AB BAĞLAMINDA YUNANİSTAN ve TÜRKİYE
(Geçen Sayıdan Devam)
Tuna SAYLAN* |
Kıbrıs Meselesi
Kıbrıs Meselesi’nin asli nedeni, aşağıda da değinilecek olan Ege meselesinde olduğu gibi Megalo İdea olarak da bilinen, Yunan Büyük Ülküsü’dür. Bu büyük ülküye göre, yukarıda da kısmen değinildiği üzere, ilk Yunan isyanı ile Mora (eski adı ile Yarımadası, Korint Kanalı sebebiyle, yeni adıyla) Adası, daha sonrasında sırasıyla Girit, Teselya, büyük çoğunluğu Arnavutça konuşan Epir, Makedonya, çoğunluğunun Müslüman ve Türk olan Trakya, en son On İki Adalar’ın katılımıyla, Ege Adaları, Anadolu’nun Ege Kıyıları, Kıbrıs Adası ve son olarak da, Trabzon civarı, Yunan deyimiyle, Pontus’un ve hepsinin üzerinde büyük Yunan düşününün merkezini oluşturan ve halen Yunanlılarca bilinçli ve amaçlı olarak Konstantinapol diye adlandırılan İstanbul’un, Yunan Birliği’ne katılması öngörülmektedir.[*] 1910’dan 1936’ya dek Yunanistan’ın politika hayatına egemen olan, Elefteriyos Venizelos[†] liderliğindeki Yunan Ordusu’unu, Birinci Dünya Savaşı sonrasında, başta İzmir olmak üzere, Afyon’a kadar olan Ege Bölgesi’nin ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında Trakya Yarımadası’nın neredeyse bütününü, o zamanlarda halen Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olan İstanbul’un işgaline diğer işgal güçleriyle birlikte katılmaları sebebiyle Yunanistan bu tarihi hayaline neredeyse kavuşmak üzereydi. Bu hayalin gerçekleşmesinin ardından, Türk Ordusunun o dönemdeki zayıflığından faydalanarak Trabzon’u ele geçirmeye, bunun gerçekleşmemesi durumunda, Pontus’un, Birinci Dünya Savaşı Müteffik Devletlerinin birinin geçici yönetimi altında kurulacak olan bağımsız Ermenistan’ın kontrolüne bırakılması planlanır.[‡] 1925 yılından, 1960’a kadar İngiliz sömürgesi olan Kıbrıs’a ilişkin herhangi bir Yunan iddiasının, Türkiye’yi rahatsız edecek bir şekilde, sesli olarak dünya kamuoyuna duyurulmamasının bir sebebi vardır. O dönemde Venizelos, İngilizlerin alınganlıklarına karşı incelik göstererek ne Kıbrıs konusunda, ne de uluslar arası çıkarlar bulunduğu söz konusu olduğu için İstanbul konusunda resmi bir istekte bulunmaz. Bunun sebebi de, o dönemde İngiliz siyasetini yönlendiren ve Türklerden nefret eden David Lloyd George, İngiliz Kraliyet ailesiyle akrabalık bağlarını temin eden, İngiltere Kraliçe’si Elizabeth’in kocası Prens Philip’in babası olan, o zamanki Yunan Kralının kardeşi olan Andre, eski Kent Düşesi Marina’nın babası Nicholas, 1903 yılında Bryce ile birlikte Balkan birliğini sağlamak, Balkan ülkelerinin Osmanlı egemenliğinden çıkmasını sağlamak için Balkan Komitesi’ni kuran, savaşın başında Lloyd George ve Churchil’in isteğiyle Balkanlar’da resmi olmayan görevi kabul eden Noel Buxton, savaş yıllarında İngiltere’ye değerli hizmetlerde bulunduğundan 1919’da kendine Sir (Sör) ünvanı verilen, Reuter muhabiri, avukat, hepsinden önemlisi Lloyd George’nin yakın arkadaşı John Stavridi’nin Yunan – İngiliz ilişkilerinde oynadıkları çok önemli rollerdir. Bu kişilerin etkinliğinin yanısıra, Venizelos İngiliz Hükümetinin savaş sonunda yeteri kadar gönül yüceliği göstererek Kıbrıs’ı Yunanistan’a vereceğini inanması da en etkili sebeptir.[§]
Kıbrıs’taki ilk Türk aleyhtarı hareketler, Türklerin 1571’den beri sahibi olduğu Ada yönetimini 1878’de İngiltere’ye bırakması ve 1925 yılında Ada’nın bir İngiliz sömürgesi olmasının ardından ilk Yunanistan’la birleşme (enosis) ve İngiltere’nin 1954 yılında Kıbrıs için hazırlamış olduğu anayasa ile başlar. Bu anayasa Ada’daki Türk toplumunca benimsenir. Ancak Kıbrıs Özgürlük Savaşçıları Ulusan Örgütü (EOKA) tarafından karşıtlık görür. Ağustos 1960’da Yunan Başpiskoposu Makarios’un Başkanlığında ve Türk Fazıl Küçük’ün Başkan Yardımcılığında bağımsızlığına kavuşur. Bağımsızlık iki toplum arasındaki huzursuzlukları sona erdirmez ve 1964 yılında BM Ada’ya Barış Güçlerini konuşlandırır.
