OKUMAK VEYA OKUMAMAK; TARİHE KAYIT DÜŞMEK VEYA TARİHİN ÇÖPLÜĞÜNE ATILMAK
| Metin Murat ARSLAN Emniyet Amiri Sosyolog Bartın İl Emniyet Müdürlüğü |
Bilgi çağını yakalamanın öncelikle bir ‘iç fetih’le olacağını söylemek hiçte kehanet olmasa gerek. Günü Yakalayın isimli kitabın yazarı Danny Cox’un ‘iç fetih’le ilgili söylediklerine kulak vermemizde yarar var. Cox: ‘..Eğer insan kendi günlük yaşamından oluşan bir seyir defteri tutarsa, geçmişte yaptıklarından kendine dersler çıkarır ve her seferinde aynı yanlışı yapıp, farklı bir sonuç doğmasını beklemez..’ değerlendirmesini yapar ve özellikle; ‘insanın kendi kendisini tanımasının’ gerekliliğine parmak basar. O halde biz de, önce kendimizi nasıl tanıyacağımızın yanıtını arayacağız. Engin Noyan’ın anlatımı içerisinde; ‘…Sormaz ki bilsin, sorsa bilir. Bilmez ki sorsun, bilse sorar…’ diyecek ve kendi kendimize soracak, araştırarak bilecek, bulmaya çalışacağız.(Aytaç,1999)
Sosyo-ekonomik gelişme sürecinde toplumlar ilkel toplumdan tarım toplumuna, tarım toplumundan sanayi toplumuna, günümüzde ise sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş şeklinde farklı gelişme aşamaları geçirmişlerdir. Bilgi toplumu, 1950 ve 1960’lý yıllarda A.B:D., Japonya, Batı Avrupa ülkeleri gibi gelişmiş ülkelerde bilgi teknolojilerinin giderek artan bir şekilde kullanımıyla ortaya çıkmış bir aşamadır. Gelişmiş ülkelerde şekillenen bu aşamanın en önemli özelliği, bilginin ve bilgi teknolojilerinin tarım, sanayi, hizmetler sektörlerinin yanı sıra eğitim,sağlık,iletişim gibi her alanda kullanılabilir olmasıdır. Bu nedenle, bilgi toplumundaki gelişmeler kısa sürede üretimin ve verimliliği artırmasına yol açmakta ve yeni teknolojik, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmeleri de teşvik etmektedir. Bilgi toplumundaki tüm bu gelişmeler diğer dünya ülkelerini de kısa zamanda etkisi altına almış ve uluslararası alanda ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel alanda entegrasyonu beraberinde getirmiştir.
Bilgi toplumu, başta emek faktörü olmak üzere tüm üretim faktörlerinin, kamu ve özel sektör işletmelerinin, bireylerin ve devletin teknolojik gelişmeler karşısında yeniden yapılanmasını, yeni bir dünya görüşü ve yaşam felsefesini beraberinde getirmektedir. Bilgi toplumunda en önemli girdilerden insan faktörü ve bilginin niteliğinde değişim ortaya çıkmaktadır. Bilgi, hem kişisel bir kaynak olarak, hem de kilit ekonomik bir kaynak olarak görülmektedir. Günümüzde, bilgi toplumunda ise bilgi anlamlı tek kaynak olarak benimsenmektedir.
Geleneksel üretim faktörleri yani doğal kaynaklar, emek ve sermaye ortadan kalkmamakta ancak, ikinci plana düşmektedir.Söz konusu üretim faktörleri bilgi sayesinde elde edilebilir kaynaklardır. Burada bilginin niteliği de önemlidir. İşe yarayan bilgi, sosyal ve ekonomik sonuçlar getirebilecek bilgi önem kazanmaktadır. Bilginin oluşumuna katkı verecek ve bilgiyi kullanacak olan ise insandır.
