ÇELİK YÜREKLİ FEDAKAR İNSANLAR
Oktay KILIÇ[*] |
01 Mayıs 2003 saat 03.17 de Bingöl de şiddetli bir sarsılmayla uyandım. Tarif edilemez bir gürültü, apartmanın hemen her duvar ve kolonundan tarifi zor, yıkılma sesini andırır bir uğultu, yatakta olduğum yerde yerimden zıplatacak kadar bir sarsıntı ile uyandım. Bu arada eşimde uyanmıştı. Hemen birlikte yataktan kalkmak istedik ilk anda başaramadık. Can havliyle yataktan fırladık, bu seferde ayakta durmak ne mümkün ev gümbür gümbür, büyük bir gürültü ile sallanıyor. Hani; damperli bir kamyonun kasasında ayakta durursunuzda, taşlı bir tarlada kamyonun hızlı gitmesiyle ister istemez hem havaya zıp zıp zıplar hem de sağa sola her yöne sallanırsınız da, bu arada ayakta durmaya çalışırsınız ya işte öyle bir şey. Hem eşim ve ben ayakta durmaya çalışıyoruz, hem de diğer odada bulunan çocuklarımızın yanına ulaşmaya çalışıyoruz. Bütün bunları yapmaya çalışırken, insanın hayatı gözünün önünden hemen bir film şeridi gibi bir anda geçiyor. Hep yaşayanlar anlatırlardı; “böyle durumlarda insanın hayatı bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyor derlerdi” hem de bir çırpıda, buna pek inanmazdım. “İnsanın ömrü bir anda, hem de hepsi gözünün önünden geçermi, abartıyor derdim.”
Eşimle birlikte, birbirimize destek olarak duvarlara tutuna tutuna, çocukların bulunduğu odaya ulaştığımızda, çocuklar uyanmışlar ama yerlerinden kalkamamışlar. Hemen kaldırdık, elektrikler sönük olduğu için el yordamıyla ve elbiselerini giydirmeye vakit olmadığı için, yorgan ve battaniyelerini alıp hemen evden çıktık, o merdivenleri nasıl indik hala inanamıyorum. 3 er 4 er basamak birden iniyorduk. Sonunda apartmanın uzak bir yerinde durduk. 5 dakika içinde bütün komşular da indi, dışarıda herkes hem olayın şaşkınlığını atmaya çalışıyor, hem de birbirlerine geçmiş olsun diyorduk. Dışarıda hava serin olduğu için pijamalarla ayakta beklemenin zor olacağını, arabanın anahtarını almam ve telsizi dinlemem gerektiğini düşünerek hemen alel acele, tekrar yukarıya çıktım. El yordamıyla her zaman aynı yere bıraktığım arabanın anahtarını, cep telefonu ve telsizimi, pantolonumu ve ceketimi kaptığım gibi tekrar aşağıya indim. Telsizimi açtım fakat ses seda yok anons etmeye çalıştım. Ama normal takip ettiğimiz kanal çalışmadı. Tek tek bütün kanalları denedim nihayet protokol kanalından irtibat kurabildim. Haber merkezi dahil bütün nöbetçi personel aşağıya inmiş fakat karanlıkta hiçbir şey görünmediğinden şehir hakkında pek sağlıklı bilgi alınamıyordu. Hemen ailemi arabama bindirip müdüriyetin bahçesine götürdüm. Birkaç müdür ve amir arkadaşta gelmişti. Hemen ayak üstü bir değerlendirme yapıp karakol ekiplerinin mıntıkalarını hemen kontrol edip bilgi vermelerine karar verildi. Talimat verildikten 5 dakika sonra kendi mıntıkalarında rastladıkları durumları anons etmeye başladılar. Şu mevkii de şu apartmanın alt katı çökmüş, şu apartman yan yatmış, şu apartman tamamen çökmüş gibi bilgiler gelmeye başladı. Bu arada personelimizden bir kaçı gelmeye başladı. Hemen polis lojmanlarına gönderip, bütün personelin müdüriyetin bahçesinde toplanmasını söyledik. 15 dakika içinde personelimizin % 90 nına ulaştık hepsi geldiler sağ olsunlar. Ailelerimizi müdüriyetin arka bahçesine arabalara bıraktık. Arabası olmayan arkadaşlarımızın ailelerini arabası olan arkadaşlarımız paylaştı. Hemen ekip arabalarına binip, durumun en kötü olduğu yerlere, kendi aralarımızda paylaştığımız bölgelere gittik. Acaba bir can kurtarabilirmiyiz, yardımcı olabilirmiyiz diye, yardıma gittik
İlk etap da elimizde kazma kürek gibi aletler olmadığından, ellerimizle enkazı kazarcasına araştırıyor, ses, inilti nerden geliyorsa orayı açmaya çalışıyorduk. Ellerimiz üstümüz başımız zaten umurumuzda değildi. Fakat gün ışımaya başlayınca, etrafımızı yavaş yavaş seçmeye başlayınca şunu gördüm. Kimse etrafını aldırmadan enkaz altından bir canlı kurtarmaya çalışıyordu. Vatandaş zaten şok olmuş , kenarda kendi canını kurtardığına inanamayıp oturuyordu. Etraf da çalışan vatandaşı gayrete getiren hep teşkilat arkaşdaşlarımızdı. Çoğumuzun ayağında zaten çorap yoktu. Aklımıza da gelmemişti. Kimimiz pijamayla, kimimiz sadece falinayla, terlikle …. Nasıl evlerden canımızı kurtarmak için çıktıysak, öyleydik.
İlk şoklar atlatılmaya başladıktan sonra Köy İşleri, DSİ, Karayolları Müdürlüklerinin elemanlarına ulaşıldı, iş makineleri getirilmeye başlandı, kazma kürekler müdüriyetten getirildi. Valilikte kriz merkezi kuruldu. Çalışmalar daha bir düzen içinde yapılmaya başlandı.
