Üst Menu
Search
Generic filters

Ana Menu

Okuma ve Etkin Düşünme

124. (nisan)_042 124. (nisan)_043 124. (nisan)_044 124. (nisan)_045         İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği hakkında, tarihi süreç içersinde bilim adamları farklı görüşler öne sürmüşlerdir.

 

İnsanın“Kültür yaratan, öğrenen ve öğreten” (homo culturalis) bir varlık olması, “anlaşmada dil kullanabilmesi” (Homo lingua), “alet yapabilmesi” (homo faber), değişik bilim adamları tarafından, insanları diğer canlılardan ayıran en önemli özellik olarak ifade edilmiştir.

 

Önceleri ele geçirdiği şeyleri biçimlendirmeden kullanan insan, zamanla ona amaca uygun şekil vermeye ve hatta alet yapmak için alet kullanmaya da başlar. Alet yapma ile düşünme arasındaki etkileşim konusu bilim adamları arasında yeni bir tartışmayı başlatmıştır. Aslında bilim adamları, alet yapma ile düşünme arasında, sıkı bir etkileşim bulunduğu konusunda görüş birliği içindedirler. Görüş farklılığı ise, düşünme ile alet yapma arasındaki etkileşimde, hangisinin daha etkili olduğu konusudur.

 

İlkel toplumda, alet yapmanın beynin düşünme merkezlerinin gelişimini hızlandırdığı, çağdaş toplum döneminde ise, ve Etkin Düşünme beynin düşünce merkezlerinin alet yapımını etkilediği görüşü mevcuttur.

 

Antropologlar tarafından yapılan araştırmalar da insanın genel olarak beyninin, özel olarak konuşma ve düşünme merkezlerinin, ilk alet yapımı ile hızlı bir gelişme gösterdiği yönündedir.

 

Bu araştırmalara göre, başlangıçta alet yapmanın düşünmeyi geliştirdiği anlaşılıyor. İlkel insan, alet yapmaya başlayınca düşünce sistemi gelişmiş, toplayıcılık yaparken, iletişim yöntemlerini kullanmış, iş bölümünün başladığı yerleşik hayat içinde düşüncelerini aktarmayı başararak, insanları yönlendirmeye, insanlığın ve ülkesinin gelişimine katkı sağlamaya çalışmıştır.

 

Günümüzde ülkelerin gelişme düzeyinin, yurttaşlarının eğitim ve bilinç seviyesi ile doğru orantılı olduğu görülmektedir. Okuyan, araştıran, sorgulayan, düşünen, eğitimli insanların sayısının fazla olması, bir ülkenin en büyük zenginliğidir. Bu kişiler, topluma örnek olur, iş hayatları ve sosyal çevrelerinde saygı uyandırırlar, ülkelerinin gelişmesine önemli katkı sağlarlar.

 

20. yüzyılda petrol vb doğal kaynaklara sahip ülkeler en zengin ülke, bu doğal kaynakları işleten şirketlerde dünyanın en zengin şirketleri olmuştur. Bu durum 21. yüzyılda bilgi kaynaklarına sahip olan ve bilgi üreten şirketlerin ve ülkelerin lehine değişmiştir. 21. yüzyılın en zengin doğal kaynağı bilgidir. Günümüzde, insanlık tarihi boyunca yaşamış bilim adamı sayısından çok daha fazla bilim adamı yaşamakta ve bilgi üretimi için sürekli çalışmaktadırlar.

 

Her yıl ilan edilen dünyanın en zengin insanı sıralamasında, bilgi ve bilişim teknolojisi ile ilgili şirketlerin sahiplerini ilk sıralarda görüyoruz.

 

Birçok gelişmiş ülkenin doğal kaynak yönünden son derece fakir, ancak eğitimli, bilinçli, düşünen, işini iyi yapan insan yönünden zengin olduğunu ve bu insanları da en verimli olabilecekleri alanlarda değerlendirdiğini görüyoruz. Doğal kaynak olarak zengin gelişmekte olan birçok ülkenin ise; Düşünen, araştıran, sorgulayan, eğitimli insanlara yeterince sahip olamadıklarını ve/ya az sayıdaki kendisini yetiştiren, düşünen ve bilgi üreten insanları da verimli olabilecekleri alanlarda değerlendiremediklerini biliyoruz.

