Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

DİLİMİZE TÜNEYENLER

 

 

 

Özdemir BAŞAT[*]

 

Televizyonda ve radyoda görüp duyduğumuz, gazetede okuduğumuz Türkçe, bizi bu sayfayı (direnişi) başlatmaya zorladı.

Öncelikle söylememiz gereken şu: Türkçe’yi doğru ve güzel kullanmıyoruz. Elbette, bilmediğimiz bir dili konuşamayız. Bildiğimiz, “eskinin yanlışları” ve “yeninin züppelikleri” ile dolu ve zihinsel kekemeliği ısrarla sürdürmekte hayli başarılıyız.

Ne söylediğimizi-yazdığımızı anlamadan yalnızca laflıyoruz. Pek çok kişinin deposunda kelime sayısının 350 taneden öteye olmayışı karanlığı artırıyor. Ailemizden, meslektaşlarımızdan, arkadaşlarımızdan yada komşularımızdan duyduğumuz bir kelimeyi yazılı ve görsel-işitsel basın-yayın kuruluşları (şimdilerde kestirmeden deyiverdikleri gibi, medya) da kullanmaya başlayınca, üzerinde düşünme gereğini yokum sayarak  benimseyiveriyoruz.

1-     Osmanlıca’dan gelen kelimeleri, güzel ve kalburüstü konuşma özentisine saplanıp, ya yerli yersiz yada Türkçe ekler yaparak yanlış kullanıyoruz. (Türkçe kelimelere de Arapça ek uydurduğumuz gibi).

2-     Türkçe’ye kazandırılan kelimeleri, yabancıların ki kulağa hoş geliyor, bir kavramın karşılığını tam olarak aktarmıyor, yeni buluşları yaşama kavuşturmuyor gerekçeleriyle eğreti buluyoruz.

3-     Fransızca ve İngilizce’den geçen kelimeleri, modaya uymak için, başkalarının karşılarında kültürlü görünmek uğruna, daha zengin bir söz dağarcığı kazanacağımızı sanıp gülünç olmaktan kaçınmıyoruz.

4-     Son yıllarda inanılmaz derinlikte bir kuyuya düşmeye başladık. Kısaltmalar. KDV, MGK, IMF gibi, kimi yerde gerekli olduğu inkar etmediğimiz bu uygulama yabancıdır ve içeriğinin ne olduğunu bilmediğimiz harf kümeleriyle yaşamımızı kuşatmış durumdadır. (9500 kısaltmayı açıp anlatan bir ansiklopedik sözlük çalışmasının tamamlamak üzereyiz).

Bu saydıklarımız birer sonuçtur. Sorunun ilk nedeni, Anadolu’da yeni bir yazı diline temel oluşturan Oğuz lehçesinin o zaman ki  durumundan kaynaklanmaktadır. 15-16. yüz yılların Osmanlı aydınları( Anadolu Beylikleri döneminde olduğu gibi) filizlenip yeşermeye başlamış olan Türk yazı diline sahip çıkarak onun varlığını çeşitli kavramlar ve gerekli terimler açısından zenginleştirme yöntemine yönelecekleri yerde, Arapça’nın  ve Farsça’nın söz ve gramer kalıplarını baş tacı etmek gibi bir seçme-yeğleme yanlışı yapmışlardır. Bilim dilini Arapça, sanat dilini de Farsça olacak biçimde kabul etmişlerdir.

Padişah, cariyesine olan aşkının gözyaşlarını Farsça şarkılaştırıyor, Anadolu’nun ozanları halkın gözyaşlarını Türkçe türküleştiriyordu. Yani sorun, zihniyet hastalığıdır. Osmanlı aydını, Türkçe’yi kaba ve yavan bir dil olarak nitelendirip onu hor görme böbürlenmesine kaptırmamış olsaydı, daha o dönemde katkısız, dolu dolu bir dil olabilirdi.