1967’de askeri cuntanın Yunanistan yönetimini ele geçirmesiyle 15 Temmuz 1974’te Kıbrıs’ta Yunan taraftarı bir askeri darbe gerçekleşir. Şu anki GKRY Başkanı Tassos Papadopulos gibi, eski bir gerilla olan Nikos Samson Devlet Başkanı olur.[**] Bunun üzerine sınırlı imkanlara sahip olan Türkiye ilk Mart 1964’te, ikinci olarak 20 Temmuz 1974’te de İkinci Kıbrıs Barış Harekatını düzenleyerek Ada’daki Türk toplumunun güvenliğini temin eder.
Türkiye bu harekatı 19 Şubat 1959 tarihli Londra, 1959 tarihli Zürih Anlaşmaları ve 1960 tarihli Garanti, 1974 tarihli Cenevre Anlaşmaları ve BM Güvenlik Konseyi’nin 19 Temmuz 1974 tarihli kararında Yunanistan’ı işgalci olarak addetmesine dayanarak tamamen kanuni bir çerçevede, Ada’da barışı temin amacıyla düzenler. Bunun üzerine Ada’daki Türk varlığını bir kez daha dünyaya duyuran, BM Genel Kurulunun, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasal sisteminin Türk ve Yunan olmak üzere iki toplumu içerdiğini vurgulayan 1 Kasım 1974 tarih ve 3212 sayılı açıklamasının 3. Maddesine dikkatler çekilir.
Tüm bu gelişmelerin ardından 17 Temmuz 1983’te KKTC kurulur.[††]
Günümüze gelecek olursak, 1959 ve 1960 tarihli anlaşmalar uyarınca Kıbrıs’ın, Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte yer almadığı bir takım örgütler, ittifaklar ve birliklere katılamaması gerekirken, AB, Yunanistan’ın güdümüyle büyük bir hukuk hatası işleyerek ve KKTC’yi kabul etmeyerek, BM’nin tüm hükümlerini çiğneyerek, Türk toplumunun da temsilcisi de olduğu iddia edilen GKRY’yi, tüm Kıbrıs’ın temsilcisi olarak, 1 Mayıs 2004’te AB’ye almayı öngörmektedir. Türkiye’de bulunan ve Yunanistan çıkarlarını temsil eden Ruhban Okulu’nun, Rum Patrikanesinin ekümenikliği gibi konuları, Türkiye’nin ulusal yasalarını ve Lozan Barış Anlaşmasını hiçe sayarak, alttan alta Türkiye’nin aleyhinde destekleyen AB’nin, neden tüm Ada’yı temsil ettiğini iddia ettiği, GKRY yöneticilerinin Ada’daki Türk oylarına başvurmadığını ve GKRY devletinde hiçbir Türk’ün görev yapmadığının hesabını Ada’nın Yunan yönetiminden sormadığı da oldukça düşündürücüdür.
