiye uğradıkları tarihtir.Bunun jeopolitik açıdan çok önemli bir olay olduğuna kuşku yoktur. Bir kere Batı yolunun kapalı olduğunu anlıyorlar. Ayrıca ya bulundukları havzayı vatan yapacaklardı ya da tarih sahnesinden çekileceklerdi. Doğal olarak savaşma gücünü yakın bir geçmişte yitiren bir milletin bir araziyi vatan yapmasının güçlüğü kolayca kavranabilecek bir durumdur. Eckhart bunu şöyle değerlendirir:
“Macarlar bir talih eseri olarak Arpad’ın başbuğ kabilesinden Geza ve oğlu Istvan’ın şahsında kendilerini Batı’ya bağlıyan köprüyü tesis edebilecek idareciler bulmuşlardır”(11).
Kurulan köprü şuydu: II.Otto’ya elçi gönderilmesi ve Katolikliği kabul etmesiydi. Bu yolla Avrupa’nın siyasi ve dini birliğine katılıyorlardı. Tabii bu “olmak ya da olmamak”ın ge
tirdiği bir zorunluluktu.Macaristan, Moğol İmparatorluğu’nun genişleme yolunda bulunuyordu. Moğollar 1241 ilkbaharında iki koldan Macaristan’a girdiler. Moğol orduları Tisa havalisini çok kısa sürede kontrolleri altına aldılar.Mohi Köyü yakınında karşilarına çikan Macar ordusunu perişan ettiler. Hatta Tuna’nın o kış buz tutmasından istifade ile Tuna batısına da sarkabilmişlerdir. Moğollar 1242 ilkbaharında kendiliklerinden Macaristan’dan çekildiler.
Bir millet yaratan , Macar devletini kuran Arpad hanedanı,döneminde,13.yüzyıl başi itibarıyla yaklaşik olarak dört bir yanda Macar ülkesini doğal sınırlarına ulaştırmıştır. Bu dönemde
ülke savunması şu düzleme oturtulmuştur: Sınır savunma sistemleri, kale teşkilatlanması ve yerleşim politikası.
“Yurt kurma devrinde iskan sahalarının etrafını muazzam ormanlar ihata ediyordu.Batı cihetindeki arazide olduğu gibi böyle orman olmayan yerlerde bataklıklar müdafaaya yarıyor ve bu
bölgeler yarmalar,su altında bırakmalar gibi suni manialarla da geçilmez hale getiriliyordu.Gyepü adı verilen bu müdafaa kuşağında şurada burada, memleket içine doğru giden yolların girdiği geniş kapılar vardı(mesela Sopron ilinde Kapuvar, Erdel’e doğru Meszeskapu gibi). Gyepünün ötesinde birkaç günde katedilebilir uzunlukta gayrimeskun arazi (gyepüelve) bulunuyordu.Burada müdafaa bakımından muntazam yerleşmeye müsaade edilmezdi. Kapıların müdafaası için ise en muharip unsurlardan teşkil edilmiş daima muhafızlar bulunurdu.Bunların mahallerini Ör ‘karakol’,Lövö ‘atan’ v.s. Gibi adlar taşiyan yerler kısmen bugün dahi göstermektedir”(12).
MİLLETE YABANCI İKTİDAR
1301 Macar tarihinde bir kırılmadır.III.Andras’ın ölümüyle birlikte varisinin olmaması Arpad hanedanı dönemini sona erdirmiştir. Kısa bir karışıklık döneminden sonra Macar tahtında anne tarafından hanedanla akrabalık bağı olanları görüyoruz. (Anjou Hükümdarları). “Bunu izleyen uzun bir dönem boyunca Macaristan biri dışında yabancı hükümdarların yönetiminde kaldı. Başka tahtlarla doğrudan ya da dolaylı bağı olan bu hükümdarlar, temsil ettikleri hanedanın ve Macaristan’ın çıkarlarını bağdaştırma da sürekli ikilemle karşılaştılar. Macaristan taht birliği yoluyla ilişkide olduğu krallıkların kaynaklarından her zaman yararlanamadığı gibi bazı dönemlerde siyasal kimliğini ve kurumlarını yitirme tehlikesini de yaşadı”(13).
