Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Milli Güç ve Milletleşme Gerçeği

                         (Geçen Sayıdan Devam)

 

                                                                              Metin Murat ARSLAN

                                                                                    Emniyet Amiri

                                                                                        Sosyolog

                                                                          Bartın Emniyet  Müdürlüğü

 

Kimliksizlik ve Sosyal Yapı Problemleri Karşısında Sosyal Bütünleşme ve Milletleşmenin Yolları

 

Sosyal tabakalaşma açısından ele alındığında  Cumhuriyet’in ilk yıllarında yıllarca süren savaşların ve belli bir dönemde uğradığı işgallerin tesiriyle büyük bir yoksulluk içinde bulunduğunu,şehirlerin bile  sosyal ve hayat üslubu bakımından köylerden farklı olmadığını görüyoruz. Bu durum sınıflar ve  tabakalar  arasında esaslı bir sosyal mesafenin mevcut olmadığını da  ifade etmektedir.

Batılılaşma,özellikle kendine yönelik milli değerlerini ve kültürel potansiyelini gündeme  çıkaracak elitist kadrolar yoluyla gerçekleştireceği yerde,dış  kaynaklı  önerme,inanç sistemi ve  normlar düzenini ithal yoluna gitmiştir. Özellikle Osmanlı’da  başlayan ve devam eden;hiçbir hazırlığı  olmadan  kendi kapasite   ve yeteneklerine göre bir batılı yaklaşım tarzı;aydınımızı,Toynbee’nin ifade ettiği gibi, bir iç proletarya durumuna düşürmüştür. Özellikle,sanayileşme  ve batılılaşma süreci içinde akültürasyon sonucu ortaya çıkan  değişmelerde, dini dayanışmacı kimliği batıda kalktığından bizde de kalktığı için,toplum yapısında önemli yarılmalar meydana gelmiştir. Ortaya çıkan kültürel boşluk (cultural lag),herhangi bir manevi değerler sistemiyle de takviye edilmeyince yozlaşma derecesi yükselmiştir. Özellikle pozitivist felsefi görüşlere  dayalı fikirler genç dimağlara aşılanmış ve materyalist bir gençlik ordusu yetiştirilmiştir. Üretimden ziyade tüketim ekonomisine yönelik teşvikler kullan-at modelini oluşturarak tasarruf   diye bilinen yağıyla kavrulma  kültürü yok edilmiştir. Yoksullaşma,gecekondulaşma  ve marjinal alanların ortaya  çıkmasında bu tür bir yozlaşmaların derin izleri bulunduğunu unutmamak gerekir. Gelir tabakaları arasında ki derin farklılaşmalar;kolay ve zahmetsizce para kazanma yollarının açık bulunması; bir yanda ekmek kuyruğunda bekleyen,açız diye sokaklara düşen insanların feryadı,bir yanda da  bazı medyatik üst zenginlerin ahlak dışı lüks ve fantastik yaşantıları  gibi durumlar  ne yazık ki sosyal çürümenin,kimliksizliğin kendisidir. Tasa da ve kıvançta birliktelik,ortak duyguları paylaşma ancak ve ancak gönül rızası  ile ve  hoşnutlukla  gerçekleşebilir.Şayet bir kısım insanlarımız iş bulamıyor,aç ise,yarınından emin değilse,onları standart norm ve değerler etrafında toplamak son derece   güç  olacaktır.(Türkdoğan,1999b-332,334)

 