Ada’daki Türk toplumuna karşı düzenlenen terör hareketlerini önleyen Türkiye’nin Kıbrıs’ta bir işgalci olarak lanse edilmesi nedeniyle, GKRY’nin AB’ye dahil edilmesinin ardından, Türkiye’yi büyük Yunan oyunları ve büyük yapay AB sorunları beklemektedir. Öte yandan, AB’de iki Yunan devletinin varlığı sebebiyle Türkiye’nin AB’ye girişi sonsuza dek veto edileceğine kesin gözüyle bakılmaktadır. Böylelikle, AB’de bulunan Türkiye karşıtı güçlerin, kendilerini Yunanistan’ın vetolarının arkasına saklamaları, bu sefer de GKRY’nin vetolarıyla daha sağlam bir hal alacak ve bu konuda kanun tanımayan ve insan haklarını hiçe sayarak KKTC’ye ambargo uygulayan AB’nin konumu, Avrupa’nın şımarık çocuğu olarak tanınan Yunanistan’ın tam güdümüne girerek daha zorlaşacak gibi görülmektedir.
Ege Adaları Meselesi
Coğrafi olarak, Kuzey Sporat, Kiklat, Güney Ege ile Türkiye Anakara uzantıları olan Trakya ve Boğazönü, Saruhan ve Menteşe ve Meis Adaları olarak altı grupta ele alınan Yunan Adaları, 300 yılı aşkın Osmanlı hakimiyetinin ardından, aşağıda açıklanacağı şekillerde Yunanistan’a devredilmiştir.
Mora Adası’na yakın olan Eğriboz ve Kiklat Adaları, Yunanistan’ın bağımsızlığını kazandığı 24 Nisan 1830’da, Kuzey Sporat Adaları 1832’de İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından; 1821’de başlayan isyanların ardından, 1897’de muhtariyet ilan eden, sonra 30 Mayıs 1913 Londra ve 14 Kasım 1913 Atina Anlaşmalarıyla; Balkan Harbi esnasında Yunanistan tarafından işgal edilen Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve İkarya’yı içeren Trakya, Boğazönü ve Saruhan Adaları 1923 Lozan Anlaşmasıyla, Askerden arındırılması koşuluyla; 1911 Trablus (Libya) Sabvaşı esnasında İtalya tarafından işgal edilen, Oniki Adalar olarak da bilinen Menteşe Adaları 1923 Lozan ile önce İtalya’ya, daha sonra sadece asayişi sağlayacak bir güç bulundurması koşuluyla 1947 Paris Anlaşmalarıyla Yunanistan’a verilmiştir.[‡‡]
Statüsü anlaşmalarla belirlenen ve silahtan arındırılması kayıt altına alınan adalar 1960’dan sonra Yunanistan tarafından silahlandırılmaya başlar. Karşılıklı Notalaşmaların ardından, adaların mevcut statüsünün devam ettiğini bildiren Yunanistan, 1969’dan itibaren söylemini değiştirerek, Lozan’ın yerine geçen Montrö Boğazlar Sözleşmesinin Yunanistan’a Boğazönü Adaları’nı silahlandırma hakkı verdiğini iddia eder. 1974’ten itibaren de Yunanistan’ın resmi açıklamalarıyla adaların silahlandırıldığı kabul edilmeye başlar. Silahlanma meselesini uluslararası platformda kendine meşru bir temel arayan Yunanistan Limni Adası’nı NATO şemsiyesi altına almaya çalışır. Bunlara karşı da Türk Ege Ordusu’nun bir tehdit unsuru olduğunu kendine iddialarını bir savunma mekanizması haline getirir.
Türkiye’nin egemenliğinde olan 150 kadar ada ve adacıkta Yunanistan’ın hak iddia etmesi ve buraları iskana açmasının ardından,1996 başlarında meydana gelen Kardak krizinin sonrasında, bu gerilimlerin sebebi olanın Yunanistan tarafı olduğu görmezden gelinerek, 1999 Aralık ayında Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye aday üyelik statüsü verilirken, Ege ve Kıbrıs sorunlarının 2004 yılına kadar çözümlenmesi öne sürülür. Tekrar geçmişe dönecek olursak, bu adalarda yaşayan Türk azınlığın durumu ve karşılaştıkları sorunlara, Batı Trakya’daki Türk azınlığın sorunlarına olduğu gibi eğilinmediği görülür.
