Ermeniler Meselesinin Arka Planı ve Üç Şehidimiz
M. Yavuz ELBİRLER
1. Sınıf Emniyet Müdürü
Polis Başmüfettişi
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Ülkesi ve Milleti ile bölünmez bir bütün olduğu hususu Anayasa hükmüdür. Bu hükmü tehdide yönelik faaliyetlerin bilinmesi ve geçmişten günümüze incelenmesi Türk varlığının devamı yönünden hayati ehemmiyete haizdir. Gelecekteki muhtemel gelişmelerin önlenebilmesi, zararların minimum seviyeye indirilmesi için günümüzde devam eden bu tür, kökü geçmişte olayların incelenmesi zarureti vardır. Bu zaruret bizi ülkemizin Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizden toprak talebinde bulunan ve halen devam eden terörün uygulayıcısı PKK ve diğerlerinin arkasında bulunan Ermeniler ve destekleyicileri olan güçlerin faaliyetlerine açıklık getirmeye sevk etmiştir.
Dünyada hiç bir millet, egemenliği altında bulunan azınlığa, Türklerin Ermenilere davrandığı kadar medeni, adil ve müsamahakar davranmamış ve yine dünyada hiç bir azınlık hakimiyeti altında yaşadığı egemen millete karşı, Ermeniler kadar nankörce, haince ve barbarca hareket etmemiştir.
Çoğu Ermeni, muhtelif kaynakların belirttiğine göre Ermeniler, X1.yüzyıla kadar Kafkasların küçük bir sahasında, bölgeye hakim olan çeşitli devletlere tabi olarak yaşamışlardır. X1 yüzyıldan itibaren sürekli olarak Doğudan gelip Batıya giden Türk devletlerince fethedilen bu bölgede yaşayan Ermeniler, Selçuklular ve daha sonra Osmanlılar hakimiyetinde önce Van, Diyarbakır, Urfa ve Çukurova bölgesine ve daha sonra da özellikle Osmanlı devrinde hemen hemen her vilayete yerleşmişlerdir.
Türkler,Ermenilere din ve ibadet hürriyeti vermişlerdir
Osmanlı Devletinin daha kuruluşundan itibaren bütün gayri müslimler bu geniş hürriyet ortamından yararlanmışlardır. XV. yüzyılda Eçmiyazin’de kurulan Gregoryen Kilisesine ve mezhebine bağlı olan Ermeniler en geniş ölçüde din hürriyetine sahip oldular. Bursa’nın başkent yapılmasından sonra (1326) merkezi yönetimin ayrı bir cemaat halinde teşkilatlanmalarına izin verdiği Ermenilerin Kütahya’nın Osmanlı idaresine girmesinden sonra buradaki ruhani merkezleri Bursa’ya taşındı. İstanbul’un fethini müteakip 1462’de Fatih Sultan Mehmet Bursa Ermeni piskoposu Ovakimi, bir kısım Ermeni aileleri ile birlikte İstanbul’a getirtti ve Ermeni patriği tayin etti. Samatya’daki Sulu manastır denilen kilisede patrikhane olarak verildi. Daha sonra Anadolu’da bir kısım Ermeni aileleri İstanbul’a getirilerek çeşitli semtlere yerleştirildiler. Anadolu’da kalan bir kısmı da Sis (Kozan) sancağından yer alan Anavarza, Pars-Berd, Küpdere, Lamberd kaleleri ile Çukurova’yı Orta Anadolu’ya bağlayan ve çok önemli bir stratejiye sahip Gülek kalesi muhafızlıkları verilmiştir. Bu şekilde devletin çeşitli kademelerinde görev yapan Ermeniler, Osmanlı Devletince kendilerine tanınan bu hoşgörüye karşılık verdikleri hizmetten dolayı “Milleti Sadıka” unvanı ile anılmışlardır.