Bilgi toplumunda diğer önemli girdi insan faktörü olmaktadır. Burada, düşünsel anlamda emek faktörünün gelişimi, insana yapılacak yatırımlar ön plana çıkmaktadır. Bilgi toplumu; yeni temel teknolojilerin gelişimiyle bilgi sektörünün, bilgi üretiminin, bilgi sermayesinin ve nitelikli insan faktörünün önem kazandığı, eğitimin sürekliliğinin ön plana çıktığı, iletişim teknolojileri, bilgi otoyolları, elektronik ticaret gibi yeni gelişmeler ile toplumu ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal açıdan sanayi toplumunun ötesine taşıyan bir gelişme aşaması olarak tanımlanabilir. Sosyo-ekonomik gelişme sürecinde başta insan faktörü ve bilgi olmak üzere tüm alanlarda yapısal değişimi gerekli kılan, sanayi toplumunun uzantısı olarak ortaya çıkan bilgi toplumu, “bilgi ekonomisi”, “sanayi-sonrası toplum”, “bilişim toplumu”, “bilgi çağı” ve benzeri şekillerde ifade edilmektedir. Bilgi toplumunda nitelikli iş gücü açığının giderilmesi ancak okul eğitiminin yanı sıra okul sonrası eğitime, mesleki eğitime, yüksek eğitime, eğitimin sürekliliğinin sağlanması ve benzeri faktörlere bağlı bir olgudur. Bundan dolayı, bilim ve teknoloji alanında gelişmelerin sağlanması, üretim ve verimliliğin artması,ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel alandaki yapısal dönüşümlerin gerçekleştirilmesi amacıyla, Türkiye’nin önceliğini eğitimin kalitesinin artırılmasına vermesi büyük önem taşımaktadır. .(Aytaç,1999)
Başkasını bilen bilgin… Kendisini bilen bilgedir.
(Mevlana)
* * *
İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Ya sen kendin bilmezsen. Bu nice okumaktır. (Yunus Emre)
* * *
Benim gençlik yılarımda motor güç para idi. Bugün para önemsizleşiyor. Motor güç, bilgi oluyor… Bilgi üretimi yarışında herkes eşit şartlarda koşuya başlıyor. Her insan 300 gramlık beyni ile üretim yarışında yer alıyor… Başarınızın yol haritasında hayat boyu sürecek devamlı bir eğitim programı öngörün… Kendinize ve bilginize güvenin. Bill Gates başardı. Siz de başaracaksınız.
(İshak Alaton)
* * *
“Bir insana bir kitap sattığınızda,ona yalnızca kağıt,mürekkep,zamk ve cilt satmış olmazsınız;o insana yeni bir hayat satmış olursunuz.”
(Christopher Morley)
* * *
Stephen Covey de: ‘…aslında bizim hayatımızı, başarımızı, mutluluğumuzu belirleyen, bizim kendi davranışlarımızdır. Başımıza gelen herşeyle onlara verdiğimiz tepki ve yanıt arasında geniş bir hareket alanı vardır. Kısacası tüm yaptıklarımızdan yalnızca kendimiz sorumluyuz…’ anlatımını yapar. İnsanımızın (ve özellikle de aydınımızın) halkına yabancılaşmadan daha da vahim olan en büyük çıkmazı, kendi kendine yabancılaşması, kendini bile tanımamasıdır. Foucault’un ifadesiyle: ‘…uygarlığın en temel ayırt edici özelliği gibi görünen ‘kendini bil’ buyruğunu takmamasıdır…’ Bu buyruğun Yunus(Emre)cesi ise: ‘…ilim kendin bilmektir…’ şeklindedir. Dr. Zühtü Aslan da isabetli ve iğneleyici bir yaklaşımla: ‘…kendini bilmeyenin, ‘kendisini ilgilendirmeyene burnunu sokma’ hakkı ve liyakatı olamaz. Kendini bilme’nin belki de bilinen en iyi yolu ‘kendine yolculuk’ olsa gerek. ‘Tercüme odasında doğan’ entelijansiyamızın aynasını yanına alıp bu yolculuğa çıkma vakti çoktan gelmiştir. (Haydi) uğurlar ola!..’ demektedir.