Gerçek anlamda katılımın olduğu demokrasilerde halk kendisine “efendi seçmez”hizmet eden” seçer. O  halde “hürriyetçi parlamenter demokrasiye sahip ülkelerde,devlet milletin emrindedir. Türkiye’de ise millet devletin emrindedir. Türkiye’de devlet  millete devamlı emreder. Milleti beğenmez,milletten korkar ve milletin de   devletten korkmasını bekler. Bu böyle devam edemez. Halk ile kamu hizmetlileri arasındaki uçurumu kapatmaya mecburuz. Bir ülkenin halkı ile kamu hizmetlileri   karşı karşıya gelemez. Birbirine kin,nefret,hınç ile bakamaz” denilmesinde yarar vardır. Aynı konuya parmak basan D.BİNGÖL “Devlet millet için olmalıdır. Millet devlet  için  olmamalıdır. Bu değişim  olmazsa,yönetim isteklerini yalnızca dikte ettiriyor demektir”  değerlendirmesinde bulunmaktadır. (Aytaç  ve Bal,2001-) O halde devlet ile millet arasında varolan Berlin duvarlarını yıkmak gerekmektedir. Böylece kamu hizmetçisi kavramı ortaya çıkabilecektir.

Sen ben anlayışının baskın olduğu bir kültürde,bireye verilen temel mesaj şu olacaktır: Kendi başına bir şey  yapmaya kalkma,senin  kendi başına birey olarak bir değerin,gücün yok. Bir otoriteye sor,onun sözünü dinleyerek hareket et. Otoriteye karşı gelme,aksi halde cezalandırılırsın. Otorite:ailede ana  baba;okulda öğretmen,müdür;işyerinde yönetici;toplum içinde ağa,dayı nüfuzlu kişi,mevki  sahibi  kişi  olabilir. Onların “el tutması”  beklenir. Bu tür  toplumlarda birey otorite için vardır. Çocuk ana baba için;öğrenci öğretmen için;işçi patron için;vatandaş devlet için vardır. Otorite mutlaktır. Otorite de “elden tutmalı” anlayışı hakimdir. Bu tür toplum çoğunlukla “aciz insan” yetiştirir. Ben e bilirim,benim elimden bir şey gelmez,benim aklım ermez diyen ve başkasına bağımlı olan insanlar bu  tür kültürün ürünüdür. Aciz insanlar bir anlamda sürekli ağlarlar. Bu toplumun yalnız sokakta ki alelade vatandaşı değil;yöneticisi ,politikacısı,gazete köşe yazarı da bu acizlik  duygusunu değişik biçimlerde yansıtırlar. (Cüceloğlu,2000- 25) 

Kendi kültürümüzü ve değerlerimizi,diğer kültürlere karşı kendi alternatifimiz olarak geliştirmek ve olgunlaştırmak zorundayız.  Ekonomik gelişme  ve maddi refahla ilgilenip,sosyal alan göz ardı  edilirse,ileride toplumsal açıdan büyük tehlikelerle karşılaşılması  kaçınılmaz olacaktır. Geleceğimizin güvencesi için,sosyal bütünleşmenin güçlendirilerek korunması  en  doğru bir davranış olacaktır.

Eğitim sistemi,iktisadi ideolojik parlamentarist sistem,entelijansiya ve Türk burjuvazisinin  tutum ve davranış biçimleriyle,Türk  tarihinin geçmişi  ve  geleceği  arasındaki devamlılığın  kesintiye uğraması;kitle haberleşme araçları ve eğitim kanallarının etkin bir biçimde köy  ve şehir zıtlaşmasını yumuşatamaması,hala yurdumuzun belirli  yörelerinde farklı kültür adacıklarının  varlıklarını sürdürmelerine,mezhep ve etnik bölünmelerin dinamikliğini korumasına yol açmıştır. Bu ikili yapının son yıllarda artan coğrafi  hareketlilik  nedeniyle şehir merkezlerine yığılmak suretiyle gecekondulaşma sürecine dönüşmüş  olması,millet olma olgusunu olumsuz yönde etkilemektedir. Batılılaşma hareketinde taklit ve kopyacılıktan öteye gidilememesi;yenileşme hareketlerinin  Japonya örneğindeki gibi milli değerlerimizle yüksek seviyede bir senteze  ulaşamadığı için ikili bir toplum yapısını meydana getirmektedir. Batı norm ve  değerlerinin ülkemize hiçbir fikir gümrüğüne  tabi tutulmadan girişi,milli kültürümüz karşısında kozmetik kültür veya  pop  kültürünün istilasını sağlamıştır.(Türkdoğan,199b-407)