 

Bu nedenle ülkelerin ekonomik refah seviyesinin yükselmesi, demokrasi ve insan haklarının gelişmesinin en garanti ve ekonomik yöntemi, insanların eğitim, kültür ve  bilinç seviyelerini yükseltmektir. Karmaşık uluslararası ilişkilerin yaşandığı, hangi ülkenin dost, hangi ülkenin düşman olduğunun anlaşılamadığı günümüzde, başta karar vericiler olmak üzere, yurttaşlar doğruya ulaşabilmek için kendilerine sunulan konular ve olaylar hakkında araştırmak, sorgulamak ve düşünmek zorundadır. Süper güçlerin, dünyayı huzura kavuşturmak iddiasıyla, büyük bir coğrafyayı, kendi çıkarları açısından yeniden dizayn etmek üzere, “Yeni Dünya Düzeni” diye adlandırdığı bir ilişkiler ağı kurmaya yönelirken, küresel düzenin işleyişinin de süper güçlerin planları doğrultusunda oluşacak

ilişkiler yoluyla belirlendiğini, savaşların ise, ülkelerin silahlı kuvvetleri arasında değil; istihbarat servislerinin planlamaları doğrultusunda, stratejistler tarafından hazırlanan doktrinler çerçevesinde sürdüğünü söyleyebiliriz.

 

Uluslararası, ulusal ve yerel sorunların giderek daha da karmaşık bir hal aldığı günümüzde, etkin düşünme yeteneği önem kazanmaktadır. Alışılmış düşünce kalıplarının dışına çıkarak eleştirel düşünce üreten bireyler yetiştiremeyen toplumların, her alanda tehdit ve tehlikelerle karşılaşma oranı yüksektir.

 

İyi bir vatandaş olmak sadece kanun sınırları içinde kalmak anlamına gelmemektedir. Bu nedenle, gençlerimizin, ailede, okullarımızda eleştirel düşünme yeteneği kazanmaları önemlidir. Buna ilave olarak ülkenin yaşadığı sosyal, politik, ekonomik vb sorunlara çözüm üretebilme bilgi ve yeteneğimizi de geliştirmeliyiz.

 

Totaliter yönetimlerin, genel kabul görmüş düşüncelerin eleştirilmesine izin  vermediklerini, oysa demokratik bir toplumun okullarında, sorgulamanın ve eleştirmenin özendirildiğini biliyoruz.

 

Günümüz toplumlarında açık görüşlü, bilimsel ve eleştirel düşünebilen bireylerin varlığı, yaşanan sorunlara çözüm önerileri üretilmesi ve sağlıklı kararlar verilebilmesi açısından büyük önem taşımaktadır.

 

Bilgiyi seçme ve kullanma davranışları bakımından eleştirel düşünme becerilerini kazanmış bireylerle, bu becerileri yeterince gelişmemiş bireyler arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Gelişmiş ülkelerde, öğrencilere bilgi yükleme yerine,  düşünmeyi öğrenme eğitimleri önem kazanmaktadır. Düşünen, eleştiren, üreten, bilgiye ulaşma yollarını bilen bireyler yetiştirmeye yönelik eğitim programları uygulanmaktadır.

 

Ülkedeki düşünen, araştıran sorgulayan insanların sayısının fazla olması, yabancı

istihbarat servislerinin, hedef ülkede kendi çıkarları doğrultusunda kamuoyu oluşturmasını da zorlaştıracaktır.

 

Düşünen ve bilinç seviyesi yüksek insanların çoğunlukta olduğu ülkenin kamu ve özel kuruluşlarında ve özellikle Emniyet Teşkilatının istihbarat birimlerinde çalışan personelin de nitelikli olması doğaldır. Bunun sonucunda istihbarat birimlerinin yapacakları analizlerin doğruluk oranının yükselmesi, yabancı istihbarat servislerinin sızmaya yönelik planlarının uygulanmasını da zorlaştıracaktır.

 

Unutulmamalıdır ki düşünmeden okumak boştur, okumadan düşünmek ise tehlikelidir.