“İçinde yaşadığımız yeni çağ da, zenginlik bilginin ürünüdür. Bilgi, ekonominin başlıca hammaddeleri ve en önemli ürünleri haline gelmiş bulunuyor. Günümüzde zenginlik yaratmak için gerek duyulan sermaye varlıkları arazi, bedensel emek, imalat aletleri ve fabrikalar da dahildir. Bunları yerini bilgi almış durumdadır.”
Thomas A. Stewart”
* * *
Okumayanın,araştırma yapmayanın konuşmaya hakkı yoktur.
Spinoza
* * *
Bildiğini bilenin arkasından gidiniz.
Bildiğini bilmeyeni uyandırınız
Bilmediğini bilene öğretiniz.
Bilmediğini bilmeyenden kaçınınız.
Konfüçyus
* * *.
Özetle; insan her ne olursa olsun kendini sürekli yenilemeli, hem kendisiyle hem de işine bağlı çevresiyle olan ilişkilerinde sürekli olarak sınırlarını zorlamalıdır. Artık günümüzde monoton günlük işlerle uğraşarak oturduğu yerde kalanlar, çok kısa bir zaman içerisinde zaman tünelinin çok gerilerinde kalmaya mahkum olacaklardır.
Polis Akademisi öğretim görevlisi Bayram Erzurumluoğlu, Prof. Salih Neftçi’nin anlatımına benzer bir diğer anlatımı örneklemeyle şu şekilde anlatır: ‘Dünyadaki bilgilerin üzerine her 8 ayda, bir o kadar daha yeni bilgi eklenmektedir. O halde; bir insan kendi kendini bu yeni bilgilerle 24 aylık bir süreç içinde sürekli geliştirirse, kendisini bilgi toplumu insanı olarak yetiştirmeyen bir diğer insana göre 3 kat daha fazla bilgilenmiş ve kendisini yenilemiş olur.’ Bir diğer ifade ile, bilgiye kapalı olarak kalan ve kendisini yenilemeyen bir kimsenin işi her geçen gün biraz daha zorlaşmakta ve bilgi ile arasındaki uzaklaşma sürekli fazlalaşmaktadır. Yani, bilgi eleğinin altında elenerek gidenler ile, eleğin üstünde kalanlar arasındaki açık farklılaşma 24 ay gibi kısa bir zaman dilimi içerisinde bile açık ve seçik olarak görülmektedir.
Artık yenilik ve yeni düşünce yöntemleri arada sırada yaşanan bir olay olmaktan çıkmakta, bilge polislik bir anlamda bilginin yönetilmesi anlamına gelmektedir. Bunun gerçekleştirilmesi için; polis karakolları güvenlik hizmetini sunan iş merkezleri / birimleri şeklinde düşünülmeli, yurttaşlar da bu hizmeti satın alan müşteriler gibi görülmelidir. Yine bu sistem içerisinde, düşeyden yataya, bir yerden bir çok yere, büyükten küçük akıllara, pozisyondan performansa, emir komutadan uzmanlık ve karşılıklı ilişkiye geçilmesi / geçme çalışmalarının yapılması asıl belirleyici öğeler haline gelmektedir.