Ülkemiz giderek artan bir hızla önemli toplumsal gerginliklere sahne olmaktadır. Bunlardan başlıcaları bahsettiğimiz gibi;Laik-antilaik bölünmeler,Alevi-Sünni farklılaşması,Kürt-Türk ayrışımı,sağ-sol yelpazedeki kutuplaşmalar,ilerici-gerici kalıp yargıları,çağdaş-dinci veya örtülü-örtüsüz  biçimindeki çok yönlü kırılmalardır. Bu tür oluşumlar tarihi süreç içinde sosyal yapıdan kaynaklanmaktadır. Yukarıdan beri bunları açıklamaya çalıştık;Türkiye,ulus devlet dediğimiz süreci (milletleşmeyi) henüz tamamlayamamıştır. Aynı coğrafya üzerinde yaşayan,aynı kültürü,aynı duygu ve düşünceyi taşıyanların bir ortak paydada birleştikleri model milli devlettir. Son`yıllardaki etnik marjinalleşmeler,norm bozuklukları da  tamamıyla alt yapıdan kaynaklanan sosyo-patolojik düzensizliklerin bir yansımasıdır. Milletimizin bu dar boğazı aşması gerekmektedir.Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene”   vecizesi de göz önüne alınarak tasada ve kıvançta bu topraklar üzerinde yaşayan insanımız  ortak payda da birleştirilmelidir. 27 Ağustos depremi,medya,halk,asker,polis,yöneticiler  yani tüm toplum kesimlerini bir ortak  payda da birleştirdi.Bu husus yalnızca depremin  sosyolojik sonucu değil;cemaat benzeri bir dayanışma ve  bütünleşmenin ürünüdür.(1999a-34)

 

Son zamanlarda töreye  bağlı aile yapısının sarsılması ve sahipsiz kalması,kültür naklini sağlayan dilin  bozulması,dış güçlerin yıkıcı faaliyetlerine karşı  ciddi tedbirlerin alınmaması,din ve kültürün birleştirici özelliğinden faydalanılmaması,eğitimin milliyetçilik vasfını kaybetmesi,enflasyonun iktisadi hayatımızdan çıkarılamaması,orta sınıflaşmanın sağlanamaması,aydınların cemiyete  yabancılaşması,hukuk devleti anlayışının zedelenmesi,gençliğe yüce  ülküler verilememesi,zaman içinde eskiyen sosyal kurumların yerine yenisinin konamaması gibi sebeplerle cemiyetimizde maddi ve manevi kültür unsurları bir araya  gelememiş,bir mana ifade edecek şekilde işleyememiş,dolayısıyla bütünlük sağlanamamıştır.Bu ise  anomidir  (sosyal çözülme,düzensizlik). İntiharlar,suç oranının  artması,kişilerin birbirine güveninin kalmaması  belirtileri olarak tanımlanabilir.(A.Amman- 255)

Büyük şehirlere yapılan göçlere baktığımızda;aşiret-kabile olgusu  dediğimiz ferdin kendini bir cemaatten hissetmesi şuuru,yani  bir alt  kimlik  edinme ihtiyacı silinemiyor. Varoşların  oluşumu  yöresel veya  aşiret olgusuna dayanmakta,dolayısıyla diğer yöre  insanlarıyla kaynaşma,kültürel alışveriş olamamakta ;tabusal  yanlışlıklar  devam ettirilebilmekte ve üst kimlik anlayışı kazanılamamaktadır. Bu ise milletleşme  olgusunu  olumsuz etkilemektedir. Bu  gün bu  aşiret  olgusunu  inceleyecek ve bilimsel çözümler üretecek pozisyonda olan üniversiteler ki,başta Van 100.Yıl Üniversitesinde dahi  aşiret sosyolojisi veya antropolojisi dersi bulunmamaktadır;dolayısıyla bu tür inceleme bulunmamaktadır.(Türkdoğan,1996a-383)

