G Ü V E N Ü Z E R İ N E
Cengiz GÜN
Başkomiser
Ankara Em.Müd.Ruh.Teb.İşl.Şb.Müd.lüğü
Uluslar arası ilişkilerden bürokrasiye, ticaretten aile bağına kadar, gerçek ya da tüzel kişiliklerle, iletişim ve etkileşim olan her alanda, güven, ilişkileri belirleyici önemli bir unsur olarak karşımıza çıkar. Bu durumda güven kavramına yüklenilen anlam ve anlaşılanın ne olduğu önem kazanmaktadır. Güveni ; 1- sadakat (bağlılık), 2- liyakat (yetenek – yeterlilik), 3- kişilik, 4- istikrar boyutlarına ayırarak anlamaya çalışabiliriz. Böylece, örneğin bizce tanınan birisi ile ilgili olarak zihnimizde daha net düşünceler oluşabilir, başka birine yapılacak değerlendirmelerde ne ifade etmek istediğimizi daha kolay belirleyebiliriz.
Güven sözü ile ilk anlaşılanın sadakat olduğunu söyleyebiliriz. Memur olarak hiyerarşik bir sistem içerisinde yer alıyoruz ve herkesin bir statüsü ve rolü var. Bu çerçevede güveni de, üst-ast ilişkileri ile eşit düzeydekiler arasındaki ilişkiler bağlamında değerlendirebiliriz. Güvenin sadakat boyutu, ast-üst ve eşitler arasında fazla bir fark gözetilmeden, iyi niyetli bağlılık ve ihanet etmeme olarak anlaşılır. Özel ilişkilerde de kurumsal ilişkilerde de güvenin istismar edilmemesi, aradaki konsensusun gereği olan tavır ve davranışların gösterilmesi beklenir. İyi niyetten ve sadakatten emin olunamıyorsa güven de yok demektir.
Güvenden anlaşılan bir diğer önemli boyut ise yetenektir. İfa edilecek iş ya da görevle ilgili bilgi ve beceri de bir güven unsurudur. Üst-ast ilişkisi çerçevesinde, üst, görev vereceği astının sadakatinden şüphe duymayabilir. Ama yapılacak işle ilgili yeterlilik de güvenle ilgili önemli bir boyut olarak ortaya çıkar. Vereceği görevi yapıp yapamayacağından emin olmadığı, güvenemediği bir memurla çalışmayı kimse istemez. Bu durum eşit düzeydekiler için de geçerlidir. Hiç kimse, işten anlamayan, sadece kendisine yük olacak biriyle görev yapmak, onu sırtında taşımak istemez. Ve bu tür güvensizlikler iş ortamındaki huzuru da bozar. Daha önce görev yaptığım bir ilde buna uygun bir durumla karşılaştım: Uzmanlık isteyen bir birimde birisi işini gayet iyi bilen bir uzman ile uzman sıfatını taşıyan ancak işi ile ilgili fazla bir becerisi olmayan iki arkadaşımızın tayini söz konusu idi. Gerçekten uzman olan arkadaş, diğerini taşımaktan bıkmış ve o tayin istemezse tayin istemeyi düşünüyordu. Diğeri ise kendine güvenememekteydi ve uzmanın tayin istemesi halinde kendisi de gitmek, kalacaksa kalmak istiyordu. Diğerinin yetersizliği dolayısıyla uzman arkadaşa yaptığı sıkıntı, onun iş ortamını sıkıntıya sokuyor, moral ve motivasyonunu olumsuz etkiliyordu. Buradan da çıkarabileceğimiz gibi yeterlilik de sadakat kadar bir güven unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır.
Üst astı, eşit düzeydekiler birbirini yeterlilik açısından değerlendirir de, ast üstünü değerlendirmez mi? Üst de mesleki bilgi, beceri ve görgü açısından yeterli olmalı, ayrıca yönetim becerisi açısından yeterli donanıma sahip olmalıdır. Otoriter bir tutumla da olsa yönetim sağlanabilir. Ama bu tür bir tarz ne kadar sağlıklı olur? Çok tartışılır. Güvenin yeterlilik boyutunda yöneticiden, bilgi ve beceriye ilave olarak temsil ve liderlik de beklenir. Personele örneğin “emrim altındakiler” ya da “çalışma arkadaşlarım” yaklaşımı, sonucu tümüyle etkiler. Örneğin bir birim amirinin, yeni göreve başlayan bir personeli yanına alarak birimini tanıtıcı genel bilgiler vermesi, diğer personelle tanıştırması, daha başlangıçta güven ortamını doğuracak bir davranıştır. Burada birim amiri hem kendi bilgi ve becerisini, liderliğini göstermekte, hem de işe yeni başlayacak personele görevini genel çizgileriyle anlatmaktadır. Personel ayrıntıda boğulmadan görevi genel çerçevesi ile kavrayacak, işine kısa sürede adapte olarak kendine güven duyacak ve verimli olacaktır. Diğer taraftan, görevde elde edilen başarı, onun aidiyet duygusunu kazanması sonucunu da doğuracaktır.
