DOĞRULAR VE YANLIŞLAR
Kemalettin ERTAN
Em.Em.Müdürü
SEVGİ VE SAYGI
Beş altı yaşlarındaydı.
Bir gün, sokakta bir yavru köpekle karşılaştı. Onu sevdi, okşadı ve sahiplendi, alıp eve getirdi. Odunluk olarak kullandıkları barakada bir barınak yaptı ona.
Bir çok evin önünde ya da bahçesinde olduğu gibi, onların da zincire bağlı koruma görevi yapan iri ve güçlü bir köpekleri vardı. Ama, ondan korkuyor, ona yaklaşamıyor, sevemiyordu.
Yavru köpeğin yaklaşımı, sevgi ve minnet dolu bakışları, bunu teyit edercesine de kuyruğunu sallayışı çocuğu çok sevindirmişti.
Böylece arkadaş oldular. Adını Karabaş koydu.
Aslında diğer köpeklerinin adı da karabaş idi. Ama o, bütün köpeklerin adlarının karabaş olduğunu sanıyordu. Bu yüzden Karabaş diye sesleniyordu köpeğine. Onunla koşup oynuyor, bir köpeği olduğu için kendini çok mutlu hissediyordu.
Ne var ki, bu beraberlikleri pek uzun sürmedi.
Karabaş, bir çoban köpeğinin saldırısına uğramış, arka ayaklarından birini kullanamaz olmuştu. Her şeye rağmen arkadaşlıkları devam etti.
Ta ki, ikinci kez aynı köpeğin saldırısna uğradığı güne kadar.
O gün, yalnız olarak evden uzaklaştığı için, bulunduğu yerde ona yardım edecek, onu kurtaracak kimse yoktu. Kendini savunacak gücü olmadığı gibi kaçamamıştı da. Ölmüştü Karabaş.
Çok üzülmüştü çocuk, ağlamış, bağırıp çağırmış, isyan etmiş, güçlükle sakinleştirilmişti.
Ertesi gün, evlerinin arkasında hazırladığı bir mezara gömmüştü onu.
Ne garip bir rastlantıdır ki, yüreğindeki acı henüz sona ermemişken, annesi ile gittiği bir başka mahallede, bu kez de çocuk bir çoban köpeğinin saldırısına uğramıştı.
Zincirini koparan köpek, ana-oğula saldırmış çocuğu altına alıp yanağından ısırmıştı. Orada bulunanların zamanında müdahelesi sayesinde, daha kötü bir durumdan kurtulmuş, belki de ölümden dönmüştü.
O çocuk bendim.
Yüzümde halen, o köpeğin anısı olan yara izini taşıyorum. Buna rağmen hiçbir zaman köpekleri sevmekten vazgeçmedim.
Sanırım biliyorsunuzdur, işine giden sahibini trenle yolcu edip, orada dönüşünü bekleyen, sonra yine birlikte evlerine dönen köpeğin öyküsünü.
Günün birinde sahibi işinden dönmemiş..
Ama o, her gün istasyondan hiç ayrılmadan, hep beklemiş sahibinin dönüşünü.Ve sanırım, sahibinin dönüş saatinde gelen her trenin düdük sesini duyduğunda, kıvrılıp yattığı yerden fırlayıp, trenden inen yolcuları tek tek izliyor, aradığını bulamayınca da umutsuz, üzgün ve belkide yaşlı gözlerle mekan yaptığı yerine dönüyordu.
Yıllarca sürmüş bu bekleyiş. Ve bir gün onun da yaşamı sona ermiş.
Ama, kadirşinas insanlar gerekeni yapmışlar.
Umudun, sevginin ve sadakatin simgesi olan bir heykelini dikmişler oraya.
Sevgi.
Sözlük ve ansiklopedilerde sevgi, benzer şekillerde tarif edilmiştir. Örneğin; “insanı bir şeye, bir kimseye karşı, yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu eğilimi”
“Kişiyi birine karşı, yakın ilgi ve bağlılık göstermeye iten duygu.”
“Bir kimseyi bir başkasına yakın ilgi ve sevecenlik göstermeye, gerektiğinde özverili davranmaya iten duygu.” Gibi.
Dikkat ederseniz, hayvanlar yer almamış bu tariflerde.
Cansız varlıkları anlatan “Şey”, insanları kasdeden “Biri” ya da “Bir başkası” sözcükleri hayvanları kapsamaz sanırım. Üstelik tarifler de yer alan bağlılık (sadakat) ve özverinin timsali köpekler nasıl unutulur.
Değerli okurlar,
Yarınlarda var olursak ve de yayını uygun görülürse “Sevgi ve Saygı” konusundaki görüş ve düşüncelerimizi, anılar, güzel sözler ve şiirlerle süsleyip yazarak sürdüreceğiz.