Ermenilerin kendi dini hayatlarını yaşarken kendilerine din değiştirmeleri yönünde baskı yapılmadığı gibi 1831’de Ermeni Katolik kilisesi resmen tanındı. 1859’da Protestan Kilisesi kabul edildi. Böylece Ortodoks Fener Rum Patrikhanesine bağlı olanlarla birlikte dört ayrı Ermeni kilisesi ortaya çıktı. Bu Kiliselerden Katolik ve Protestan Kiliselerine 1915 tarihinde tarafsız kaldıkları düşüncesi ile dokunulmadı.
Ermeniler’in dil ve kültürleri engellenmemiştir.
Anadolu’nun Türk idaresine girmesinden sonra Ermeniler kendi dillerini tam bir serbestlikle konuşmaya devam ettikleri, dillerini konuşabildikleri için de kültürel faaliyetlerini sürdürdüler. Türklerin matbaayı kullanmalarından 160 yıl önce Venedik’te matbaacılık eğitimi görmüş, bazı araştırmalarda Sivaslı Apkar, bazılarında ise Hetum adını taşıyan bir papaz, idarenin izni ile 1567’de İstanbul’da bir matbaa açtı. 17.Yüzyılda Marsilya’da bir Ermeni matbaasının Kral Xll. Luis tarafından kapatılmasına karşılık, Osmanlı Devletinde Ermeni basını çalışmasına devam etmiştir. 1908 yılında bütün ülkede Ermeni matbaası sayısı 38’e ulaşmıştır. 1910 yılında Ermeniler İstanbul’da Ermenice 5 gazete ve 7 dergi çıkartmaktaydılar
Her bakımdan egemen millet olan Türkler ile eşit olan Ermenilerin Türklerden tek farkı askerlikten muaf tutulmaları ve bu muafiyet karşısında ödedikleri (1908’e kadar) kan vergisidir. İşte bu muafiyet sayesinde Türkler cephede kırılır ve iktisadi hayatları bozulurken azınlıklar çoğalmış ve zenginleşmişlerdir.
Ayrıca yukarıda da değindiğimiz Anadolu’daki kale muhafızlıkları dışında, sarayın bütün memurluklarına, mahkemelere, mutasarrıflık gibi büyük makamlara Ermeniler getirilmişlerdi. Tespit edebildiğimiz kadarıyla yalnız Hazine-i Hassa’da üçü Bakan olmak üzere 21 Ermeni Müdür ve memur vardır. Danıştay’da 4’ü Danıştay üyesi olan 18 Ermeni müdür ve memur olarak görevlendirilmiştir. İçişleri Bakanlığında 4’ü Vali muavini, 30’u mutasarrıf muavini geri kalanı da Bakanlığın önemli kademelerinde görev alan 50 Ermeni vardır. PTT Bakanlığında 3’ü Bakan, 1’i Genel Müdür, 1’i Müfettiş ve 19’u Müdür ve Memur olan 24 Ermeni çalışmaktadır. Maliye Bakanlığında 1’i müsteşar olmak üzere 16 Ermeni Müdür ve memur olarak çalışmaktadır. Adalet Bakanlığında 1’i Müsteşar olmak üzere 22 Ermeni vardır. Bayındırlık Bakanlığında 5’i Bakanlık yapmış olan 15 Ermeni Bakanlığın üst kademelerinde görev yapmıştır. Dışişleri Bakanlığında birisi Bakan olmak üzere 4 müsteşar, 4 Büyükelçi , 1 Maslahatgüzar, 2 Elçilik Müşaviri, 16 Konsolos, 12 Elçilik sekreteri ve yüksek kademede görevli 35 Ermeni Müdür ve memur vardır.
Tazminat Fermanından sonra Ermenilere bağışlanan haklar öylesine geniş boyutlara ulaşmıştır ki 1860 tarihinde dini ve içtimai meselelerini görüşüp idare etmek üzere “Ermeni Meclisi-Umumi Milisi”nin kurulmasına dahi müsaade edilmiştir. Ermeniler, İstanbul’da ve Anadolu’da okullar açmış, hastaneler yaptırmış ve hatta bu kurumlara Devlet tarafından ödenekler tahsis olunmuştur.