Bizim bakış açımızdan bu dönemde altını çizeceğimiz olguları, iki başlık altında topluyoruz. Birincisi Macar köylü ayaklanmaları, ikincisi ise Osmanlı jeopolitik sürecinin Pannonia’ya ulaşması.
Angarya, suistimal ve vergi yükümlülüklerinin ağırlığı nedeniyle, Zsigmond (Luxembourg) döneminde (1387-1437) ilk büyük Macar köylü ayaklanması Erdel’de meydana geldi. Macaristan Krallığı’nın ekonomik durumunun bozulması ; Matyas (Hunyadi) zamanında (1458-1490) kitleler lehine yapılan uygulamaların durdurulması 1514’te Dozsa ayaklanmasına yol açtı.
Osmanlı Devleti jeopolitiğinin, Doğu’daki gereğini yerine getirdikten sonra Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döne minde ise Batı gereğine yönelmiştir.Bu gerekliliğin güzergahın da Pannonia vardır. Bilindiği üzere Macar Krallığı’nın Balkan uluslarını Osmanlı Devletine karşı kışkırtması ana sebebiyle -tali sebepler de var- Kanuni Pannonia seferini başlattı.1521’de Belgrad’ı aldı. Alman İmparatoru Şalken,Fransa Kralı I.Fransuva’yı esir almıştı. I.Fransuva’nın kendisinden yardım istemesi üzerine Kanuni Sultan Süleyman bunu fırsat bildi. Fransuva’yı kazanarak, Avrupa Hıristiyan birliğini bozmak amacıyla Pannonia’ya bir kez daha sefer düzenledi.Macaristan Krallığı kuvvetleri Mohaç’da Osmanlı’ya yenildi(1526). Eckhart , Mohaç’ta yaşanan olguyu şöyle değerlendirir: “Mohacs ovasında Macar devletinin başina gelen felaket, malum şartlar dahilinde,tabii sayılmalıdır. İnhilal [dağılma] halinde olan Macar devleti bu ovada iki büyük Avrupa ittifakının mücadelesi arasına düşmüş ve önüne geçilmesine imkan olmayan akıbetine uğramıştır.” Mohaç’ı takip eden senelerdeki gelişmeler için ise şunları yazar: “Bu büyük darbe dahi memlekette birliği iade edememiş, tam tersine bununla daha meşum bir hal almıştı…Sultan Süleyman, iddia edildiğine göre kıral janos’un oğlu lehine, bir sefer daha yaptı ve 1541’de
Budin’i, kendi hesabına, işgal etti.Bu suretle Büyük Macar Ovası ile Tunaötesi’nin büyük kısmı Osmanlı hakimiyetine girdi; Macar devletinin birliği bir buçuk asırlık bir müddet için Ortadan kalktı.Memleket üç parçaya ayrılmıştı”(14).
YENİ BOYUNDURUK:HABSBURG YÖNETİMİ(1699-1867)
Osmanlıların askeri yenilgisi sonucu,1699’da Karlofça Antlaşması’yla Macaristan ve Erdel Habsburglara bırakıldı. Macaristan için boyunduruğun yeni ismi “Habsburg”du. Yeni yönetimin merkeziyetçiliği-baskıları ve özellikle köylüleri bitirme noktasına getiren vergileri, 1703’te II.Ferenc Rakoczi liderliğinde yeni bir ayaklanmaya neden oldu.Liderliğinin askeri eksik olan Rakoczi Büyük zorluklarla karşilaştı. Askeri açıdan yapılan hatalar, sekiz yıl boyunca devam eden kişisel kahramanlıklara ve liderin tüm gayretlerine rağmen ayaklanma başarısızlıkla sonuçlandı.
Ferdinand döneminde (1835-1848) yönetimi elinde tutan Metternich ve Kolowrat, Macar milliyetçilerine birçok alanda ödünler verdi. Getirilen önemli değişikliklerden biri de Macarcanın resmi yazışma ve eğitim dili olarak kabul edilmesiydi(15).
