Emir Verme (2)
EMİR VERİRKEN TEHDİT
Emirlerin yerine getirilebilmesini sağlamak için bazen içine tehditvari sözler yerleştiririz; “Falan işte de diğerleri gibi lakaytlık yaparsan ceza alacağını unutma” şeklindeki sözlerle emir verilenleri çalışmaya zorlarız.
Bir amirin verdiği emirleri yürütebilmesi, tehditlerini yerine getirmeye muktedir olmasına bağlıdır. Zaman zaman yapılan tehditlerden az da olsa bir kısmı uygulanmalıdır ki maiyet, emirlerin sonuna yerleştirilmiş tehditleri dikkate alsın.
Bakın Osmanlı’nın Paşası nasıl tehdit etmiş:
“Kaptanıderya Çengeloğlu Tahir Paşa, Rodos adasında Hristiyan halkı hükûmet aleyhine kışkırtan bir konsolosa adadan ayrılıp gitmesi için birkaç kere kibarca şöyle demiş:
– Size buranın havası yaramıyor…
Fakat konsolos bu söze hiç oralı olmayınca Paşa bu sefer şöyle konuşmuş:
– Siz beni beş yüz beş kuruş zarara sokacaksınız. Beş yüz kuruşa bir köle alacağım, sizi vurup öldürecek. Sonra beş kuruşa da bir ip alıp köleyi asacağım.
Bu söz üzerine konsolos, pılıyı pırtıyı topladığı gibi hemen adadan ayrılmış.”
Emrindekileri olur olmaz yerde tehdit edip bunları da hiçbir zaman yerine getirmeyen amirin emirleri bir müddet sonra uygulanmaz olur. O ne kadar esip savursa da herkes bildiğini yapar. Böyle bir durumda onun tehditleri palavra, emirleri de nasihat yerine geçer. Tehditlerini yerine getiremediğini görenler onu söyleyene üfürükçü derler. Esasen insanlar nazik sözlerden ve nasihatten anlasalardı tehdit etmeye gerek kalmazdı.
Bir amir daima emirlerini infaz ettirmeye muktedir olmalıdır. Emirleri yerine getirilmeyen amir, amir olmaktan çıkmış demektir. Talimatlarını uygulatamayan amir, hiyerarşide emrindekilerle aynı seviyeye gelmiş sayılır. Daha da ilerisi, söz konusu amir emrindekilerden daha liyakatsiz, bilgisiz ve âcizse emir alan durumuna dahi düşebilir. Bu durumda uyanık bir maiyet, hile ve kurnazlıkla süslenmiş çeşitli söyleyiş şekilleriyle amirine emir bile verebilir. Bunun farkına varamayan amirse amirlik yaptığını zanneder.
“Eser ama yağmaz” misali emirlerin infaz ettirilememesi idarede laçkalığa yol açar. Böyle bir durumda büyük küçük her memur istediğini yapmakta serbest kalır. Herkes görevinin değil şahsi menfaatlerinin peşinden koşmaya başlar. İradesi zayıf ve gevşek amir emirlerini infaz ettiremez.
Emirlerini uygulatamayan amir, memur sayılır.
Emir veren kişinin evvela kendisi, emir verdiklerine güven veren bir şahsiyete sahip olması gerekir. Herkes bilmelidir ki emreden amir, gevşek, kaypak, yalancı ve sorumsuz biri değildir. Olgun ve güvenilir amirinden emir almaya gelen maiyet kendini taa baştan emri uygulamaya hazır hisseder. Ve böyle durumlarda bir emir hiç bir zaman iki defa tekrarlanmaz.
Saygı duyulan ve kendisine boyun eğilen amirin gözdağı vermesine ihtiyaç yoktur. Ciddi tavırlar ve etkileyici bakışlar birer emirdir. Bunun için bir İsveç atasözünde “Kuvvetlinin ricası emir gibi gürler” denmiş.
Ortama göre fikir değiştiren, palavracı, güvensiz ve dengesiz amirin verdiği emirler onun istediği şekilde değil emri alanın istediği şekilde yerine getirilir.
