HAYRETE ŞAYAN İLK İZLENİM
Kemal ÇELEBİ[*] |
1963 Yılı Haziran’ında polis kolejinden mezun oldum, staj için İstanbul’u istedim. 475 Lira ilk maaşımı büyük bir sevinçle cebime indirip mehil müddetinde köyüme gittim. Tesadüf ki o gün bizim bahçede tütün kırma imecesi vardı. Adetten olduğu üzere tarla tütünü bitirildiğinden imeceye ziyafet verilmesi gerekli idi. Cepte para varya bol miktar da helva, Pazar ekmeği, bisküvi, kavun ve karpuz aldım ve büyük sükse yaptım ve rahmetli annemin hayır duasına mahzar oldum. Temmuz’un 15inde de İstanbul’da staja başladım.
Muhittin Kaya, Hasan Uyar, Aziz Bilget, Metin Atalay ve Şerafettin Ulusoy ile birlikte trafik şubesine tefrik edildik. Beyoğlu Emniyet Amirliği binasının üst katında bulunan yatakhanede kalıyor, sabah topluca resmi elbiseli olarak şişaneye iniyor ekiplere iltihak ederek göreve çıkıyorduk. Ben ve Muhittin motosikletli ekibe, Hasan ve Aziz ile Metin ve Şerafettin birer trafik otolarında göreve çıkıyorduk. Motosikletin sepetinde ora senin bura benim günü gün ediyorduk. Şube müdürü rahmetli Talip Albayrak ile motosikletli grup amiri komiser Atlan Güvener kolejli ve fevkalade toleranslı ve hoşgörülü kişilerdi. Sabah şişhaneden Silivri’ye, öğleden sonra oradan ta Sarıyer’e kadar, 18 adet motosikletli grup olarak gidilir akşam Beyoğlu’na bırakılırdık. Staj gerçekten de bir zevku sefa idi. İstediğimizde izin alır köye gider gelirdim.
İzinli yada akşam saatlerinde Bursa sokakta bulunan Erler Film Stüdyosu önünde iş çıkar ümidiyle bekleşen Neşet Tosun, Öztürk Serengil, A.Tarık Tekçe, Suphi Kaner gbi ikinci sınıf sinema oyuncularıyla sohbet eder, şakalaşır, haz duyardım.
Bir defasında sabah İstiklal Caddesinden Şişhaneye giderken yaşlı ve beyefendi biri 5 tane üniformalı trafikçi olan bize “Affedersiniz, İstiklal Caddesi neresi?” diye sormuştu. Biz o caddeyi Beyoğlu caddesi olarak bildiğimizden cevapta geciktik, ancak Şerafettin Pişkin bir eda ile “Burası Beyoğlu caddesi, şu caminin yanından (Ağa camii) aşağı inin oradaki paralel cadde olsa gerek.” Diye tarif etti. Adamcağız boş yere Tarlabaşı Caddesine yollandı. O esnada bir ayakkabı boyacısı bize hitaben “ağabeyler İstiklal Caddesi burası, adamı boşuna yolladınız aşağı.” Deyince mahcubiyetimizi tarif edemem.
Hele Muzaffer Akgün’ün program yaptığı bir açık hava bahçesine paso gösterip güya beleş girişimiz (giriş ücretsizmiş) ve o zamanın şartlarında fahiş bir fiyatla gazoza 140 kuruş, biraya 5 lira verip program izlememize ne demeli/
Motosikletli grupta görevli motosiklet sürücülerinin marifetleri saymakla bitmez. 19 Mayıs Bayramında Ankara’da motosiklet gösterilerinde sergilediklerini, trafik kontrollerinde de uygularlardı. 80-100 km süratle seyir halendeyken sürücüye yanaşır evrak ister kontrol ederlerdi. Tamamen sükse ve gösterişe dayalı görev yapılırdı. Gereksizliğine karar verildi ve 2 ay içinde grup dağıtıldı zaten. Muhittin ile beni bir trafik otosuna verdiler, stajı orada tamamladık.
Yemek saatlerinde tanıdık bir iş yerine gidilir yemek yenir, öğle sıcağında Florya yada Silivri’de plaja girilir 1-2 saat istirahat edilir, akşam saatlerinde Sarıyer, Bebek yada Emirgan’da keyifle çay içilirdi. Kısacası birkaç yıl sonra komiser yardımcısı olacak bizlere mesleğin raconları yeterince öğretiliyordu.
Bir izin veya istirahatten geç döndüğüm gerekçesiyle görev yazan Büro Amiri Başkomiserle münakaşa ettim. Adam uyanık ve siyasetçi biri. Şube Müdürünün bize karşı sevgi ve sempatisini bildiği için pek ses etmedi ancak ekipteki bir memur bana, bunun altından bir çapanoğlunun çıkacağını, dikkatli olmamı söyledi. Gerçekten de yanılmamıştı, bir hafta başlangıcında şubeye çağırdılar beni, 3 gün istirahat alan Eminönü kavşağında Trafik Babasında görev yapan memurun yerine yazmış, gayet pişkin ve sırıtkan ifadeyle; “memur 3 gün izinli, boylu poslu, yetenekli biri olarak seni onun yerine yazdım, şube müdürünün okeyi var, hemen git ve görevi devral, 08-10, 12-14, 16-18 saatlerinde görevdesin, ara saatlerinde civarda istirahat edersin.” Dedi. Olan olmuştu, yapacak bir şey yoktu, gittim saat 10.00 da baba da dikildim, başladım gel-geç işaretlerine, önce heyecanlıydım, yadırgadım, ancak o kalabalık araçlar dur diyorsun duruyor, geç diyorsun geçiyorlar, çok çabuk alıştım ve haz duymaya başladım.
Akşama doğru 16.00-18.00 nöbetimde bir araç yanımdan geçerken araçtan bir şahıs durduğum kulübeye (Trafik Babası) bir paket attı, peşinden bir daha, bir daha…. Ayaklarımın dibi doldu. Bir tanede o zamanlar yeni çıkmış baya kıymetli bir kom gömleği attılar. O günlerde bomba vs.atma olayı olmadığından korkmadım ama bir manada veremiyordum. Saat 18.00’e doğru tişört giymiş, orta boylu ve orta yaşlı biri noktaya yaklaştı, selam sepet hak getire, geldi ayağımın dibinde atılan paketleri karıştırdı, sadece kom gömleğini aldı ve ayrılacakken döndü ve bana “Genç meslektaşım ben yabancı değilim bu noktanın asli sahibiyim. Bu gömleği alıyorum, ötekiler senindir, yarın ve öbür günde uğrarım.” Deyince ben “ Abi o gömlek moda, bende ise yok, onu bana bırak ötekilerini al.” Dedim. Gayet pişkin ve tatlı bir gülümseme ile; “Anlaşıldı kardeşim, gömlekte senin olsun, yarın ve öbür günde uğramam.” Deyip gitti.
Görev hitamı eşyalara baktığımda, 1 gömlek, bir düzine çorap, 1 düzine küçük plastik kolonya, bisküvi, çikolata vs. eşantiyon malzeme vardı. Tabii ki bir poşet yapıp yatakhaneye döndüm.
Ertesi günü sabah doğruca şube müdürüne çıktım, bu görevi iki gün daha yapamayacağımı arz ettim. Babacan bir eda ile gülerek, o göreve yazılışımdan haberi olmadığını, güzel anıları belleğime yerleştirmemi, olumsuz anıları unutmamı, ancak bu ve buna benzer daha birçok türden alışkanlıkların mateessüf var olduğunu söyledi.
Ancak ben olumsuzda olsa bu anıyı asla unutamadım.