Milletleşmenin  olamaması,etnik kimlik veya alt  kimliklerin kendisini  muhafaza etmesi ve bahsettiğimiz sosyal çözülme ile terörün oluşumuna kaynak  teşkil  etmektedir. Terör;ekonomik  güçlük ve  eşitsizlikler,eğitim noksanlığı,çevrenin kötü tesiri,iktidar yetersizliği,aile  ve okulda otorite eksikliği,dış tesirler nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Şayet ülkede  iktisadi bunalımlar ve iç istikrar sağlanamamış ve sosyal yapı zayıflamışsa,o zaman  dış baskıların da güç kazandığı görülmektedir. Bu  bakımdan dış baskılar bünyeyi zayıflatacağı  gibi,bünyenin zayıflaması da iktisadi  bunalıma ve  istikrarsızlığa  yol açmaktadır. Teröre bulaşan  kişileri  incelediğimizde;ailevi problemleri olan  bir aileden geldiği;aile,çevre ilgisizliği ve uyumsuzluğu olduğu;aradığını bulamamanın oluşturduğu topluma  yabancılığın arttığı;giderek ilk önce düzene karşı sonra da ideolojik ortam içinde devlete karşı kin ve nefret duyanların olduğu görülmektedir. 

Ülkemizde çok  yaygın olan “hemşehrilik” anlayışı ,aynı kulübe ait olma,aynı cemaate  ait  olma,küçük “Biz”lerin ifadesidir. Küçük “Biz”ler bir millet olma,gerçekten insanlığın  bir parçası olma gibi daha büyük “Biz”e ulaşmamıza engel olur. (Cüceloğlu,2000- 42) Günümüz Türkiye’sinde çözülme belirtilerinin bütünleşme yoluna çevrilebilmesi için,Türk Milletinde varolan dayanışmacı,diğergam (altruist) ve yardımlaşmaya dönük özün pratikte uygulanır hale getirilmesine bağlıdır. Yukarıda örnekleriyle de belirttiğimiz gibi  varolan  dayanışmacılığı ile  komşusu  aç yatarken kendisi tok yatmamakta;ferdi mülkiyeti toplumun menfaatine hizmet ettiği müddetçe meşru ve geçerli saymakta;maddi ve manevi hedefler ve tatminler arasında denge  kurmakta;ferdi cemiyete,cemiyeti de ferde tercih etmemektedir. O  halde bu yapının tesisi için tekrar gayret ve fedakarlıklar göstermemiz gerekmektedir.

Gelişmiş insanın temel ilkeleri ve  evrensel değerler olan  hakkaniyeti,kişisel  bütünlüğü,tutarlılığı,dürüstlüğü,insan  onuruna saygıyı,hizmet üretmeyi,koşulsuz sevgiyi,üstün kaliteyi,potansiyeli değerlendirmeyi,sabrı,gelişimi,destek olmayı,yüreklendirmeyi,girişimciliği dayanışmayı,birin değerini bilmeyi  davranış haline getirmeliyiz.

