KAFA KARIŞIKLIĞI
Cengiz GÜN
Başkomiser
Ankara Em.Müd. Ruh.Teb.İşl.Şb.Müd.lüğü
Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu’ndaki değişiklikler, İnfaz Kanunu’nun uygulamasından doğan tuhaf durumlar, sosyal ortam ve tepkilerdeki değişim, kıdemliler başta olmak üzere birçok meslektaşımızı endişelendiriyor, polislik mesleğinin bittiği şeklinde yorumlanıyor. Vatandaşın can ve mal emniyetini sağlamak ve korumakla görevli teşkilat mensuplarımız kendilerinin korumaya muhtaç duruma düştükleri, amirlerinin ise bu duruma duyarsız kaldıkları değerlendirmesini yapmaya başlıyorlar. Polisimiz vatandaştan beklentilerini bulamıyor, vatandaşımız da polisiye hizmetlerden zaman zamanmemnun kalmıyor. Bizim iç güvenliği sağlayan bir kuruluş olarak beklentilerimiz neler olabilir? Beklentimiz doğru bir temele oturuyor mu? Vatandaşımızdan aldığımız olumlu ve olumsuz tepkilerin değerlendirmesini hangi çerçevede yapmamız gerekir? Bir şeylerin değiştiği inkar edilemez bir gerçek ama, değişen ne? Mesleğimiz gerçekten değersizleşiyor mu, yoksa olması gereken normal sınırları içine mi giriyor? Toplumsal tepkilerdeki değişimin anlamı ne? Konuyu Prof. Dr. Doğan CÜCELOĞLU’nun yaşam felsefelerini temel alan çözümlemesi ile devam ettirmek ve sonra da siyasal ve hukuki boyutları iletemellendirerek bir sonuca ulaşmak istiyorum.
İki Yaşam Felsefesi : Korku Kültürü – Değerler Kültürü
Prof. Dr. Doğan CÜCELOĞLU toplumları ve onlara egemen olan kültürleri, yaşam anlayışlarını ikiye ayırmaktadır: korkulacak bir güç olmadıkça insanların ve kuralların dikkate alınmadığı, korku temeline dayanan “Korku Kültürü” ve iç dünyamızı, öznel benliğimizi odak olarak kabul eden, doğru olana önem veren ve doğruları paylaşmayı temel alan “Değerler Kültürü”.
Yaşam felsefelerini daha iyi anlayabilmek için, insan olarak var oluşumuzdan kaynaklanan ve öznel benliğimiz tarafından sezgisel olarak ihtiyacını duyduğumuz ve tatmin edilmesini beklediğimiz varoluş ihtiyaçlarını belirlemek gerekmektedir. Bu ihtiyaçlar: 1- Umursanma, 2- olduğu gibi, yargılanmadan kabul edilme, 3- Değer verilme, 4- Yeterli görülüp güvenilme, 5- Sevilme olarak belirlenmektedir. Birbirimizin farkına vardığımız andan itibaren iletişim başlamakta, söylenen ve söylenmeyen her sözün, yapılan ya da yapılmayan her davranışın bir anlamı olmaktadır.
Birbiri ile karşılaşan iki insanın birbirinin yüzüne bakması veya bakmaması, selamlaşıp selamlaşmaması “umursanma” ile ilgili bir mesaj değeri ifade etmektedir. Umursanma, kaale alınma varsa, umursananın, bireyin öznel benliği mi yoksa dışarıya gösterdiği sosyal yüzü mü olduğu? da dikkate alınacak iletişim temelidir. Özü itibariyle umursanan, sınırları ve sorumlulukları önemsenen birey “hesap verme” anlayışına sahip olacaktır ki yaşamsal önemi olan bir niteliktir. İkinci boyutta yargılamadan kabul etme gelmektedir. Yargılama ile kabulde aynı zamanda bir “bozukluk iması” da vardır. Üçüncü boyutta birey kendisini, ait olduğu bütünün vazgeçilmez bir parçası olarak hissetmek ister. Bu ihtiyacı sağlıklı olarak karşılanırsa kendisini “değerli”, eksik karşılanır ya da hiç karşılanmazsa “yalnız” hisseder. Dördüncü boyutta birey kendisini güçlü, yeterli ve güvenilir görmek ister. Başarının temelinde, varoluşun bu boyutuna dayanan “özgüven” yatar. Bilgiyi temel alan akademik (zihinsel) zeka faktörünün başarıdaki oranı %4-5 dolaylarında iken özgüveni temel alan duygusal zeka faktörünün başarıdaki oranı %90’lardan fazla olmaktadır. Beşinci boyutta ise sevilme ihtiyacı vardır. Sağlıklı sevgi ile karşılaşan insanın onuru yücelir ve gelişir.