1740-80 döneminde, üvey evlat muamelesini hatırlatan bir tarzda, diğer Habsburg topraklarında görülen devlet destekli sanayileşme Macaristan’da görülmedi. Yine bu dönemde Latince ve Almanca dil olarak öne çıkarken, Macarca dışlandı.1780-90 döneminde ise Almanca kullanılması zorunlu resmi yazışma ve eğitim dili oldu. Yine 1780’lerde Macarlar krallık nüfusunun yüzde 40’ını oluşturuyorlardı. Macar milliyetçiliğinin yükselmesiyle, Sırpların Macar karşıtı eğilimleri güçlendi ; Rumen köylülerin Macar soylulara duyduğu tepki ulusal bir hal aldı; Slovak milliyetçiliği güçlendi ; Hırvatlar da Macaristan’dan ayrılarak Habsburg monarşisi altında ayrı bir siyasal birim oluşturmayı istiyorlardı(16). Macar Bilimler Akademisi, Tarih Bilimleri Enstitüsü Uzmanı Pal Fodor, 1848-49 Devrimi olgusunu şöyle anlatır (17): 1848 yılı başlarında Avrupa’da baştan başa devrim dalgaları yayılıyordu. Bunu izleyen aylarda Habsburg İmparatorluğu,tarihinin en bunalımlı dönemini yaşadı. Dışarı desteği olan Kutsal İttifak dağıldı, içerde ise milli devrimler ve hareketler devleti sarstı.3 Martta parlamentoya sunduğu önergede Lajos Kossuth, serfliğin derhal kaldırılmasını, maddi yüklerin paylaşılmasını,politik hak eşitliğinin gerçekleştirilmesini, halk temsilciliği ve parlamento karşısında sorumlu, bağımsız milli hükümet kurulmasını talep etti. Bu arada 13 Martta Viyana’da devrim patlak verdi. Viyana’dan gelen haberler, Peşte-Buda’daki genç aydınları da harekete geçmeye teşvik etti. 15 Martta, genç yazarlar, gazeteciler tarafından yönetilen, öğrencilerden Peşte’nin halkından ve panayıra gelmiş olan köylülerden oluşan muazzam kitle, kan dökülmeden, kent yönetimini ve ülke kamu yönetiminin merkez idare organı olan ve Kralı Buda’da temsil eden Helytartotanacs’ı kendilerine katılmaya ikna etti. Bunu izleyen günlerde taşra kentlerinde de devrim zafer kazandı. Macaristan’ı bundan sonra Habsburg İmparatorluğu’na yalnızca ortak hükümdar bağlıyordu .Şunu vurgulamamız gerekiyor ki,devrimci dönüşüm,yasal olarak,parlamentonun yasama gücü ve Kralın onayı ile vuku buldu. Kazanımlar legal yollarla bir daha geri alınamazdı.Olağanüstü koşullar yüzünden yeni hükümet daha halk temsilcisi parlamentonun seçilmesinden önce kuruldu. Başbakanlığa Muhalefet Partisi’nin başkanı Kont Lajos Batthyany getirildi ; üyeleri, Istvan Szechenyi ve Lajos Kossuth gibi özellikle reform devrinin önde gelen kişileri arasından geliyordu. Batthyany hükümeti, yasalarda geçen özerk devlet olarak varlığını oluşturmaya kararlılıkla girişti. Yeni hükümet hemen de tamamen boşalmış bir devlet hazinesi devraldığı için ilk olarak mali özerkligi güvence altına alması gerekiyordu. Bu dev ödevin çözümü , maliye bakanı Lajos Kossuth’a Düşüyordu. Nitekim kısa süre içinde genç Macar devletinin maliye işlerini sağlam bir temele oturtmayı başardı. Buna dayanarak ta , egemenliğin ikinci önemli unsurunu , yani bağımsız Macar ordusunu örgütlemeye giriştiler.Nisan yasaları bu sorunu ele almıyordu. Macar birliklerinin çoğunluğu uzak Habsburg vilayetlerinde hizmet görüyordu ve ülkede daha çok yabancı askerler konuşlanmış bulunuyordu. Bu nedenle ilk adım olarak , yerel asayişi