Her amirin kendi üstlerine karşı tam bir sorumluluğu olduğu gibi emir verdiği insanlar üzerinde de tam bir otoritesi olmalıdır. Doğru sözlü, dürüst ve güvenilir bir şahsiyete sahip devlet adamı söz geçirme iradesi bakımından en üst seviyeye ulaşır.
Napolyon’un bu yönü ile ilgili anlatılanları okuyalım:
“Adamın kudreti, temas ettiği herkesi etkiliyordu… Davranışları hâlâ kimi zaman hantal ve kaba olabiliyordu, fakat tabiatında, bakışlarında ve konuşmasında nüfuz edilemeyen bir özellik vardı. Herkes emirlerine uyardı. Kamu önünde, bu izlenimi arttırmak için özel bir gayret sarfederdi. Diğer yandan özel hayatında rahat, sempatik ve hatta güvenilir bir sırdaştı.
Genç bir teğmen olarak, genç bir general olarak, hiçbir zaman lütuf istememişti; isteyemezdi; çünkü sadece komuta etmesini biliyordu. Krallara bile bir komutan edasıyla yazıyordu ve ‘lütfen’ kelimesi son on yıl boyunca dudaklarından sadece iki kere çıkmıştı; ilki Papa’dan Onu imparator olarak kutsamasını istediğinde, ikincisi de Habsburg Hanedanı’ndan Francis’in kızıyla evlenmek için istirhamda bulunduğunda.”
Bazıları vardır ne laftan sözden anlarlar ne emirden talimattan. Böyleleri tabanca ile sözünü yürüten emirden başka emre itaat etmeyenler gibi gereğine göre verilmiş emirleri kulak arkası ederler. Onlar için sadece bir kanun geçerlidir: Bıçak ve sopa kanunu!..
İşte Osmanlı’nın Bakanlarından Cemal Paşa’nın kanunu:
“Birinci Dünya Savaşı içindeyiz… Cemal Paşa, hem Bahriye Nazırı/Denizcilik Bakanı, hem de Dördüncü Ordu Kumandanı… Dördüncü Ordu, bütün Hicaz Kıtası’nın savunmasını üzerine almıştır. Bu alan, bugünkü Cumhuriyet sınırlarımızdan çok geniştir. Yol yok, araç yetersiz, imkânlar kıt!.. Cemal Paşa, beraberinde kurmay başkanı, bayındırlık müdürü ve diğer ilgililer olduğu hâlde ana yolların yapımını teftiş ediyor. Görüyor ki yapılanlar yetersiz, çok yavaş gidiyor ve yıllar sürecek… Bayındırlık Müdürü’ne ana yolun bir an önce tamamlanması için ihtiyaçlarını soruyor. Mühendis şu cevabı veriyor:
– Bu yol, iki seneden önce bitirilemez efendim.
Cemal Paşa şöyle bir düşünüyor ve soruyor:
– Bu yol için kum, taş, amele kullanıyorsunuz. Amelelerin ellerinde de birer kürek ve kazma var. Saha görüyorsunuz ki kumsal ve düz… Arıza yok. Öyle değil mi?
Bayındırlık Müdür’ü müspet cevap verince, Cemal Paşa, Yaver Nusret Bey’e dönüyor:
– Bu emrimi not ediniz: Beyefendiye nihayet on güne kadar şimdiki kullandığı amelenin dört mislini temin edeceksiniz, dört misli de nakil vasıtası… İki senede biteceğini söylediği bu yol böylelikle dörtte bir zamanda, yani altı ayda bitmesi icap eder. Bu temin edeceğiniz vasıtadan ayrı olarak, kendisine bir de darağacı hediye edeceksiniz. İstediği amele ve vasıtalara sahip olarak işe başlamasından altı ay sonunda yol tamamlanmamış olursa bu darağacını son yapım noktasına kendi eliyle kuracak ve ben de kendi elimle Beyefendiyi bu darağacına asacağım!