Platon “Devlet” adlı eserindeki “Mağara” benzetmesinde, insanlara sunulan bilgilerin gerçeği yansıtmadığını, gerçeğe ulaşabilmek için insanların düşünmesini ve sorgulaması gerektiğini 2500 yıl önce şu sözlerle ifade etmektedir; “… İnsanlar doğdukları günden itibaren, karanlık bir mağaranın kapısına arkaları dönük, elleri ve ayakları bağlı ve yalnızca mağaranın duvarını görebilecek konumda oturmaya mahkûmdurlar. Başlarını arkaya çeviremeyen bu insanlar, mağaranın kapısından içeri giren ışığın aydınlattığı karşı duvarda, mağaranın önünden geçen insanların ve taşıdıkları eşyaların gölgelerini izlemektedirler. Mağarada yaşayanların gördüğü tek şey bu “gölge oyunudur”.Doğdukları günden itibaren bu şekilde oturdukları için tek gerçeğin “gölgeler” olduğuna inanırlar. Bir gün içlerinden biri kurtulur ve dışarı çıkıp gölgelerin asıl kaynağını görür. Tekrar içeri girip gördüklerini anlatmaya başlar. Fakat mağaradaki insanlara, duvarda gördüklerinin gölge olduğunu ve gerçeğin mağaranın dışında bulunduğuna inandırması olanaksızdır…”

 

Platon’un mağara benzetmesinde mağaraya zincirlenmiş insan” kendisine sunulan her şeyi sorgulamadan, düşünmeden gerçek olarak kabul eden kişiyi temsil eder.Mağaradaki gölgeler” toplumu etkileyen, yönlendiren kişi ve gruplar tarafından, insanlara tek gerçek olarak dayatılan konuları ve olayları simgeler. Zincir” bireyin özgür düşünmesini sınırlayan, özgür düşünenleri komplo teorisi üretmekle suçlayan, toplumsal ve kamusal baskıları ifade eder. Bu baskılar zihnin özgürleşmesini ve insanların düşünmesini engeller.

 

          “Zincirlerini kıran” kişiler, kendisine sunulan gölgelerle yetinmeyip okuyan, araştıran, düşünen sorgulayan kişileri temsil eder. Ancak bu kişilerin mağaraya  döndükten sonra gördüklerini diğer insanlara anlatması ve onları inandırması çok zor olacaktır. Çünkü bağlılık ve statükonun korunması, düşünmeyen insanlar için büyük bir rahatlıktır.

 

İnsanların bu zaaflarını da kullanan güç merkezleri, tarihin her döneminde değişik

yöntemler kullanıp, insanların görüş ve düşüncelerini yönlendirerek hedef ülke üzerindeki çıkarlarını sürdürmek istemişlerdir. Bu yöntemlerden en yaygın olanı, gerçeğe ulaşmak isteyen, farklı düşünen insanların bir kısmının, toplumun huzurunu bozmakla, diğer bir kısmının ise, komplo teorisyeni olmakla suçlanmasıdır.

 

Oysa gerçekleri görmek ve anlamak bilgi, cesaret ve fedakarlık isteyen uzun ve yorucu bir süreçtir. Platon’un mağara benzetmesi, sadece ilk çağ insanlarının değil, modern toplumun düşünce anlayışını da sorgulayan güzel bir örnektir. Günümüzde yaşadığımız olayları da dikkate aldığımızda birey ve toplum olarak çıkarmamız gereken dersler vardır.

 

Artık gelişmeye, aydınlanmaya, kişi hak ve özgürlüklerinin korunmasına bize  gerçek diye sunulan gölgeler ile gidilemeyeceğini anlamalıyız. Bize sunulanları doğru olarak kabul etmek yerine, olayların perde arkasını sorgulayarak, bağımsız, çağdaş demokratik, hukuk devleti hedefine ulaşabileceğimizi düşünmeliyiz.

 

Mağaranın duvarlarına yansıtılan gölgeleri izlemek yerine, mağaradan çıkıp, okumalıyız, düşünmeliyiz, gerçekleri araştırmalıyız ve çevremizi de aydınlatmalıyız. Bunun için değişime önce kendimizden başlamalıyız. Unutmamalıyız ki; “Bir şey değişince, çok şey değişir.”