Doğu  ve güneydoğu  bölgesi  iyi yetişmiş metodik araştırma yeteneğine sahip sosyal  bilimcilerin  araştırmasına muhtaçtır. Dış ve iç kaynaklı propagandistlere  karşı  bilimin gerçekliğine dayalı bir araştırma kampanyasının başlatılmasına ihtiyaç vardır. Özellikle bölge üniversitelerinin ortaklaşa yapacakları bu araştırmalar,daha ziyade lengüistik,etnolojik  ve antropolojik alanlarda yoğunlaştırılmalıdır.  Etnik grupların maddi ve manevi kültür  sistemleri,dil yapıları,tarihi gelişim çizgileri en  ince ayrıntılarıyla ele alınmalıdır. Aksi takdirde yöre halkını bilgilendirmeme,aydınlatmama,iç  ve  dış propagandalara yönelik odak noktalarının faaliyetlerinin meşruluğunu ortaya  koyabilir.Tarihi yanılmalara ve çıkar çevrelerinin sömürülerine terk edildiği  sürece PKK’ da çıkar,Hizbullah’da çıkar ve yarın  bunlardan daha tehlikeli felaketleri ülkemizin ufuklarına taşıyabilir. J.F.Kennedy,1963 te suikasta maruz  kaldığında,yapılan araştırmalar sonucu  ciltler dolusu raporda  cinayetten “Amerikan toplum yapısı”  sorumlu tutulmuştur.(Türkdoğan,1999b-393) Bir  ülkede gerilla savaşı veriliyorsa,terörizm büyük kentleri tehdit ediyor,Ö.Sabancı gibi önemle korunan bir işadamı varoşlardan çıkanlarca öldürülüyorsa,bunun temellerinin tüm toplum kesimlerince sorgulanması gerekmektedir. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın  diyemeyiz,bir gün o yılan  döner bizi de sokar. Thomas Hobbes latince “Homo homini lupus” (İnsan insanın kurdudur.) demektedir. Neden  bizler için de geçerli  olabiliyor ? Türk tarihi ve kültür hayatımızı bir  süreklilik içinde ele alan bir tarih felsefesinin devletin resmi felsefesi haline gelmesi gerekmektedir. Cumhurbaşkanlığı forsunda yer alan 17 ayrı Türk devletleri birbiriyle organik bütünleşmesi izah  edilerek bütüncül düşünce tarzı benimsenmeli ,geçmiş ve geleceğimiz arasında köprü kurulmalıdır. Milli kaynaklarımıza dönmek suretiyle toplumumuzu yeniden canlandırma sürecine tabi tutmak zorundayız.

Milli birliğin zayıflığına,sosyal çözülmeye ve tefrikaya Orkun abideleri çok güzel örnek olduğu gibi;gerek Yavuz Sultan Selim’de,

İhtilaf u tefrika endişesi,

Kuşe-i kabrimde dahi bi-karar eyler beni,

İttihadken savlet-i  a’dayı def’a çaremiz,

İttihad etmezse millet,dağıdar eyler beni.

 

(Anlaşmazlık ve ayrılık endişesi,

Kabir köşemde dahi kararsız eyler beni,

Birleşmek iken düşman kuvvetini defetme çaremiz,

Birlik etmezse millet,gönlü  yaralı eyler beni.)

Gerekse Mehmet Akif’te;

Girmeden  bir tefrika bir millete düşman giremez.

Toplu vurdukça yürekler onu  top sindiremez!

Şekillenmekte ve bizlere tarihi dersler vermektedir. Keşke ders  alınabilse!

 

Türkiye,bir takım tehditleri içe kapanarak,dünya ile entegrasyonunu geciktirerek değil,tam tersi dışa açılarak,dünya ile bütünleşerek aşmalı,hedeflenen bölgesel çekim merkezi ve bölgesel güç olma arzusuna ulaşılmalıdır. Her türlü yer altı ve yer üstü zenginlikleri ve genç  nüfus potansiyeli ile istikrar içinde güçlenerek bölgenin  güç ve denge  merkezi olmasından korkulan Türkiye,özellikle doğu blokunun çökmesi sonucu Balkan’lardan Orta  Asya’ya  uzanan Türk dünyasının hareket merkezi haline gelmiştir. Bu nedenle dış güçlerin yürüttüğü psikolojik harekat faaliyetlerine hedef ülke olmaya devam edecektir. (Alkan,2000-22)