Ege’de Karasuları Sorunu
Öncelikle “karasuları” ifadesini ve buna bağlı birkaç hususu açıklamakta yarar vardır. Karasuları, kara ülkesine bitişik olan ve uluslararası hukuka uygun olarak belirli bir genişliğe kadar uzanan, kıyı ülkesine ait deniz şeridine verilen addır. Aynen karasuları gibi, ülkenin tam egemenliğine tabi olan karasularının altındaki deniz tabanı ve dip altı ile üzerindeki hava sahası da ülkenin tam egemenliğine tabidir. Karasuyunun, egemenlik açısından, karayla tek farkı vardır. Yabancı gemiler, karasularından, o devletin güvenliğine ve ekonomik çıkarlarına zarar vermemek şartıyla zararsız geçiş yapabilirler.
Ege sorunu siyasi boyutları çok geniş ve kapsamlı bir konudur. Burada en önemli konu,Ege’de siyasal sınırların belirlenmesidir. Burada ateşleyici faktör Yunanistan’ın saldırgan tutumundan kaynaklanmaktadır. Şöyle ki, Anadolu Yarımadası uzantısı olan, Ege’de bulunan ve Yunanistan’a ait çok sayıdaki ada, adacık ve kayalığın Türkiye anakarasında yer alması, çok sayıdaki adanın ihtilaflı ada statüsünde bulunmasıdır. Bir ikinci faktörse Yunanistan’ın Ege’de, Lozan dengesini kendi lehine değiştirme girişimleri, siyasi coğrafyayı oluşturan antlaşma ve sözleşmelerdeki boşluklardan yararlanarak, 12 mil ilan etme niyetidir. Lozan Antlaşması esnasında 3 mil olan karasuları, 1936 yılında Yunanistan’ın tek taraflı girişimiyle 6 mile çıkar. 28 yıl sonra, 1964’te Türkiye, bu girişime aynı şekilde karşılık verir. Bu duruma göre, Ege Denizi’nin %48.85’i açıkdeniz, % 43.68’i Yunan ve % 7.47’si Türk karasuyu olarak kabul görür.
BMDHS’den hareketle, Yunanistan Ege’de bulunan adalarının da ülke bütünlüğü içersinde yer aldığından bahisle karasularını 12 mile genişletme iddiasında bulunur. Buna göre de, Ege Denizi’nin %73’ü aşkın bir kısmı Yunan, % 9.27’si Türk karasuları ve % 18’i de açık deniz alanı olarak kabul görür. Böylelikle,Türkiye’nin açık denize olan bağlantısı Ege Denizi’nde engellenmektedir. Buna göre, Türkiye kıyılarından hareket eden ve açık denize yönelen gemiler mutlaka Yunan karasularına girmek zorunda kalır.
Ege Denizi, 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi uyarınca “yarı kapalı bir deniz” olarak kabul görür. Yunanistan’ın birçok kereler karasularını 12 mile çıkartma iddiaları, Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı aracılığı ile “Türkiye’nin taraf olmadığı 1982 tarihli BMDHS’nin ‘Karasuları Genişliği’ başlığını taşıyan üçüncü maddesinde, ‘Her ülke karasuları genişliğini işbu sözleşmeye uygun olarak belirlenen esas çizgilerden başlayarak 12 deniz milini geçmeyecek bir sınıra kadar saptamak hakkına sahiptir.’ şeklinde ifade edilmesi, Yunanistan’ın buna dayanarak 1995 yılında Meclis kararı çıkararak bu hakkını ‘kendi stratejisine uygun bir zamanda’ kullanacağını açıklaması üzerine, Türkiye, Ege’deki hak ve menfaatlerinin gasp edilmesi anlamına gelen böyle bir kararı tanımayacağını ve bunu ‘bahse konu tarihlerde’ bir savaş nedeni olarak kabul edeceğini açıklar.
Barışçı ve uzlaşması yönüyle ağırbasan AB’nin bir üyesi ve Ege’nin tamamında hükümranlık sürmeyi arzu eden Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı hasmane tutumlarına, yakın tarihe dair, aşağıdaki birkaç örnek verilebilir.
