NİTELİKLİ İNSAN YETİŞTİRMEDE DÜŞÜNCEYE VE VİCDANLARA HİTAP EDEN EĞİTİM ANLAYIŞININ ÖNEMİ
Ö. Rıza GÖKÜŞ
1.Sınıf Emniyet Müdürü
Eğitim Daire Başkanı
Eğitim, bireyin aklını kullanmayı öğrenmesine, hayal gücünü kullanarak yaratıcılığını geliştirmesine, insanlığın temel değerlerini sorgulayarak öğrenmesine ve bunları içselleştirerek duyarlık kazanmasına uygun düzenlemeler gerektiren bir süreçtir. Günümüz klasik eğitim sistemlerinde bireyin aklına hitap etmeyen; öğretmenin kendi düşüncesini, doğrularını kabul ettirmeye çalıştığı, zorlayıcı, baskıcı bir eğitimle bu bilinçlenmenin gerçekleştirilmesi neredeyse imkansız gibidir.
Konuya düşüncenin önündeki engelleri kaldıran eğitim penceresinden bakılınca öncelikle ‘nasıl bir eğitim?’ sorusunun cevabını ortaya koymak gerekir. Bu sorunun cevabı; aklı özgürleştiren, yetiştirilmiş insandan daha çok eğitilmiş insanı hedefleyen eğitim olmalıdır. Çünkü bir insanın ‘eğitilmiş’ olması için bir konuda beceri kazanması yeterli değildir. Bunun olabilmesi için bireyin, en azından becerili olduğu alanda kuramsal bilgiye ulaşmış olması gerekir ki, bu bile ‘eğitilmiş insan’ olmak için yetmez. Böyle bir kişi olsa olsa ‘bilgili insan’ olur. ‘Eğitilmiş’ olmak, olgu ve olayların neden ve niçinlerinin sorgulanmasını, ilkelerinin benimsenmesini ve aynı zamanda doğru anlaşılmasını gerektirir.
Örneğin, Sokrates öncesi dönemde verilmekte olan geleneksel eğitim, toplumdaki değerlerin eleştirel olmayan bir biçimde öğrenilmesini ve özümsenmesini hedeflemekteydi. Bu geleneğin en iyi uygulayıcısı olan Sparta’da verilen ‘eski eğitim’de tekdüzelik ve kuralcılık hakimdi. Spartalılara göre iyi bir vatandaş ‘geleneklerin itaatkar takipçisiydi’. Hür düşüncenin gerekleri olan tartışma ve ifade özgürlüğü, otoriter bir toplum ve devlet yapısı için feda edilirdi.
Atinalılarda ise durum tam tersi idi. Onlara göre cesaret, ancak, hür iradeye dayalı bir tercih olduğunda değer kazanırdı; gerçek cesaret hürriyeti gerektirir ve hürriyet de eleştirel düşünceyi uyandıran bir eğitimle en iyi biçimde geliştirilebilirdi.
Atinalılara göre Spartalılar, kendi devletlerine hizmet etmekte hür değildiler; çünkü onlar davranışlarını düşünce ve tercihe değil, itaate bağladılar; devletlerinin dışına çıktıklarında ise nasıl davranacaklarını bilemediler. Diğer yandan Spartalılar ise, eleştiri ve hür düşünceye dayalı Atina usulü eğitimin, ahlaki ve toplumsal çöküşe neden olacağını savundular.
Sonuç olarak; Spartalılar Atinalıların aksine sadece belirli düşünce ve davranış biçimlerini öğrendiklerinden, davranışlarının altında yatan ilkeleri anlamaları mümkün olmamıştır. Doğal olarak böyle bir durum, yani ‘temel ilkeleri kavrayamama’ durumu öğrenilen kuralların bilinçsizce uygulanmasına yol açmış; yeni, alışılmadık durumlarla karşılaşıldığında ise şaşkınlık meydana getirmiştir.
Bu bilgiler doğrultusunda hemen akla; toplumsal, bilimsel, teknolojik gelişmelerin çok hızlı bir şekilde gerçekleştiği çağımızda ülkemiz insanlarındaki bocalama da acaba bu noktada aranabilir mi? Ya da ülkemiz insanının eğitimindeki sorun acaba temel değerlerin ‘anlaşılmasından-özümsenmesinden çok öğrenilmiş olmasında’ ve eğitim sisteminin de bu yönde işletilmesinde aranabilir mi? gibi sorular gelmektedir.
Cevap olarak eğitilmiş olmanın belli bir bilgiye sahip olmayı öngördüğü, bunun ise salt bilgi ile değil; bu bilginin temelinde yatan ilkelerin de anlaşılmış olması ile gerçekleşebileceği söylenebilir. Çünkü ‘eğitilmiş insan’ çok yönlü bir gelişmenin ifadesidir. Bir insanın ‘eğitilmiş’ bir birey olarak nitelenebilmesi için sahip olduğu bilginin olgu ve olaylara bakış açısına yansıması gerekir. Diğer bir deyişle, söz konusu bilginin hareketsiz değil, dinamik olması ve içselleştirilmiş, özümlenmiş olması gerekir. Çünkü eğitilmiş insan, çok daha derinlemesine düşünen, neden ve niçinleri sorgulayan bir birey olmak durumundadır. O, işin biçiminden çok özü ve anlamıyla ilgilidir. İşte ülkemiz eğitiminin yanılgısı da, bunun gerektiği şekilde kavranamamış olmasında yatmaktadır.