Ve, Cemal Paşa, hiç cevap beklemeden yürür gider…
Tabiî sonucu merak etmişsinizdir. Altıncı değil, dördüncü ayın sonunda yol tamamlanır!..”
KÖTÜ EMİR
Özel şartların gerektirdiği durumlar hariç emirler, nezaket kuralları dâhilinde iyilik ve güzellikle söylenmelidir. Kötü ve hakaretamiz sözlerle verilen emir, maiyeti kırar. Emir verirken maiyete değer veren, onun gururunu okşayan sözler tercih edilmelidir. “Şu işi şöyle yap” değil de, “Şu işi şöyle yapalım” demek gibi. Bazılarının yaptığı gibi, makamın arkasına sığınıp, “İş dediğim gibi olmazsa çıranı yakarım.” “Kemiklerini kırarım.” yahut “Çanına ot tıkarım.” gibi sözler amiri küçültür.
Sadece vahim durumlara sebebiyet verecek tehlikeli ve kritik zamanlarda nezaket kurallarının dışına çıkan sert ifadeler kullanılabilir. İstisna teşkil eden böyle acil ve hayati konularda kullanılan çarpıcı ve dikkat çekici ifadeler emrin yerine getirilmesini çabuklaştırmada işe yarar.
İnsanları yönlendirenler, insanların karakterine göre davranmalı, emir ve komuta ilişkisinde fertlerin şeref ve haysiyet duygularını zedelememeye dikkat etmelidirler.
İnsanlara güzel muamele eden bir amir, emri de güzelce verir.
Şimdi şu komutanla ilgili anlatılanları okuyun:
“Bir komutan olarak yirmi yıl içinde on defa başka yerlere tayin edildi ve çeşitli görevlerde bulundu. Her gittiği yerde nefret topladı. Özellikle emri altında çalışan komutanları ondan hiç mi hiç hoşlanmazlardı. Emrindeki komutanlarından biri şöyle söylemişti:
– Ondan yalnız hoşlanmamakla kalmıyorum, hergeleden nefret ediyorum!
‘Kan ve cesaret’ lakabı, kişiliğindeki sert yaradılışı ortaya koyuyordu. Yabanıl ve halktan bir kişiydi. Adamlarına küfürle hitabeder; konuşmalarında “Allah’ın belası” ve “hergele” sözü hiç eksik olmazdı.”
Evet, bu anlatılan komutan Amerikalı meşhur General Patton’du.
İtalyan Lider Mussolini’nin bu konudaki uygulaması için de şöyle denir;
“Bazı faşistler uygulanan aşırı şiddete karşı çıkıyor ancak Mussolini onları da sindiriyordu. Mussolini’ye göre insanlar ancak korktukları kişiye itaat ederlerdi.”
İnsanların izzeti nefisleriyle oynayarak emir verenler aynı muamele kendilerine yapılsaydı memnun olurlar mıydı? O hâlde kural şu olmalı: Sana amirlerinin nasıl emir vermesini istiyorsan sen de emrindekilere öyle emir ver.
Ast üst ilişkisinde sorumluluk bir bütündür. Yazılı da olsa sözlü de olsa herhangi bir emri veren amir, o işte kendi sorumluluğunun da bulunduğunu bilir. O hâlde sorumluluk tamamen emir alana yıkılarak emir verilmez. Anlaşılması zor ve hassas konularda emredenler o işte kendi sorumluluklarının da bulunduğunu yazıyla veya sözle teyit etmelidirler.
Emekli Valilerden Mehmet Aldan, başından geçen bir olayı şöyle anlatır:
“Kırklareli Valiliğinde göreve başladığım günlerdeydi. Millî Eğitim Müdürlüğünden bir yetkili Valilik onayını gerektiren bir yazı getirmişti. Evrakı inceledikten ve ek bilgiyi aldıktan sonra yazıyı onayladım. Memur dosyayı alırken bir ara durakladı.
– Bir şey mi var? diye sordum.
– Efendim, eski Valimiz ‘Olur’ yazısının önüne, kendi el yazısıyla ‘Kanuni sakınca yoksa’ ibaresini kordu da!..
