Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

DOĞRULAR VE YANLIŞLAR-Sevgi ve Saygı-11


Kemalettin ERTAN

                                                                                                            Emekli Emniyet Müdürü

MESLEKİ SAYGI-2

Polisliğe Nazilli’de Sümer Karakolunda başlamıştım. 1951 yılının son ayının son gününde.

Karakol amirimiz babamız yaşında, yerini dolduramayan, yanısıra bilgiçlik taslamayı da elden bırakmayan bir komiser yardımcısıydı. Bedensel yapısı nedeni ile aramızda ona “Gandi” derdik. Ama, hiçbir durumda saygısızca davranmazdık. Özellikle ben, son derece saygılı hareket eder, hatalarını kamufle etmeye çalışır, zor durumda kalmaması için gayret sarfederdim. Ner var ki o, ya onu koruduğumun farkında değildi, ya da çekindiğim, korktuğum için öyle davranıyorum sanıyordu.

Bir gün karakola geldiğimde, daktilonun başında buldum onu. Halbuki daktilo yazmayı bilmezdi. Kavgada yaralanan bir genç için, doktora sevk yazısı hazırlıyormuş görüntüsü vermeye çalıştığını anlamıştım.

Komiserimiz beni görünce rahatladı ve emrini verdi.

Daktiloya bir kağıt taktım ve beklemeye başladım. Bir süre sonra aramızda, aşağıdakine benzer bir konuşma geçti.

-Yaz

-Ne yazayım komiserim.

-Yaz. Hükümet Tabibliğine.

-Yazdım efendim.

-Yazmaya devam et.

-İyi de ne yazacağımı söylemediniz?

-Yaz işte canım.Sonra da ilk gelen memurla davacıyı doktora sevket. Benim acele işim var, çıkıyorum.

Aslında ne yazılacağını biliyordum. Ama, uygun bir tavırla ve saygı sınırlarını zorlamadan komiserimi uyarmak istemiştim.

Bir başka anı.

Hiç aklımda yokken Teftiş Kurulu Başkanı, bir yıl sonra da genel müdür yardımcısı olmuştum.

Ve yıllarca “Sayın genel müdürüm, müdürüm, hocam, başkanım” diye hitap ettiğim, şimdi bazılarını rahmetle andığımız Nihat Rüştü Kırcalı, Necdet Kahraman, Refet Erdoğan, İbrahim Metiner, Yusuf Aydın ve Yusuf Ziya Gülek ile aynı görevde birlikte çalışma şansını elde etmiştim.

İlk zamanlar çok zorlandım. Bazıları ile yaş eşitliğim olmasına rağmen, mecbur kalmadıkça hiçbirine ismi ile hitap etmemeye çalıştım. Emekli olduktan sonra da bu tavrım değişmedi.

Evet, bende değişiklik olmadı ama, arada sırada da olsa saygı sınırlarını zorlayanlara maalesef rastlanıyor.

Örneğin, kim olduğunu ve rütbesini bildiği halde, yaşlı ve emekli meslektaşını küçümseyen, görmezlikten gelenlere, ya da o kişiye “Amca, dayı” diye hitap edenlere, adının sonuna “Bey, hanım” sözcüklerini eklemeyi bile çok görerek, salt adıyla seslenenlere rastlandığı gibi.

Biliyoruz ki, bu kabil yanlış tavır ve davranışlar kimseyi yüceltemediği gibi, muhataplarını da küçültemez.

Saygı; adına yakışır şekilde değerlendirilmelidir.

Gereksiz olarak çok saygılı davranıyormuş gibi abartılı, bazen de daekavukça tavırlar nasıl yanlışsa, karşısındakini önemsemediğini hissettiren, yani saygısızlık sınırına yaklaşan davranışlar daha da yanlıştır.

Bir de araçlarda koruma görevi yapanların hareketleri var.

Taşıtların kapı ve pencerelerinden sarkmalar, seyir halinde inip binmeler, koşmalar koşuşturmalar.

Bu arkadaşlarımızın biraz sakin olmaları gerekmiyor mu?

Birini koruyalım derken kendilerini tehlikeye sokmuyorlar mı?

Sevgili dostlar,

Saygının olmadığı yerde sevgi de yer bulamaz.

Kendimizi öyle bir hizmete adamışız ki; özveriyi özümsemiş, özgürlüklerimizin kısıtlanmasını kabullenmiş, sevgi ve saygıda da önceliği üstlenmişiz.

Bir cami avlusuna, ya da herhangi bir yere bırakılarak terkedilen bir bebeği, ilk etapta korumaya alan, bakımını üstlenen ve hatta ona bir ad veren polis değil mi?

Bir hekimle bir polis arasında belirgin bir fark olmadığını düşündüğünüz oldu mu hiç?

Gecenin geç saatlerinde, telefonla aranarak ya da kapısı çalınarak uyandırılan bir doktorun hastasına ve yine aynı koşullarda uyandırılan bir polisin yardım dileyen komşusuna;

Bana ne kardeşim. Demesi olası mıdır?

Sadece kendini düşünerek yaşamak isteyenler “Yaşadım” diyemezler. Bir noktadan sonra, dökülen yapraklar gibi, mutlu anılarının yok olmaya başladığını görür ve günün birinde de yalnız ve çıplak kaldıklarını farkederler.

Polis olduğumuz sürece, izinli, istirahatli ve uykuda da olsak, zorda olan, yardım isteyen her insanın derdine deva olmak durumundayız.

Bir kimsenin başkalarını düşünmesi, onlara güven aşılaması, umutlandırması ve böylece mutlu etmesi, inanın güzelliklerin belki de en güzelidir.