İletişim ve etkileşim sonucu birey (çocuk) kendisi ile ilgili bir imaj geliştirir. Eğer varoluş ihtiyaçları sağlıklı olarak karşılanırsa özbenlik imgesi sağlıklı ve güçlü olacaktır. Sağlıksız bir ortamda varoluşunu gerçekleştirmiş ve öznel benliğini yukarıda sayılan beş boyutta besleyememiş ise özbenlik imgesi sağlıksız ve zayıf olacaktır. Bundan sonra bireyin tüm algılama ve yorumları, olaylara verdiği anlam (fenomenolojisi) özbenlik bilinci ile belirlenecektir. Korku ortamında şekillenen özbenlik bilinci güce, maddiyata, sosyal maske ve mevkiye önem verecek, insanın özünü dikkate almayacaktır. Değer ortamında şekillenen özbenlik bilinci ise insan eksenli olacak, varoluş ihtiyaçlarını karşılamaya yönelecektir. Korku kültürü insanın “insan gibi” yetişmesi ve davranmasına imkan vermez, dolayısıyla insanlar gerçek benliklerini göstererek değil “maskeler” kullanarak kendilerini ifade ederler.
Ailenin, eğitimin, iş yaşamının ve devlet yönetiminin değerler kültürünü temel alan bir anlayışa sahip olmadığı toplumların çağdaş ve uygar olmaları da mümkün değildir. Denizdeki balıkların suyun farkına varamaması gibi bizler de yetiştiğimiz ortamı doğru değerlendiremeyebiliriz. Değişim ve gelişimleri bir de bu gözle değerlendirerek CÜCELOĞLU’nun “İletişim Matrisi”ni polis – vatandaş ilişkilerine uyarlayıp bir sonuca ulaşmaya çalışalım.
Polis – Vatandaş İletişim Matrisi
Ortam – Birey Etkileşimi | O R T A M ( Kuralları koyan Devleti temsilen) P o l i s | ||
Olumsuz (-) | Olumlu (+) | ||
B İ R E Y (Polisin Muhatabı) Vatandaş |
Olumsuz (-) | (1) KORKU (-) (-) | (2) HAYAL KIRIKLIĞI (-) (+) |
Olumlu (+) | (3) ÖFKE (+) (-) | (4) HUZUR (+) (+) |
Matrisin (1) numaralı bölümünde, (polisin muhatabı olan) vatandaş da, (ortamı, kuralları koyanı temsilen) polis de korku kültürünü benimsediğinden ilişki “KORKU” olarak tanımlanmakta ve yapılan davranışlar normal kabul edilmektedir. Göreceli bir denge hali söz konusudur.
(2) numaralı bölümde, vatandaş korku kültürünü benimsemişken, polis değerler kültürüne sahip ve ona göre davranmaktadır. Sonuç her ikisi açısından da “HAYAL KIRIKLIĞI”dır. Vatandaş polisin davranışını, benimsediği korku kültürü çerçevesinde değerlendirerek onun acizliğine hükmetmiş, şaşırmış ve saygı göstermeye değer bulmamaktadır. Polis de hayal kırıklığı içindedir, muhatabına normal bir davranış göstermiş, karşılığında sayılmama olarak yanıt almıştır. Bu durumda iki seçeneği vardır: 1- vatandaşın beklentisine uygun davranışa geçmek, 2- sabrederek muhatabının anlayış değiştirmesini beklemek. Birinci yol şüphesiz en kolay olandır, ama ikinci yolu tercih etmek ise erdemli bir davranıştır.