Bütün arkadaşlarımızda şunu gördüm. Hepimiz aynı gün depremi yaşamıştık, teşkilatımız haricindekiler de, yüzde doksan beşimizin yanında ailesi vardı, diğerlerinin de; ama teşkilatımızdaki
arkadaşlarım ailelerini bir tarafa bırakmış, hemen hepsi birilerinin yardımına koşuyordu. Halbuki onlarda depremzedeydi. Ailelerini düşünebilir, yanlarından ayrılmaz, çoluğunu çocuğunu teskin etmeye çalışabilirlerdi. Fakat teşkilatımızın takdire şayan bir teşkilat olduğu, ne kadar fedakar olduğu, kendilerini düşünmediği, başkalarını düşündüğü, normal zamanlardan daha fazla, felaket anında ne kadar fedakarlık edilebilecekse, bu fedakarlığın üst sınırında bir fedakarlıklar da bulundukları canla başla çalıştıkları, kendilerini ve ailelerini değil, halkı düşündüklerini, ortaya koymuşlardır. Herkes çadır almak için ailesine bir şeyler götürmek için uğraşırken, depremzede gibi davranırken, sanki onlar depremi yaşamamış, aileleri depremi görmemiş gibi, çoluğu çocuğu ağlaşıp durmamış gibi, tam bir metanetle gece gündüz demeden, mesai mefhumu olmadan fedakarca çalıştılar. Koca Bingöl de, kriz merkezinde kayıt tutacak bir memur bulamazken, ki bu memurların çoğu deprem psikolojisi ile ya ailesiyle ilgileniyor yada memleketine giderken, teşkilat mensuplarımız her yerde çalışıyordu. Hem de gece gündüz demeden, en az günde 17, 18 saat çalışıyorlardı. Hem enkaz çalışmalarında bulunuyor hem de şehir de yağma olmasın diye vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlıyordu.
Hatta o kadar fedakardılar ki, kendi ailelerini ayak bağı olur diye üç beş aileyi bir arabaya bindirip memleketlerine gönderiyorlardı. Bu arada artçı depremlerde devam ediyordu. Diğer vatandaşlar gibi evlere giremediğimiz halde, çadır peşinde koşmuyor, koşamıyor, bulabildiğimiz arabalarda, az da olsa dinlenmeye çalışıyorduk.
Arabalarda kimimiz gündüz yatarken, kimimiz nöbetleşe gece yatıyorduk. Vatandaşın ayağına seyyar yemek arabaları giderken, çoğu arkadaşımız 2-3 öğünü birleştirip oda kaldıysa yemek çadırlarından kuru ekmekle yetiniyordu. Mübalağa gelebilir ama, bunların çoğunu gördüm ve yaşadım. Bir kısım çevrelerin Teşkilatımızı hep taş yürekli olarak adlandırmaya çalıştığı bu şefkat ve fedakar neferlerin, ne kadar çelik yürekli oldukları, bağırlarına taş basıp, olumsuzlukları görmeyip, her şeyi hoş karşılayarak çelik gibi yüreklerle çalıştıklarını gördüm. Herkese çadır ve yiyecek gibi maddelerin dağıtımında, kendi ihtiyacı olduğu halde, başkalarına yardım götürmeyi bir onur saymış, hatta kendi çadır aldığı halde bir çadır daha alabilirmiyim diye birbirlerini itip kakmaların yapıldığı yerde, kendi ihtiyacı olduğu halde, el uzatmamış kendini düşünmemiştir.
Deprem nedeniyle 376 kişi hayatını kayıp etti. Kırkikibin nüfuslu ilde yaklaşık ağır hasarlı 4000 konutun yıkım kararı alındı. Zaten gün geçtikçe teker teker ya kendiliğinden yıkıldı, yada ayakta durmasının başkalarının canına zarar verir diye iş makineleri vasıtasıyla yıkıldı. Şehir tam bir harabe görüntüsünü aldı. Şehir hakkının tümü, binası sağlam tek katlı binalarda oturdukları halde, evine korkudan giremeyenlerde dahil, hep çadırlarda, karavanlarda, konteynırlarda, arabalarda ve bunun gibi yerlerde kaldılar. Depremin etkisini aylarca üzerlerinden atamadılar.
Depremi yaşamayan bilmez, bildiğini zanneder. Bende 17 Ağustos depreminin üzüntüsünü kendimde duyuyor sanırdım. Yaşayınca bir başka, hala çocuklarım ve eşim gece ışıksız yatamıyor. Depremin üzerinden aylar geçmesine rağmen, binanın yakınından ağır tonajlı bir araç geçtiğinde binanın sarsılmasını, deprem oluyormu diye dikkat kesiliyorum. Tabii yavaş yavaş bunları kafamdan atmaya hayata alışmaya çalışıyorum. Zaman zaman depremde beraber çalıştığımız arkadaşlarımızla görüştüğümüzde aynı duyguların ve hareketlerin onlarda da olduğunu görüyorum. Demek ki çok sarsılmışız. Bütün arkadaşlarımı minnetle buruk bir gülümseme ile gözlerim yaşararak anıyorum. Onların hepsi birer ismi duyulmayan kahramandırlar. Ama övünmüyorlar. Bir de kıymetleri anlanabilse ve anlatabilsek…
Oktay KILIÇ
4.Sınıf Emniyet Müdürü
A D E R E S :
Oktay KILIÇ
Emniyet Genel Müdürlüğü Arşiv ve Dokümantasyon
Dairesi Başkanlığı Evrak Şube Müdürlüğü
Dikmen/ANKARA Tel. 0 312 412 26 30