Dünya Beyin Kurumu Başkanı Tony Buzan: ‘…Beynimizi ne kadar iyi kullanılır ve egzersizler yaparsak, beyin hücrelerimiz o kadar fazla bağlantılar yaparlar. İnsan beynini doğru olarak kullanırsa, beyin yapısı değişmekte, beyin daha güçlü hale gelmektedir. Yani fiziki olarak beyin yapısı da güçlenmektedir…’ değerlendirmesini yapar.Buzan’ın tespitlerini bir doğru olarak kabullenirsek, niçin biz kendi beyinlerimizi kullanmak amacıyla mantıklı sayısal tahminleri ve bunların gerçek hayattaki yerlerini ne kendimiz öğreniriz ne de çocuklarımıza öğretiriz. Örneğin ilkokul çocuklarına, hiçbir zaman okulun bahçe duvarlarında kaç tuğla bulunduğu, sınıfın en hızlı koşan kişisinin ne hızla koştuğunu, babaları kel olan çocukların yüzdesini, bir kişinin kafasının çevre uzunluğunun boyuna oranını, Atakule’ye eşit boyda bir kale yapabilmek için kaç tane bozuk para gerektiğini ya da bütün bu bozuk paraların sınıflara sığıp sığmayacağının tahminini öğretmeyiz. İşte bu nedenle de hem beynin daha az kullanılması, hem de öğrenilenler ile gerçek hayatın arasındaki kopukluğu / bağlantısızlığı ortaya çıkarırız.Japonlar: ‘…düşünmeden öğrenmek karanlık demektir, öğrenmeden düşünmek ise tehlikelidir…’ anlatımıyla özetlerler. .(Aytaç,1999)
Reşat Nuri Güntekin kahvehaneleri dolduran okur yazar insanlar için şunları söylüyor “…Bunlar kasabanın ileri gelenleri,okuyup yazmışları…Niye kitap okumuyorlar ? demek, Niye piyano çalmıyorlar demek gibi bir şeydir. Kafayı kitap okumaya alıştırmak,parmakları piyano çalışmaya alıştırmaktan kolay değildir. Ona göre yetişmek,hazırlanmak lazımdır. Okumak,bir kitaptan alınanlarla kendine manevi bir dünya yapmak,onun içinde tek başına yaşayabilmek demektir. Bu ise,ta çocukluktan başlayan uzun araştırmalar ve egzersizler neticesidir”. (Özdemir,1995)
Ülke Adı | Yıl | Nüfusu | Üretilen Kitap Sayısı |
Almanya | 1987 | 60 milyon | 65.670.000 |
İngiltere | 1987 | 56 milyon | 52.861.000 |
Fransa | 1987 | 55 milyon | 43.505.000 |
Türkiye | 1987 | 52 milyon | 6.382.000 |
Amerika da 16.000 kütüphane,8.000 tane de McDonald’s var. Yani bir hamburgerciye iki kütüphane düşüyor. Biz de bir lahmacuncu,bir dönerci veya bir kahvehaneye karşılık kaç kütüphane düşer acaba ?
Ülkemizde 95 kişiye 1 kahvehane,65.000 kişiye 1 kütüphane düşmektedir. Halbuki İngiltere de 3506 kişiye,Belçika’da 4253 kişiye kütüphane düşmektedir. Yine ülkemizde 962.000 kişi halk kütüphanelerine üye iken,bu rakam İran’da 7.000.000,Fransa’da 16.000.000,Meksika’da ise 39.000.000 kişi kütüphanelere üyedir.
Türkiye’de kütüphanelerdeki kitap sayısı 10.076.000 iken,Bulgaristan’da 46.000.000,Fransa’da 78.000.000,Rusya’da 739.000.000 adettir.
Azerbaycan’da bir şiir kitabı 100.000 adet basılıyor ve bir ayda satılırken;Türkiye’de hakikaten büyük bir boşluğu doldurmakta olan Prof.Dr.Doğan Cüceloğlu’nunSavaşçı isimli kitabı dahi iki yılda (24 ayda!) 120.000 adet basılıyor.
Pekala,kitaplar mı çok pahalı maddi durumumuz mu kitap almaya yeterli değil ? Gelin isterseniz biraz da bu yönden de irdeleyelim. 1995 yılında bir Norveç’linin bir yılda kitaba harcadığı para 137 dolar,bir Alman 122 dolar,bir İsveçli,Avusturyalı ve Belçikalı ise 100 dolar, bir Amerikan 95 dolar, bir İngiliz, Fransız, İtalyan, Singapurlu, Japonyalı, Avustralyalı, Güney Koreli, İspanyalı 39 dolar harcamış. Dünyada ki ortalama 1.3 dolar. Türkiye’de ise dünya ortalamasının da gerisinde 0.45 dolar. 82 milyonluk Almanya’da 33 milyon gazete satılıyor. Japonya’da 68 milyon,ABD’de 63 milyon Türkiye’de ise 2 milyonu zor bulmaktadır.