Ege sorunuyla alakalı bir diğer konu Uçuş Bilgi Bölgesi olarak bilinen ve 2004 Atina Olimpiyatları öncesinde çözüme kavuşturulan FIR hattıdır. Atina FIR hattını, sivil havacılığın düzenlenmesi ve kolaylaştırılması ile ilgili hizmetleri sunan ve sorumluluk yüklenen devlete hükümranlık hakkı vermemesine rağmen, Türk uçaklarının Ege Denizi’ne çıkışını engellemek için kullanmaya çalışmakta ve uçuşlar ile ilgili bilgilerin kendisine verilmesini istemektedir. Türkiye ise, sadece sivil uçakların FIR düzenlemeleri gereği bilgi vermekle yükümlü olduklarını, askeri uçaklarla ilgili konuların ikili anlaşmalarla düzenlenmesi gerektiğini bildirir. Gene bununla bağlantılı olarak Türkiye, NATO’da Yunanistan dahil tüm üye devletlerin ortak karar alır. 1993’te BM’nin Bosna Hersek hava sahası üzerindeki uçuş yasağının uygulanması ve denetlenmesi amacıyla Türkiye 12 adet F-16 uçağı ile katkıda bulunur. Yine 1999’da Kosova krizi esnasında NATO’nun başlattığı hava harekatına Türkiye destekte bulunur. Bu karara rağmen Yunanistan, Türk savaş uçaklarının Ege üzerinden geçişlerine izin vermediği için, bu uçaklar Girit Adası’nın güneyini takiben uluslararası hava sahasından Adriyatik bölgesine uçmak zorunda kalır. Bu Yunanistan’ın, Ege’nin tümüne sahip olma amacına bir örnektir. Ve bu sebeple, Yunanistan’ın Ege Denizi ve üzerinde oluşacak hava sahası üzerinde oluşacak hava sahası üzerinden Türk deniz ve hava unsurlarının “Zararsız Geçiş” ve “Transit Geçiş” kapsamında serbestçe geçebileceği şeklindeki açıklamaları gerçekleri saptırmaktadır.[§§]
Azınlık Sorunları
Batı Trakya’da yaşayan Türkler ile İstanbul’da yaşayan Rumlar, karşılıklı nüfus değişimini öngören Lozan Antlaşması’nın dışında kalır. Bu istisnaya karşın, Yunanistan’ın baskıları sonucunda, Batı Trakya’dan Türkiye’ye göçen Türklerin sayısının dört yüz bine yakın olduğu tahmin edilmektedir.
Öte yandan 1923’te Batı Trakya topraklarının %84’üne sahip olan Türklerin, bölgedeki sahip olduğu toprak miktarı neredeyse %42’ye inmiştir.
Yine Yunanistan’ın kendi anayasasında bulunan temel hak ve özgürlüklerden, ülkedeki Türkler yararlandırılmamaktadır. Yunanistan’daki Türk, Pomak ve Çingenelerden oluşan azınlıklar heterojen bir topluluk olarak tanımlanmaktadır. Bunun altında Yunanistan’ın, Batı Trakya’daki Müslüman Türkleri tamamen eritmek için göç ettirmek veya asimile etmek gibi izlediği bir strateji vardır. Bu stratejinin bir diğer yanı da, 2004 seçimleri öncesinde Yunanistan Dışişleri Bakanı George Papandreu (Türkçe okunuşuyla Yorgo Papandreu)’nun ifadelerine ters düşecek bir şekilde, Türk azınlığı dini kimliği ile kabul edip, Türkiye ile olan bağlarını zayıflatmak amacıyla etnik kimliğinin varlığını kabul etmek istememektedir.