./..
-2-
Güven kavramının önemli bir boyutu da kişilik, daha açık bir deyişle dengeli bir kişilik yapısıdır. Bir şekilde ilişkili olduğumuz ya da olmak zorunda kaldığımız insanlara güven duyabilmek için kişilik yapılarına da güvenmek isteriz. Karşılaşılan olaylar ve içinde bulunduğumuz, örneğin istemeden de olsa bulaşmak zorunda olduğumuz bir olay karşısında serinkanlı bir değerlendirmeye muhatap olur muyuz? Yoksa bir çırpıda, hiç dinlenmeden bir yargısız infaza kurban gider miyiz? Muhatabımız bu konuda da bize güven verebilmeli, en azından bir yargıya varmadan mutlaka dinleyeceğini bilmeliyiz. Burada aynı zamanda bir mütekabiliyet (karşılıklılık) da söz konusudur. Yani bizim de muhatabımıza gerekli güveni vermiş olmamız gerekmektedir. Yoksa karşılıksız bir güven beklentisi boşuna bir beklemedir.
Güven oluşumunu etkileyen bir diğer boyut da ilişkideki istikrar olarak ortaya çıkar. İstikrardan uzak, bu gün bir türlü, yarın başka, öbür gün daha başka türlü tavır ve davranışlar kişilikle ilgili oluşmuş olan ya da oluşacak algılama ve imajı sarsıntıya uğratır ve güvenin tesisini engeller. Burada bir zaman faktörünün ortaya çıktığı görülüyor. Yani istikrar boyutunun tamamlanabilmesi, güvenin oluşması için yargıya varabilecek (kanaat oluşacak makul bir süre) bir zamana ihtiyaç vardır. Karşımıza geçip kısa bir zaman aralığına sığabilecek olan yeteneğini sergileyen birisi, bizden hemencecik kendisine güvenmemizi bekleyemez. Sadakat, kişilik ve istikrar boyutları, kişilere, ilişkilere ve ortama göre değişse de yine de belirli bir zamanıngeçmesi ile değerlendirilecek unsurlardır. Eskiler bir kişiyi tanımak için onunla yolculuk yapılması veya (7) okka tuz yenilmesi gibi şartlar ileri sürmüşlerdir. Tuz yenilmesi olayı ile anlatılmak istenen, o miktardaki tuzun kullanılacağı yemeği birlikte yemek, tabii olarak da bu arada zamanı birlikte geçirmektir. İnsanın kişiliği, yolculuk gibi zorluklarla karşılaşılabilecek, dolayısıyla da sinirlerin gerilebileceği anlarda ve fedakarlık gerektiren bir durum ortaya çıktığında göstereceği bilnçaltı davranışları ile ortaya çıkacak ve anlaşılacaktır. Bu tür bir süreç içerisinde yapılacak olan kişilik ve istikrar değerlendirmesi şüphesiz daha sağlıklı olacaktır.
İçerisinde bulunduğumuz iletişim ve etkileşim ilişkileri ağında ve güvenin son derece önemli olduğu sosyal ortamımızda kendimizi de bir güvenilirlik değerlendirmesine tabi tutmamız gerektiğine inanıyorum. Muhatabımızdan, herhangi bir temele dayanmadan bize güvenmesini beklemek yersiz bir beklenti olsa gerek. Öncelikle bir zamana ihtiyacımız olduğunu bilmeli, baştan itibaren sadakat konusunda şüphe oluşturacak tutum ve davranışlardan uzak durmalı, kendimizi sürekli yenileyerek yeteneksiz ve başkasına yük olacak bir konuma düşmemeli, kişisel gelişimimize önem vermeli ve ilişkilerimizdeki denge ve istikrarı bozmamalıyız.
Güveni parçalarına ayırarak yapılan değerlendirmede, herhangi bir boyutun olumsuz olmasının, sonucun olumsuz olarak kabul edilmesini gerektireceğini düşünüyorum. Güvenilir olmak insanların en önemli vasıflarındandır ve tercih edilme nedenidir. Güvene dayanmayan ilişkiler uzun süre devam edemez. Güvenin olmadığı bir yaşam ve ilişkiler ağı da düşünülemez. O halde mutlaka güvendiğimiz birileri olacak ve bize de güvenenler bulunacaktır. Görevlendirmede ve dostlukta tercih edilmek ise onur ve mutluluk kaynağıdır.