(3) numaralı bölümde vatandaş değerler kültürünü benimsemiş ve ona uygun beklenti içerisinde, polis ise korku kültürünü benimsemiş ve gösterdiği davranışlar o doğrultuda. Bu durumda ortaya çıkan ise “ÖFKE”dir. Vatandaş, kendisinin bir değere sahip olduğunu bilmekte, özgüven sahibi olduğundan beklentisi bu yönde olmakta, koşulları belirleyen polis ise korku kültürü davranışı gösterdiğinden beklentiler çatışmakta ve ortaya öfke çıkmaktadır. Ortaya çıkan bu durumun uzun süre devam etmesi olanaksızdır. Uzun vadede “HUZUR” ortamına dönüşmesi olasılığı yüksektir.
(4) numaralı bölümde ise hem vatandaş hem de polis değerler kültürünü benimsemiş ve ona uygun davranış gösterdiğinden ortaya “HUZUR” çıkmaktadır. Her iki taraf da yükümlülük ve sınırlarını sağlıklı olarak değerlendirdiklerinden herhangi bir sorun çıkmamaktadır.
Emniyet hizmetlerinin siyasal ve hukuki çerçevesini de belirledikten sonra konu ile ilgili değerlendirmemizi yapalım.
Emniyet Hizmetlerinin Siyasal-Hukuki Çerçevesi Ve Değerlendirme
Devletler zamana, kendilerini kuran unsurların beklenti ve anlayışlarına göre eğitim, sağlık, ekonomi, güvenlik ve adalet hizmetlerini kamu hizmeti olarak ifa ederler. Eğitim, sağlık ve ekonomi gibi alanlarda devlet, hizmeti özelleştirebilir ancak denetlemeye devam eder. Güvenlik ve adalet hizmetleri ise bizzat devlet eliyle yapılması gereken kamu görevlerindendir. Konumuz olan güvenlik hizmeti ise bir iç güvenlik hizmetidir. Devletin vatandaşına sağladığı, devlet olma niteliğinin gereği olan kamu görevidir. Muhatap ise kendisine kamu hizmeti götürülen vatandaştır. Siyaset bilimi açısından çerçeveyi belirledikten sonra bir de hukuki boyuta göz atalım.
3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu ile ülkenin genel emniyet ve asayişinin sağlanması görevi İçişleri Bakanı’na verilmiş ve genel zabıta içerisinde geçen polis “silahlı icra ve inzibat kuvveti” olarak tanımlanmıştır. 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu ise 1. maddede polisi “asayişi amme (genel asayiş), şahıs, tasarruf emniyetini ve mesken masuniyetini (konut dokunulmazlığını) korur. Halkın ırz, can ve malını muhafaza ve ammenin istirahatinitemin eder.” şeklinde tanımlayarak hukuki statüsünü, görev, yetki ve sorumluluklarını belirlemiştir.
Polis, görev ve yetkileri, statüsü çerçevesinde önleyici asayiş hizmeti verir, suç ve suçlularla ilgili adli işlemleri yapar, alanına giren konularla ilgili belgeler (pasaport, silah ruhsatı vs.) verir. Yine görevi esnasında karşılaştığı direnme ve saldırının derecesine göre zor kullanma yetkisine (2559 sayıl Kanun, Ek Madde-6) sahiptir.
Kendimizle ilgili değerlendirmeleri bu temeller üzerinde yaparsak, korku kültürü anlayışının toplumumuzu sıktığını ve kalıplarının zorlandığını, değerler kültürüne doğru bir hareketlenmenin de olduğunu, bu geçiş sürecinde ise her şey yerli yerine oturmamış olduğundan bir kafa karışıklığı yaşadığımızı, ancak bunun geçici bir durum olduğunu ve “HUZUR” ortamına doğru bir gidiş olduğu sonucunu çıkarabileceğimizi düşünüyorum.
– Faydalanılan Kaynak : Doğan CÜCELOĞLU (Prof. Dr.), İletişim Donanımları
– 03.12.2002