Japonya,Batı kapitalizmi tarafından sömürge ya da yarı sömürge haline gelmekten kurtulabilen tek Avrupa dışı ülkedir. Bu şans,Baran’a  göre Japonya’nın da fakirliği işe yaramıştır. Fakirlik bu ülkeyi batı iştahından korumuştur. Yine gerek Pazar,gerekse hammadde deposu olarak ta fazla çekici değildi. (Avcıoğlu  1990-94) Fakat bunun yanı sıra Türklerin Viyana kapılarına kadar dayanarak medeniyeti götürmesi ve  Kızıl Elma için çalışmasını Batı  unutmadığı  için her an canlanabilecek bir dev olarak gördüğü  Türkiye’nin başına devamlı gaileler açmış  ve açmaya da devam edecektir. Yunus’un ifadesiyle “Ol mahiler ki,derya içredür deryayı bilmezler (O balıklar ki  deniz içindedir de denizde olduklarını bilmezler) “ misali ne yazık ki milletimiz sahip olduğu milli gücün farkında değildir. Ayrıca belirtmiş  olduğumuz kanayan yaraların halen mevcudiyeti ve  ne hikmettir ki hala  sarılamaması dış güçlerin iştahını  kabartmakta ve bu yaralarımızı  kanatmakta ve kanatmaya da devam edeceği anlaşılmaktadır.

Ülkemiz,1950’lerden bu güne terör olayları ile karşı karşıyadır. 1960’dan 80’li  yıllara kadar sağ-sol,1980’den  sonra ise Türk-Kürt  ve  en  son olarak ta Laik-Antilaik diye bölünerek insanlarımız birbirlerine kırdırılmak istenmektedir. Her şeyden öte bütün bu  olaylar ülkemizin siyasi,ekonomik ve  kültürel yönden büyük bir sıçrama noktasında  olduğu dönemlerinde çıkarılmaktadır.İngiliz devlet adamı Churchill,”Türkiye’nin ağırlığı  35 kg da tutulmalıdır. Türkiye’nin ağırlığı eğer bu kilonun üstüne çıkarsa başına gaileler açarak yeniden 35 kg. a indirilmelidir.”  Sözünü söylemektedir.(Alkan,2000-9,10)

Günümüz insanını bile tarif edebilmesi açısından Ahmet Hamdi TANPINAR’ın (1998-128) Huzur isimli romanı  ibret vericidir.”Biz şimdi bir aksülamel (reaksiyon) devrinde yaşıyoruz. Kendimizi  sevmiyoruz. Kafamız bir yığın mukayeselerle dolu;Dede efendiyi Wagner olmadığı  için,Yunus  Emre’yi Verlaine,Baki’yi Goethe ve Gide  yapamadığımız için beğenmiyoruz. Uçsuz  bucaksız Asya’nın o  kadar zenginliği  içinde,dünyanın en iyi giyinmiş milleti bulunduğumuz  halde çırılçıplak yaşıyoruz. Coğrafya,kültür,her şey bizden yeni bir terkip  bekliyor;biz misyonlarımızın farkında değiliz. Başka  milletlerin tecrübesini yaşıyoruz.”

Bu konuda Prof.Dr.Ahmet Akgündüz’ün bir hatırası varolan gerçeği  apaçık  gözler  önüne sermekte ve  bizleri düşünceye sevk etmektedir. “1990’ da gittiğim  Amerika’nın California Eyaleti’nde bir   ekonomi Profesörünün bana söyledikleri hala kulaklarımda çınlamaktadır. Genç  Türk Profesörü!Şu anda dünyada  iki süper güç var;Amerika ve  Japonya. Her ikisi de maddi ve manevi  açıdan sıçrama kabiliyetlerini  kaybetti. Sıçrama yapsak  bile,milimetrelerle ölçülen sıçramalar yapabiliriz. Ancak dünyada maddi ve manevi açıdan metrelerle ifade edilebilecek sıçrama kabiliyetine sahip bir devlet ve bir millet var,o  da Türkiye Cumhuriyeti  Devleti ve  Müslüman Türk Milleti’dir. Tabi Amerika ve Batı köprülerinizi kesmezse…” (Akgündüz,1994-55,56)