Giderek bir aydın hastalığı o dönemle sınırlı kalmamış, Tanzimat aydınları ile günümüz aydınlarına da bulaşmıştır. Küçük bir küme edebiyatçının Osmanlıca’yı sadeleştirme yönündeki çabaları uygulamada yetersiz kalmış, hastalık bu kez Fransız dili hayranlığına dönüşmüştür. Tanzimat çağının tiplemesi, bastonlu, monşerli, pardonlu kişilerdi. Geriye yalnızca bir sürü “özürlü” fotoğrafı kaldı.

O zamanlar öyle de, bu gün durum başka mıdır? Ne gezer? 1. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra da pekişen İngilizce hayranlığının getirdiği kelime ve terim akını başlamıştır. İngilizce yalnız bir kesimin özelliğinde kalmayıp, işyeri tabelalarına, türlü ürünlere, başta bankalar olmak üzere ticari iletilere yayıldı. Bu garip imrentinin bir nedeni, kısa sürede çok para kazanma isteğidir.

Büyük kentlerde kimi uyanıklar böyle ilgi çekerim düşüncesiyle Türkçe kelimelerin biçimini bozmakta soytarılığa varan bir yarışa girdiler: İkinci-el eşya satan birisi “Eskidji”, bir giysici “Cadde’s”, bir bilgisayar adresi “Evlilique”, bir pırtıcı “Bohcha”, bir seyahat acentası “Pacha Tourisme”, bir lokanta da “Hanmam Restaurant” adını koydu. Bir eğlence merkezi, aslı Yunanca, ama Türkçe’ye yerleşmiş olan bir kelimeyi çağrıştırdığı için “maydonoz” oldu(yazılışı: Mydonose). Bankalardan biri, okunduğunda kendi adına yakın bir Türkçe anlam çağrışımı yapan “akses”i uydurdu(yazılışı: axceas). Böylelikle, Türkçe’de  bulunmayan x,q,w harfleri kullanılır oldu.

O kadar çok örnek var ki, sayılır gibi değil. Ama böylesi bir benzetmeden yola çıkarak onlarla alay eden de oldu. Yakın geçmişte söylenen bir şarkının İngilizce sözleri şöyle yazılır: “Why high one why”. Okunduğunda ise “Vay hayvan vay”.

Çeşitli ilişkiler yüzünden her dil başka bir dilden kelime alabilir. Çince bunun dışındadır, kelimeleri tek heceli olduğundan yabancı kelimeyi pek alamazlar. Yeni bir nesneyi ya da kavramı kendi dillerine çevirir, örneğin uçak yerine demir-kuş derler.

Direnenlerde var. Almanlar ve Macarlar yeni buluş ve kavramlar için “dil gümrüğü” uygularlar. Buzdolabına, televizyona kendi dillerinde kelime yakıştırırlar.Fransızlar İngilizce’ye karşı hem de yasa çıkartarak büyük bir savaşı başlatmışlardır.

Buna karşılık, bizde adı yabancı olan televizyon kanalları var: “şov ti vi “, “En ti vi”… Kapandığı için “ Aş bi bi” yi unuttuk. A muhteremler, TRT’ye “ti ar ti” mi diyoruz ki, NTV “En Ti Vi “ olsun. Anımsarım , bu televizyon kanalı henüz birkaç günlük iken Süleyman Demirel’e mikrofon uzatıp haber koparmaya çalışmıştı. Demirel muhabir kıza “siz hangisindensiniz?” diye sordu, yukarıdaki tuhaf lafı duyunca (İngilizce bilmesine karşın) şaşırdı ve kızı paylamıştı.

Radyo istasyonları da onlardan aşağı kalmaz: “Kis Ef Em”, “Best Ef Em”, “Pavır Ef Em”… bakın, biz de yukarıdan beri bir sürü yabancı kelime kullana geliyoruz: “Kanal”, “mikrofon”, “radyo”, “istasyon”, vb. Haydi  bunlar dilimize yerleştiği için “şimdilik” sineye çekiyoruz. Ama ne derler, “Allah gözünüzü doyursun.”

En azgınları da dergiler. Artık Türkiye’de hemen her ilgi alanında dergi çeşidi var. İşin bu yanı iyi. Ama bu bolluğu, büyük bir kitapçıya girip taradığınızda ne denli kötüye kullandıklarını göreceksiniz.