ABD’nin Perbroke kentinde bebekler doğar doğmaz kütüphaneye üye yapılıyor.
Ya sigara tüketimi kişi başına düşen harcamada Türkiye dünyada birincidir. Ortaya çıkan tablonun kitabın önceliklerimiz arasında olmadığı zevkine harcadığımız sigara içme olayında nüfus oranına göre 2002 yılında Türkiye’nin 1. olması fikrini pekiştirmektedir. Yapılan bir ankette kitap okuma alışkanlığının düşük olma nedenlerinden alım gücünün etkisi % 4 olarak çıkmıştır.
Üniversite ve dengi okul mezunları arasında yapılan “niçin okumuyorsunuz ?” sorusuna verdikleri yanıtta ise:
Kitaplar pahalı | % 10.3
|
Okul eğitiminde okuma alışkanlığı verilemiyor | % 19.7
|
Televizyon insanları kitap okumaktan uzaklaştırıyor | % 30.3
|
Kitaba karşı yasakçı tutum | % 4.3 |
Öğrenci ödevlerinin fazlalığı | % 5.3
|
Geçim koşullarının ağır olması | % 15.6 |
Okuyan insanlara değer verilmemesi | % 4.0 |
Diğer nedenler | % 11.1 |
Görüldüğü yapılan bu farklı ankette de geçim koşulları ve kitapların pahalı olması gibi nedenle kitap okumama koşulları % 25.9 iken diğer sebepler % 70.1 olmaktadır.
Bu türden başka bir araştırmada Hacettepe Üniversitesi Kütüphanecilik Bölümü öğrencileri arasında yapılmış. Kendilerinde yeterli derecede okuma alışkanlığını bulunup bulunmadığı sorulduğunda deneklerin yalnızca % 19 u olumlu yanıt vermiştir. Buna göre deneklerin % 81 inde okuma alışkanlığı yoktur. Bunun nedenleri sorulduğunda verilen cevaplar ilginçtir.
Kitapların pahalı olması | % 19 |
Küçük yaşta okuma alışkanlığının kazandırılmaması | % 51 |
Kütüphanelerde halkın ilgisini çekecek kitapların bulunmaması ve kütüphanelerin sayısının az olması | % 17 |
Okumak için gerekli ortamın olmaması | |
Sinema,TV,video seyretmenin ve müzik dinlemenin tercih edilmesi | % 14 |
Çok ders çalışma sonucu okuyacak enerjinin ve zamanın kalmaması | % 4 |
Görüldüğü gibi kitapla ve kütüphane ile bilimsel anlamda uğraşacak olan yeni nesil kütüphane bölümü öğrencileri bile kitaba yabancılar.
Eğitim-Sen’in Öğretmen Profili Araştırması’na göre % 8 hiç gazete ve kitap okumayan öğretmen var.
Aylık kitap alış | % | Okunan kitap türü | % | Aylık kitap okuma | % |
1 adet | 28 | Her şey | 33 | 1 adet | 36 |
2 adet | 11 | İnceleme | 16 | 2 adet | 12 |
3 adet | 2.5 | Edebi | 14 | 3 adet | 3 |
4 adet | 1 | Mesleki | 12 | 4 adet | 1 |
5-8 adet | 0.5 | Bilim kurgu | 3 | 5-8 adet | 1 |
Almayan | 18 | Güldürü | 2 | Okumayan | 8 |
Yanıt yok | 39 | Okumayan | 8 | Yanıt yok | 39 |
Diğer | 8 | ||||
Yanıt yok | 4 |
Sürecek…..