Yine ABD Eski Başkanı Bill  Clinton’un 15 Kasım 1999 yılında TBMM’de yapmış olduğu konuşma bizim kendi dinamiklerimizi tanımadığımız ve potansiyelimize güvenmediğimizi belirterek geleceğe yönelik bir ivme açısından ibret teşkil etmektedir. “Osmanlı’nın dağılması  ve  Türkiye’nin yükselmesiyle bu yüzyılın tarihi şekillendi. Yıkıntılardan  yeni milletler doğdu 20.yüzyılı anlamak için Türkiye’nin tarihi bir anahtardır. Türkiye’nin geleceği,önümüzdeki bin yılın ilk yüzyılının şekillenmesinde de önemli rol  oynayacaktır. Türkiye’nin doğu ile batıyı birleştirmedeki  başarısı bu coğrafya göz önüne alınınca  daha da önem kazanmaktadır. Bölgede ve dünyada milyarlarca  insanın geleceği TBMM’de  25 yıl boyunca alınacak kararlara  bağlı. Bu insanların Türkiye’nin güçlü,laik,geleneklerine saygılı,geçmişinden  gururlu;ama Avrupa’nın  parçası olan bir ülke haline  gelmesinde çıkarları vardır. Bu,çok çalışma ve vizyon isteyen bir görevdir. (Radikal,1999)

Bazı kesimlerce kendileri aydın diye kabul edilen Fikret Başkaya “Milli mücadele,milli bir hareket değildir. Bunun resmi ideoloji tarafından sonradan uydurulduğunu” ;Murat Belge “Ben bir Kürt olsam TC’nin bana dayattığı  bu  kimlik zorunluluğuna  karşı ayrılmayı düşünürüm  ve  Kürt bağımsızlığı  dendiği zaman tüyleri diken  diken olan insanlardan değilim”  diyebiliyorsa (1996b.34-35) elbette ki,bu ülkede bir dikili ağacı,bir  metrekare arsası olmasa da  Anadolu’nun saf ve temiz çocukları her zaman hoşgörülü  olmakla birlikte her metrekaresi atalarının kanıyla yoğrulan bu vatanın  bir metrekaresini vermemek için  yüksek paye olan şehitliği  seçmesini bileceklerdir. Varsın adları bilinmesin,varsın parsayı başkaları götürsün. Onlara Yüce Yaratıcı’nın vereceği  paye yeter diyenler varolduğu müddetçe bu bayrak yere düşmeyecektir. 

Günümüz insanını tarif etmesi ve  geleceğe yönelik mesajları açıından Böke’nin  ifadeleri şiirsel  bir anlam taşımaktadır. Teknolojinin getirdiği rahatlıklarla kendisine daha çok zaman ayırması gerekirken boş vaktinin olmadığından, kendine zaman ayıramayışından şikayet eden çağımız insanını bir kenara koyalım. Karşısına geçmiş dönemlerin insanlarının o kadar çalışmalarına rağmen yine de kendilerine ve çevrelerine zaman ayırabilişlerini, bir konu üzerinde yoğunlaşıp günümüze kadar gelen ölmez eserler bırakmalarını bir kenara koyalım. Ve kendimize şu soruyu soralım? “Sade devirlerin sade insanlarındaki sadelik fikrini ve sade insanlarını nerede ve nasıl kaybettik?” Ve gerçeğin namlusunu bir kez daha kendimize çevirip soralım: “İçinde bulunduğumuz An’ı ne zaman fethedeceğiz?”. Sadeliklerin ve günü aşmışlığın sırrı, bir in ve tek in üzerinde yoğunlaşmanın esrarlı atmosferinde gizli. Ne zaman ki birin üzerine yoğunlaşırsak o zaman çokların tadına bakıp onların ikliminden de zevk alabiliriz. Şu anda yaşadığımız zaman dilimini iyi değerlendire-biliyorsak, yani daima “an”ı iyi yaşayabiliyorsak “an” dan sonra gelecek ayrıntılar içerisinde boğulmayız. Çünkü hayat sonsuz “Şimdi”dir. Ne zaman ki “şimdi” leri tüketirsek kendi kum saatimizle kendimizi rutinliğe hapsetmişiz demektir. (Böke,2001)