Ancak; Türklerin Anadolu’ya ayak basmalarından ve özellikle Balkanlara geçip Avrupa’da yerleşmeye başlamalarından itibaren batılı devletler,önce Türkleri Anadolu ve Avrupa’dan silah zoru ile uzaklaştırmak için bir seri Haçlı seferi düzenlemişler, bundan muvaffak olamayınca başta Ermeniler olmak üzere gayr-i Müslimleri dini, milli, siyasi yolla kazanmak, kendi mezheplerini kabul ettirmek suretiyle amaçlarına ulaşmak yoluna girmişlerdir.
Kapitülasyonlar ve daha sonrada Fransa, İngiltere, Rusya ve Amerika’ya tanınan Osmanlı Devletlerindeki “Hıristiyanların Hamiliği” sayesinde misyonerler XVlll. ve özellikle (XlX). yüzyıldan itibaren Anadolu’da teşkilatlanmaya başlamışlardır. Böylece 1701-1702’lerde Fransa, 1804’ten itibaren İngiltere, 1819’dan itibaren Amerika ve 1774 ve özellikle 1829’da Edirne Antlaşmasından sonra Rusya’dan gelen misyonerler Anadolu’da teşkilatlanmışlar, başta Ermeniler olmak üzere bütün gayr-ı Müslimleri kendi mezheplerine çekmenin yanısıra, onların dini, milli, siyasi hisleri ile oynamaya çalışmışlardır. Böylece Harput’ta bir Fransız Koleji, bir Amerikan Koleji ve birde Alman Mektebi (lise) kurulurken, 1818’de Amerikan Bord Ajanları Ayıntab’a yerleşmişler ve 1831’de kurdukları matbaada bastırdıkları İncilleri özellikle Ermenilere dağıtmışlardır. 1848’de burada daha sonra Tıp Fakültesine dönüştürülecek olan Amerikan hastanesi ve Ermeni azınlık mektepleri açılmıştır. 1850 yılında Ayıntab Amerikan Kolejinin açılmasından sonra 1879’lardan itibaren bu faaliyetlere Fransız’larda katılmış ve 1908 yılında burada 9 Türk okuluna karşılık 20 Azınlık okulu sayılmıştır. 1.Dünya Savaşı arifesinden bütün bu misyoner faaliyetleri Rusya’nın Bitlis Konsolosunun yorumunda da ifade ettiği gibi meyvelerini vermeye başlamıştır.
“…….Batılı diplomatlar kendi bakış açılarına göre, Milliyet kavgasında pek gaddarâne bir suretle istifadeye kalkmışlar, Ermenilerin milli duygularını tahrik ederek hiç sıkılmadan Türkiye’de bir Ermeni meselesi icat etmişlerdir.”
1860’da çalışmaları başlatılıp, 1863 martında bir fermanla kabul edilen Nizamname-i Millet-i Ermenia’nın üçüncü bendinde ” Milletin vazife ve hakları arasında evvela milletin kültürel ve maddi ihtiyaçlarının karşılanmasına gayret sarf edilerek, ikinci olarak Ermeni kiliselerinin imam ve efsanelerine leke ve zarar getirmemek, üçüncü olarak insanoğullarına lazım olan maarifi her sınıf erkek ve kız çocuklarına eşit olarak temin etmek ve dördüncü olarak kilise,hastane ,okul ve benzeri müesseseleri ve ianeleri mamur halde tutmak prensipleri…………” getirilmiştir. Altıncı bendin onuncu maddesinde ise Ruhban Mektep hocaları ile kilise, manastır, mektep ve hastane memurlarının murakabe ve tecziyesi patriğe ve ona bağlı olarak görev yapan meclis ve komisyonlara bırakılmıştır.