Türk halkı troleybüse telli-otobüs, pikaba kaptı-kaçtı, izinsiz yapıya gece-kondu, buldozere yol-düzer diyecek ölçüde bilinçli dirençte gösterebilmiştir.

Bilir misiniz ki, Orhun Yazıtları’nda Türk Kağanı, Türkçe adlarını bırakıp Çince adlar takındılar diye  halkını eleştirir. Biz “Ülkü”ler peşinde değiliz. Ne var ki, bu gün Türkiye “ahalisi” nin pek çoğu kendi adının bile anlamını bilmemektedir. Örneğin, kulağa hoş gelen kadın adlarından:

                        Berna: Delikanlı, yiğit.

                        Beyhan: Boşboğaz.

                        Belma: İri,kaba şey.

                        Suna: Göl ördeği(hem de erkek ördek).

Anlamındadır. Bunun nedeni, kişi adlarının yarıdan çoğunun Arapça yada Farsça olmasıdır.

Çevremde tanıdıklarımdan epeycesi, “Babam Kuran’ın bir sayfasını şöylece açmış, orada geçen adı da hoca efendi kulağıma üflemiş” demektedir. Kutsallığa sözümüz yok. Fakat Arap ülkelerinde ve İran’da, Osmanlı’nın egemenliği altında o kadar kalmalarına karşın, hiç kimsenin adı Türkçe değildir.

Başta sözünü ettiğimiz kirliliğin artık pisliğe dönüştüğünü ve kesinlikle temizlenmesinin gerektiğini söylüyoruz. Ama hemen belirtmekte yarar görüyoruz, “öz Türkçe” sözü, Dil Devrimi’nin ilk günlerinde kullanılan, bir aşırılığı simgeleyen deyimdi. Şimdilerde yerini “arı Türkçe”ye bıraktı. Türkçe’nin arındırılması kaçınılmaz duruma gelmiştir.

Giderek kimi yüksek öğretim kurumlarında “Türkçe , eğitim-öğretim dili olamaz” yaygarasıyla İngilizce “tedrisat” dayatması yoğunlaşmıştır.  “Bütün dünyada artık İngilizce egemenliği var” sloganı pompalanmaktadır. Hayır, yurtdışını bilenler iyi bilir. Böyle bir deneme vardır, ama başarısızdır. Tersine bir örnekse, Balkan ülkelerinde Almanca önemli bir yayılma göstermektedir. Türkçe’nin de kusursuz bir bilim dili olduğu kanıtlanmıştır. Dahası, halk ağzında kullanılan sözlerin yabancı dillerde geçen sözlere karşı üstünlüğü bilinmektedir.

Batı dillerinin dilimize saldırısını göğüslemek gereğini duyuyoruz. Yalnızca Fransızca’dan  Türkçe ‘ye giren kelime ve terimler  6600 dolayındadır. (Birkaçını okuyup yazabildiğimiz Latin dillerinden aktarılanları kapsayan bir ansiklopedik sözlük hazırladığımız için biliyoruz). İngilizce’den geçenleri saymadık, bilenlere bırakıyoruz.

Bundan başka,  Türkçe Sözlükte (yaklaşık olarak) İtalyanca 1200, Yunanca 800, Latince 130, İspanyolca ve Rusça 60’ ar, Ermenice 25, İbranice ve Slavca 20’şer girdi ile yer almaktadır. Toplamasını  siz yapın ve (abartanlara aldanmayın) dilimizde 60 bin kelime olduğuna göre karşılaştırın. ( Melez Osmanlıca’yı da unutmayın, “ Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği” , “Teşrin-i Evvel” gibilerini de düştüğü yerden kaldırmayın).

Değerli okurumuz, dergimizin her sayısında yukarıda sözümü ettiğimiz konuları olabildiğince irdelemek isteriz. Tatlı tatlı söyleşip, başına buyruk uçuşan kelimeleri ve terimleri birlikte düzene sokabiliriz.

Hoşçakalın.

 

                       



[*] Kamu Yönetimi Uzmanı, İletişim Uzmanı