Eflatun’un  Devlet’i,Thomas Morus’un Ütopya’sı,Campenella’nın Güneş Ülkesi’nden daha  güzeli  ve fıtrata en uygun olanını atalarımız yaşadı ve gelecek kuşaklarımızda da yaşanabilir. Yeter ki  inanılsın  ve bu  inancın gereği  yapılsın.Binmekte olduğumuz gemiyi habire  delerek batıracağını bilmeyen safdillerimiz ve bilerek batırmak  isteyen hainlerimizin farkında olan,insan gölüne  sevgi mayası  çalmak isteyen ve bu milleti için içi yanan Alperenler’in varolduğunu bildiğimiz için hep iyimser olduk ve iyimser olmaya devam edeceğiz.

 

KAYNAKÇA

 

1- Aile Araştırma Kurumu  (1992).Sosyal Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi Ankara.Aile Arş.Krm.Yay.

2- Akgündüz, A.    (1994).Güneydoğu Meselesi ve Çözüm Yolları   İstanbul.   OSAV Yay.

3- Akgündüz A.   (1999).Bilinmeyen Osmanlı     İstanbul.   OSAV Yay.

4- Alkan N.    (2000).Psikolojik Harekat Terörizm ve Polis.   Ankara.    EGM Yay.

5- Aslantürk,Z.Amman,M.T.(1999).Sosyolji-Kavramlar Kurumlar Süreçler Teoriler İstanbul.M.Ü.İFAV.Yay

6- Aytaç, Ö.,Bal,İ.   (2001). Barış Kültüründe Polisin yorumladığı Barış’ın (Manço’nun) Polis olmak   &Amerikan “Polis Akademisi” filmi bağlamında Türk Polisinin sorumluluğu. Polis Dergisi 27    Ankara.    EGM.Yay.

7- Berkes, N.    (1965).Batıcılık,Ulusculuk ve Toplumsal Devrimler     İstanbul.

8- Böke, K.    (2001).Sonsuz Hayat “Şimdi”dir.http://www.dergi.org./Arsiv/dergi net.Kasim-   aralik 2000.htm.

9- Cüceloğlu. D. (2000).İçimizdeki Biz    İstanbul.   Sistem Yay.

10-Emniyet Genel Müdürlüğü (1999).Polis Okulları Ders Kitapları 1.  Ankara.    EGM. Yay.

11-Erkal, M.E.  (1996).Sosyoloji (Toplum Bilimi)  İstanbul.   Der.Yay.

12-Kurtkan, A.   (2000).Türk Milletinin Manevi Değerleri.        İstanbul.   MEB Yay.

13-Öztuna, Y.    (1983) Büyük Türkiye Tarihi     İstanbul.   Ötüken.

14-Radikal Gazetesi  (16.11.1999)

15-Sanay, E.      (1991).Genel Sosyolji     Ankara.    G.Ü.Yay.

16-Sevinç, N. (1987).Eski Türklerde Kadın ve Aile   İstanbul.   TDAV.Yay.

17-Sezen, Y. (1990).Sosyoljide ve Din Sosyoljisinde Temel Bilgiler ve Tartışmalar   İstanbul. M.Ü.İFAV.Yay

18-Tabakoğlu,A   (1998). Türk İktisat Tarihi.    İstanbul.  Dergah Yay.

19-Tanpınar, A.H.(1998).8.Baskı     Huzur   İstanbul. Dergah Yay.

20-Turgut, M.    (1985).Japon Mucizesi ve Türkiye   İstanbul. Dergah Yay.

21-Türkdoğan, O. (1999a) Niçin Osmanlı Kimliği? Türk Dünyası Araştırmaları            İstanbul. TDAV Yay.

22-Türkdoğan, O. (1996b).Milli Kimliğin Yükselişi  İstanbul. Alfa Yay.

23-Türkdoğan, O. (1996a).Sosyal Şiddet ve Türkiye Gerçeği   İstanbul. Timaş Yay.

24-Türkdoğan, O.  (1996b).Milli Kültür Modernleşme ve İslam  İstanbul. Birleşik Yay.