Kendilerine verilen imtiyazlar ve haklarla misyoner faaliyetlerle 1914 yılına gelindiğinde Ermeni okulları sayısı 803, burada okutulan erkek öğrenci sayısı 59513, kız öğrenci sayısı 21713, öğretmen sayısı ise 2088 idi ki bu rakamlara Katolik ve Protestan okulları dahil değildir.
1893 yılındaki verilere göre Amerikalı 1317 misyonerin idaresinde 436 kilise bulunuyordu. Ayrıca 27.400 talebeyi İstanbul, İzmir, Merzifon, Tarsus, Kayseri Maraş, Antep, Harput ve Van’da 21 okulda ve ayrıca 9 Amerikan Kolejinde okutuyorlardı.
Bütün bu okullarda öğretmenin yanısıra yürütülen iki faaliyet ise Evenyelizasyon ve Ermeni Milliyetçiliği olmuştur.
HAYIR MÜESSESELERİ, CEMİYETLER
Ermenilerin Osmanlı hakimiyetine girmelerinden itibaren okullar gibi varlıklarına müsaade edilmiş olan hayır müesseseleri ve cemiyetler, Tanzimat ve Islahat Fermanlarından sonra her tarafta mantar gibi çoğalmaya başlamışlardır. Bunların kurucuları başta Ermeni din adamları olmak üzere, Kafkasyalı Rus Ermenileri olmuştur. Kuruluşları ve faaliyetlerinde Avrupalı misyonerler tarafından fikren desteklenmişler ve bunların mahalli konsoloslukları aracılığıyla hükümetleri tarafından da mali yönden desteklenmişlerdir
Bağımsız bir Ermenistan kurmak amacına hizmet etmek üzere X1X. Yüzyıl sonları ve XX. yüzyıl başlarında Ermeni cemiyetleri, okulları, kiliseleri kanuni ve dini bazı dokunulmazlıklarından yararlanmak suretiyle, isyan, ihtilal hazırlıklarının yapıldığı birer “Siyasi Büro” ve silah mühimmat deposu ve imalathanesi haline gelmişlerdir.
Bunlardan ” Hayırseverler Cemiyeti” 1860’ta Çukurova’yı kalkındırmak için kurulmuş ve bunu “Fedakarlar Cemiyeti” takip etmiştir. Birincinin üyelerinden, Hasip Şişmanyan ile Mıgırdıç Beşiktaşyan 1862 Zeytun İsyanına katılmışlardır.
1870’den 1880’e kadar geçen süre içinde Van’da Ararat, Muş’ta Mektep Sevenler, Şarklı ve Ermenistan’a Doğru, Adana’da Kilikya Cemiyetleri kurulmuş ve bunlar 1880’de birleşerek “Birleşik Ermeni Cemiyeti ” ni meydana getirmişlerdir
Ayrıca 1872’de Van’da Rusya’nın desteğinde “İttihat ve Halas” ,1878’de “Kara Haç” Cemiyeti kurulmuştur. Kara Haç adı, üyelerinin arasında sır verenlerle, cemiyet prensiplerine uymayanların listedeki isimleri üzerine Kara Haç çekilip idam edilmelerine kaynaklanmaktadır.
1881’de Erzurum’da “Şura-ı Âli” adı ile kurulan cemiyet daha sonra “Müdafa-i Vatandaşlar” olarak adını değiştirmiştir. Yine aynı vilayette 1882’de “Anavatan Müdafileri, Silahları ve Milliyetperver Kadınlar” cemiyetleri kurulmuştur.
1890 yılında İstanbul’da da ” Yıldırım” ve ” Kurban ” isimli cemiyetler kurulmuştur.
Bütün bu cemiyetler , sadece fikri mücadele vermekle kalmayıp yerine göre hem Türklere hem de fikirlerini benimsemeyen, kendilerine yardım etmeyen veya Devlet bağlılıkları ile kendilerine ihanet eden Ermenileri de öldürmekten ve Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki İsyan ve katliamlara iştirakten kendilerini alamamışlardır.