Bu cevap karşısında çok şaşırdım. Bir işlemde, bir tasarrufta kanuni sakınca olup olmadığını, İl’de vali dışında kim inceleyecek, buna kim karar verecekti? Şartlı bir onay, şüphesiz hukuki bir dayanaktan yoksundu, geçersizdi.
Memurun söylediğine inanmak istemedim, ‘Bir örnek gösterebilir misiniz?’ dediğim zaman, hemen bir dosya getirdi. Dosyayı açtım. Gerçekten Valinin onay yerindeki imzanın üstünde şu ibare okunuyordu: ‘Kanuni sakınca yoksa’ Olur”
İdarede kanunsuz emir verilmez. Ancak maiyet, üstünden aldığı bir emrin kanunsuz olduğu kanaatinde ise bu emri yerine getirmez ve durumu derhal emri verene bildirir. Ancak üstü, emrinde ısrar eder ve bu emri yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir. Bu durumda emrin sorumluluğu tamamen emir verende kalır. Buna idarede deruhte-i mesuliyet yani mesuliyetin üzerine alınması denir.
Eğer kendi kanaatini emri verene bildirmek için hâl ve şartlar müsait değilse o takdirde iyi düşünmek icap eder. Bu sırada yakında bulunanlara danışıp görüşmek de fayda getirir.
Böyle durumlarda şöyle düşünülmelidir: Bana göre kanunsuz olan bu emri yapmazsam amirim ne der, yaparsam nasıl bir zarar görürüm? Buna karşılık yapacağım işin idareye faydası ne kadardır? İşte bunlar değerlendirilir ve eğer yapılacak işin faydası büyükse emri yerine getirmemiz daha uygun düşer. Zira idarede emre itaat ve otorite esastır. Emirlere sık sık yapılan itirazlar idareyi işlemez hâle koyar. Buna karşılık yapılacak işin fazla bir faydası yoksa o iş yapılmaz ve durum amirle irtibat kurulduğu ilk fırsatta kendisine izah edilir.
Bu konuda Atatürk, “Benim her emrim yapılır, çünkü benden yapılmayacak emirler sadır olmaz” diyor.
Konusu suç teşkil eden emir verilmez; verilse de hiçbir surette yerine getirilmez. Böyle bir durumda emri veren de yerine getiren de sorumluluktan kurtulamaz.
Kötülüğü emretmek, emir değil küfürdür. Muhatabın ne tip insan olursa olsun daima iyilikle emret.
Nefsine hâkim olan insan, içinde kötülük taşıyan emir vermez.
İçinde kötülük olan emir, vereni de uygulayanı da yakar.
Bakınız, İkinci Dünya Savaşının başladığı sırada, Amerikalı General Patton subaylarına nasıl emir vermiş?
“General Patton savaşa katılma emrini aldı. 16 Mart gecesi Patton, subaylarını az aydınlatılmış bürosunda topladı. Kendisinin deyimiyle, suratına bir general ya da savaş ifadesi vererek subaylarına baktı ve tiz sesiyle, otoriter bir tavırla konuştu:
-Arkadaşlar, yarın savaşa katılıyoruz. Eğer başarılı olamazsak, kimseyi sağ olarak geri çevirmeyin!
Subaylar şaşkınlıkla komutanlarına baktılar. O an için Patton, onların gözünde Ondokuzuncu Yüzyıl’dan gelme biriydi. Generaller artık böyle konuşmalar yapamazlardı. General Patton’un toplantıdan ayrılmasından sonra subayların şaşkınlığı hâlâ geçmemişti.
Bölük Komutanı Yüzbaşı Bessman, Kolordu Komutanı Albay Askers’e sordu:
– Bu adama ne dersin?
– Ne diyebilirim ki? Ama garip bir kişi olduğu gerçek!
Subayları, kendilerini ilk defa savaşa sokacak olan 58 yaşındaki komutanları üzerinde tartışırlarken; Patton, küçük ve dağınık odasındaki karyolasının önünde diz çökmüş Tanrı’ya dua ediyordu.”