Günümüzde eğitilmiş insanlar yerine talim edilmiş, yarı-aydın tipi denebilecek insanlar yetiştirilmektedir. Bu nedenledir ki, temel değerler zihinlere ve gönüllere yerleştirilememektedir. Okullarda pragmatik (yararcı) amaçlar ısrarlı bir şekilde vurgulanırken, ahlaki ve kültürel değerlerin geçerliği sorgulanmamaktadır. Bunun sorgulanması, insanın düşüncesini zorlayan eğitim etkinliklerine programda daha çok yer verilmesini gerektirir. Unutulmaktadır ki, insan haklarına saygılı ve adaletle hükmeden insanlar yetiştirmek ancak düşünce ve vicdanları zorlayan bir eğitimle ortaya çıkabilir. Bu da eğitimin yalnızca ‘beceri’ye değil, bireyin ‘beyni’ne ve ‘kalbi’ne de yönelmesi gerektiğini göstermektedir.
Burada genel anlamda temel değerlerin neler olduğuna değinmekte yarar görülmektedir. Bilindiği üzere temel değerler, bireylerin ve toplumların karakterlerini şekillendirerek, ahlaki/etik ilkeler sağlayarak ve amaçlara yön vererek yaşama derinlemesine nüfuz eden değerlerdir. Bunların en önemlisi ve esaslı olanı da ‘insana saygı’dır. Diğerleri buna dayanmakta ya da bir bakıma bunun açılımı durumundadırlar. Bunlar: ‘Kardeşlik’, ‘hoşgörü’, ‘tarafsızlık’ gibi kavramlardır. Hatta ‘özgürlük’ ve ‘adalet’ kavramlarının bile ‘insana saygı’dan türediğini söylemek mümkündür.
Gerçekte insan, tepkide bulunma ve gelişme potansiyeline, özgür irade gücüne sahip bir ben’dir, öz’dür. ‘Saygı’ ise, insanı bir ‘ben’ olarak, değerli bir bilinç ve irade merkezi olarak görmektir. İnsan; fiziki görünümü ve statüsü itibarıyla şu ya da bu olduğu için değil, kendisi olduğu için, bir birey olarak ilgiye ve önemsenmeye hakkı olan bir kişi olduğu için değerlidir. Görüş ve düşüncelere saygının nedeni de işte bireyler olarak insanların değerine duyulan bu saygıdan kaynaklanmaktadır.
Diğer yandan eğitim yalnızca okul duvarları arasında gerçekleşen bir süreç değildir. Eğitim toplumun genel bir etkinliğidir; toplumdaki tüm kurumlar ve kişiler bu konuda sorumluluk taşımaktadırlar. Toplumsal dokunun her bir parçası eğitime katkıda bulunur ve bunlar sonuçta toplumu oluşturan bireylerdeki ‘zihinsel yapı’yı oluştururlar. Bu nedenle, gençler eğitimden geçirilirken, onların bu durumlarını korumak ve geliştirmek için ev ve toplum çevrelerinin de aynı anlayış düzeyine ulaştırılmaları gerekir.
İnsan olmanın gereği olarak kabul edilen temel değerlere sahip olma, aslında bir duyarlık sorunudur ve sadece salt bilgi veren metinlerle bu bilincin oluşturulması mümkün değildir. Çünkü insanı insan yapan en temel özellik duyarlıktır ve temel değerler de ancak duyarlık eğitimini amaç edinen öğretme–öğrenme süreçleriyle bireylere kazandırılabilir.
Toplumbilimciler de bir ülkenin insanlarının tutum ve davranışlarının ahlaki niteliği ile olgu ve olaylara bakış (anlayış) düzeyi arasında sıkı bir ilişkinin varlığına işaret etmektedirler. Bu da göstermektedir ki, bir ülkedeki insanların ahlak düzeyinin artırılması için bireylerde duyarlık bilincinin oluşmasına özen gösterilmeli ve bunun eğitimine de erken yaşlarda başlanmalıdır. Çünkü bu ahlaki bilinç bireylere çok küçük yaşlardan başlayarak ve ancak yaşantılar yoluyla kazandırılabilir.
Bir ülkenin her alanda gelişmesi için iyi eğitilmiş ve bu eğitimi sayesinde olgu ve olayların neden ve niçinlerini sorgulayan bireylere ihtiyaç vardır. Çünkü, çevresinde olup-bitene karşı duyarlı, özerk, eleştirel, katılımcı ve sorumlu davranma yeteneği kazanmış bireyler; insan hakları, barış, özgürlük ve eşitlik ilkelerine saygılı bir toplumun temelidir. Bu şekilde bireyler yetiştirme sorumluluğu açısından anaokulundan başlayarak tüm eğitim sürecine önemli sorumluluklar düşmektedir.
Bu gerçeklerden hareketle son yıllarda Eğitim Daire Başkanlığı tarafından düzenlenen polis hizmetiçi eğitimleri, düşünceye ve vicdanlara hitap eden bir anlayışla verilmeye çalışılmaktadır. Hizmetiçi eğitimlerde katılımcıların olayların neden ve niçinlerini sorgulayabilmelerine yönelik etkinliklere daha çok ağırlık verilmekte ve onların duyarlık ve vicdani sorumluluk kazanmalarına azami özen gösterilmektedir. Şüphesiz ki bunda, başta kendi eğiticilerimiz olmak üzere, üniversiteler ve diğer kurum ve kuruluşlardan getirilen eğiticilerin büyük payı vardır. Tüm bu çabalar mensuplarımıza kazandırılmaya çalışılan “Toplum Destekli Polislik” bilincinin oluşturulmasına da kaynaklık edecektir.