İlişkilerinizde “Kabzımalcılık” Yapmayın, Hayata “Götürü” Usulü Bakmayın!
Kendi kendine konuşana “deli” diyoruz!
Size deli diyecekler diye lütfen kendinizle olan iletişiminizi koparmayın!
Erman Toroğlu, Ankaragücü’nde futbolcu olarak en iyi performans sergilediği, hatta “Türkiye’nin en iyi hakemi” dendiği yıllarda bile futboldan bu kadar çok para kazanacağını ve futbolun kendisini bu kadar popüler yapacağını hiç aklına getirmiş midir acaba? Şüphesiz, her popüler olanın, insanlar üzerinde etkisi vardır. Ancak, Erman Toroğlu’nda durum biraz farklı. Futbolcu, kendisinin içinde olduğu pozisyonla ilgili gazetecinin “senin topa elle temasın var mı yok mu? Sana göre penaltı mı?” sorusuna bile; “akşam bakacağız Erman Toroğlu ne diyecek?” şeklindeki açıklamalarına “bakakaldık”. Oyuncu bile, kendi gördüğüne değil de Erman Toroğlu’nun yorumuna inanıyor!
Erman Toroğlu, Hıncal Uluç’la başladığı yorumculuk kariyerinde, sadece “futbol sahalarında” olanlarla ilgili değil başka “sahalarla” ilgili yorumlarıyla da toplumu etkiledi. Tavuk çiftliklerinde üretilen piliçlerle ilgili yorumundan sonra piliç satışlarındaki akıl almaz düşüş; yurt içinde piliç üreticilerini, yurt dışında da yabancı basını şaşırttı. Erman Toroğlu’nun çiflik piliçleri ile ilgili söylediği olumsuz görüş üzerine Ülkemizdeki piliç satışlarındaki inanılmaz düşüş Özellikle İngiltere’de haber konusu olmuştu. Bir futbol yorumcusunun bir ürünün satışını bile etkilemesi “Futbolla Yatıp Futbolla Kalkan Ülke” yorumlarına neden oldu dış basında.
Bazen de diğer mesleği olan “kabzımalcılık” repertuarından vermiş olduğu benzetmeler bile, günlük konuşmalarımızda “ünlü bir halk düşünürümüzün deyimi” gibi yerini aldı. Öyle ki psikolojik danışman olan ben bile “halimizi” anlatmak için, O’nun “hal” (toptan meyve sebze satış yeri) mesleğinden bir benzetme yapacağım.
Kim Kabzımal?
İlişkilerimizde “ötekini” (benim ya da bizim dışımızda olanlar) etiketleme, sınıflama
ve ayırma kolaycılığına fazlaca kaçıyoruz. Hatta seviyoruz da denilebilir. Başkalarıyla ilgili tanımlamalarımıza bir göz atalım; sağcılar, solcular, faşistler, komünistler, dinciler, laikler, laik olmayanlar, Malatyalılar, Çorumlular, Lazlar, gâvurlar, mektepliler, alaylılar vs. Bu liste uzar gider. Bu sınıfların içinde olanlar da kendilerine daha küçük gruplara ayırmıştır; Oflular, Rizeliler… Bunun nedenleri üzerinde önceki “Yaşamın Kalitelendirilmesi” kitabımda durmuştum. Burada şunu da ilave etmek isterim: İlişkilerimizde kolaycılığa kaçıyoruz, toptancılık yapıyoruz. Söyler misiniz bana, sağcı ya da solcu dediğimiz kişinin kişilik özellikleri nelerdir? Sosyal aktiveleri, sevdiği ya da sevmediği yemekler, ekonomik kazancı, çocuklarıyla ve eşiyle olan ilişki biçimi, özlemleri nelerdir? Tutkuları, hobileri var mıdır? Varsa nelerdir? Ne tür arabalara binmeyi, nerelere gitmeyi sever? Onlar da bizim gibi ağlar mı, güler mi? Nelere ağlar, nelere güler, nelere acır? Bu özellikler değil midir insanları tanımlayan? Biz kabzımal mıyız ki; toptancılık yapıyor, “götürü usulü” insanları, açılımında yukarıda saydığımız özelliklerin hiçbiri belli olmayan basit tanımlarla sınıflıyoruz?