Yukarıda da bahsedildiği üzere, Yunanistan vatandaşı Türklerin ekonomik gelişimini engellemek, toplumsal güvenliği ile dayanışmasını sarsmak suretiyle ülkeden göçünü özendirmektedir. Bu kapsamda yasak bölge uygulaması, taşınmaz mal edinmenin sınırlandırılması ve Yunanistan vatandaşlık kanunu kullanılmaktadır. 11 Haziran 1998 günü bir yasayla iptal edilen Vatandaşlık Kanunun 19 Maddesi, yürürlüğe girdiği 1955 yılından buyana sistemli olarak Türk Azınlık nüfusunu kabul edilebilir bir düzeyde tutulması için kullanır. Sözkonusu maddenin metni şu şekildedir: “Yunan olmayan kökenden bir kişi geri dönme niyeti olmaksızın Yunanistan’dan ayrılırsa, bu kişinin Yunan vatandaşlığını yitirdiğine hükmedilebilir. Bu hüküm yurtdışında doğmuş ve oturmakta olan Yunan olmayan etnik kökenli kişilere de uygulanır. Ana – babasından ikisi birden veya hayatta olanı vatandaşlığını yitirmiş olan reşit olmayan çocuklardan yurtdışında yaşayanlar da vatandaşlığını yitirmiş ilan edilebilir. Vatandaşlık Konseyi’nin aynı yönde alacağı karara dayanarak bu konuda İçişleri Bakanı hüküm verir.” Vatandaşları arasında ayrım yapan bu yasayla altmış bin civarında Batı Trakyalı Türk’ün vatandaşlığına son verilmiş, bu kişiler haklarındaki kararı hudut kapılarında öğrenmiş ve haklarında alınan karara itiraz için bile ülkeye girişlerine izin verilmemiştir.
Bu yasanın yukarıda bahsedilen tarihte iptal edilmesine rağmen, Yunanistan, Yunan vatandaşlığı kaybettirilmiş olan binlerce Türk’ün beklentisinin aksine, yasanın iptalinin geriye dönük etkisi olmadığını, yani vatansız soydaşlarımızın gaspedilen vatandaşlıklarının iade edilmeyeceğini bildirir.[***]
Patrikhane ve Kilise Okulları Sorunu
Ortodoksluk aleminde önemli bir yere sahip olan Fener Rum Patrikhanesi, Yunanistan’ın Türkiye üzerindeki bir takım ayak oyunlarını devamlı kılması maksadıyla, bilinçli olarak İstanbul’da konuşlu olarak bırakılır.
Son yıllarda, 23 Ocak 2004 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin 22. sayfasında da değinildiği üzere, Fener Rum Patrikhanesi, Yunanistan’ın katkılarıyla “ekümenlik (evrensellik)” sıfatının uluslar arası alanda tanınması maksadıyla çalışmalarını sürdürmektedir.
Yunanistan’ın Batı Trakya Türkleri’nin dini liderlerini, yani ismen İskeçe Müftüsü Mehmet Emin Ağa’yı, seçmesine bile izin vermiyorken. Türkiye’nin Patrik I. Bartholomeos’un Yunanistan lehinde ve bu hareketin akıllıca kullanılması halinde Türkiye’nin akıllıca siyasetiyle lehine, aksi taktirde aleyhine olabilecek bu durumunu hoşgörü çerçevesinde izlemekle yetinmektedir.
Diğer yandan, Yunanistan hükümeti, ülkesindeki Müslüman toplumunu görmezden gelerek, gerek Atina’da, gerekse ülkenin diğer kısımlarında bulunan camileri, değişik maksatlarla kullanarak, ne bu camilerin ibadete açılmasına, ne de yeni camiler yapılmasına izin vermemektedir. Buna karşılık, büyük bir umursamazlıkla, AB kamuoyunu da arkasına alarak ve diğer AB ülkelerindeki güçlü Rum lobilerini de etkili bir şekilde kullanarak, karşılıklılık ilkesini hiçe s ayarak, Batı Trakya’daki Türklere dini değil, fakat laik eğitim verecek olan normal okulların açılmasına bile izin vermezken, Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun açılmasını talep etmektedir.
SONUÇ
Avrupa Komisyonu’nun 2001 yılında hazırlamış olduğu “Halen Genişleyen Avrupa Birliği” başlıklı kitapçığında, Türkiye dahil, Bulgaristan, Romanya ve 1 Mayıs 2004’te Birliğe alınacak veya girecek olan 13 ülkeye yer vermiştir. Bu kitapçık, sözkonusu olan Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, GKRY, Letonya, Litvanya, Macaristan, Malta, Polonya, Romanya, Slovenya, Slovakya ve Türkiye hakkında güncel bilgilerin yanısıra, AB’nin genişleme sürecini, mevcut, tarihi fırsatlarla, Avrupa değerleri temellerinde genişleme, görüşülen, emeli olan, yardımcı olunan, dikkate alınan seçme temelinde, bir dahaki genişleme başlıkları altında vermiştir.
