DOĞRULAR VE YANLIŞLAR
Kemalettin ERTAN
Emekli Emniyet Müdürü
MESLEKİ SAYGI-3
Konuyu birkaç anımla renklendirmek istedim. Eminim ki siz de benzer üzücü yada tatlı anılarınızı hatırlayıp duygulanacaksınız.
Anı-1-
Yıl.1960-61 Polis Akademisinde (Enstitü iken) sınıf komiseri, olay günüde nöbetçi komiseriyim.
Giriş kapısı önünde durmakta iken, iriyarı sivil giyimli biri girdi içeriye. Hiçbir şey söylemeden yürüyüp gitmeye kalkınca;
-Bir dakika beyefendi, kimsiniz, nereye gidiyorsunuz? Diyerek durdurdum.
Sinirlenmişti. Bir süre beni tepeden tırnağa süzdükten sonra;
-Ben başkomiserim, yukarıda görevim var, dedi.
-Sizi tanımıyorum, kimliğinizi görebilir miyim?
Yine sinirli bir şekilde kimliğini verdi.
Genel Müdürlük İstihbarat biriminde görevli başkomiser Mustafa Yiğit’miş. Özür diledim, ses çıkarmadan gitti.
Bir süre sonra yanıma geldi.
-Sen haklıydın, görevini yaptın. Seni kutlamam gerekirken, yanlış tavır sergiledim, kusura bakma diyerek özür dilemiş oldu.
Bir hatırlatma: O tarihlerde askeri yönetim vardı. Bazı sorgulamalar Akademide bu iş için ayrılan bir bölümde yürütülüyordu.
Anı-2-
Yıl 1958-60. Kemer Barajı emniyet komiseriyim.
Ne köy, ne de bir kasaba. Ama üçbin den fazla insanın yaşadığı bir yer.
Samimi olduğum bekar bir teknisyen arkadışım vardı. Yine birkaç mühendis arkadaşımızla onun gecekondu tipi evinde buluşur, yer içer eğlenirdik.
Bir gün kapısını çaldım. İçeri girdiğimde dört kişinin poker oynadığını gördüm. O an aklıma bir muziplik yapmak geldi.
-Kimse kıpırdamasın dedim ve masadaki önemsiz miktardaki para ile oyun kartlarını toplamaya başladım ve,
-Toparlanın karakola gidiyoruz, dedim.
Şaşırmış, dona kalmışlardı. Benden beklemedikleri, ummadıkları bir tavırdı bu. Sanki dilleri tutulmuş, şoka girmişlerdi.
Yaptığım şakanın, onları bu kadar etkileyeceğini düşünememiştim.
-Arkadaşlaaar şaka yaptım, lütfen oturun. Dedim ama, şaşkınlıkları devam ediyordu.
Bu arkadaşlarım, mekân sahiplerince mano alınmadıkça ev ve benzeri yerlerde para ile oynanan oyunların kumar sayılmadığını biliyorlardı, ama;
Her sözüme ve davranışıma, itirazsız uymaları, bana ve bağlı olduğum kuruluşa inanıp güvendiklerini gösteriyordu, böylece de, Devlet otoritesini temsil edenlere saygılı davranışın bir örneğini sergilemiş oluyorlardı.
Anı-3- Yine Kemer Barajı
Emniyet komiserliği (karakol binası) yerleşim birimlerinin biraz uzağındaydı. Birkaç polis memuru ile dört beş polis görevli Jandarma eri buradaki yatakhanede kalıyordu.
Bir akşam geç vakit, denetim amacıyla karakola geldim.
Gelmez olsaydım.
Daha içeri girmeden, saz, söz, şarkı, türkü sesleri ile durakladım. Yatakhaneye girdiğimde, yiyecek ve içeceklerle donatılmış bir masa, etrafında polisi jandarmasıyla tekmil karakol görevlileri.
Şaşırmış ve en uygun deyimle donakalmıştım.
İlk tepkim, avazım çıktığı kadar, birazda tepinerek;
-Defolun, defoluuun! Diye bağırmak oldu.
Hemen kayboldular.
Tek başıma kalmıştım. Başım ellerimin arasında düşünmeye başladım. Karakolda, üstelik görev başında alkol almak kesin ihraç nedeniydi.
Ne yapmalıydım. “Amir yalan söylemez” kuralı geçerli olduğundan, işlem halinde hepsi de evli ve çocuk sahibi olan polisler işten atılacak, jandarmalar da askeri mevzuata göre cezalandırılacaktı. Ya eşler ve çocuklar, onların günahı neydi?
Bu şekilde görevim ve vicdanım arasında muhasebe yaparken;
Polis amca, polis amca şurada bir kadın bir adamı öldürdü. Diyen bir çocuğun seslenişi ile kendime geldim.
Olay yerine gittiğimde tüm karakol görevlileri oradaydı. Gereken tertibatı almış beni bekliyorlardı.
Elinde kocaman bir bıçak bulunan genç bir kadın yanıma geldi ve;
O namussuzu bununla öldürdüm. Dedi.
Olay içinde olay.
Hemen eve girdim. Bedeninin baş tarafı dışarıda, ayak tarafı içeride, mutfak penceresine asılı kalmış bir erkek cesedi (!) ile karşılaştım.
Kontrol edince, bunun bir ceset olmadığını, yani adamın yaşadığını anladık. Sağlık ocağına kaldırıldı tedavi edildi, sekiz on gün sonra da iyileşti, taburcu oldu.
Yaptığımız soruşturmada; kocası gece çalıştığından çocuğu ile yalnız yatan genç kadın, bir gürültüyle uyanır, kocasının talimatı ile yastığının altında bulundurduğu bıçağı alır, odaya giren sanığa “Yaklaşma vururum” diyerek uyarmasına rağmen ısrarla üzerine gelince, karanlıkta bıçağı rasgele sallamaya başlar. (Bir elinin orta parmağının simetrik bir şekilde ikiye bölünmüş halini hiç unutamadım)
Aldığı darbeler sonucu sürekli kan kaybeden sapık, geldiği yoldan kaçıp gitmek ister ama, başaramaz, pencereye yığılır kalır.
Bu adam, kadını izleyip gözleyen, baraka tipi bir binada çay ocağı işleten biriydi. Sonunda savcılığa sevk edildi ve tutuklandı. Kadın ise meşru müdafaa nedeniyle serbest bırakıldı.
Sonra ne mi oldu ?
O gün karakola hiç gitmemiş ve beni şoke eden olayla karşılaşmamış olduğumu varsaydım. Böylece, bende, arkadaşlarımda bu olayı yaşamamış gibi davranmaya devam ettik.
Yerinde bir karar vermiş olduğumu, arkadaşlarımın başka yanlışlara katılmadan ve kendilerini bağışlatmak için özveri ile çalışmalarından anladım.
Acaba siz benim yerimde olsaydınız ne yapardınız ?
Yorum sizin…