sağlayan milli muhafızları örgütlediler. Ülkede konuşlanmış olan askerler Kralın rızasıyla hükümete sadakat andında bulundular. Mayıs ortalarında asker toplamaya başladılar ve yılın ikinci yarısında bağımsız Macar ordusu kuruldu. Silah yapımını cephane donatım nakliyatını ve takviyesini örgütlediler. Altı ay içinde büyük devletlerinkiyle eş düzeyde ve rekabet gücünde bürokrasi ile orduyu adeta yoktan var ettiler. Macar hükümeti, dış politikada hareket alanını genişletmek amacıyla Alman Parlamentosuna ittifak önerisinde bulundu. Fakat Alman birlik çabaları 1848 sonbaharında çıkmaza girince, misillemeye hazırlanan Habsburglar karşısında Macaristan tecrit edilmiş olarak tek başına kaldı. İmparatorluk sarayı ile monarşiyi yöneten idari ve askeri aristokrasi Macarlara tanınmış olan hakları ancak başka çare olmadığı için ve geçici olarak verilmiş ödünler sayıyordu.Başlangıçta milli azınlıkların hareketlerini gizlice destekleyerek Macaristan’a güçlükler çıkardı.İmparatorlukta başka yerlerde patlak veren yığın hareketlerinin ve devrimlerin üstesinden gelince , 1848 Eylülünde Macaristan’a karşı açık saldırıya geçti. Hırvatistan’ın başındaki ban jellasic’i 40 bin kişilik ordusuyla Macaristan’a saldırmaya ikna etti. Bu halde yeni Macaristan, kentsoylu devrimini savunmak için Habsburglulara karşi özgürlük savaşı vermeye mecbur kaldı. Tecrübesi olmayan Macar ordusu Hırvatları yenilgiye uğrattı. Viyana’da ise 6 Ekimde yeniden ihtilal çıktı ve imparator kaçmak zorunda kaldı.Bunun üzerine Macar parlamentosu 1848 Ekiminde,istifa eden hükümetin yerini Milli Savunma Kurulu’nun alması,Kossuth’un yönetiminde ülkenin savunmasını örgütlemesi kararını aldı. İmparatorluk birlikleri 1848 Aralığında Macaristan’a girdiler ve bir sonraki yılın başlarında , başkent Peste-Buda ile beraber ülkenin batı ve orta kesimlerini işgal ettiler. 1849 İlkbaharında yeniden örgütlenen Macar ordusu karşi hücuma geçti, birbiri ardına zafer
ler kazanarak ,ilkbahar seferiyle başkentle beraber bütün ülkeyi kurtardı.Macar parlamentosu,14 Nisan 1849’da Debrecen’de yaptığı oturumda Bağımsızlık Bildirisi’ni kabul etti ve Macar Krallık unvanının Habsburg hanedanından geri alındığını açıkladı.Taraflar yaklaşık eşit askeri kuvvete sahip olduklarından ve Avusturya tek başina zafer kazanacağını ümit edemediğinden, 1.Franz Jozef muazzam Rus İmparatorluğu’nun Çari 1.Nikola’dan yardım istedi.1849Haziranında doğu yönünden 200 bin kişilik Rus ordusu Macaristan’a girdi. Bununla aynı zamanda batıdan da Habsburg orduları saldırıya geçti. Tek başına kalan Macaristan dışarıdan yardım görmeksizin iki büyük devletin saldırısına karşı cephe aldı. Avrupa kamuoyu gerçi Macarlardan yanaydı ama ,sözü geçer Avrupa devletleri, iktidar politikası gereği hatta işgali protesto bile etmediler. Onlar için 1815’ten beri var olan Avrupa’daki büyük devletler düzeninin korunması her şeyden önemliydi; halbuki Habsburg imparatorluğunun bölünmesi halinde bu düzen dağılıp giderdi. Macar ordusu Arad ilindeki Vilagos kasabası yakınında Rus birlikleri önünde kayıtsız şartsız teslim oldu. Kossuth ve önde gelen Macar milliyetçileri Osmanlı İmparatorluğu’na sığındılar.
