Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Aydın Kime Denir?

Aydın Kime Denir?

Hasan PULUR’un 05.11.2001 tarihinde

Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan “Aydın Kime Denir?” 

başlık köşe yazısından alınmıştır

1960’larda Zeki SOFLUOĞLU’nun bir konferansında söylediği ve Şevket Süreyya tarafından 1970’li yıllarda yazdığı bir yazıda yer alan “aydın” ın nitelikleri:

– Aydın, evvela, bir fikir, amaç (ülkü) ve karakter sahibi olacaktır. Amaç, ya da ülkü bir inanıştır. Bu inanılışa ise ihanet edemez.

Aydın, kandırmaz. Fakat inandırır. İnandırma yolunda ise, ancak bilime ve yüksek müspet bilgilere yer verir. Kafasında dokunulmaz “tabu”ların yeri yoktur.

Aydın cesurdur. Medeni cesaret sahibidir. Medeni cesaret ise, aydın için kahramanlık değil, doğal vasıftır.

Aydın hakikat bildiği, gerçek bildiği şeyi kendisine saklamaz. Onu yaymayı da vazife bilir.

Aydın toplumun hayrını ve çıkarlarını, kendi hayrının ve çıkarlarının üstünde tutar. Topluma verir, ama toplumdan karşılığını beklemez.

Aydın, bağlandığı ilkelere uygun bir yaşam sürdüren, dürüst ve feragatli bir insandır. Onun yaşamı ile prensipleri arasında çelişme yoktur.

Nihayet aydın, mazbut insandır. Metodlu ve muntazam çalışır. İhmal, dağınıklık ve avarelik aydın insana yakışmaz. Aydın, bu tür zaaflardan kendini kurtaran insandır.

Bu Kavanoz Doldu mu?

Milli Prodüktivite Dergisi, Yayın Organı

Anahtar Dergisi, Kasım – 2000 sayısından Alınmıştır.

Aşağıdaki hikaye Kellog Business School’da (Northwestern Üniversitesi) İş İdaresi Master Öğrencileri ile Zaman Yönetimi Dersinin Profesörü arasında geçmiştir.

Profesör sınıfa girip karşısında duran dünyanın en seçilmiş öğrencilerine kısa bir süre baktıktan sonra, “Bugün Zaman Yönetimi Konusunda deneyle karışık bir sınav yapacağız” dedi. Kürsüye yürüdü, kürsünün altından kocaman bir kavanoz çıkardı. Arkadan, kürsünün altından bir düzine yumruk büyüklüğünde taş aldı ve taşları büyük bir dikkatle kavanozun içine yerleştirmeye başladı. Kavanozun daha başka taş almayacağına emin olduktan sonra öğrencilerine döndü ve “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu. Öğrenciler hep bir ağızdan “Doldu” diye cevapladılar.

Öğrenciler “Öyle mi” dedi ve kürsünün altına eğilerek bir kova mıcır çıkarttı. Mıcırı kavanozun ağzından yavaş yavaş döktü. Sonra kavanozu sallayarak mıcırın taşların arasına yerleşmesini sağladı. Sonra öğrencilere dönerek bir kez daha “Bu Kavanoz Doldu mu?” diye sordu.

Bir Öğrenci “Dolmadı herhalde” diye cevap verdi.

“Doğru” dedi profesör ve gene kürsünün altına eğilerek bir kova kum aldı ve yavaş yavaş tüm kum taneleri taşlarla mıcırların arasına nüfuz edene kadar döktü. Yine öğrencilere döndü ve “bu kavanoz Doldu mu?” diye sordu.

Tüm sınıftakiler bir ağızdan “Hayır” diye bağırdılar.

“Güzel” dedi profesör ve kürsünün altına eğilerek bir sürahi su aldı ve kavanoz ağzına kadar doluncaya dek suyu boşalttı.

Sonra öğrencilerine dönerek “Bu deneyin amacı neydi?” diye sordu.

Uyanık bir öğrenci hemen “Zamanımız ne kadar görünürse görünsün daha ayırabileceğimiz zaman mutlaka vardır” diye atladı.

“Hayır” dedi profesör, “bu deneyin asıl anlatmak istediği Eğer büyük taşları yerleştirmezsen küçükler girdikten sonra büyükleri hiçbir zaman kavanozun içine koyamazsın gerçeğidir”.

Öğrenciler şaşkınlık içinde bakarken profesör devam etti:

“Nedir hayatımızdaki büyük taşlar? Çocuklarınız, eşiniz, sevdikleriniz, arkadaşlarınız, eğitiminiz, hayalleriniz, sağlığınız, bir eser yaratmak, başkalarına faydalı olmak, onlara birşeyler öğretmek. Büyük Taşlarınız belki bunlardan birisi, belki birkaçı, belki hepsi. Bu akşam uykuya yatmadan önce iyice düşünün ve sizin büyük taşlarınız hangileridir iyi karar verin. Bilin ki büyük taşlarınızı ilk olarak yerleştirmezseniz hiçbir zaman bir daha koyamazsınız, o zaman da ne kendinize, ne de çalıştığınız kuruma, nede ülkenize faydalı olursunuz. Bu da iyi bir iş adamı, gerçekten de iyi bir adam olmayacağınızı gösterir. Profesör, ders bittiği halde konuşmadan oturan öğrencileri sınıfta bırakarak çıktı.