Bu on üç ülkeden on ikisine ayrılan kısımda, bu ülkelerin geçmişlerine dair bilgilere değinirken. İstanbul’un Bizans geçmişine değinmesi dikkat çekici olarak değerlendirilebilir.
Yine, dünya gündemini oldukça yoğun bir şekilde meşgul eden göçmen kaçakçılığı / yasadışı göç bağlamına değinilecek olursa, AB’yi ciddi bir şekilde tehdit eden bu suç olgusuyla mücadelede Yunanistan’a, yakalanan yasadışı göçmen başına € 1000 veren AB’nin Türkiye’ye bu konuda kuruş yardımı olmamasına rağmen, devamlı olarak Türkiye bu konuda da acımasızca eleştirilmekte olup, bu konuda yapmış olduğu çalışmaları görmezden gelmektedir.
Avrupa ile olan ilişkilerinde Yunanistan’ı takip etmeyi bir politika olarak belirleyen Türkiye’nin, AB yaklaşımında daha etkili önlemler alması, AB üyeliği öncesinde, yaya kaldırımları konusunda bile AB standartlarını kendine uyarlayarak, “önce insan” dan hareketle vatandaşlarının yaşam şartlarını düzelterek, gelir seviyesini arttırarak, kendini anlatarak, tanıtarak lehinde kamuoyu oluşturması hayati bir önem taşımaktadır. Bunun içinde sonuç olarak aşağıdaki görüşler faydalı olabilir:
Türkiye dışında yaşayan Türkleri, ABD’de çok önemli derecede etkin olan Musevi, Ermeni ve Rum lobileri gibi, örgütlendirerek, yaşadıkları ülkelerdeki durumlarının yükseltilmesi, bu ülkedeki yatırımlarının Türkiye lehinde geliştirilmesi ve özellikle de Türkiye’nin imajını olumlu yönde dünya kamuoyuna yansıtmaları maksadıyla, Türkiye aleyhindeki konulara, Türk Hariciyesince bilgilendirilerek, müdahil olmalarının sağlanmaları;
Yukarıdaki meselenin daha verimli ve kolay bir şekilde ele alınması için, Dışişleri ve İçişleri Bakanlıklarınca oluşturulacak bir komisyonla veya Dışişleri Bakanlığı bünyesinde, İçişleri Bakanlığı ile yakın eşgüdüm halinde çalışacak bir müsteşarlık kurulması;
Kıbrıs konusunun, nasıl Ermenistan tarafından Doğu Anadolu topraklarımızın kendi tarihi topraklarını iddialarını desteklemek ve bu konuda kamuoyunu kendi lehlerinde yönlendirmek için bir takım hartalar kullanması gibi, her türlü siyasi haritaya işlenmesi yönünde çalışmalarda bulunması;
Türkiye’yi sadece turizm alanında değil, başta ticaret olmak üzere her türlü alanda, tanıtmak üzere broşürler, kitapçıklar oluşturulması ve yurtdışı görsel basında bu konulara dair reklamlara yer verilmesi;
Türkiye’nin sadece tanıtımına yönelik olan TRT int kanalının, yurtdışındaki etkisinin dikkate alınarak, Türkiye’ye dair bir takım yayınların, Deutsche Welle, BBC, CNN örneklerinde olduğu gibi bu kanalın yayınlandığı ülkelerinde yayın yapması;
Yunanistan vatandaşlığı kaybettirilen soydaşlarımızın, ve GKRY’de kalan topraklarına el konulan, daha önce yaşadıkları yerleşim birimleri tahrip edilen Kıbrıslı Türklerin, GKRY bağlamında, Louzidu ve benzeri davalarına bir nevi karşılık olabilecek nitelikte, gerekli girişimlerde bulunmaları yönünde yine İçişleri ile eşgüdümlü olarak, Dışişlerimiz tarafından yönlendirilmeleri;