Kossuth’un Kütahya’da yaptığı değerlendirmeler bize Macaristan’ın jeopolitik konumu hakkında bazı bilgiler vermesi açısından önemlidir. Kossuth bu değerlendirmesinde “icabın da Hırvatistan ile Slavonya’nın ayrılmasını kabule hazır olacağını da tekrar ifade etti (zaten bu konuda önceden de büyük anlayış göstermişti ). Çok sayıda Romenin de yaşadığı Erdel/Transilvanya sorunuyla alakalı olarak , Erdel milliyeti diye bir milliyet olmadığından , ülkenin bu parçasıyla olan birliği yeniden gözden geçirmeyi uygun görmedi. Sırplarla ilgili tutumu ise şöyleydi: onların güney Macaristan’da kurmak istedikleri Voyvodina mevzuunda, adı geçen bölgede Sırpların nispi ağırlıkta bile olmadıkları için ve tarihi geleneklerin de özerk bir voyvodalığı gerektirmediğinden buna ihtiyaç olmadığı görüşünü savundu”(18).
Almanya’da birliğin gerçekleştirilmesini isteyen etkin bir kamuoyu vardı. Bu birliği gerçekleştirecek iki odak vardı. Bunlar Avusturya ve Prusya idi.Ancak Avusturya’nın öznel
ve nesnel nedenlerle bu işe yanaşmayacağı anlaşıldı. Prusya ise “Alman Birliği”ni sağlamak için başı çekerek motor güç olmayı üstlendi. Avusturya’nın bu işte yan çizmesinin nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:Avusturya’nın heterojen yapısı (farklı ulus-din-mezheplerin varlığı; Habsburg Prusya rekabeti;Alman Birliği’nin gerçekleşmesini istemeyen Fransa faktörü.
DİPNOTLAR
(1):Şerafettin Turan,Türk Kültür Tarihi,Ankara 1990,s.107-108.
(2)Faruk Sönmezoğlu vd.,Uluslararası İlişkiler Sözlüğü,İstanbul 1996,s.71-72.
(3):Muammer Aksoy,Atatürk ve Tam Bağımsızlık,Ankara 1990,s.15.
(4):A.Haluk Tarhan,Türk Devrim Tarihi ve Hukuku,İstanbul 2001,s.309-310; Muammer Aksoy,Atatürk ve Tam Bağımsızlık,Ankara 1990,s.10-70’’den.
(5):Suat İlhan,Jeopolitik Duyarlılık,Ankara 1989,s109.
(6):György Hazai,Tarih Boyunca Macar-Türk Bağları,Budapest 1963,s.6.
(7):Kadir Mısırlıoğlu,Macar İhtilali,İstanbul 1966,s.15.
(8):E.H.Carr,Tarih Nedir?,İstanbul 1987,s.33.
(9):F.Eckhart,Macaristan Tarihi,Ankara 1949,s.10.
(10):Türk Tarihinin Ana Hatları,İstanbul 1930,s.375-378.
(11):Eckhart,A.g..e.,s.18.
(12):A.g.e.,s.41.
(13):AnaBritannica,C.21,s.212.
14):Eckhart,A.g.e.,s.113-114.
(15):AnaBritannica,C. 21,s.214.(16):Aynı yer.
(17):Pal Fodor, “OndokuzuncuYüzyılın İlk Yarısında Macar Reform Hareketleri ve1848-49Devrimi”,Doğumunun 200.Yıldönümünde Lojos Kossuth 1848-49 Macar Özgürlük Mücadelesi ve Osmanlı-Macar İlişkileri(Sempozyum),Kütahya 2002,s.47-51.
(18):Geza David, “Macarların Milli Kahramanı Lajos Kossuth ve Kütahya’da Kaleme Aldığı
Eserler”,Doğumunun 200.Yıldönümünde Lojos Kossuth 1848-49 Macar Özgürlük
Mücadelesi ve Osmanlı -Macar İlişkileri(Sempozyum),Kütahya 2002,s.111
Sürecek……