Bu konuyu, “Liderin Kitabı” isimli eserimin Emir Verme bölümünün sonuna yazdığım veciz sözlerimden bir kısmını buraya alarak bitirmek istiyorum:
Karmakarışık yazılı emrin, arkasından yazılı açıklaması gelir.
Ahmak amirin akıllı memura verdiği emir, memurun istediği gibi yapılır.
Akıllı amirin ahmak memura verdiği emir, ikisinin de istediği gibi olmaz.
Akıllı amir, aptal memuruna verdiği emri takip eder; ahmak amirse neyi takip edeceğini bilemez.
Yerine göre, bir duruş, bir çatık kaş çok şey anlatır.
Üç defadan fazla tekrar edilen emir, emir olmaktan çıkar, sohbete dönüşür.
Bir emrin tam olarak anlaşılması, o işin yarı yarıya yapılması demektir; bir emrin yarım anlaşılması ise o işin hiç yapılamaması demektir.
Teşvik, talimatın içinde gizlidir.
Mert amirin verdiği emir sert olur; ama kaypak olanınki dert olur.
Çabuk sinirlenen amir, kendini tutarsa ne âlâ; tutamaz da emrederse, düşer belaya.
Heveslerinin esiri olmuş bir amirin, emirlerinin çoğu hayaldir.
Emirler, insanları küçümseyen amirin hor görme aletidir.
Zorba ve zalim amirden emir alan, emrin belli bir yüzdesini uygulamasın.
Emrindekileri birbirine düşürmek isteyen amir, alçalıp yükselen sesle, her iki tarafa da dolaşık emir verir.
Emrindekileri birbirine düşürmek isteyen amirin emri; ağzından çıkan değil kafasından geçirdiğidir.
Fitneci amirin emrindekilere verdiği talimatlar, köpeklere atılan top gibidir.
Acele verilen emirde eksiklik ihtimali çoktur.
Aceleci amir akıllıysa, aceleyle verdiği emri acele düzeltir; aptalsa inatla uygulamaya çalışır.
Asık suratlı adamın yanlış emri doğru zannedilir.
Dikkat et! Unutkan amirin, emrinin başı ile sonu farklı olabilir.
Unutkan amire verdiği emri ara sıra hatırlat.
Ne yapacağı belli olmayan amirin, ne emredeceği de belli olmaz.
Tartışmacı memur, itiraz etmeden emir almaz.
Çok hassas olana emir verirken kelimeleri seç de konuş.
Huysuz memur, her emirden bir huysuzluk çıkarır.
Adam kullanmayı seven amir, durmadan emir üretir.
Adam kullanmayı seven amir, bir iş için on defa emir verir.
Patavatsız amir, gizli verilmesi gereken emirleri başkalarının yanında söyler.
Dengesiz ve dangalak amirin verdiği emirlerin içinden bir kurul dahi çıkamaz.
Yeni makama gelmiş ne oldum delisi, emir vermeye bayılır.
Dik kafalıya yüksek perdeden emir ver.
Mankafalıya emredeceğin işi kendin yap daha iyi.
Ukalaya vereceğin talimat, o anda sana verilen talimat olarak geri döner.
Aptal ve budalaya emir vereceğim diye uğraşma, yardımcına söyle o anlatsın.
Hayalci amir, mucizeyi iş olarak emreder.
Lom sözlü birine emir verirsen, işin ortasında cevabını alırsın.
Bilgiç memur, senin verdiğin emrin ne anlama geldiğini sana öğretmeye kalkar.
Gaddar amirin gülüşü, emir yerine geçer.
Pısırık amirin en sert emri, sohbet zannedilir.
Laf anlamaza emir vermek, eşeğe et vermek gibidir.
Sorumluluğun emir verilene yıkılarak iş yapılması devlet teşkilatında değil mafya teşkilatlarında olur.
Kendinden emin kara cahil, anlamadığı emre anladım der, işi de kendi bildiği gibi yapar.
Dipnotlar
1 Recep Muhlis GÜR Mülkiye Başmüfettişi, Liderin Kitabı,Truva Yayınları, 439/2014.