Kıbrıs’la ilgili olarak, TRT int’de Kıbrıs konusunda, sadece alt yazı yöntemiyle değil, İngilizce, Fransızca, Almanca, Flemenkçe, Yunanca, Sırpça ve Rusça dillerinde Zürih ve Londra Anlaşmaları ve www.kibris.gen.tr sitesi hakkında bilgilendirici yayınlar yapılması;
www.kibris.gen.tr sitesinin ve Yunanistan ile Türkiye aleyhinde devamlı olarak, “düşmanımın düşması dostumdur” sloganından hareket eden Ermenistan ve soykırım iddialarına ilişkin oluşturulan sitelerin, tüm kamu kurum kuruluşları internet sayfalarında linkler ve reklam tarzı dikkat çekici bilgilendirmeler eklemesi;
KKTC’nin başta Türki Cumhuriyetler olmak üzere, Pakistan, Müslüman Uzakdoğu Asya Ülkeleri ve ardından Arap Ülkeleri tarafından tanınması amacıyla, diplomatik, ticari ve siyasi girişimlerin bu ülkelerle olan tüm temaslarda dile getirilmesi ve bu temaslarda KKTC’den yetkililerinde katılmasına özen gösterilmesi;
Tüm bunların gerçekleştirilebilmesi için, Türk bürokrasisinin en büyük hastalığı olan, bir girişimin, mutlaka basında birçok kere vurgulanması veya devlet otoritesinin ve toplumun gereksiz yere zaman kaybederek, kendisini üretme disiplininden saptırabilecek ve tartışmalara sebep olabilecek gerilimlere sebebiyet vermeye meydan bırakmadan, zaman kaybını en azami şekilde, üzerine düşeni yapmasıdır.
KAYNAKÇA
KARLUK, Rıdvan, Avrupa Birliği ve Türkiye, Anadolu Üniversitesi Basımevi, Eskişehir, 1995
TOKER, Mert, Türk Avrupa Günlüğü, PMR Yayıcılık, İstanbul, 2003
KARLUK, Rıdvan, Uluslar arası Ekonomik Mali ve Siyasal Kuruluşlar, Turhan Kitapevi, Ankara, 2002
SMITH, Michael Llewellyn, Yunan Düşü, Ayraç Yayınevi, Ankara, 2002
MALCOLM, Noel, Bosna, OM Yayınevi, İstanbul, 1999
Europe On A Shoestring, Lonely Planet Publications, Avustralya, 1999
Cep Kitapları Seti, ÖSS Tarih, Güvender yayınları, İstanbul, 2001
Avrasya Dosyası Avrupa Birliği Özel, Avrasya Bir Vakfı, Ankara, 1999 Stratejik Araştırmalar Dosyası 2000/3, Odes Limited, Ankara, 2000
Stratejik Analiz 3. Cilt, 34. Sayı ve 4. Cilt, 42. Sayı, Avrasya Bir Vakfı, Ankara, 2003.
Office For Official Publications of The European Communities, The European Union: Still Enlarging, European Commission Directorate General for Press and Communication Publications, Belçika, 2001
Ünivesiteye Hazırlık Tarih, Sınav Dergisi yayınları, Ankara, 2002
Emniyet Genel Müdürlüğü, Dışilişkiler Dairesi Başkanlığı Avrupa Birliği Şube Müdürlüğü 04 Temmuz 2003 tarihli Avrupa Birliği Bilgi Notu
[*] SMITH, Michael, Llewelyn, age, s.108, 109 ve 211
[†] age. s.480.
[‡] age. s.170
[§] age. s. 109, 198, 472 ve 479.
[**] Europe On A Shoestring, Lonely Planet Publications, Avustralya, 1999, s 273
[††] Daha geniş bilgi için www.kibris.gen.tr ve www.mfa.gov.tr sitelerine bakınız.
[‡‡] AKLAR, Yılmaz, Yunanistan Gerçeği, Sorun Alanları, Politikalar, Staratejik Analiz, Avrasya Bir Vakfı, Ankara, 2003, s.24 ve 25.
[§§] AKLAR, Yılmaz, Türkiye’nin Milli Menfaatleri Önünde Bir Engel: Yunanistan Gerçeği, Sorun Alanları, Politikalar, Stratejik Analiz, Ankara, 2003, s.23-32.
[***] ÜLGER, İrfan Kaya, Bahar Havası Nereye Kadar, Stratejik Araştırmalar Dosyası Aylık Strateji Dergisi, Ankara, 2000, s.45-52